Betül İlgüz
*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆
Kesinlikle bu bayram hayatımın en ilginç ve en garip ve en hasta ve en şaşkın ve en--- neyse uzatmaya gerek yok değil mi? Bu bayram hayatımın en ''en'li'' bayramıydı.
Hasta olup evde yatıp kalmama mı yanayım? Mutluluk kaynağım olan insancıklarla vakit geçirememe mi yanayım? Affan'ın beni yalnız bırakmayacağını söyleyip burada kalacak olmasına mı yanayım? Elimi tutma ve hatta öpme nedenini merak eden kısmımın içimi kemirmesine mi? Yoksa tüm bunlara rağmen sakin kalmama mı? Hele de Affan'a!! Ne düşünsem, ne yapsam, nasıl davransam hiç bilmiyordum.
Düşüncelerimin hepsini toplasam koyacağım başlık belliydi. Delileğe doğru adımlar, part 1 ; bir genç kızın aşureye dönmüş beyni
Duyduğum kapı sesiyle oturduğum yerden kalktım. Muhtemelen Affan'dı. Yengemler sabah gitmişti, Affan da mesaj atıp bana öğlene doğru geleceğini söylemişti. Saat de 12:15'di. Sıkıntılı bir nefes alıp kapıyı açtım. Sonuçta dün akşamdan sonra onun yanında rahat olmam pek ihtimal değidi. Karşımda gördüğüm tahmin ettiğim gibi Affan'dı. Bir farkla, yanında Bahar da vardı! Kocaman gülümseme suratıma yayılmıştı bile. Lakin hâlâ kapının önünde dikiliyordum. Kapıyı biraz daha açıp kenarıya çekildim.
''Hoş geldiniz.''
Affan yanımdan geçip içeriye girdi. Bahar'a da elimle içeriye girmesini işaret ettim ve kapıyı örtüp 'Selamunaleykum' sözcükleriyle beraber sarıldım.
...
✉?
...
''Kutay da yoldaymış, geliyor.''
Bahar'ın sözcükleri beni uçurum kenarlarına sürüklemişti. Kutay onu almaya geliyordu çünkü. Ne kadar gelmişken Affan'la otursunlar, biz de senle otururuz biraz daha desem de maalesef işleri varmış. Akşam sekizde Kutay'ın annesinde toplanacaklarmış ailecek hepsi. Ee mâlum, bayram. Ben de bir şey diyemememiştim.
Az sonra kapı çalıp Kutay geldiğinde kısaca selamlaşıp bayramlaştık. Ardından yolcu ettik, içim yana yana. Çok iyi olmuştu bugün Bahar'ın gelmesi. Beni yalnızlıktan, can sıkıntısından kurtarmıştı. Bir de Affan'la yalnız kalmam gereken süreci azaltmıştı.
İçeriye girip sehpanın üzerindeki davetiyeyi elime aldım ve incelemeye başladım. Gelmişken davetiyeyi de kendi elleriyle vermek istemişti Bahar. Üç-dört hafta sonra düğünleri vardı. Normalde düğünlere gitmeyi sevmezdim. Kafam almazdı müzik sesini. Lakin Bahar'ınkine gidecektim nasipse. Davetiye çok tatlıydı gerçekten. Sonunda incelemeyi bırakıp çay bardaklarını ve tatlı tabaklarını mutfağa götürdüm.
Affan neredeydi? İçeriye girmemişti?
Tabakları mutfağa bırakıp tekrar oturma odasına doğru yürürken Affan'ın ceketini giydiğini fark ettim. Hava soğuk değildi ki giyse. Demek ki bir yere gidecekti?
''Gidiyor musun?''
Aslında gidiyorum dese, bir yanım rahatlayacak diğer yanım korkuyla kavrulacaktı. Yanımda küçük de olsa biri olmazsa koca evde yalnız kalamazdım ki ben. Bir de o kadar Affan'ın burada kalmasına laf ediyordum. Şimdi gidiyordu işte ve ben çeşitli senaryolarımla baş başa kalıyordum.
''Pide alıp geleceğim. Başka bir şeyler de ister misin?''
Alışa geldiğim şekilde ''Hayır.'' dedikten sonra canımın dondurma istediğini fark ettim.
''Tamam o zaman. Görüşürüz.'' diyen Affan kapıyı açıp çıkıyordu ki onu durdurdum.
''Bir dakka bir dakka!'' Dönüp bana soran gözlerle bakan Affan'ı daha fazla bekletmeden ''Dondurma da alabilir misin?'' sorusunu yönelttim.
''Alırım.''
Ve kapanan bir kapı. Evde yalnız kalan ben. Koltukta oturmuş düşüncelere dalmıştım yine. İnsan sürekli düşünceleriyle baş başa oluyordu, çevresiyle etkileşim halinde olmadığı sürece. Bu kez de, bayram bayram hiç bir şey olmaz, evde yalnız kalırmışım diye bir fikir vardı fikir yörelerimde. Pek de git gelliydim bu aralar düşüncelerim konusunda.
Yarım saat oturur pozisyonda bekledikten sonra dayanamayıp başımı yastığa koydum ve kıvrıldım. Bir pide ve dondurma almak bu kadar zor muydu? Acaba bir şey mi olmuştu? Tövbe tövbe, niye kötü şeyler düşünüyordum ki ben şimdi. Gereksiz kuruntulara ihtiyaç yoktu. Saat de dokuza geliyordu.. Ve ben dün gece geç yatmıştım. Uyumamsa daha da uzun sürmüştü. Yine de uyumamalıydım.
...
??
...
İsmimin ikinci kez seslenildiğini duyunca araladım gözlerimi. Affan gelmişti belli ki ve beni uyandırıyordu. Gözlerimi onun siyah gömleğinden çekip duvardaki saate kaydırdım. Dokuzu on beş geçiyor. Çok da uyumamışım.
''Hadi yemeğe. Sonra da ilaçlarını içip yatarsın.'' Cünlesini bitiren Affan arkasını dönüp uzaklaştı benden. Ve çıktı odadan.
Ben de üzerimdeki battaniyeyi kenarıya koyup kalktım. Üzerimdeki battaniye?? Oysa ben öylece yatmıştım elbisemle. Muhtemelen Affan'ın işiydi bu.
Ellerimi yıkayıp mutfağa yöneldim. Masanın üzeri donatılmıştı bir nevi. Ve buna şaşırmıştım. Süheyla her ne kadar dayısının ve amcalarının yemek yapabildiğinden bahsetse de ben şimdiye dek sofra bile kuran bir erkekle karşılaşmadığımdan dolayı Affan'dan da beklemiyordum bunu.
Sandalyeyi çekip oturdum. Affan'ın önüme bıraktığı çay bardağını iki elim arasına alıp ısınmaya çalıştım ve hatta bir süre sonra elim yandı da. Sessizce bir şeyler yemeye başladık. Aradan geçen süre boyunca düşüncelerimle boğuşmuştum yine. İnsan düşünmeden yapamıyordu ya sonuçta. Sessizliği bozan ve beynimdeki puslu dumanları dağıtan Affan olmuştu.
''Ben iki pideyi bitirdim, sen hâlâ yarısını anca yedin.''
Cevap veremeyerek pideyi elime aldım ve bir ısrık aldım.
''Beş dakikan var. Hepsi bitecek.'' Ağzımdaki lokmamdan dolayı cevap veremedim lakin bu emirvâri cümleye karşın kaşlarım havaya kalktı.
Sonunda bitirdiğimde ''Teşekkür ederim. Yemek için.'' deyip ayağa kalktım ve toparlamaya başladım. Affan da yardım etmişti ne kadar gerek yok desemde. Son olarak makinaya çay bardaklarını da koyup kapağını kapattım. Arkama döndüğümde Affan'ı buzdolabının üzerindeki fotoğrafları inceler hâlde buldum. Yanına yaklaşıp biraz ötede durdum ve beynimde yer etmiş fotoğrafları bir kez daha inceledim.
''Kim bunlar?'' diye bir soru yöneltti. Ardından parmağını Fatih abimin ufak hâlinin üzerine koydu ve ''Sanırım bu Fatih.'' deyip sustu. Beni omuzlarına almış Fatih abime sıkıca tutunuyordum fotoğrafta.
''Evet, o Fatih abim. Omzundaki de ben.'' deyip, kafasını Ertuğrul abime çevirmiş, kendini omzuna almasını isteyen Eylül'e gülümsedim. ''Diğeri Ertuğrul abim. Küçük kız da Eylül. Eylül beni kıskanınca Ertuğrul abimden kendini omuzlarına almasını istemişti.''
Aslında bu fotoğrafın bir sonraki hâli de vardı, orada Eylül isteğini başarıp Ertuğrul abimin omzundaydı. Tıpkı benim gibi. İki abi iki ufak kuzenini omzuna almış... Lakin ben bu fotoğrafı daha çok seviyordum. Eylül'ün önüne düşen dağınık saçları onu çok tatlı gösteriyordu. Ertuğrul abimi ikna etmek için suratına yerleştirdiği ifade ise başlı başına bir tatlılıktı zaten. Ertuğrul abim artistliğini bozmadan elini saçlarına geçirmişti ve 'omzuma çıkarsan karizmam çizilir' dercesine bakıyordu. Ben mutluydum. Çok mutlu. Kocaman bir gülümsemem ve iki yandan örülmüş saçlarım vardı. Fatih abim de en az benim kadar kocaman gülümsüyordu.
Bakışlarımı fotoğraflardan çekip Affan'a yönelttim. Dikkatli bakınca farketmiştim de-- suratındaki o morarıklık neydi?
''Sanırım çok yakındınız. Hâlâ da öylesiniz.''
Affan'ın kimi kastettiğini anlayamamıştım. Eylül'ü mü? ''Kiminle?'' dedim ve soru sormayı başka zamana bıraktım. Gözlerim hâlâ etrafı sararmış o morarıklığa gidiyordu.
''Fatih'le.''
'Hayır yani bu nasıl soru!' demek istesem de yapamıyordum ve içimden gelmiyordu. Başkası olsa derdim ama! N'apıyorsun bana Affan?!?!
''Evet. Onun yeri ayrıdır kalbimde.''
Cümlem bitince ağaç gibi dikilmekten sıkıldığımı hissedip içeriye doğru yürüdüm. Şimdi ne olacaktı? En iyisi odama girip uyumaktı. Ama böyle de kaçmış gibi olurdum. Hem ayıp da olurdu, sonuçta ben ev sahibiydim değil mi? Ne saçma mantık bendeki de ama! Ev sahibiymişmiş!
Koltuğa oturup ellerimle oynamaya başladım. Az sonra Affan da aramızda mesafe bırakarak yanıma oturmuştu. Diğer koltuklarda oturan birileri mi var diye etrafa bakınsam da boş... Kimsenin olmadığını ikimizde iyi biliyorduk. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözüme takılan yine o morluk olmuştu. Ve benden izin almadan sözcükler dökülmüştü dilimden. Bu sözcükler alışmıştı iyice izinsiz dışarı çıkmaya. Cezayı hakediyorlardı. Bir ara susma orucuna girmezsem iyiydi. Hayır yani içimde kalsanız ne olur?!Ben içi güzel insanlardanım.
'' Suratına ne oldu? ''
Bedenimi hafifçe ondan tarafa çevirdim. Aksi takdirde boynum ağrıyacaktı yana bakarken.
Affan'ın suratında oluşan ifadeye anlam veremedim. Gözleri gözlerimi bulduğunda 'gerçekten mi?' diye soruyordu sanki. Biraz öfke vardı hatta kızgınlık. Rahatlık ve umursamazlık.
''Yarım kalmış bir hesabı kapattım. Ordan kalma.''
'' Ne hesabı?'' Meraklıydım. Ve soracaktım. Çekinmeme gerek yoktu değil mi? Neden çekineyim ki, Affan'la konuşuyorum burda altı üstü. Dövecek değildi ya beni konuştuğum için.
''Bilmem!''
İmâlı ses tonun karşısında afalladım. ''İyi! Seninle de sohbet edilmiyor.''
Yandan bir bakışına maruz kalsam da sözlü bir yanıt alamamıştım. Tam sesli bir nefes çekip konuşacakken telefonunun titremesiyle dudakları tekrar birbirini buldu. Cebindeki telefonu çıkarıp ekran kilidini açtı ve gözlerini gezdirmeye başladı satırlarda. Gittikçe kaşları çatılıyordu. Çatık kaşlarıyla beraber alnı da kırışıyordu. Sonunda yandaki tuşa basıp ekranı kapadı ve telefonu aramıza bıraktı sertçe.
''Şu Fatih'in kalbindeki ayrı yeri nasıl bi'şey?''
Aniden sorduğu bu soru üzerimde bomba etkisi bırakmıştı. Neden böyle bir soru sormuştu ki?
''A-anlamadım?''
''Onu seviyor musun?''
''Neden sevmeyeyim? Seviyorum tabi.''
''Betül, sana ne anlamda sorduğumu anlamayacak kadar saf değilsin!?''
Değildim ama bana bunu sorması ihtimalini düşünmek istemiyordum.
''Ne saçmalıyorsun sen Affan?''
''O da seni seviyora benziyor. İstersen ben aradan çekilirim. Kalbinde kim varsa ona gitmelisin..''
''Ne?!'' diye anlamayarak bir nida çıktı ağzımdan.
''Sana, Birol tekrar seni rahatsız ederse bana söyle demiştim. Sanırım sen Fatih'i tercih etmişsin söylemek için. Demek ki Birol'un yüzündeki, benim açmadığım, benden önce açılan morlukların sahibi Fatihmiş!''
Gözlerimi onun öfkeli gözlerinden çekip pencereye doğru çevirdim ve karanlık geceye baktım. Şimdi kavrıyordum biraz biraz. Affan Birol'la kavga etmişti! Yarım kalmış hesabı tamamladım demesinin nedeni buydu nemek? Ve bana olan kızgınlığının, imâlı sözlerinin!
Tekrar Affan'a döndüm.
''Demek ki suratındaki izlerin sahibi Birol'muş.'' diye mırıldandım. Az önceki şaşkınlığım ve öfkem gitmişti. Sebebi belliydi çünkü. Ona söylememem. Ve haklıydı da. 'Bana söylemezsen önce sana kızcağım' da demişti hatta. Yine de önce bana kızmamıştı! O mesajda ne varsa ondan dolayı patlamıştı öfkesi ve mesajın konusu muhtemelen Fatih abimle ilgiliydi! Ya da benle!
''Sahibi Birol, sebebi sensin.''
Cümlesinin bendeki tesirinden haberi yoktu ki böyle rahattı. Konunun, Fatih abimi kıskanan bir Affan olduğuna inanamıyordum! Dinen nikahlım olan adam, Fatih abimi kıskanıyordu?! Aradan çıkayım diyordu bir de!?
''Be-ben..'' deyip cümlenin devamını getiremedim ilkin. ''Kalbimde biri olsa zaten ondan başkasıyla nikah kıymazdım! Belgelerin önemi yok, dini nikah önemli olan. Ve ben başkasına ait bir kalbi sana kiralayacak değilim! Sen benim eşimsin, farkında mısın?''
Başıma hafiften bir ağrı girince etrafıma baktım. Ne ara ayaklanmıştık biz? Konuşmanın hararetinden farketmemiştim bile.
Affan sustu ve içine bir nefes çekti seslice. Sahi, Affan nereden biliyordu Fatih abimin Birol'u dövdüğünü?! Hem Fatih abim dövmüş müydü onu gerçekten? Ondan daha naifçe bir davranış beklerdim: konuşmak, uyarmak gibi. Gerçi zaten uyarmıştı daha önce. Laftan anlamayanın hakkı kötektir. Peki Affan, o da kavga etmişti Birol'la. İyi de bunun için önce Birol'un bana mesaj attığını bilmesi gerekiyordu!? Nereden öğrenmişti?
Sessizliği bozan bendim. ''Sen nereden öğrendin onun bana tekrar mesaj attığını?''
Adını seslice anmak istemiyordum. Bu yüzden onun demeyi tercih etmiştim.
''Telefonunda gördüm.''
Telefonumu mu karıştırmıştı?
''Ne zaman? ''
''Çikolata poşetini getirdiğimde tam odadan çıkacakken mesaj geldi. Yabancı numara olduğu için sorun etmeyip açtım ve okudum.''
O poşeti odaya yengemin bıraktığını düşünmüştüm hep. Bu demek oluyordu ki Affan odama ilk defa benden habersiz 'bayramlaştığımızda' girmemişti! ''İnsan haber verir be! Odama giriyorsun hem de ben uyurken!''
Çatık kaşlarım yerini korurken, konuşmak için aralanmış olan dudaklarımı kapattım. Affan'a bakıyordum bir yanıt beklercesine. Ve dünyanın en güzel yanıtını aldım. Güldü! Onca gergin konuşmadan sonra gülmüş müydü o?
''Ne gerek var, sonuçta önemli olan dini nikah. Biz de dînen evliyiz değil mi? İster uyurken girerim ister sen yokken.'
'
Şaşkınlıkla belermiş gözlerim biraz daha açılsa patlardı herhal! Bu tepkime gülüp bir adım attı bana doğru ve elini suratıma uzattı. Refleksen ve alışkanlık olarak bir adım geri gittiğimden, eli havada kalmıştı.
''Gözlerinin iyiliği için, onları eski haline getirmelisin.''
Utançla başımı öne eğdim ve en kolay kurtuluş yolu olarak ''Ben yatayım, hayırlı geceler.'' deyip Affan'ın yanından geçmeye yeltendim.
''Sana da.'' dedikten sonra bir cümle daha ekleyip beni durdurdu. ''Bu arada, dondurma aldım ama zaten hastasın, yeme. Dolapta duruyor, sonra yersin. İlaçlarını da içmeyi unuttun yemekten sonra. Yatmadan evvel iç.''
Dondurma? Şuan aklıma gelecek en son şeydi. İlaç? Ben bile unutmuştum. Her adımımı takip mi ediyordu bu çocuk anlamamıştım doğrusu? ''Teşekkür ederim. İçerim.'' diye mırıldandım ve ilaçlarımı hızlıca mideme gönderdikten sonra kendimi odama attım.
Neler olmuştu öyle??? Beynimde bin bir tilki dolaşırken, pijamalarımı giyerken iki bin bire çıkmıştı sayısı. Affan'a nerede yatacağını söylememiştim? Yanına gitmeye cesaretim yoktu. Ne yapacaktım? Gözüme ilişen telefonumla gülümsedim. ''Bazen işe yarıyorsun telefoncum..'' diye mırıldanıp mesaj kutusuna girdim.
Gönderilen; Affan
Odamın çaprazındaki oda misafir odası. Yatak açık. Her şey temiz. Orada kalabilirsin.
Mesajı gönderdikten sonra ışığı kapatıp el yardımıyla ve alışıgelmişliğimle karanlıkta yatağıma doğru yürüdüm. Pikeyi üzerime çekip kafamı yastığa koyduğum sırada telefonum titredi. Kolumu uzatıp telefonu aldım ve mesajı açtım. Karanlık odayı telefonun ekran parlaklığı aydınlatıyordu.
Gönderen; Affan
Tamamdır.
Ne güzel anlaşıyoruz öyle biz. Gözlerimi yumup uyumaya çalıştığımda merdivenleri çıkan Affan'ın adım sesleri doldurdu kulaklarımı. Bir süre sonra da muhtemelen tarif ettiğim odanın kapı sesi duyuldu. Hayırlı geceler Affan.
...
⚠?
...
Sabah namazından sonra pek iyi uyuyamadığımdan ve dün gece Affan'ın söylediği bir kaç cümleye takılı kaldığımdan dolayı olacak ki bu saatte uyanmıştım. Gerçi o kadar da geç değildi canım. Gayet erkendi saat. 10'u 13 geçiyor. Bayram sabahları en azından sekizde kalkmaya alışıktım. Ondandı garipsemem. Kalkıp yatağımı topladıktan sonra elimi yüzümü yıkadım ve kahverengi elbisemi giydim. Başıma da kahverengi tülbenti örtüp alt kata indim. Oturma odasına girdiğimde Affan televizyondan haberleri izliyordu.
Beni görünce ''Uyanmışsın.'' deyip yanındaki kumandayla televizyonu kapattı. Kafamı sallayarak onayladım ve ''Ben kahvaltı hazırlayayım.'' diyerek hareketlendim. Fakat Affan'ın sözcükleri beni durdurmuştu. ''Kahvaltı hazırlamana gerek yok. Dışarıda yiyeceğiz.''
'' Dışarıda nerede? ''
Gidip de kafelerde lokantalarda kahvaltıya para vermeye gerek yoktu bana kalırsa. Evde kendi hazırladığın en iyisi olurdu. Sonuçta o gidilen yerlerde ne Asiye halamın her sonbaharda yaptığı acılar, ne anaannemin mükemmel acıkaları, Nesrin yengemin çilek reçelleri, Gülsüm teyzemin ayva ve böğürtlen reçelleri, ne de yapmasını teyzemden öğrendiğim enfes kuymaklar vardı. Evet, böğürtlen reçelleri! Hepsini biz toplardık küçükken. Elimize büyük kâseler ve tabaklar alıp bayır yukarı koşardık Eylül'le. Bazen Eren, Ertuğrul abim ve Fatih abim de gelirdi bizimle. Kendi topladığımız böğürtlenlerden reçel yapılmasını heyecanla izlerdik.
''Bizimkiler davet etti. ''
''Annenler mi?'' dedim şaşkınlıkla.
''Evet, ama sadece biz olmayacağız. Dayımlar ve teyzemler de gelecek.''
Dayıları ve teyzeleri vardı da, halası amcası falan yok muydu ki Affan'ın? Merak etmiştim bak. Yine de şuan sormamayı tercih ettim. ''Ben hazırlanayım o zaman.'' deyip odama çıktım. Aslında pek gidesim yoktu ama ayıp olurdu değil mi? Ben hasta değil miydim hem, bunu bahane etsem? Aman ya, ayda yılda bir kere bir şey istemiş onu da yapayım. Hem çocuk 'benim için' kavga bile etmiş.
''Sen şuna Affan'ı kırmak istemiyorum desene Betül. Biraz yürekli ol. Saklanma bahanelerin ardına.''
Her neyse iç sesim, her neyse!!
Hazırlanmam pek uzun sürmemişti. Ve yola koyulmuştuk. Sessizlikten sıkıldığından olacak, Affan radyoya uzandı ve açtı. Bir kaç kez değiştirdikten sonra bir şarkıda karar kılıp durdu. Bir kaç dakika içinde oflayıp radyoyu tamamen kapattı. Haklıydı da kapamakta. Neydi yani bu şarkılar? Sözlerinde bile insanı küfre düşürebilecek şeyler vardı. Kadere sövmek neydi Allah aşkına? Gençler bu konuya dikkat etmeliydi. Ben şarkı dinlemeyi pek sevmezdim. Çok nadirdi dinlediğim.
''Baban tek kardeş mi?''
Sessizliği bozup bakışlarımı pencereden çektim.
''Hayır.'' dedi ve sustu.
''Neden o akşam yoklardı? Bugün de yoklar sanırım?''
''Annem sağ olsun, halamla araları bozuk. Onun yüzünden halamdan da mahrum kalıyorum işte.''
Ov, bu çok kötüydü işte. Rabbim hayırlı etsin şu Aydan hanımı!
''Uzakta mı oturuyorlar? ''
Affan hüzünle güldü.
''Çok uzakta. Öyle uzak ki yaklaşık otuz dakikada evine gidebiliyorsun. Tabi annenin yaptıklarının utancından, halanın evine gitmeye yüzün olursa.''
Kendince haklı da olsa, annesinin hatasını kendi hatası gibi görmeyi bırakmalıydı bence.
''Neredeyse bir buçuk yıldır görmüyorum onları.'' diye devam edip sustu. ''Bayramlardan bayrama belki on dakikalık.''
Bu, içime çok dokunmuştu. Çocuklar arada kaynamıştı resmen. Halasını görmeliydi. Görüşmeliydi. Gerçi bunu benim iki çift lafımla yapacağını sanmıyordum. Bu yüzden sustum.
Affanların evine varmış olacaktık ki araba durmuştu. Etrafa bakındım ve incelemeye başladım. Affan anahtarı alıp kapıyı açınca ben de onu taklit ederek indim arabadan. Bahçe yolundan geçip evin kapısına vardığımızda biraz stres yapmıştım. Herkesi geçtim, Aydan hanım vardı! Ve iğneli dili... Affan kapıyı tıklattıktan sonra açılmayınca zile bastı. Bu kez hemen açılmıştı kapı. ''Hoş geldiniz.'' diyerek bizi olgunlukla karşılayan, Affan'ın yengesiydi. Yine rahat kıyafetler giymişti. Bol paça bir kot pantolon, salkımlı ve yarım kollu beyaz bir tunik. Saçları da at kuyruğu yapılıydı. Bu kadının samimiyetine hayrandım. Lakin henüz ismini bilmiyordum!
''Hoş bulduk. Bayramınız mübarek olsun.'' deyip tebessümüne karşılık verdim.
''Hoş bulduk Aysel yenge. Sen de hoş geldin. Hayırlı bayramlar.'' diyen Affan, isim bilmeme konusundan beni kurtarmıştı farkında olmadan. Aysel yenge de bizim bayramlarımızı kutladı.
İçeriye geçtiğimizde Affan'ın teyzesi de gülücüklerle kucakladı bizi. Hemen ardından babaaannesi mi anaannesi mi olduğunu şuan pek çıkaramadığım büyükannesi çarptı gözüme. Elini öpüp bayramlaştıktan sonra tam bitti derken, içeriye Hilal girdi.
''Hoş geldin Betül!'' diye seslice bağırıp beklemediğim şekilde bana sıkıca sarıldı.
''Hoş bulduk Hilal. Bayramın mübarek olsun.''
''Senin de bayramın mübarek olsun canım. Gel beylere de selam verelim bi.'' deyip koluma girdi. Affan önden gitmişti belli ki. Diğer odaya girdiğimizde herkes ayaklandı. Uzaktan selamlaşıp bayramlaştık. Mustafa amca, Aydan hanımın aksine yakın davranıyordu bana.
Arif, Affan'a benim üzerimden laf çaktırarak espirili bir şekilde selamlaştı benimle. Sevmiştim, iyiydi bu çocuk da. Kerem yoktu. Hani şu inatçı ve biraz sinirimi bozan kuzen. Aydan hanım da yoktu? Neredeydi acaba?
Yine Hilal'in çekiştirmesiyle tekrar içeriye girdik. Hilal'le yan yana oturmuştuk. Az sonra Aydan hanım içeriye girince alışkanlıktan ve saygıdan dolayı selamlaşmak için ayağa kalkmaya yeltendim. Lakin Aydan hanım el hareketiyle oturmamı işaret edince, elmecbur gerisin geri oturdum.
''Hoş geldin.'' deyip soğuk ses tonunu bir silahmışcasına kullanarak bana yöneltti.
''Hoş bulduk. Bayramınız mübarek olsun.''
'' Senin de bayramın kutlu olsun.''
Ses tonundaki îma mübarek yerine kutlu kelimesini kullanmasının bilinçli olduğunu ortaya koyuyordu açıkça. Zoraki tebessüm edip elbisemin belindeki iplerle oynamaya başladım.
''Anaannenler nasıllar kızım? ''
Bana yöneltildiğini düşündüğüm soruya cevap verirken bakışlarımı da sorunun sahini olan Affan'ın babaannesine çevirdim. (Evet evet, babaannesiydi, hatırlamıştım.)
'' Çok şükür iyiler efendim. ''
''İyi iyi, Allah sağlık sıhhat versin. Bol selamlarımı iletirsin.''
''Ve Aleykûmselam. Baş üstüne.'' dedim gülümseyerek.
Sohbetimizi bölen Affan'dı.
''Aysel yenge, Bülent dayım seni çağırıyor.'' dedikten sonra bakışlarını bana çevirdi. ''Betül, biraz gelebilir misin?''
Aysel yengeyle beraber ayağa kalktım ben de. Bülent dayının orta boylu olan olduğunu görünce, artık sorun kalmamıştı. Kim kimin eşi ayırt edebiliyordum.
Onlar mutfağa doğru yöneldiklerinden Affan ve ben koridorda yalnız kalmıştık. Konuşmasını bekleyerek suratına baktım. ''Annem yine saçma davranış ve sözlerde bulunursa aldırmamaya çalış. Biliyorum bunu senden istemeye hakkım yok ama... Takma onu kafana. Çok bunalırsan haber ver, zaten hastasın, gideriz.''
Başımı sallayıp onayladım onu ve güven veren bakışlarının ardından gülümseyip içeriye girdim. Bir süre daha oturup sohbet edildikten sonra beyaz önlüklü bir kadının sofra hazır diye haber vermesiyle kahvaltı faslı başlamıştı. Erkekler bahçede, biz de az önce erkeklerin oturduğu odadaki geniş masada yiyorduk. Kahvaltı sürecinin yüzde seksenini güzel sohbetlerle atlatmıştık ki konu bana gelip kendim hakkında yöneltilen sorulara cevap verdiğimde yüzde seksen yedi olmuştu. Affan'ın babaannesi ''MaşaAllah, Affan oğlum tatlı mı tatlı, kendi de huyu da güzel bir gelin getirdi bize. Aferin ona.'' dediğinde ne diyeceğimi bilemeyerek başımı öne eğmiş ve tebessüm etmiştim.
Çok şükür sakin geçiyordu. Maalesef ki bu sakinlik Aydan hanımın sözleriyle son bulmuştu.
''Hepiniz çok sevdiniz de bi ben sevemedim gelinimi nedense.''
''Gelinini sevemediysen, gelin değil insan gözüyle bak ona abla, belki o zaman seversin.''
Bu yanıtı veren Affan'ın teyzesiydi. Yani Aydan hanımın kardeşi. Kerem'in de annesi.
''Ben onların hayatı için endişe ediyorum. Çünkü Betül, ona göre bir kız değil. İleride sıkılır bırakırsa onlara yazık olacak.''
Tekrar ablasına yanıt vermişti Şebnem teyze. ''Birbirlerini seviyorlarsa neden böyle bir şey olsun abla?!''
Aydan hanım henüz bir şey dememişken Gül babaanne konuşmuştu. ''Yersiz yersiz konuşma Aydan.''
Oynadığım çatalı masanın üzerine koyup boşalan bardağı kavradım sıkıca. Diğerlerinin bardaklarına da baktığımda hepsi doluydu.
''Ben çay alayım.'' deyip kalktım. Asıl amacım tabiki ortamdan uzaklaşmaktı. N'olursa olsun bu sözler insanda iyi olmayan hisler doğuruyordu. Ben kapıdan çıkarken son duyduğum Aysel yengenin ''Kızın da moralini bozdun Aydan. Bir ağız tadıyla kahvaltı yapamadı.'' demesi olmuştu. Bardağı tezgaha koydum ve çaydanlığa uzandım. Bu sırada içeriye az önceki önlüklü bayan girmişti.
''Ben koyardım siz zahmet etmeyin.''
''Siz yemeğinizi yiyin lütfen, ben koyarım.'' deyip geri çevirdim. Teşekkür edip mutfaktan çıktı. Rahatça dolabilirdi gözlerim şimdi, yalnız kalmıştım. Bardağı neredeyse ağzına dek çayla doldurdum. Elimi yakmıştım bir de. Çay tabağını sol elime alıp sağ elimi sağa sola salladım yanma hissi geçecekmiş gibi. Elimdeki bardak bir başka el tarafından kavranınca başımı kaldırıp baktım. Bakmaz olaydım!
''Ağladın mı sen?''
Aceleyle ''Hayır.'' diye yanıtlayıp başımı öne eğdim. Elimden aldığı bardağı tezgahın üzerine geri bırakan Affan çenemden tutup başımı kaldırmamı sağladı. ''Ne oldu?''
''Bir şey yok..''
''Annem mi bir şey dedi?!''
''Önemli değil, gerçekten. Elimi yaktım ondandır...'' deyip arkasını dönüp yürümeye başlayan Affan'ın kolunu kavradım iki elimle ve önüne geçtim. Bayram bayram tatsızlık çıksın istemiyordum. Bahanemi de yutmamıştı...
Affan durmuştu ve anlamını çözemediğim bir şekilde bana bakıyordu. Kolundaki ellerimi çekip iki yanıma sarkıttım. Bir süre aramızda dolanan sessizliği cümlelerimle kovaladım. ''Affan?'' İsmini söyleme şeklim, küçük bir çocuğun birden aklına gelen soruyla babasına seslenmesi gibiydi. Beklenti dolu, istekli ve biraz çekingen.
''Hım?''
Bakışlarımı etraftan çekip ona çevirdim. ''Yarım saat daha durduktan sonra beni aileme götürür müsün?''