Bir gün... üç gün... beş gün...
Tam bir hafta ne ben onu aradım ne de o beni aradı. İşte müdürün ne zaman toplantısı olsa gelecek o mu diye gizlice bakıyordum ama hiçbiri o olmuyordu. Eve her giriş çıkışım da gözlerim etrafta onu arıyordu ama yoktu.
Acı çekmekten kaçarken kendimi sebepsiz bir acının içine bırakmıştım. Bu kadar kısa sürede benliğimde yer etmesine şaşırıyordum ama olan olmuştu işte.
Mesai bittiğinde bir haftayı daha bitirmenin rahatlığıyla bilgisayarı kapadım ve çantamı alıp çıktım. Deniz'ler akşam için plan yapıp beni de çağırmışlardı ama gitmek istememiştim. Yalnızlıklar prensesi lakabımın hakkını vermem gerekiyordu.
Eve geldiğimde gözüm telefonda boş boş oturuyordum. Aramak istiyordum ama arayıp ne diyecektim ki? Aramasam da bir daha aramayacaktı. Bu gurur denen şey gerçekten başa belaydı.
En sonunda dayanamayıp evden çıktım ve restoranına gittim. Taksiden indiğimde uzun bir süre içeri girecek cesareti toparlamak için bekledim. Anneme güvenmek istiyordum. Tüm acılara rağmen sevginin mutluluğuna inanmak istiyordum. Yıllardır inandığım ve sıkıca sarıldığım bu düşünceyi atlatmam zor olacaktı ama yapacaktım. Başaramasam da denemedim demek istemiyordum. Sonunda tüm cesaretimi toplayıp restorana girdim. Burada olup olmadığını da bilmiyordum eğer yoksa bu cesareti tekrar bulamazdım.
Gözlerim etrafta aradı ama yoktu. Kasadaki görevliye yaklaştım. ''Derin Bey burada mı?'' dedim.
''Burada değil. İlgilenmesi gereken bir iş olmadıkça gelmez.''
''Teşekkür ederim.''
''Gelirse kimin aradığını söyleyeyim?''
''Gerek yok.'' dedim ve restorandan çıktım. Eve giden yolda yavaş adımlarla yürümeye başladım. Belki de kaderimizde birlikte olmak yoktu.
Eve döndüğümde yatağa yatıp örtüyü başıma kadar çektim. Haftasonu bu yataktan çıkmayı düşünmüyordum. Sonrasında da pazartesi sendromuna girerdim. Üzgün olmak için bahane bulmak kolaydı.
Düşüncelerimin denizinde yüzerken saatlerce yatakta yattım. Bir şey yapmamak iyi gelmişti. Kapı zili çalınca örtüyü daha çok başıma çektim. Bir kez daha çalınca kimin geldiğine bakmak için ayaklarımı sürüye sürüye kapıya gittim ve açtım.
Karşımdakiyle hareketsiz kaldım. Diyebildiğim tek şey ''Neden geldin?'' oldu.
''Bugün restorana güzel bir kadın gelip beni sormuş!''
''Şey, ben, yani, öyle, işte...'' Daha fazla saçmalamamak için sustum. Karşımdaki bu durumdan gayet memnundu. En sonunda kenara çekilip kapıyı açtım. ''İçeri gelsene.''
Eve girince kapıyı kapadım ve salona geçip oturduk. Üzerimde hissettiğim baskı hissiyle ''Kahve içer misin?'' diye sordum ve cevap vermesine fırsat tanımadan mutfağa gittim.
Kahveyi yapmaya çalışırken ellerim titriyordu. Arkamdan sessizce gelip mutfak tezgahına dayandığında bir an boş bulunup havaya sıçradım. Uzanıp elimdeki kahve kavanozunu alarak kenara bıraktı. ''Biraz sakinleşmeye ne dersin?''
''Sakinim zaten.'' dedim ama bu büyük bir yalandı.
Elimi tutup ellerinin arasına aldı. ''Bu eller neden titriyor?'' Cevap vermedim. ''Açık konuşalım Alev, seni aramayacağım dedim ve sözümü tuttum ama restorana gelip beni sorduğun için bir adım attığına inanarak buraya geldim. Ne düşünüyorsan bana açıkca söylemen gerek.''
Yanına mutfak tezgahına dayandım. ''Korkularım var ve onları aşmam kolay olmayacak ama denemek istiyorum. Tabi sen de hala istiyorsan?'' Açıkca söylemiştim ve söyleyince rahatladığımı hissetmiştim.
''Gel buraya küçük tatlı kirpim.'' kolumdan tutup kendine çekti ve sarıldı. Kollarının ve göğsünün sıcaklığında bütün bedenim yavaşça gevşedi. Başımı göğsüne dayadığımda saçlarımda dudaklarını hissettim.
Bir süre böyle sarmaş dolaş kaldık. Sonra geri çekilip yüzüne baktığımda gülümsedi. "Şu kahveleri içsekte kırk yıl hatırımız olsa."
"Mükemmel olur." diyerek kollarından sıyrıldım ve kahveleri hazırlamaya koyuldum.
Kahveleri yapmakla uğraşırken telefonu çalınca mutfağa açılan balkona çıktı. Konuşmalarını dinlemek gibi bir çabam yoktu ama sesi mutfağa doluyordu. ''O işi yapmayacağımı açıkca söyledim.'' Sanırım yine işle ilgiliydi. ''Abdullah'a net konuşmuştum neden sana aratıyor ki? Ne? Hayır, ona kararımın değişmeyeceğini söyle.'' Kahveleri fincana doldurdum ve fincanları tepsiye yerleştirdim. Yanına da birer tane lokum ekledim ve balkona doğru ilerledim.
''Bu konuyu daha fazla konuşmayalım dostum. Sen de araya girme sonra birimizle kötü olacaksın.'' Beni görünce telefonu kapadı. Tepsiyi balkondaki yuvarlak masanın üzerine bıraktım. ''İşle ilgili mi?''
''Evet. Önemsiz bir konu!''
Sandalyeyi çekip oturduğumda Derin'de karşıma oturdu. ''Peki, o önemsiz konuyu bana anlatır mısın? Hayatınla ilgili bir şeyler öğrenmek istiyorum.''
Kahvesinden bir yudum alıp gülümsedi. ''Uzun süre önce ortak iş yaptığım biri vardı. Sonra o başka alana yönelince ortaklığı bitirmiştik. Bir kaç haftadır tekrar benimle çalışmak istiyor ama yaptığı işle ilgilenmiyorum oteller ve restoranlar bana fazlasıyla yetiyor. Daha fazlasına ihtiyacım yok.''
''Baban yardımcı olmuyor mu?''
Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. ''Babam işleri bana devredince kendini emekliliğe kaptırdı. Yardım istesem eder ama işlerime karışmasını isteyeceğim son kişi babamdır. Söz konusu iş olunca fazla katıdır, yanında çalışmak istemem.''
''Kardeşin falan yok mu?'' Hayatıyla ilgili bir şeyler öğrenmeye çalışıyordum.
''Seninle aynı yaşlarda bir kız kardeşim var. Şu an yurtdışında ve inan bana tam bir baş belasıdır.'' Son sözleri gülerek söylemişti.
''İşlerin çok yoğunsa yardım isteyebilirsin.''
Başını olumsuz yönde salladı. ''Kardeşim babamdan kalan işlerden nefret ediyor. Yurtdışından da çok nadir gelir. Geldiğindede eve sadece babamları görmek için gider bir saat kalır sonra yanıma gelir.''
Sözlerini anlamaya çalışıyordum. ''Aynı şehirdesiniz ama ayrı yaşıyorsunuz doğru mu anladım?''
''Evet.''
Hep annemle yaşadığım için bu durum garip gelmişti ama onun için gayet normaldi. ''Peki sen?'' dedim. ''Babandan işleri öylece devralmışsın ama bunu istiyor muydun? Kardeşin seçim yapmış, senin böyle bir imkanın var mıydı?''
Sözlerimle gözlerinden bulutlar geçti. ''Hiç düşünmedim. Çocukluğumdan beri babamın yanındaydım ve ondan işleri öğreniyordum. Başka bir hayatım olabilir mi diye aklımdan hiç geçmedi. Doğduğumda geleceğim belliydi.''
Bence bu kötü bir durumdu. Hiç hayal kurmadan sadece söylenileni yapmak. ''Annen?'' dedim. Annesi hiç mi bu duruma karşı gelmemişti?
''Annem sadece kardeşimle beni büyüttü. Evde bütün söz babamdaydı. Tüm kararlar ona aitti ve o ne derse o olurdu. Annem de bu durumu bildiğinden hiçbir şeye karışmazdı. Bize bolca sevgisini verdi ama asla hayal ve boş umut vermedi. İşlerin başına geçtiğimde babam kardeşimi de yanıma almamı istedi ama kardeşimin istemediğini bildiğimden karşı çıktım.''
''En azından sen ona seçim şansı vermişsin.''
Oturduğu yerde arkasına yaslandı. ''Tamamen kadın olmasının avantajı erkek olsaydı babamın elinden kurtuluşu olmazdı. İşlerin başına bıraksam yürütebileceğini biliyorum ama istemediğini söylediğinde daha fazla çatışma yaşamasınlar diye babama işlerin başında bir kadının işi yok dedim ve oda kabul etti.''
''Fazla cinsiyetçi bir ayrım olmuş.''
''İstemediği bir hayatı yaşamasından iyidir.'' O da doğruydu.
Boş kahve fincanını elimde çevirip duruyordum. Sormak istediğim bir soru daha vardı ama vereceği cevabı pek duymak istemiyordum. Yine de sordum. ''Hayatında benden önce başkası oldu mu? Muhtemelen olmuştur o yüzden çok sevdin mi diye sorayım?''
Parmakları uzandı ve elimi kavradı. ''Sana karşı hissettiklerimi hissettiğim biri olmadı. O gün restoranda başına aşağı o içecekler dökülmüş halde seni gördüğümde nefesim kesildi. O kadar güzeldin ki düşündüğüm tek şey benim olmandı.''
''Fazla sahiplenici bir cümle oldu.'' dedim ama söyledikleri kalbimde sıcak rüzgarlar estirmeye başlamıştı.
''Ne hissettiysem onu söylüyorum.'' Ortamızda duran masayı kenara itti ve sandalyesini çekti. Bacaklarımız iç içe geçecek şekilde karşıma oturdu. ''Kalbime bir kez girdin Alev. Sana gitmen için bir şans verdim ama sen kalmayı seçtin o yüzden bu saatten sonra gitmek istesen de bırakmam, gidemezsin.''
''Gitmeyi düşünmüyordum.'' diyebildim zorlukla. O kadar yakınımdaydı ki nefes almakta bile zorlanıyordum. Kalbimdeki sıcak rüzgarlar yerini alevlere bırakmıştı.
Yüzüme doğru yaklaşıp arada bir nefeslik boşluk bıraktı. ''Şu an düşünmüyorsun ama ileride düşünürsen diye söylüyorum izin vermem.''
Kalbimdeki alevler bedenime yayılmış durumdaydı. Konuşmak istesem de dudaklarımı aralayamadım. Tutulup kalmıştım. Annem babamlayken böyle mi hissediyordu? Eğer, hissettiği buysa bu tarifi imkansız bir duyguydu ama çok güzeldi.
Derin her anlamda ilkimdi. İlk defa kalbime girendi, ilk öpücüğümü farkında olmasa da alan kişiydi.
Eli yanağıma uzandığında avucunun sıcaklığına başımı dayadım. Dudaklarıma değen dudaklarını bu defa sonuna kadar kabul ettim. Korkularımı bir kenara bırakıp kalbimi sonuna kadar açtım. Artık acı vermek de mutlu etmek de onun elindeydi. Bu koşulsuz teslimiyet tehlikeliydi ama kalbimi ellerine geri dönüşü olmayacak şekilde teslim etmiştim.