İnsanlar arasında da yalnızdır insan.
LakinLakin
İnsan anladığı ve anlaşıldığı insanla çiçek açar...
- Tutma beni artık yeter!!!
- Hayatım ne olur yapma böyle. Senin sağlığından endişe ediyorum.
Gözlerimi zorla açtım. Cihangir yoktu uyandığımda. Ne zaman gitti? Başım çatlayacaktı.
Annem bağırıyordu. Birden kapı sonuna kadar açıldı. Kapı resmen duvara çarptı. Korkuyla sıçradım.Annem önde babam geride odaya daldı.
- Nerede o?
- Kim dedim korkarak.
Annemi hiç böyle görmemiştim.
Tamamen dağılmıştı. Yataktan kalktım. Annem karşıma geldi. Birden elini kaldırıp bana okkalı bir tokat attı. Ben tokadın şokundayken kollarımı tutup beni sarsmaya başladı.
- Neden ya neden? Başka kimse kalmadı mı? Neden Cihangir? Bizi millete rezil etmek hoşunuza mı gidiyor? Neyini eksik ettim bu güne kadar?
Bağırtıları gittikçe yükseliyordu. Babam onu tuttu ben sarsıntıyla geri düştüm. Şaşkın ve korkmuş halde ona bakıyordum.
- Sen benim göz bebeğimdin. Sizi evlat bildim ben.
- Anne diye fısıldadım.
- Sakın, sakın bana anne deme. Sen de aynı annen gibiymişsin. İhanet damarlarında var.
Beynimden vurulmuş gibiydim. Bu sözleri hak edecek bir şey yapmamıştım. Gerçek annemi tanımıyordum bile. Hatırladığım bir kaç anıdan başka elimde bir şey yoktu. Ben onu anne biliyordum. Babam annemi sertçe tuttu.
- Yeter artık diline sahip çık. Kırıp dökerek bir yere varamazsın.
Ben sadece ağlıyordum.
Annemde dizleri tutmazmış gibi yere çöktü.
- Leyla neden kızım neden?
- Anne anlamıyorsun.
- Cihangiri hep sevdin değil mi?
Kafamı evet anlamında salladım. Bunlarla alakası yok anne inan bana. İkimiz de ağlıyorduk. Onları böyle üzmek canımı yakıyordu.
- Kızımmm nasıl olacak aklım almıyor. Bu bebeği kabullenemiyorum.
Ahh annem bir bilsen bende kabullenemiyorum. Aklım kazan gibiydi. Düşünceler peşimi bırakmıyordu ama dilim ses etmiyordu. Boğazımda bir yumru aşağı inmiyordu bir türlü. Yutkunmam nafileydi.
Kafamı aşağı indirdim. Babam bizi toparlamak için kaldırdı.
- Sakinleşin artık birlikte oturup konuşalım.
- Hep o Cihangirin suçu.
- Hayır anne o masum.
- Ne masumu ya? Seni nasıl hamile bırakır.
Dilimin ucuna kadar geldi. Ne olursa olsun onu suçlamalarına dayanamazdım. Birden Cihangir içeri girdi.
- Leylaa
Annem sinirli bir şekilde ona baktı.
- Sen yaptın dedi ayağa kalkarak. Bende kalktım.
- Anne onun bir suçu yok.
- Leyla gel yanıma dedi Cihangir.
- Yeterr diye bağırdı babam birden.
Hepimiz ona dönüp baktık.
- Hikmet
- Seninki de yeter Meryem. Yeter susun. Şimdi düşün önüme odaya gidip sakince konusacağız. 24 saat ayılıp bayılmalarınıza yeter bence. Babam gibi sakin birini bile çıldırtmıştık.
Annem itiraz edecekti ama babamın bakışlarıyla sustu. Yavaşça aşağı doğru gittik. Cihangir sessizce
- İyi misin dedi.
Kafamı sallamakla yetindim. Annem bize kötü kötü bakıyordu.
Yutkundum. Yavaşça oturduk. Cihangir dibime gelip oturdu. Gözümü belirtip ona baktım. Omuz silkti. Annem de benimle aynı hareketi yapıyordu. Bu hareketi senden aldım. Senin kızınım unuttun mu?
- Oğlum neler oldu anlat hadi.
- Baba biz yani biz zaten birbirimizi seviyorduk. Leyla Amerikaya gidince hasret içimi yaktı. Daha fazla dayanamadım.
Konuşurken bile yutkunamıyordu. Ne gerçek ne yalan ben de anlamıyordum.
- Oğlum toplum hiçbir zaman umrumda olmadı. Söylenenler söylenecekler ya da olanlara karşı tavrımı bilirsin. Sizin ikinizi de kendi çocuğumuz bildik. Anlaman lazım ki bizim için biraz zor.
Babam hep anlayışlı ve sakin biriydi. O konuştukça dertlerim hafiflerdi. Bunca acının içinde böyle tanıdık gelen şeyler içimdeki yangına bir bardak su misali serinletiyordu.
- Baba lütfen bize sırtınızı dönmeyin. Sizden başka bildiğimiz bir aile yok. Olanlar için ben de üzgünüm ama yapacak bir şeyim yok. Ortada bir bebek var. Önceliğimiz o olmalı.
- Bakın biz aslında
Cihangirin lafını kestim. Elimi tuttu. Çekmeye çalıştım ama bırakmadı. Beni usulünce uyarıyordu güya.
- Bir şey mi söylemek istiyorsun Leyla? dedi babam Cihangire sert bir bakış atarak.
- Ben yani ben bi Cihangire bir de babama bakıyordum. Anneme bakmaya korkuyordum.
- Baba olanlar oldu. Zaten yarın için gün aldım. Evleniyoruz dedi.
- Neee annemle aynı anda söylemiştik.
- Hikmet bunları savunuyorsun bir de bak bize sormadan nikâh tarihi almış. Annem sinirle babama bakıyordu. Aynı bakış bende de vardı ama ben Cihangire bakıyordum.
- Baba Leyla hamile daha fazla uzatmayalım istedim.
Babam anneme baktı.
- Lütfen, sen yeterince konuştun Meryem. Sonra bize döndü.
Annem homurdanıp duruyordu.
- Oğlum en doğrusunu yapmışsın. Sadece yakınları çağırıp bir nikâh kıyalım. Sonra da bir süre buralarda görünmeyin.
- Haklısın baba ama işlerimi halletmem için en az bir aya ihtiyacım var.
- Bu kötü oldu. Tamam ama yine de dikkatli olun.
Sinirim bozulmuştu. Ben hayır dedim ama adamın yaptığına bak.
- Evlilik şart değil aslında
Herkes bana bakıyordu.
- Sana bir şey yaptı değil mi? O bıçak meselesini de anlatmadınız zaten. Bir şey olmuş biliyorum. Hissediyorum. Kızım anlat bana. Aklımı kaçıracağım. Sen böyle biri değilsin? Sadece kendini düşünmezsin.
Cihangir bana sinirli bir bakış attı.
Ben cevap veremiyordum. Kendimi düşünmüyorum. Ben bile benden vazgeçtim. Sizi düşünüyorum. Tecavüze uğradığımı ve bebeği öğrenirseniz kalbiniz buna dayanmaz.
- Kızım doğruyu söyle. Hiçbir şeyden çekinme. Ortada bir zorlama var mı? Babama baktım. Yutkundum ve kafamı hayır anlamında salladım.
Annem bize bakıyordu sinirli sinirli.
- Hamilelik hormonları Leylanın sinirlerini bozul. Anne kabul edin yada etmeyin. Ne bebeğimin ne de Leylanın suçu. Biz yarın evleniyoruz.
Ahh Cihangir ahh.
- Hıh seviyormuş dedi annem.
- Baba bize biraz müsade eder misin? Yarın nikah var malum.
Babam Cihangirle bana baktı.
- Tamam zaten konusacak pek bir şey de yok. Siz işlerinizi halledin.
Kafasını salladı Cihangir.
Benim kolumdan tuttu. Yukarı doğru sürüklüyor yaa ben sana evlenmeyeceğim dedim. Beni odama doğru götürdü.
Odaya girip de kapıyı kapatınca elimi çektim sinirle.
- Dün sana hayır dedim. Ne demek nikah tarihi aldım ya.
- Leyla sen aşağıda ne yapmaya çalışıyorsun. Annemler duyunca ne olacak hiç düşündün mü?
- Seni suçlamazlar en azından.
Resmen konuyu değiştiriyordu ya.
- Peki bebek doğunca ne olacak? Önemli olan o. Sen tecavüz çocuğusun diye yüzüne vuracaklar.
Bunu hiç düşünmemiştim. Aslında bebeği düşünmemek için her şeyi düşünüyordum. Annem çok sinirlenince Cihangire annesinin orosbu olduğunu söylerdi hep.
İyi biriydi aslında ama sinirlerine hakim olamıyordu. Benim yüzümden onun böyle kırılmasına dayanamıyordum.
Gözlerim doldu.
- Benn bunları düşünmedim.
- Biliyorum deyip bana sarıldı.
- Bütün bunlar bir kabus olmalı.
- Geçecek, hepsi geçecek. Yavaşça saçlarımı okşadı. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Nasıl da yorgundu. Gözlerinin altı çökmüştü.
Onu hiç düşünmemiştim. Onun için ne kadar zor olduğunu anlamamıştım. Kendi derdime odaklanmıştım sadece. Ona zarar gelsin istemiyordum ama kendi derdim beni boğmuştu, göremiyordum.
- Bunları ne ara düşündün? Nasıl hallettin?
Gözleri o kadar duygu yüklüydü ki anlatamam.
- Olması gerekiyor. Lütfen sen de zorlaştırma. Herşey yeterince zor zaten.
- Seni sürekli üzüyorum değil mi?
- Hayır hayır sen beni üzmezsin asla.
- Burada bir ama var sanki.
- Bak
- Hadi Cihangir benden bir şey saklama. Gözlerin her şeyi söylüyor zaten.
- Seni koruyamadım. Her şey benim suçum. Seni asla bırakmamalıydım...
- Cihangir olanlarda senin bir suçun yok. Bunu nasıl düşünürsün? Resmen şok olmuştum.
- Bir şey söylemene gerek yok. Düşüncelerim değişmeyecek.
Söylediği sözler canımı yakıyordu. Senin acı çekmen beni ne kadar üzüyor biliyor musun? Daha sıkı sarıldım.
Gözlerim doldu.
- Sen küçükken de böyleydin. Aileden birine bir şey olduğu zaman nasıl engel olamadım diye kendini üzerdin. Her şeye gücün yetmez Cihangir.
- Leyla sende hep asi bir çocuk oldun. Ne söylesem tersini söylemek zorundaydın.
- Hiç de bile dedim suratımı asarak. Niye sana muhalefet olayım ki?
İnsan sevdiğiyle uğraşıyor sadece. Başkalarının söylediğini aklımda tutamıyorum ki onların söylediğine karşı çıkayım.
Kafamın tepesine bir öpücük kondurdu.
Nasıl anlatsam ona sarılınca kendimi evimde gibi hissediyordum. Sanki her şey geçecekmiş gibiydi. Güzel günlerin habercisiydi sarılması. Güven veriyordu. Duvarı ve çatısı olmayan bir ev.
Birden midemde bir baskı hissettim. Cihangirden ayrılıp öğürerek banyoya koştum. Klozetin kapağını açıp midemi rahatlatıyordum.
- Leyla iyi misin diye arkamdan geldi.
Konuşacak halim yoktu. Kafamı salladım. Yanıma gelip saçlarımı tuttu. Görmesini istemiyordum ama yaptığı şey için müteşekkirdim. Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Beni tuttu. Bacaklarım ağırlığımı taşımıyordu. Titriyordum. Beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna doladım. Odaya geçince yatağa bıraktı beni.
- En son ne zaman yemek yedin? Ona baktım. Şaka mı yapıyordu. Şuan yemek mi benim derdim. Ona sinirle baktım.
- Bana öyle bakma. Bir şeyler yemelisin. Böyle aç kalarak kimseye bir faydan dokunmaz. Karnındaki bebeği düşünmelisin dedi. Sonlara doğru sesi titremişti. Gözlerinin içine baktım.
Gözlerini kaçırdı. Sana bunları yaşattığım için özür dilerim Cihangir. Ben de kafamı eğdim. Ayağa kalktı.
- Ben birazdan gelirim. Odadan çıkma diyerek hızlıca gitti.
Ben ne yaptım. Ağlamadım tabi ki de. Ağlayamıyordum. İçimde derin bir hissizlik oluşmuştu. Onun gözlerindeki acı beni yaralıyordu. Bana öyle bakmasına dayanamıyordum.
Başımı koyacağım bir omuz bile yoktu. Bende çektim dizlerimi karnıma doğru başımı diz kapaklarıma koydum. Derdim bu başa ağır geliyordu zira...
Aitte değildim artık, sahip de. Öylece sokakta kalmışlık hissi...
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Cihangir elinde bir tepsiyle yanıma gelmişti. Ona düşüncelerimi belli etmemek için huyundan gitmeye karar verdim.
- En sevdiğin çikolatalardan sipariş etmiştim. Tepsiye yerleştirmişti. Alman çikolatasıydı. Çocukken de çok severdim. Yemem için açtı bir tanesini. Bana uzattı elinden aldım.
- Annem küçükken bunları yememize izin vermezdi. Günde sadece bir tane. Çok kötü bence.
- Günde bir tane bana yetmez ama dedim. Gülümsedi.
- İstediğin kadar yiyebilirsin. Sınır yok. Eğer yetmezse çantamın sağ gözünde var.
Birden kızardım. Her zaman kendi payını çantasının sağ gözüne koyardı ve ben oradan tırtıklardım.
- Benim aldığımı biliyor muydun dedim inanamayarak.
- Evet bu yüzden hep aynı yere koyardım dedi.
Gözlerimiz buluştu. Sanırım bu hasret giderme şeklimizdi. Neden büyüdük Cihangir? Geçmeyen yaralar edinmek için mi?
Bakışmalarımızda bir şey vardı. Sanki beni anlıyordu. Sessizliğimi dinliyordu.
Kırgınlıklarımı anlıyor musun Cihangir? Kalbimin halini. İçimde çürüyüp giden bir yer var.
Gözlerini ilk kaçıran o oldu. Bende usulca önüme baktım.
- Yarın için nikâh tarihi almadan önce bana sormalıydın Cihangir?
- Leyla şu olanlara bak. Yaşadıklarımıza bak. Sence tek sorun bu mu? Zaten olacak bunu niye kabul etmek istemiyorsun?
- Olmak zorunda değil
- Zorunda bunu sana borçluyum dedi biraz bağırarak.
Gözlerimi büyüktüğümden emindim. Cihangir beni sevdiği için değil bana acıdığı için evleniyordu. Kendini buna mecbur hissediyordu. Suçlu hissettiği için vicdanını susturuyordu sadece.
Pişman olmuş gibi baktı.
- Bak özür dilerim bağırmak istemedim. Neden benimle evlenmek fikrine bu kadar karşısın anlamıyorum? Benimle evlenmek fikri seni bu kadar korkutuyor mu?
- Hayır korkutmuyor. Haklısın fazla tepki veriyorum dedim.
Bana anlayışla baktı. Elini uzatıp yanağıma dokunmak istedi. Usulca çektim. Eli havada kalmıştı.
- Çok yorgunum biraz dinlensem. Akşam konuşuruz bunları dedim.
- Tamam dedi. Kabul etmekten başka seçeneği yoktu zaten. Tepsiyi aldı. Ona bakıyordum. Göz göze geldik. Gözlerindeki hüzün ve acı barizdi. Seni bu acıdan kurtaracağım Cihangir.
- Nikâh sabah dokuzda memur gelecek haberin olsun dedi.
- Tamam dedim sadece. Başka şeyler söylemek istiyordu belli ki ama ben yatağa uzanıp arkamı döndüm. Biraz daha bekledi. Sonra kapı sesini duydum.
Derin bir nefes alıp hemen ayağa kalktım. Elbisemi değiştirdim. Kendime sırt çantası ayarladım.
Aşağı inerken etrafıma bakınıyordum. Üst katta olmanın dezavantajını yaşıyordum. Hep avantajlarını görmüştüm halbuki.
Aşağıda annemler yoktu. Cihangir odasına çekilmişti kesin. Böyle zamanlarda hep düşünmek için bir dururdu. Ahh Cihangir kopan bir çiçeği suya koymakla iyilik yapmış olmazdın. Lütfen bunlarda aklına gelsin doğru düşün.
Kalbim olayın heyecanıyla çok hızlı atmaya başlamıştı. Aşağı indim. Mutfak kapısından çıkmaya karar verdim. Mutfağa varmamla Ege içerideydi.
- Selam
- Selam dedim çaktırmayarak.
- Hayırdır dedi çantayı işaret ederek.
- Ege beni bir yere bırakır mısın? Yarın düğün var biliyosundur? Bir yere uğramam lazım.
Cihangir senden saklamaz böyle bir şeyi. Sen de benim biraz işime yara.
- Cihangir Beye söyleyeyim.
- Ege biraz özel. Bir saate geliriz.
Yalanın batsın Leyla.
Kararsızdı ama beni de kıramıyordu. Yüzünden endişesini görebiliyordum.
- Tamam gel hadi dedi.
Sorunsuz bir şekilde evden çıkmıştık. Şans sadece böyle zamanlarda yüzüme güler zaten. Arabanın içindeyken bana baktı.
- Nereye gidiyoruz?
- Otogara
- Neden dedi şaşırarak.
- Birine bir şey vermem gerek dedim sadece.
Karşıya bakıyordum. Kafası karışmış bir şekilde devam etti. Yolumuza başlamış bulunduk.
.
.
.
Nefes alamıyordu. Bu durum onu öldürüyor. Leylanın durumu aklına geldikçe kalbine hançer saplanıp çeviriyorlar gibi hissediyordu Cihangir.
İnanılmaz bir acı tüm bedenini kapladı. Kalbi artık göğsüne sığmıyordu. Oysa bunun mutlulukla alakası yoktu. Ne yer ne de gök onu kabul ediyordu.
İçinde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Yatak odasındaki koltukta oturmuş sadece olanları düşünüyordu.
Leyla hayatında gördüğü en güzel gözlere sahip kız. Gözleri yeşilin en güzel tonundaydı. Doğa armağan olarak bir parçasını ona vermişti. Güldüğünde bütün dünyaya güneş doğar. Hüzünlendiğinde kuraklık dünyayı kavururdu.
Saçları siyah ve uzun. Adının hakkını veriyordu. Gece gibi simsiyah ve upuzun. Yumuşak dokusu ipek gibiydi. Saçlarından gelen çiçeğimsi tatlı ve dişi koku.
Yüzündeki o oval biçim, dudaklarının dolgunluğu ve kırmızılığı, o küçük küstah burnu ve ay gibi parlayan bembeyaz narin vücuduyla bu dünyaya ait değildi.
Antik Romalıların bahar ve çiçek tanrıçalarına benziyordu. Bir çiçek olduğu muhakkaktı. Dikenleri de olan dünyanın en muhteşem gülü.
Evet çok güzeldi. Göğüslerinin dolgunluğu, o ince beli ve yumaşak kalçaları, fazla uzun olmayan ufak tefek ama narin bir vücut.
Ona baktıkça tahrik olmamak için hadım olması gerekirdi. Onu arzuluyordu. Hem de bu güne kadar hiçbir şeyi böylesine istememişti.
Onu asla kardeşi olarak kabul etmedi. Geldiği ilk gün gözlerini gördüğünde eve güneş doğduğunu hissetmişti. Cihangirin tam tersiydi. Cihangirin gözleri gece gibi karanlık ve pusluydu, Leylanın gözleri yemyeşil bahar gibi parlak ve canlıydı.
Cihangir esmer ve uzundu, Leyla ufak tefek ve beyazdı. Cihangir asabi ve üzgündü, Leyla sıcak kanlı ve her şeye rağmen gülen biriydi.
Geldiği ilk gün Cihangir sarılmış ve kendi boyutlarına bakmadan seni koruyacağım demişti. Aklı ve mantığı bu kadar ufak bir kız seni koruyamaz dese de kalbi inanmıştı ve annesiyle babası öldüğünden bu yana ilk defa rahat bir uyku uyumuştu Cihangir.
Leylanın onu kabuslardan koruduğuna inanıyordu. Onun için her şeyi yapardı. Kalbinde ona karşı büyük bir güven ve aşk vardı.
Büyüdükçe işler daha karmaşık olmaya başladı. Bu saf ve masum sevgi gün geçtikçe ve Leyla da genç kızlığa adım attıkça onu derin ve saf bir arzuyla istemeye başlamıştı.
Onu arzulamak ve tahrik olmak Cihangiri utandırıyordu. Leyla 14 yaşındayken onun yanına gelen ve konuşan erkekleri bile boğmak istiyordu. Onu öpmek istiyordu. Ona karşı masum sevgisinin böyle duygularla kirlendiğini düşünüp ondan uzaklaşmaya çalışıyordu. Ne kadar da safmışım diye düşündü.
Leylayı görüp tahrik oldukça günah işlemiş gibi hissetmişti. Ona da kötü davranmaya başlamıştı ve bu duruma katlanamayıp annesiyle konuşmaya karar vermişti.
- Sen ne kadar adi bir insansın. Seni evime aldım. Leyla senin kardeşin. Ona bu gözle baktığına inanamıyorum. Sen de annen gibi fahişenin tekisin... Ne kadar terbiye etsek de sen barbar ve vahşisin. Bu değişmeyecek. Böyle şeyler nasıl hissedersin.
O sözler hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Babama ve Leylaya söylememem için beni uyarmış ve kendimi daha kötü hissetmeme sebep olmuştu. Ertesi gün babama benim evden gitmek istediğimi söyleyip evden göndermişti.
Leyla arkamdan ağlarken gidip onu sarmak ve acısını dindirmek istemiştim. Annem bunu onun iyiliği için yaptığıma inandırmıştı.
Cihangir öfkeyle kalkıp odada volta atmaya başladı.
Cihangir Leylayı seviyordu. Arzulaması gayet normaldi. Yıllarca onu unutmak için kadınlarla yatmış ama kimseye Leylaya hissettiği şeyleri hissetmemişti. Annesi başkasını da arzulayacağını Leylayı unutacağını söylemişti. Kimse bedenini geçip kalbine dokunamamıştı. Annesi yalan söylemişti ve sonuçları tam bir yıkım olmuştu.
Leylayı kendinden uzak tutmak için başka kadınlarla bir duvar örmüştü arasına. Kendini sadece işine ve okuluna vermişti. Leyla Amerikaya gittiği gün tekrar yıkılmıştı. Ebeveynleri öldüğü gün kendini ne kadar yetim ve kimsesiz hissediyorsa o kadar kimsesiz kalmıştı.
Leyla ondan kaçmıştı. Bunun başka açıklaması yoktu. Onu defalarca aramış ama cevap alamamıştı. Bulduğu ilk biletle Amerikaya Leylanın yanına gitmişti. Öğrendiği evinin önünde bekliyordu.
Kapıyı çaldı ve bekledi. Kapıyı annesi açmıştı ve şaşkınlıkla onu dışarı sürüklemişti.
- Burada ne işin var Cihangir diye kızdı. Sesi keskin bir bıçak gibiydi. Cihangir kararlılıkla
- Leylayı görmeye geldim dedi.
Annesi sinirlenmişti.
- Leylayı düşündüğünü biliyorum ama Leyla çok mutlu. Bana seni unutacağını ve hayatına devam edeceğini söyledi. Onu biraz seviyorsan bu hakkı ona verirsin.
- Hayır Leyla beni unutmaz. Gözlerinde beni ne kadar sevdiğini görüyorum bırak onu göreyim diye anneme yalvardım. Sesimdeki çaresizlik bile umrumda değildi.
- Sana hakkımı helal etmem. Leyla bir hayata başladı ve bırak mutlu olsun. Sen onu mutlu edemezsin. Gördüğün kabuslar ve geçirdigin sinir krizleriyle onu ne kadar mutlu edeceksin. En sonunda ona zarar verirsin dedi.
Söyledikleri kalbimi yaralamıştı. Haklıydı annem. Babam annemi, sonra da kendini öldürmüştü. Hala psikolojik tedavi görüyordum. Ona zarar vermektense ondan ayrılamayı kabul ettim.
Gözyaşlarımı içime akıtarak geri döndüm. Kalbim artık yokluğuna dayanamayacağı zamanlarda hemen amerikaya gider kapısının önünde onu izlerdim. Gizli gizli onu izlerken arkadaşlarıyla eğlenmesi, o gülümsemesi kalbimi acıtırdı. Bensiz de mutluydu o. Ben onsuz olamıyordum ama.
Onu görmeden yapamazdım. Bu hasretlik ağır geliyordu. Beni bitiriyordu. Annem yine haksız çıkmıştı. Yanına yerleştirdiğim ve sürekli olarak bana fotoğraflarını atan Nazlı, Leylanın iyi olduğunu ama pek mutlu olmadığını söylüyordu hep. Bu benim kafamı karıştırıyordu.
Son kez beni aradığı zaman en büyük darbeyi vurdu. Hayatımın en uzun gecesi ve yolculuğu olmuştu. Annemin bana söylediği gibi barbar ve vahşi göründüğümden emindim. Onun canını yakmış olma düşünceleri bile içimdeki denizi coşturuyordu. İçimde bir kasırga vardı ve dinmek bilmiyordu ta ki onu öyle hırpalanmış ve çaresiz bir şekilde görene kadar.
Serum bağlamıştı koluna. Yüzü solgundu. Başında bir bandaj ve tüm vücudundan kan çekilmiş gibiydi. Çaresizlik damarlarımda dolanıyordu. Dünyada istediğim her şeyi satın alabilirdim. İstediğim her şey benim olabilirdi ama onun yaşadıklarını geri almazdım. Onun gözyaşlarının akmasına engel olamazdım.
O günü hatırlamak bile gözlerimin dolmasına ve sinirden titrememe yeterdi. O adamı öldürdüğüm için pişman değildim. Yaptıklarım için pişman da olmayacaktım.
Tek pişmanlığım Leylayı bırakmamdı. Onu asla bırakmayacaktım. Yanlış yapmıştım. Tüm dünyaya sevgimi haykırmak varken ben korkmuş ve geri çekilmiştim. Artık öyle bir şey olmayacaktı.
Ona baktıkça kendimi suçlu hissediyordum. İçimdeki acıyı gizlemeye çalışıyordum ama gözlerime her baktığında sanki bunu görüyordu. Beni hep kitap gibi okumuştu. O benden daha cesurdu. Beni sevdiği ve öptüğü zamanlar da gittiği zamanlar da da.
Bundan sonra onu bırakmayacaktım. Neye mal olursa olsun. Ondan bunu saklamak istedim ama hamileydi. Böyle olmamalıydı. Kabullenmek çok zordu ama o çocuğu Leylanın bir parçası olarak görecektim.
Eskiden onun hamile olduğunu ve karnının şiştiğini, ikimizin bir parçasının karnında can bulduğunu düşünmek kalbimi ısıtır ve tarifsiz bir mutlulukla doldururdu. Ne zaman hayallerimiz kabus oldu. Böyle güzel bir hayal nasıl böyle bozuldu?
Dişlerini sıktı. O piç kurusunu tekrar tekrar öldürmek istiyordu. Bu sinirle duvara yumruk atabilirdi.
Zamanla değişecekti. Leyla yanındayken nasıl kabus görmüyorsa, Cihangir de Leylayı öyle iyileştirecekti. Sevgisiyle ona merhem olacaktı. Bütün hayatını buna adayacaktı. Leyla tekrar kaygısız bir şekilde gülecek ve dünyaya güneş doğacaktı.
Kısa bir zaman geçmesine rağmen onu özlemişti. Yanındayken ve ona doğru kıvrılıp o narin bedenini ona dayamışken Cihangirin aklına kötü düşünceler gelmiyordu. Tek düşündüğü ne kadar güzel olduğu ve onu mutlu etmek için uğraşması gerektiğiydi.
Kapıdan çıkıp Leylanın odasına doğru ilerledi. Yarın evleneceklerdi. Her şey bitecek ve Cihangir onu mutlu edecekti. Her şeyi unutturacaktı. Evlenmek için çok şeyi göze almıştı. Uğraştığı yasal işlemlerden bahsetmiyordu. Leylayla evlenmek için her şeyi göze almıştı. O artık Cihangir Arslan değil. Cihangir Kılıçtı. Eski soyadı onu acı veriyordu oysa ki.
Kararlı adımlarla Leylanın odasına vardı. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Kapıyı yavaşça açtı. Onun uyuma ihtimalini düşünüyordu ama Leyla yatakta yoktu. Hemen telaşla banyoya baktı ama ne ışık yanıyordu nede kimse vardı.
- Leyla sakın, sakın benden gitme diyerek aşağı indi.
- Leylayı gördünüz mü dedi mutfaktaki çalışanlara..
Hemen ayağa kalkmışlardı.
- Ege beyle gittiğini gördük efendim.
Ege mi? Ege ne alakaydı. Hemen odasına koştu ve telefonunu eline aldı. Egeyi arıyordu ama açan yoktu. Sinirle bir küfür savurdu ve tekrar aramaya başladı. Aklına gelen düşünceleri kovdu.
Leyla bunu ona yapmazdı. Evlilik için tek fırsatlarını ayaklarıyla çiğnemezdi. Leyla kaçmazdı. Hem de en yakın arkadaşı Egeyle...
.
.
.
Otogara varınca Ege niyetimi anlamış ve beni eve götürmek istemişti. Ben karşı çıkmış ve ne olursa olsun gideceğimi söylemiştim. Mantıklı olmaya çalışıyordu ama beni kararlı görünce fikrini değiştirdi. Şimdi arabada başka bir yere gidiyorduk.
Arabada bir sessizlik hakimdi. Benim konuşacak halim yoktu zaten. Ege de olayları tartıyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum. Telefonun çalma sesi arabanın içini doldurdu. Elini cebine attı ve çıkardı.
- Siktir...
Küfür etmesiyle kim olduğunu sormama gerek yoktu aslında. Anlamıştım.
- Kim? dedim yine de titrek bir sesle.
Bana baktı ve telefonu sessize alıp cebine koydu. Cevap vermedi.
- Nereye gidiyoruz dedim bu sefer daha ciddi bir sesle.
- Sen uzaklaşmak istedin. Ben de seni kafanı toplayacağın mükemmel bir yere götüreceğim.
- Gizemli olmayı bırak bence söyle hadi.
- Olmaz sürpriz.
Tam sürpriz çekecek insanım diye düşündü Leyla. Yol uzadıkça Leylanın da canı sıkılıyordu. Egeyle konuşmak istemiyordu. Kimseyle konuşmak istemiyordu. Kelimeler boğazına yapışıyordu. Uzaklaştıkça ondan yine o tanıdık sızı kalbinde belirmişti.
Son birkaç gündür Cihangir yanındayken bile bunu hissediyordu. Ondan uzaklaşıyordu. İlk sırada aşkı değil acıması vardı. Onun merhametini değil sevgisini ve aşkını istiyordu Leyla.
- Yolumuz uzun, biraz uyu bence.
Ona ters bir bakış attım. Umurunda olmadı. Bu benim kaçış planım hem kendi dahil oluyor hem de patronluk taslıyor. Sana sinir olmak istemiyorum o kotamı çoktan doldurdum Ege.
Kafamı çevirip yolu izledim. Ne ara uyuya kaldım bilmiyorum. Ağlamak, bu sorunlar ve hamilelik beni çok yoruyordu. Zaten sürekli halsizdim ve kusuyordum hiç derdim yokmuş gibi.
Midem bulanınca kalktım. Yoldaydık ama otoban gibi değil. Daha çok büyük bir bahçeden geçiyor gibiydik. Kafama dank eden şeyle dondum. İstanbulda değildik.
- Ege arabayı durdur midem bulanıyor dedim. Neredeyse sabah olmuştu. Güneş doğmak üzereydi.
- İyi misin?
- Arabayı durdur yaaa diye bağırdım. Onun karşısında kusmak istemiyordum.
Birden durdu. Hemen kemerimi çıkarıp arabadan indim. Arkamdan indiğini duyabiliyordum. Ona bakmadan biraz uzaklaştım ve kusmaya başladım. Cihangirin zorla yedirdiği yemekler çıkacak zamanı bulmuştu.
- Leyla su getirdim. İyi misin? Hızlı sürmedim aslında diye sıraladı Ege. Sesindeki telaş neredeyse güldürecekti beni.
- Hamileyim ben olur öyle dedim yatıştırmak için.
Elimi uzattım suyu aldım. Elimi yüzümü yıkadım. Halsizlik damarlarıma kadar işlemişti. Birden bir silah sesi duydum.
- Ne işiniz var bahçemde diye bağırdı bir kadın.
Aaaa diye bağırıp kendimi Egenin kollarına attım. Ege kendini bana siper etmişti. Yamyamlar bastı burayı.
- Ege kaçalım hemen diye bağırdım.
- Babaanne benim Ege dedi. Ne babaannesi? Nereye getirdin bizi?
- Oyy Egem kurban olduğum. Yanındaki kız kim diye tekrar sordu. Ben de Egeden ayrılıp o tarafa baktım. Beli bükülmüş kısa ve topluca bir kadındı. Çok yaşlıydı ve elinde çifte vardı. Neneme bak sen. Jandarmadan emekli herhalde.
- O bir arkadaşım yanına geldik dedi. Ona doğru yaklaşıyordu. Ben mi? Ben orada duruyordum hayatta yanına gitmem. Çifteli nene.
- Kız arkadaş hem de hamile. Ula sen kız mı kaçırdın...
- Neee diye bir ses geldi. Aaa bu benim sesim. Aynı tepkiyi Ege de vermişti... Ege sen beni mi kaçırdın hem de hamile hamile...