Afşın, üzerine toprak attığı mezardan geri çekildiğinde yanındaki erkek kardeşi Bahadır küreği elinden aldı ve işleme devam etti. Mezarın gerisinde erkeklerin arkasında bir gurup kadın ağıt yakıyordu. Ölüm ansızın gelmiş Acarbulut aşiretinin gelin ağasını ailesinden koparıp almıştı. Evin çalışanlarından birinin kucağında olan Oylum bebek annesinin ardından ağlarken en büyük kayıp onundu.
Toprak atma işi bittiğinde dualar edildi. En sonunda dağılmaya başlayan topluluk Afşın ağa ve diğer aile bireylerine baş sağlığı diliyordu. Konağa geldiklerinde bebeği odasına götüren çalışan Esma uyutmak için çabalıyor ama beceremiyordu. Büyük hanım Ayşe avlu da sedire oturmuş elinde tesbihi gözünde yaş dua ediyordu.
Gelini Berivan iki sene evvel konağa büyük oğlu Afşın için getirilmişti. Görücü usulü olan evlilik sonrası güzel huyu ağır başlılığı ile yaşlı kadının gönlünü kazanmış, iki kez düşük sonrası zorlu geçen hamilelik sürecinin sonunda doğan evladının ardından can vermişti. Yanına gelen küçük gelini Meryem ile iç çekti. Genç kadın üç ay önce doğum yapmıştı ve artık Oylum bebeği de kızı Zeynep gibi emzirerek karnını doyuracaktı.
"Ana, akşama başsağlığı için gelenler olacak. Büyük aş kazanlarını arka bahçeye hazır ettireyim mi?"
Başındaki şalının ucu ile gözlerini silen kadın gelinine dönüp başını salladı. Sonra "Kızım sen çok ayak altında olma. Zeynep ile Oylum bundan böyle senin sorumluluğunda. Aman diyeyim yemene içmene dikkat edesin. Çocuklar aç kalmasın." dedi ve kalkıp mutfağa doğru ilerledi. Ölüm her zaman kasvet ve ağırlık getirirdi.
Saatler geçti. Günler birbiri ardına devrildi. Oylum bebek yengesinin kucağında onun sütü ile büyümeye başladı ama annesi kokusunu bazı geceler çok aradı. Afşın ise hem sevmese de saygı duyduğu eşinin ölümüne hem de evladının anasız kalışına üzülüyordu. Tüm gün dışarıda işlerle uğraşıyor. Mandıraları geziyor, süt fabrikasını kontrol ediyor ama akşam geldiğinde odasına girdi mi bir saat kızı ile vakit geçirmeyle tüm yorgunluğu geçiyordu. Kız kardeşi Başak, cenaze nedeniyle yanlarına gelmiş olsa da artık dönmesi gerekiyordu çünkü okulundan çok fazla ayrı kalamazdı. İzni bitmek üzereydi. Abisi Afşın sayesinde hep istediği polis okuluna girmiş İstanbul'da yaşıyordu.
Genç kız sabah erkenden gideceği için akşamdan yeğeni Oylum ile oynayabilmek için bebek odasına girmiş sallanan sandalyede kucağında tuttuğu bebek ile konuşuyordu. O sırada tıklanan kapı ile içeri giren Afşın ile toparlandı ve daha dik pozisyona geçti.
"Hoş geldin abi."
"Hoş budum bacım."
Üzerini değişip ellerini güzelce yıkadığı için kızını kollarına almasında sakınca yoktu. Ayağa kalkan genç kız abisine yerini verdi ve kızını kucağına bıraktı. Afşın bebek kokusunu içine çekti. Küçük saçlarına dudaklarını bastırdı.
"Ne kadar masum değil mi abi?"
Hafifçe tebessüm eden adam "Sende böyleydin. Saçın Oylum'dan da azdı hatta. Bahadır küçüktü tam hatırlamaz ama aynen böyle kucağıma vermişti babam. Bu senin bacın oğul. Ona göz kulak olacak koruyup kollayacaksın. Benden sonra ona babalık edecek olan sensin demişti. Yalan yok sana ilk baktığımda çok çirkin bu kız be dediğim doğru ama nerden bilebilirdim ki o çirkin kız büyüyecek kocaman genç kız olup peri kızı gibi karşımda duracak." derken kardeşine tıpkı kızına baktığı gibi şefkatle ve büyük bir sevgiyle bakıyordu.
Önünde tek dizini yere veren kız tek koluyla bebeği tutan adamın eline uzandı ve öptü.
"Abim. Babam. Hakkını ödeyemem senin biliyorsun değil mi?"
Afşın kardeşinin yanağına elini koydu ve hafifçe okşadı. Hala canını yakmaktan imtina ederdi.
"Ödersin peri kızı ödersin. Mutlu, huzurlu, dimdik ayakların üzerine kalarak bana çok da hakkını ödersin. Ben senin sizin için herkese başkaldırıyorum. Sizde sakın benim kaldırdığım başı eğmeyin olur mu?"
Abi kardeş uyuyan Oylum'u yatağına bıraktıktan sonra terasa çıkıp karşılıklı oturdu ve sohbete başladı. Onlara Bahadır da katıldığında kardeşler yine bir aradaydı. Her ne kadar daha da uzun oturmak isteseler de yorgunluk bedenlerini ele geçirince odalarına çekildiler.
Sabah olduğunda saat erken olsa bile Ayşe Hanım kızı için sofrayı hazırlattı. Tüm aile bireyleri yerini alınca da sessizde yemeğe başladılar. Babaları Haşmet Ağa kızına bakıp gururla göğüs kabartarak "Eee Başak komiserim kısmetse ne zamana bitiyor senin okul?" derken demini çok güzel almış çayından bir yudum alıyordu. Ağzındaki lokmayı bitiren genç kız babasına sevgiyle bakarken "Daha komiser olamadım baba ama az kaldı. Yakında alıyorum diplomayı" diyerek cevapladı.
Ayşe Hanım ise "Ondan sonra dönüp geleceksin değil mi kızım? Kaç yaşına geldin artık bizden ayrı olmanı istemiyorum" dedi. Allah biliyor ya yıllar sonra gelen kızını dizinin dibinde istiyordu. Ama Başak mezun olduktan sonra teşkilatta yer almak ve görevini yerine getirmek niyetindeydi.
"Annem, ben polisliği heves olsun diye okumuyorum ki. Mezun olduktan sonra polis teşkilatında yerimi alıp göreve başlamak istiyorum. Nasıl ki bu ülkenin görevini hakkı ile yapan doktora öğretmene hakime ihtiyacı varsa vatanına milletine bağlı polisine de ihtiyacı var. Bunları konuşmuştuk."
Ayşe Hanım telaşla "Ama kızım-" demişti ki Haşmet Ağa duruma el attı.
"Ayşe Hanım kız haklı. Evladımız elbette çatımız altında istiyoruz ama okuduğu okulun mesleğin hakkını vermek istiyor. Allah büyük değip yolumuza bakmamız lazım. Ben inanıyorum vakti geldiğinde Başak bu konağa geri gelecek. Temelli."
Afşın anne babasının sözlerine karışmadı. Sadece dinlemekle yetindi. Kız kardeşinin bakışlarını yüzünde hissedince de ona çevirdi elalarını. Başak biliyordu ki abisi hatta abileri hep arkasındaydı. Uçak için zaman azaldığında helallik alan genç kız Bahadır abisi ile konaktan ayrıldı. Afşın ise mandıralardan birinde hastalanan hayvanlar için yola çıktı.
Mardin de Acarbulut ailesi için günler öyle böyle devrildi. Oylum anasız kalalı yedi ay olmuştu ve aşiret büyükleri Afşın ağadan evlenmesini ve erkek evlat sahibi olarak ağalığı hak ettiğini göstermesini istiyordu. Afşın kesinlikle evlilik düşünmediğini bir evladının olduğunu sürekli dile getiriyordu ama iş annesine kadar uzanıyordu. Yaşlı kadın her akşam mütemadiyen Oylum için bir ana ona yeniden evlat verecek bir eş konusunda sürekli söylemlerde bulunuyordu. Boğulduğunu hissettiği çoktu Afşın'ın.
Bahadır için ağalık düşünülüyordu ama ailede iki bebek doğmuştu ama ikisi de kızdı. Her aile onlar gibi kız erkek ayrımına karşı değildi. Bazı ailelerde kızların söz hakkı olmuyordu bile ve bu Afşın başta olmak üzere Acarbulut erkeklerinin kanına dokunuyordu. Abi kardeş kız evlatlarına düşkünlerdi. On aylık Zeynep ve yedi aylık Oylum konağın neşe kaynağıydı.
Ağalar içinde hem Haşmet Ağa ile hem de Afşın'la çok iyi anlaşan ama evlatlarından ötürü şansı gülmeyen Hazar ağa ise bir süredir kanser hastalığı ile uğraşıyordu ve durumu git gide kötüye varıyordu. Yine kaçan bir aşiret ağasının kızı için meclis toplandığında kaçan kızın babası ya ölüm ya berdel diyerek diretmeye başladı. Gözleri kan çanağı olan adam kızının yaptığına inanamıyordu. Üstelik beşik kertmesi vardı ve o aile ile de arası bozuluyordu.
"Sevmişler ağalar. Çocuklarımıza eziyet etmeye değer mi? Onlar sevdi kaçtı diye başka iki insanın başını yakmak doğru mu? Muhneviden kalma sözde kuralları değiştirmenin zamanı gelmedi mi?"
Afşın Ağa dik başı heybetli duruşuyla sözlerini söylemiş diğerlerinin gözlerine bakıyordu. Hazar Ağa elindeki mendille öksürdüğü için ağzını kapatırken başı ile adamı onayladı. Haşmet Ağa da evladını onaylar biçimde homurtular çıkardı ama kaçan kızın babası hiddetle lafa girdi.
"Sen ne dediğini bilir misin Afşın Ağa? Muhneviden kalma dediğin kurallar kaideler bize atalarımızdan büyüklerimizden kalma. Siz bu çağa ayak uydurup kız çocuklarını tepenize çıkardınız diye herkes bunu yapacak değil. Benim kızın kaçtı. Ya cezasını kaçtığı herifle ölerek çekecek ya da berdel olacak."
Kaşları çatılan Afşın "Şiyar Ağa sen kızını böyle kolay ölüme nasıl yollayabiliyorsun? Başkasının evladının başının yanmasına ne hakla kural adet töre diyorsun?" derken sesi ciddi ve katıydı. Şiyar Ağa omuzlarını dikleştirdi ve "Ya berdel ya ölüm" diye son noktayı koydu.