Kemal
Mahurla vedalaşdıktan sonra motora binip müziği de son ses açmıştım. Az önce yaşadığım olayı unutmak istiyordum. Şarkı ne kadar yüksek sesle çalsa bile onun beni öpmesi sonucu kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Oysa sadece masum bir öpücüktü. Ya da boşluğuna denk gelmiş ve öpmüştü. Zaten " nişanlı " dedim kendi kendime. O öpücüğün sonrasında her hangi bir umut kırılganlığı olmasındı amacım. Ben ona ilk görüşte aşık olmuşken onun beni görmemesi canımı yakmıyordu. Canımı yakan nişanlı birine aşık olmamdı. Ben başkasının sevdiğine göz koymazdım. Ama şimdi kalbim aklımı dinlemiyordu.
Çölde susuz kalmış derviş gibiydim. Ama onun masum bir öpücüğü ile o çölün her yanı ağaçlarla ve göllerle dolmuştu sanki. O yüzden umutlanmak istemiyordum. Ama beni dinleyen kimdi. Kalp kendi işini görmüş ve her şeyi istediği yönde anlamıştı.
Bu gün ikinci bir mutlu olma sebebim vardı. Osmanın eşi Hülya hamileydi. Bebek bekliyorlardı. Zaten bir süre önce Osman çocuk istediğini söylemişti.
Buradan çıktığımda Hülyanın sevdiği pastadan alacaktım. Hülya benim sınıf arkadaşımdı. Çocukken de iyi bir kızdı, şimdi de iyi huyu büyüdükce onunla gelmiş hiç onu bırakmamıştı. Anne olmak ona yakışacaktı. 1.65 boyunda sarışın bir kızdı. Kıvırıcık saçlarını çocukken hep açık bırakırdı, ben de kalemlerimi onun saçlarına dolardım. Hiç sevmese de tek arkadaşı ben olduğum için bişey söylemezdi. Dışa dönük biri değildi, utangaçtı. Bu yüzden fazla arkadaşı yoktu.
Hülyanın anne babası yaşıyordu. Fakat maddi durumları iyi olmadığından Hülyanı okutamadılar. O da benimle aynı kaderi paylaşmıştı. Çocukken bize büyüyünce kim olacaksınız diye sorduklarında Hülya doktor, ben avukat olmuştum. Ama büyüdük hiç bir hayalimiz olmadı.
Osmanla da Hülya benim sayemde tanış olup aşık olmuşlardı. Bir keresinde Hülyanın annesi benim için yemek pişirip Hülyadan bana göndermişti. Yalnız olduğum için beni bazen yemeğe de çağırırdı. Evet, Hülya geldiği gün Osman onu görmüş ve ilk görüşte aşık olmuştu. Kaç gün bana söylemek için kıvrandığını görmüştüm. Sonunda söylemiş ve rahatlamıştı. Hülyaya bu konuyu anlatdığımda onun da Osmandan hoşlandığını anlamıştım ve Hülyaya Osmanın eski hayatının nasıl olduğunu anlatmıştım. O benim kardeşimdi. O yüzden incinmesini istemiyordum. Hülya bir az düşünmüş sonra Osmanın görüşme teklifini kabul etmişti. Ama Hülya utangaç olduğu için Osmanı bir hayli süründürmüştü. İyi de yapmıştı. Yoksa Osman düzelmezdi.
Çünkü Osman Hülyadan önce hiç te iyi bir hayat yaşamıyordu. Hep karı -kız peşindeydi, bazı geceleri kulüpde, meyhanelerde geçirirdi, ama Hülyadan sonra akıllanmıştı. Bunu gördüğüm için onun Hülya ile bu denli ilişki kurmasına engel olmamıştım. Eger Hülyaya bir zararı deyse, ya da bişey olsa elimden kimse alamazdı. Hatta Osmanı bu konuda tehdit etmişdim. Ama onu gerçekten sevdiğini, koruduğunu bildiğim için rahatdım.
Hülyanın anne- babası Osmanı öncesinde sevememişti. Beni tanıdıkları ve sözüme güvendikleri için anne- babası onların evlenmesine razı gelmişlerdi. . Ben de her ne kadar istemesem de birine aşık olmuştum. Kalbim bu aşkı kabul etmişken aklım kabul etmiyordu. İçimde şu sıralar iki insan vardı. Biri ona yakın ol diyor, biri ise ondan uzak dur diyordu. Hangisini dinleyeceğimi bilmiyordum. Fazla alkol bana iyi gelmediği için de içip kendimi bu düşüncelerden uzaklaştıra bilmiyordum. İçip sarhoş olduğumda garip davranışlar gösterirdim. Kıyafetlerimi çıkarır dışarıda dans eder ve öyle gezerdim. Bu huyumu bildiğimden fazla içemiyordum. Bir keresinde bu yüzden tutuklanmıştım hatta. Bir gece karakolda misafir etmişlerdi beni. Sabah olduğunda kendime gelmiştim. Ne kadar yaşadığım durumu anlatsam da polisler bana inanmayan gözlerle bakmışlardı. Haklılardı. Ben de bu anormal hareketime bir söz diyemiyordum. O yüzden fazla içmezdim.
Yolda durup tanıdığım bir pastaneden Hülyanın sevdiği pastadan aldım. Çikolatalı pastaları çok severdi. Güvenli bir şekilde motorumun arkasına koyup bağladıkdan sonra Osmanlara gitdim. Zaten beni bekliyorlardı. Osman da işden bu gün erken çıkacaktı. Ustamın iyi huyu üstündeydi şu sıralar. Her halde Mahurun arabasından gelecek parayı düşünüyordu.
Osmanın yeni evine bir defa gitmiştim. Eskisinden bir az küçüktü odalar, iki oda, bir salondu. Depremden sonra bu fiyata erken bula bildiği en iyi ev buydu. İyi evdi, yani çocuk olana kadar yaşaya bilirdiler. Belki durumları iyileştiğinde daha iyi eve çıkardılar.
Hülyayı gördüğüm için mutluydum. O da beni gördüğünde "Hoş geldin abi. Nasılsın? Seni bekliyordum. Nerede kaldın?" dedi bana sarılarak. Bana abi derdi bir kaç ay ondan büyüktüm.
"Hoşbuldum kardeşim. Özlemişim seni. Osman müjdeli haberi verdi. Kutlarım seni. Umarım kız olur. Senin gibi iyi huylu güzel bir kız" dedim yanaklarını sıkarak.
"Yapma, acıyor" diyerek yüzünü buruşturdu. "Hadi gel, Osman televizyon izliyor", diyerek beni salona götürdü. Osmanı gördüğümde keyifli halde televizyona dalmıştı. O an Osmanla ilk tanış olduğum anı hatırladım.
Onu bulduğumda karın boşluğundan bıçaklanmıştı. Sokağın bir kenarına kıvrılmış sanki ölmeyi bekliyor gibiydi. Gece vakti olduğu için bu yoldan fazla adam geçmiyordu ki, onu gördüğümde yırtılmış gömleyinden akan kana baktım. Hemen koşup onu hastaneye götürmüştüm. Üstünde ne telefonu, ne cüzdanı yoktu. Bir yakınını arayamamıştım. O yüzden gece onun yanında kalmıştım. Sabah kendine geldiğinde beni görünce normal olarak tanımamıştı. Kendimi ona tanıtdığımda "Teşekkür ederim. Bıraksaydın da ölseydim" demişti.
Fakat ona hiç bir soru sormamıştım. İnsan neden ölmek isterdi ki? Yani benim de hayatımda her şey yolunda değildi, ama kendimi öldürmek, yaşamıma son vermek hiç aklımdan geçmemişti. Bir insan ne kadar zor hayat yaşamış ki, artık yaşamak istemiyor. Hatta Allah korkusunu bile unutmuş duruma gelmişti.
Sonra babasının numarasını söylemişti ve kendi telefonumdan aradığımda Osman akşam eve gelmediği için endişelenmişdiler. Haber vermiştim ve ilk duyduklarında annesinin ağlamak sesini duymuştum, durumunun iyi olduğunu belirtdiğimde bir az sakinleşmiş ve "Şükürler olsun tanrım. Oğlumu bize verdin" diye annesinin sesi geliyordu. Hastanenin adresini verdiğimde hemen gelmişlerdi. Osmanı onlara sağ- salim vermeden yanından ayrılmak istememiştim. Telefonumu da vermiştim ki, bişey olursa beni araya bilir diye. Yaşamak istemiyor olması beni endişelendirmişti. Tanımıyor olsam bile bir insan hayatıydı sonuçta.
Bu olayın üstünden bir hafta geçmişti ki, tanımadığım bir numaradan arama gelmişti ve arayan Osmandı. Benimle konuşmak istiyordu. Teklifini kabul etmişdim ve beni gece kulübüne çağırmıştı. Alkolle aram iyi olmadığından gece kulüplerine pek gitmezdim. Ama bazen gider kafa dağıtırdım. Ben ora vardığımda Osman artık sarhoştu. Ne zaman gelmiş ve bu kadar içmişti ki? Beni gördüğünde sevinmişe benzer hali vardı.
"Ooo benim yeni arkadaşım gelmiş. Hoş geldin. Sana da içki ısmarlayımmı?" diye sorduğunda oturduğu yerde az daha yere yığılacaktı ki, elini masaya dayayıp düşmedi.
"Ben alkol almıyorum. Teşekkür ederim. Neden bu haldesin?" dedim yanına oturarak.
Önce anlatmak istemedi. Kafasını öne eğdi ve birden başını kaldırıp baygın gözlerle bana baktı. " Biliyormusun o benim ilk aşkımdı. Ama zengin bir adam için beni terk etdi. Hem de hiç acımadan. Hani sen beni bulduğunda bıçaklanmışdım ya. O zengin sevgilisi beni bıçaklatdırmıştı. Guya ben Şermini taciz ediyormuşum, rahat bırakmıyormuşum diye. Kendi bile gelmedi adamlarına beni bıçaklatdırdı. En çok sevdiğim kadından ihanet aldım. O yüzden yaşamanın pek de anlamı yok. Onun yüzünden beni işimden de kovdular. Yaşamamın hiç bir anlamı yok"
Susdum, bişey diyemedim. Ne denirdi ki, böyle durumda? Nasıl teselli edilirdi ki? Benim kendime faydam yoktu. Osmana nasıl faydam dokunaydı. "Anlıyorum. Ama hayat güzel" diye bildim sadece. Hayatın neresi güzeldi. Söylediğim yalana kendim bile inanmazken onun inanmasını beklemek çok zordu. Ama şu an bu umrumda değildi. Onu evine götürmem gerekirdi. "Hadi eve gidelim. Evden seni merak ederler" diye koluna girdim ve kulüpden dışarı çıktım. O zamanlar motorum yoktu. O yüzden taksi çağırdım ve onunla birlikde eve doğru gitdim. Osmanı eve bırakdıktan sonra aynı taksiyle evime yollandım.
Bikaç gün Osmandan haber almamıştım. Ama ustamın bir çalışanı işten çıktığı için yeni bir adam lazımdı. Aklıma hemen Osman gelmişti. Laf arası bana tamirci olduğunu söylemişti. Hem kafası işe karışır, belki çalışırsa aşk acısın daha iyi atlatır gibime geldi. O zamandan beri Osman benimle çalışıyordu.
*****
Onu öyle kanepede mutlu şekilde televizyon izlerken gördüğümde yaşadığı acı olayları unutmuş olduğu için sevinmiştim. Hayat bizlere bazen ikinci şans veriyor.
Sonrasında yemek yemiş, masayı toplamakta Hülyaya yardım etmişdik. Daha sonra tavla oynamıştık. Aşkta iyi olmadığım kadar tavlada da iyi değildim. Osmana kaybetmiştim. Tavlanı koltuğuma koyarak benimle alay etmişti. Haklıydı hep kaybediyordum. Şansım hiç getirmiyordu.
Akşam eve gitdiğimde bir az da olsa olanları unutmuştum. Arkadaşlarımla olmak bana iyi gelmişti. Ama sabah ne olacaktı bilmiyorum.
Sabah olduğunda telefonun alarm sesine uykudan ayıldım. Evde bir az oyalandıktan sonra motoruma binip tamirhaneye gelmiştim. Yine Osman benden önce gelmişti. Genellikle böyle oluyordu. Hep erkenciydi. Ama eskiden böyle değildi. Hülyayla tanışdıktan sonra daha disiplinli olmuştu. Aşk insanları değişiyor, ama her aşk iyi yönde değiştirmiyor. İlk aşkı onu mahv etmişken, son aşkı onu yeniden hayata bağlamıştı. O anda benim de Mahura olan aşkım aklıma geldi. Ne ara bu kadar tutuldum ki ona. Platonik bir aşk yaşayacağımı kim bilirdi ki. Her halde nişanlı bir kadına sana aşığım diyecek halim yoktu. Nişanlısı olmasa bile onunla ben denkmiydik. O zengin kızı, bense var olmayan biri. Babasının bile sevmeyip atıp gitdiği biriydim. Beni babam sevmemiş omu sevecekti. Babamın annemle beni terk edip gitmesi bana hep çok zor oluyordu. Üstünden yıllar geçmesine rağmen bazen kendimi o küçük çocuk gibi hiss ederdim ve bu duygudan nefret ediyordum. Beni güçsüz hale getiriyordu.
*****
Öğlen olmuştu ve Mahurun arabası daha gelmemişti. Ustam da beni dün orada olanları anlatmamla ilgili köşeye sıkıştırmıştı. Ama olanları nasıl anlatırdım. Diyecek sözüm yoktu. Osman her halde anlatmak istemediğimi gördüğü için bişey söylemiyordu. Öğlen yemeği zamanı gelmişti ve Hülya Osmandan dün hazırladığı sarmalardan göndermişti. Tıpkı annem gibiydi elini tadı. O yüzden yemeklerini bir ayrı severdim. Daha yeni yemeğimizi bitirmiştik ki, Mahurun arabasının çekici yardımıyla geldiğini gördüm. Arabanı bırakıp gitdiklerinde Mahur beni aradı. Her halde haber vermişlerdi ona.
"Merhaba, Kemal. Nasılsın?"
" İyiyim, sen nasılsın?" dedim sakince. Sesini duymak hoşuma gitmişti.
"Teşşekkürler, ben de iyiyim. Arabam umarım sağ-salim oraya varmıştır. Sana emanet dediğim gibi. Bu konuda sana güveniyorum" dedi.
"Evet, güvenli şekilde geldi. Araban bana emanet" dedim onun lafını tekrarlayarak.
"O zaman ben kapatım. İşlerim var bir az. Sonra uygun bir zamanda uğrarım yanına. Hoşçakal" dedi gülerek. Sesinden mutlu olduğu anlaşılıyordu.
"Oldu. Hoşçakal" dedim ve telefonu kapatdı. Derin bir oh çektim. Onu yeniden görme düşüncesi ne kadar mutlu olmama sebep olsa da, görüp ona bişey diyememek beni üzüyordu.
Araba ustamın hoşuna gitmişti. Eski tarz arabaları severdi. Hele bunun gibi kırmızı bir güzele bakmak başka bir duyguydu onun için. Ustama göre araba bir arabaya çarpmış. Yani ağaç ve duvara çarpma gibi değil bu çarpma. Nasıl anlıyordu bilmiyorum, ama uzun yıllardır bu işi yapıyordu ve doğru tahmin etdiğini de biliyordum. "Mahur kazamı geçirdi? Bu araba Mahurunmu ki? Peki Mahurun abisi nerde?" diye kendimi soruların içinde boğulmuş buldum. Evet, abisinin arabasıydı. Ama abisi yoktu. Belki başka ülkededir. Sonra beni alakadar etmez deyip arabaya bakmağa başladım. Torpido gözünü açtığımda orada bir silah vardı. Şaşırmıştım. Dün ben arabanın torpido gözünü açmıştım ve bişey yoktu. Bu da nereden çıktı. Ustamla Osman da yanımda oldukları için baka kalmıştılar. Mahuru arayıp bunu haber vermem gerekiyordu.