İşe geldiğimde kayıp personel kartım için başvuru yapacaktım ama önüme konan dosyalarla fırsat bulamamıştım. Dosyaları düzene sokmaya çalışırken ''Alev Mercan?'' diyen sesle başımı kaldırdım.
''Evet, benim.''
''Bunlar sizin için.'' Elindeki büyük çiçek buketini uzattığında tereddütle uzanıp aldım. Bana kim çiçek gönderecekti ki?
Kurye gittiğinde çiçeklere baktım. İçinde değişik renklerde çiçekler vardı ve kenarına bir zarf iliştirilmişti. Zarfı alıp açtığımda içinden personel kimlik kartım çıktı. Ne alakaydı! Bir de küçük bir not vardı. Çıkarıp yazanları okudum.
'Dün olanlar için özür dilerim ve özür dilerim.'
Derin.
Derin? Alnıma hafifçe vurdum. Tabi ya! Bu oydu. Dün bana çarpıp duran o gıcıktı. Personel kartımı muhtemelen restoranda düşürmüştüm ve nerede olduğumu öğrenmişti. Çiçeklere kıyamadığım için etrafındaki tülleri açıp vazoya yerleştirdim ve işime geri döndüm. Fazla düşünmeye gerek yoktu.
Çalışmaya devam ederken arada annemin gönderdiği fotoğraflarla mola veriyordum. Babannem ve yeni kankası minik kuzunun halleri çok tatlıydı. Acaba hiç kucağından bırakıyor muydu? Tonton yanaklarını sıkmayı özlemiştim. Bir an önce izin alıp yanlarına gitmeliydim.
''Alev, hadi kahve molası verelim.'' Ceyhun'un sesiyle hissettiğim özlemi bir kenara bıraktım ve ''Olur.'' diyerek arkasından gittim.
Arada böyle kaçamaklar iyi geliyordu. Kahve makinasının etrafına toplandığımızda kahveleri hızlıca hazırlayıp servis ettim. Ayaküstü sohbet ederek kahvelerimizi içerken bakışlarım koridordan geçene kaydı. Burada ne işi vardı! Kısa bir an göz göze geldik ama tanıdığına dair bir belirti göstermeden yürüyüp gitti.
''Hey, kızım! Ayaküstü yedin adamı.'' Deniz'in sesiyle bakışlarımı kaçırdım.
''O kimdi?'' dedim.
Köksal hemen cevap verdi. ''Bir iş için patronla görüşüyorlar ama ne olduğunu henüz anlamadım. Dün de buradaydı.'' Şirketin ayaklı gazetesiydi. Ondan gizli bir şey yapmak neredeyse imkansızdı.
''Ne oldu? Çok mu beğendin?'' Deniz'in zevzekliğiyle gözlerimi devirdim. Benim yerime Ceyhun cevap verdi.
''Kankamı rahat bırakın. O yalnızlar prensesi olarak doğdu, yalnızlar kraliçesi olarak ölmeyi planlıyor.''
''Ha, ha, ha!'' dedim omzuna gülerek vururken. ''Ben en azından prensesim ve kraliçe olacağım ama sen burada mavi dosyaların arasında sürünmeye devam edeceksin.''
Diğerleri de gülmeye başladı.
''Yabancı ülkelerde eşyalarla evlenen insanlar olduğunu okumuştum ben de bu gidişle o mavi dosyalarla evlenirim ama düğünümde en az yarım altın isterim.''
''Söz sen o dosyalarla evlen sana tam altın takacağız.'' Deniz'in sözleriyle gülmelerimiz iyice arttı. Kahvelerimiz bitince muhabbeti bitirmek zor olsa da işlerimizin başına geri döndük.
Yaklaşık bir saat sonra ''Kolay gelsin.'' diyen sesle başımı kaldırdım ve kapıda durana baktım. Neden gelmişti ki? İyice dedikodu malzemesi olacaktık!
''Teşekkür ederim.'' dedim. Bakışları vazodaki çiçeklere kaydı.
''Sanırım bu bana söylediğin ve kızgınlık içermeyen tek cümlendi.''
''Önemli mi?'' Yine terslemiştim.
Gülüyordu. ''Bilmem, önemli olmalı mı?''
''Neden geldin?''
''Toplantım bitti, gitmeden selam vermek istedim.''
Elimle ileriyi gösterdim. ''Çıkış o tarafta.''
Diğer odalardakilerin bize baktığını görebiliyordum ve bu durumu dillerine dolayacaklardı. ''İş çıkışı restorana gelsene?''
''Ukala olduğun kadar kabasında. Lütfen, gider misin?''
Masamın karşısındaki sandalyeye oturdu. ''Teklifimi kabul et, gideyim.''
''Oraya asla gelmeyeceğim. Şimdi git!''
''Teklifimi kabul ettiğinde gideceğim.''
''İyi, sen bilirsin.'' Dosyalara geri döndüm. Ben çalışmaya devam ederken o oturmaya devam ediyordu. Masanın üzerinde duran minik biblolarla oynamaya başlamıştı.
Yarım saat önümdeki hesaplamaları yapmaya çalıştım ama karşımdaki aklımı karıştıyordu.
''Tamam.'' dedim yüzüne doğru bıkkınlıkla. ''Şimdi git.''
Gülerek oturduğu yerden kalktı. ''Seni alması için birini göndereceğim. Kaçıp gitme diye!'' Göz kırpıp odadan çıktığında derin bir nefes aldım. Ukala, gıcık ve kabaydı ama çok yakışıklıydı ve özgüven doluydu.
Çok geçmeden diğerleri odaya doluştu. ''Neler oluyor? Her detayı istiyoruz.'' Köksal'ın meraklı bakışlarında kaçmak istedim ama karşımdakilerin hepsi aynı bakıyordu.
''Bir şey olmuyor.'' Sözlemezsem rahat bırakmayacaklarını biliyordum. ''Dün restoranında küçük bir kaza geçirdim, görünce tanıdı ve onun için özür diledi.''
''Ne kazası?'' Deniz'in sorusuna gerçeği biraz değiştirerek cevap verdim.
''Garson çarptı yere düştüm ve elindekiler üzerime döküldü.''
''O yüzden mi dün geldiğinde saçların ıslak üzerinde lekeliydi?'' Ceyhun'u başımla onayladım.
''Yani size çıkacak dedikodu ekmeği yok. Şimdi gidin de çalışın.'' İstediklerini alamayınca memnuniyetsiz yüz ifadeleriyle odadan çıktılar.
Mesai bittiğinde çantamı alıp dışarı çıktım. Dışarıda bir adam beni görünce yanında beklediği arabanın kapısını açtı. ''Alev Hanım, Derin Bey gönderdi.'' dediğinde adımlarımı durdurup öylece kaldım. Aklımdan tamamen çıkmıştı. Gitmesem tekrar rahatsız eder miydi acaba? Adam tereddüt ettiğimi anlamıştı ve cebinden çıkardığı katlı kağıdı uzattı. Kağıdı alıp açtım.
'Gelmezsen, yarın kahveni içmeye işyerine gelirim.'
Bir tehdit etmediği kalmıştı zaten! Söylenerek açık kapının tarafından arabaya oturdum. Yola çıktığımızda arabayı süren adama baktım. ''Alev'in ben olduğumu nasıl bildin?''
''Dün Derin Bey size kazayla çarptığında arabadaydım. Şoförlüğünü yapıyordum.''
''Anladım.'' dedim ve camdan dışarı baktım.
Restoranın önünde durduğumuzda ben kapı koluna uzanana kadar gelip kapımı açtı. Arabadan inip restorana girdim. Yemek yiyen müşteriler vardı ama çok kalabalık değildi.
Etrafa bakınırken Derin'in bana doğru geldiğini gördüm. Boyu benden uzundu. Alnına dökülen saçları yakışıklılığını daha da artıyordu ve tanrım kaslarına bakmamak için kendimi zorluyordum.
''Hoş geldin.'' dediğinde kirli sakalının arasında gülümsemesi parıldadı.
''Bildiğin gibi pek hoş gelmedim.''
Gülümsemesi biraz daha genişledi. ''Hadi gel.'' diyerek cam kenarındaki bir masayı gösterdi.
Gösterdiği masaya ilerledik ve karşılıklı oturduk. ''Yemek mi? Tatlı mı?''
''Tatlı!'' dediğimde garsona tatlı ve kahve istediğimizi söyledi.
''Hoş bir başlangıç olmadı. O yüzden tekrar tanışalım.'' Elini uzattı. ''Ben Derin.''
Uzattığı elini hafifçe tuttum. ''Alev.''
Garson kahveleri ve tatlı tabaklarını bırakıp gitti. Kahveden bir yudum aldım. ''Tanışmak zorunda değildik!''
''Herkesi böyle tersleyerek mi konuşursun?''
''Sana özel.'' dedim.
Kısa bir kahkaha attı. ''Kendimi ayrıcalıklı hissettim.'' Gözlerimi devirdim. ''Beni terslemek ve o işyerinde çalışmak dışında neler yaparsın?''
''Hiçbir şey. Klasik ev, iş hayatı.'' Tatlımdan bir lokma ağzıma attım. ''Sen? Birilerine çarpıp rezil etmek ve seninle tanışmak zorunda bırakmak dışında neler yaparsın?''
''Yoğun bir iş hayatım var ve sana bilerek çarpmadım kazaydı. Benimle tanışman içinde zorlamıyorum sadece kendimi affettiriyorum.''
''Peki!'' dedim.
''İnsanlar isimlerine uyum sağlar derler. Haklılarmış. İsminin hakkını fazlasıyla veriyorsun.''
''Öyle mi? O zaman senin için ne düşünmem gerek? Derin! O derinlerde kaybolmak istemem.''
Gözlerinde kara bulutlar belirip kayboldu. ''Kaybolmazsın, izin vermem.'' Fazla ciddi söylemişti ve ses tonu terslemek yerine susmama neden olmuştu.
Ağzımı oyalamak için birkaç lokma tatlıdan yedim. ''Suskunluğun garip geldi.''
Yüzündeki tebessüm geri gelmişti. ''Tatlı için teşekkür ederim. Özrünü de kabul ediyorum. Bir daha görüşmemize de gerek olduğunu sanmıyorum.''
''Bu kadar uğraşımın sebebinin sadece bir özür olduğuna inanmış olamazsın.''
Başka sebep? Ne olabilirdi ki? Birine aynı gün iki kez çarpıp rezil etsem özür dilemek için her şeyi yapardım.
''Anlayamıyorum?''
''Alev farkındaysan seninle arkadaş olmaya çalışıyorum.''
''Neden?''
Bu seferki gülümseyişi farklıydı. Dalga geçmiyordu, anlamayışımın verdiği bir zevk vardı. ''Dün düştüğünde gördüğüm rezil olmuş biri değildi. Aksine karşımda güzelliğiyle ışıldayan bir kadın vardı.''
Sözleriyle heykel gibi donup kaldım. O atarlı halim bir anda balon gibi sönüp gitmişti.
''Neden bu kadar şaşırdın ki? Bunu sana söyleyen ilk kişi olamam.''
Aslında öyle sayılırdı. Yanıma birilerinin bu şekilde yaklaşmasına izin veren biri değildim. En fazla tanışmak isterlerdi ben de olmaz derdim ve çekip giderlerdi.
''İltifatın için teşekkür ederim ama hayatımda birini istemiyorum.'' Oturduğum yerden kalkacakken eli elimi kavradı ve engel oldu.
''Hayatında biri mi var?''
''Ne? Hayır!'' bir kez daha terslemiştim.
''O zaman sorun ne? Birinin seninle tanışmak istemesi bu kadar korkutucu gelmemeli.''
''Korktuğumu da nereden çıkardın? Hayatımda birini istemediğimi söyledim ki bu düşüncem hala geçerli.''
Oturduğum yerden engel olmasına fırsat tanımadan kalktım ve çıkışa yöneldim.