Restoranda kahvaltı yaparken etraf çok ıssızdı. "Neden hiç müşteri yok?" dedim karşımda oturana.
"Biz otelden gidene kadar müşteri alınmayacak."
"Neden?" Şaşırmıştım.
"Olası tehditlere karşı küçük bir önlem." Peynirden bir parça alıp dudaklarıma uzatınca kabul ettim.
"Biz ne zaman gideceğiz?"
"Ne zaman istersek. Güzelim, otel bize ait hatırlatmama gerek var mı? İstediğimiz gibi kullanırız." Cümlesindeki biz kelimesi dikkatimden kaçmamıştı.
"Eve dönelim." dedim. Yanımda Derin bile olsa dışarıda korkuyordum. Sevdiğim şey kocamdı hayatı değil.
"Ben yanındayken korkma."
Elimdeki çay bardağını parmaklarımda sıcaklığını hissederek sıktım. "Bunu bana Abdullah meselesi çözüldükten sonra söyle. Yanımda olabilirsin ama şu an buraya adamlarıyla gelse tek başına bir yerden sonra karşı koyamazsın."
"Bugün Abdullah olacak yarın Ahmet öbür gün Mehmet. Bu benim hayatım ve o tehditler zamanla sadece isim değiştirecek. Alış artık bunlara."
Sözleri karşısında bağırıp çağırmak istesem de bu ses tonunu iyi biliyordum. Tartışmaya yer vermeden son noktayı koyuyordu. "Bazen babandan farkın kalmıyor." dedim fısıltıyla.
Yüzüme bakışı birçok anlam içeriyordu ama o anlamları tercüme edemiyordum. "Ben babam değilim ama onun oğluyum. Bugünkü beni ben yapan o. Bu yüzden söylediklerine itiraz edemem."
Ağzından çıkanlar ağlama isteğiyle dolmama sebep olmuştu. "Sanırım bu konuları konuşmam gereken kişi sen değilsin. Doğru kişi; annen. Yıllardır babanın hayatına nasıl katlandı belki geliniyle paylaşmak ister."
Elindeki çatalı masaya bıraktı. "Seninle tartışmayacağım. Konuşmak istiyorsan gidip konuş ama o imzayı atıp karım olmayı kabul ettiğinde hayatımı da kabul ettin. Evlilik teklifini yaptığımda seçim hakkı sendeydi."
"Yanlış bir karar mı verdim?" dedim yüzüne bakarak.
"Yavrum, cidden daha evleneli kırk sekiz saat bile tamamlanmadı. Kavga mı edeceğiz? Benden ne istiyorsun anlayamıyorum? Gidip kafasına mı sıkayım?"
Beklentiyle baktım. "Bu hayatı bırakmanı tercih ederim."
Yüzündeki hatlar bir anda sertleşti. "Böyle ölmem silahımı al doğrudan kafama sık istersen. Alev, seni seviyorum, senin için yapmayacağım hiçbir şey yok ama sakın bana hayatımı bırakmamı söyleme. Bu işlere babam başlatmış olsa da hiçbir şeyi zorla yapmıyorum."
"Özür dilerim hayatından vazgeçen taraf bendim."
"Bunu senden ben istemedim ki bana söz hakkı bile tanımadın. Senin için babamı karşıma zaten almıştım geri adım atan sendin."
Haklıydı. Ne diyebilirdim ki! O benden bunu hiç istememişti. Ben onu sevdiğim için bunu yapmıştım ama o beni sevdiği için aynısını yapamıyordu.
Vazgeçemediği hayatı değildi, elindeki güçtü. Bana aşık olduğu kadar o güce de aşıktı ve böyle güçlü bir duyguyu bitiremezdim.
"Biraz yüzeceğim." Masadan kalkıp yanından ayrıldım.
Boş sahile indiğimde elbisemi çıkardım ve üzerimdeki beyaz bikiniyle denize doğru adımladım.
Suya girdiğimde nefesimi tutup dibe daldım. Uğultulu sessizlik iyi gelmişti. Bütün hayatım korkularımdan dolayı erkeklerden kaçarak geçmişti. Annem gibi bir adamı sevip sonra bir ömür arkasından yas tutmak istememiştim. Kalbimi sadece bir kez açmıştım ve o da çok yanlış kişiye karşıydı. Sürekli patlayan silahlarla iç içeydi, kötü ruhlu tüm insanlarla temas halindeydi. Korkularımdan kaçayım derken kendimi öylece o korkuların içine sürüklemiştim.
Ciğerlerim yanmaya başladığında yüzeye çıktım ve derin bir nefesi içime çektim. Sudan uzaklaşıp kumsala ayak bastığımda Derin'in geldiğini gördüm.
Umursamadan sıcak kumların üzerine yattım ve denizin git gel yapan dalgalarının belimin olduğu yere kadar ulaşıp serinletmesini hissettim.
Gelip yanıma oturdu. Bir süre sessiz kaldık. "Alev sana hiç yalan söylemedim. Kabul ediyorum başlarda gerçekleri sakladım ama sonrasında tüm hayatımı önüne serdim. Beni böyle kabul et, dedim. Sen de ettin. Şimdi bunlarla aramıza bir duvar örmeye başlarsan sonrasında o duvarları ikimizde aşamayız."
Gökyüzündeki bulutlara baktım. Pek yoktu. Sadece birkaç tane vardı onlarda birbirine çok uzaktı. "Hayatına alışamıyorum Derin. Seni çok seviyorum ama sürekli tehdit altında yaşamak çok yorucu. Rahatça dışarı çıkabilmek istiyorum. Sürekli başımda birileri nöbet tutsun istemiyorum."
"Hayatım hep böyle değil. Bu geçici bir durum. Sence düşündüğün gibi olsaydı Ada yurt dışına rahatça gidebilir miydi? Sonuçta şu an o da senin gibi koruma altında."
Başımı yanımdakine çevirdim. "Ama peşine adam taktığını söyleyen sendin."
Gülümsedi. "O adamı Ada'ya göz kulak olsun diye taktım. Başına bela açmakta üstüne yok ve bu belaların benim hayatımla hiç ilgisi yok. Kendi arayıp buluyor."
"Lütfen, Derin. Lütfen bu işi bir an önce çöz. Aylardır peşimde adamlarınla korku içinde yaşamaktan yoruldum."
Uzanıp alnımdan öptü. "Uğraşıyorum. Şu an yanında olabilirim ama adamlarım bu işin peşinde. Abdullah'ın bir açığını bulmaya çalışıyorum. Ona karşı kullanacağım bir kozum olursa durumu eşitleriz ve geri adım atmak zorunda kalır."
Daha fazla üstelemedim. Zaten bir işe yaramazdı. Hayatının hem içindeydim hem de dışında. Yaptığı işlerin getirilerini yaşıyordum ama o işlerin üzerinde söz hakkına sahip değildim.
Yanıma yattığında gözlerimi kapadım. Bedenime çarpan suyun serinliğiyle güneşin yakan sıcaklığı birleşince hoş bir bütünlük oluşuyordu.
Belime bir kol dolandı ve kendine çekti. Çıplak omzuma dudakları değdi. "Sahildeyiz." dedim. "Biri görecek."
"Bizden başka kimse yok. Çalışanları içeride kalmaları için uyardım."
"Bu çok utanç verici." dedim elleri bikinimi bedenimde tutan ipleri çekiştirirken.
"Sen benimsin, söylemiş miydim?"
Gülmeme engel olamadım. "Sonsuz kere."
"Sonsuz kere daha söyleyeceğime emin olabilirsin."
Dudağımın kenarından öptüğünde "Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
"Hızlı sorarsan sevinirim." Eli bikinimden içeri bacak arama doğru süzüldü.
"Seninle tanıştığımız ilk zamanlarda yemek yiyeceğimiz zaman acil bir işim var deyip otellerden birine götürmüştün ve sonra masaya geldiğinde elinin üzerinde yaralar vardı. Bana düştüğünü söylemiştin. Gerçekten düşmüş müydün?"
Başı boynuma doğru uzandı. "Otelin bodrumunda bekleyen biri vardı, onun cezasını kesmiştim."
"Düştüm deseydin, olmaz mıydı?" Sözlerim sitem doluydu.
"Yalan yok." dedi ve dudaklarıma kapandı. Konuşmamızdan sonra ilk defa karşı koymayı istiyordum ve bunun farkındaydı.
Üzerimdeki bikiniyi parçalarcasına çıkardı. Ellerimi tek eliyle başımın üst tarafında sıkıca tutup karşı koymama engel oldu.
"Basit bir konuşma için benden uzaklaşmana izin vermem."
"Evet, ya benimsin ya benimsin felsefen."
"Kesinlikle öyle."
Tekrar öpmekle uğraşmadı, hiçbir şeyle vakit harcamadı. Doğrudan üzerime çıkıp bacaklarımı açtırdı ve sertçe içime girdi. Acıyla küçük bir çığlık attım.
İçimde gidip gelmeye başladığında vücuduma verdiği titreşimler gittikçe arttı ve az önceki kararlılığım yıkılıp toza dönüştü.
Her şey çok kısa sürmüştü. Her zamanki gibi verdiği zevki sonuna kadar hissetmiştim ama bu zevk geldiği gibi içimde boşalmasıyla sona ermişti. Nedense bu sevişmenin altında sadece güç gösterisi olduğunu düşünüyordum.
Üzerimden inmeden yüzüme doğru uzandı ve başını başımın yanına dayayıp kulağıma fısıldadı.
"Sen benim karımsın. Alev Mercan değil Alev Karan'sın. Kızabilirsin, öfkelenebilirsin, sevdiğin kadar nefret edebilirsin, arkana bakmadan kaçıp gitmek isteyebilirsin hatta beni öldürmek için delicesine istek de duyabilirsin ama artık sonsuza kadar benimsin. Bunun geri dönüşü olmayacak. Yasalar ne derse desin benim dünyamda evlenmek var boşanmak yok. İstersen bütün gün kavga edelim akşam olduğunda o yatağa birlikte gireceğiz. Bunu sakın unutma."
Cevap vermedim. Yine suskunluğa gömüldüm. Bu sözleri birkaç ay önce söylese belki korkup kaçardım ama artık ondan gidişim yoktu.
Derin'den çok kendi hissettiğim aşkın şiddetinden korkuyordum.