"Aferin kızıma, işte böyle. Gözlerini açık tut." Doktorun eli alnımdaki kan akan yaranın üzerindeydi. Bedenim hala korkuyla titriyordu ve bir oda dolusu adamın içinde çırılçıplak yerde yatıyordum.
Ellerimle bedenimi kapamaya çalıştım ama acı çoktu, bedenim uyuşmuş haldeydi. Yanımdaki hızla yatağa uzandı ve örtüyü çekerek üzerime örttü. "Sorun yok. İyisin, geçti."
Gözlerimden akan yaşlar hala durmamıştı. Hareket etmekte zorlansam da elim alnıma gitti. "Çok acıyor." dediğimde gözlerimden yaşlar daha hızlı boşalmaya başladı.
Yaşadıklarımın üzerimdeki etkisi çok fazlaydı. Titremelerimi hala kontrol edemiyordum. Diğer adamların bakışlarında bu beklenmedik olayın şaşkınlığını algılayabiliyordum ve hiçbiri nasıl yaklaşması gerektiğini bilmiyordu.
Bunu bana yapan kendi arkadaşlarıydı, onlar için birine zarar vermek çok normaldi ama ben onların korumaları gereken biriydim ve patronlarının emri olmadan yine kendi içlerinden biri zarar vermişti.
"Dikilip durmayın orada, biriniz çantamı getirsin diğerleriniz de yerlerinize geri dönün." Doktor tekrar bana baktı. Kanla kaplı yanağımı avucunun içine aldı. "Korktuğunu biliyorum ama artık yanına yaklaşamaz."
Üzerimdeki örtüyü bedenime biraz daha sardı ve kucaklayıp yerden kaldırdı. Yatağa yatırdığında adamlardan biri elindeki çantayla gelmişti.
Çantayı Doktor'a verirken konuştu. "Patron ben gelene kadar dokunmayın dedi. Odaya kapattık, iki kişi başında bekliyor."
"İyi, gözünüzü dört açın. Kaçmaya çalışmasın. Birini de gönder açık bir yer bulup kıyafet alsın."
Adam odadan çıktığında çantasını açtı ve içinden aldığı malzemelerle alnımda silahın kabzasının açtığı yarayla ilgilenmeye başladı.
Eline aldığı ip bağlı iğneyle kolunu tuttum. "Yapma." dedim. Karnımı dikerken o iğnenin verdiği acıyı tatmıştım ve şuan yaranın olduğu yerdeki acıya zor dayanırken o iğneyi istemiyordum.
"O yaranın kapanması gerekiyor. Sık biraz dişinide acıya dayan."
Kolunu parmaklarımdan kurtardı ve yaraya uzandı. Yara alnımın yan tarafında saçlarımın başladığı yerdeydi. Verdiği acıdan küçük olmadığının farkındaydım ama ağrı yaradan çok başımdaydı.
İğne yaranın etrafına batıp çıkarken acıya dayanmaya çalıştım. Hala ağlıyordum ama bu ağlamalarımın esas nedeni çektiğim ağrı değildi. Bedenimdeki titremeler azalsa da geçmemişti. Korku ilk anki gibi kalbimde yerini koruyordu.
"Bitti." dediğinde yaranın üzerini kapayıp bıraktı. Malzemelerini toplarken bakışları üzerimdeki örtüde sabit kaldı. Bacağımın üst tarafına denk gelen kısım kırmızıya boyanmıştı.
Örtüye uzandığında bacaklarımı hızla karnıma doğru çektim. "Alev, yaraya bakacağım. Korkma artık sana kimse dokunmayacak."
Tekrar örtüye uzandığında hareketsiz kalmak için kendimi zorladım. Bacağımın üst tarafını açığa çıkardığında bıçağın kestiği yerleri gördüm. Birçoğu yüzeysel olsa da biri derindi ve kan oradan akıyordu.
Doktor "Şerefsiz piç!" diyerek tekrar malzemelerini aldı ve açık yarayı attığı beş dikişle kapadı.
Bakışları yüzüme döndüğünde eli çeneme uzandı ve başımı yukarı kaldırdı. "Hadi ama." diye bir sitem gönderdi ve boğazımdaki kesiği temizleyip krem sürdü. "Başka yerinde yara var mı?"
Başımı hayır anlamında salladım. Kollarımda parmaklarından kalan morluklar vardı ama pansuman gerektirmiyordu.
"Başına aldığın darbenin herhangi bir travmaya sebep olup olmadığını anlamak için bir süre uyumak yok."
Cevap vermeme fırsat kalmadan içeriye biri girdi. Elindekileri yatağın kenarına bırakıp gitti. "Üzerini giy. Kapının önünde bekliyorum." Doktor dışarı çıktığında getirdikleri kıyafetleri yavaşça üzerime geçirdim. O kadar direnmiştim ki tüm kaslarım ağrıyordu. Banyoya geçip yüzüme bulaşan kanları yıkadım ve tekrar odaya döndüm.
Yerde küçük bir göl halini almış olan kanıma baktığımda nefesim kesildi. Odada durmak istemiyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Doktor tekrar içeri girdiğinde yüzüne baktım. "Lütfen, beş dakikada olsa dışarı çıkmama izin verin."
"Olmaz."
Bir kez daha "Lütfen!" dedim. "Sadece beş dakika. Zorluk çıkarmam."
Bir süre düşündü. Perişan bir halde göründüğüme emindim ve sıkışan göğsümle nefeslerim çok düzensizdi. "Yalvarırım, bu odadan uzaklaşmam gerek."
"Zorluk çıkarırsan bozuşuruz."
"Çıkarmam." dedim üstüne basarak.
"Tamam, gel."
Yanından geçtiğimde arkamdan takip etmeye başladı. Evden çıkıp dışarıya bir adım attığımda soğuk rüzgar bedenime çarptı. Güneş yeni doğmaya başlamıştı ve sabah ayazı her yere hakimdi.
Evin etrafında nöbet tutan çok sayıda adam vardı. Bir kaç adım yana atıp evin duvarına sırtımı dayadım ve çökerek yere oturdum.
Hep yaptığım gibi dizlerimi karnıma çektim ve başımı dizlerime dayadım. Nefeslerim düzene girmeye başladığında bedenimin titremeleri de yavaşça durdu. Odadan uzaklaşmak iyi gelmişti.
Yanımda bekleyene "Teşekkür ederim." dedim. Eğer zamanında gelmiş olmasa o adamın elinden sağ kurtulamazdım. Bıçağını kullanmaktan zevk alıyordu ve pantolonumu keserken bacağıma o kesikleri bilerek bıraktığından emindim.
"Etme. Seni korumak benim görevimdi. Bu olayın hiç yaşanmaması gerekirdi."
Eve doğru gelen arabanın sesiyle bedenim gerildi. Doktor eliyle kenarda nöbet tutan adama bir işaret yapınca adam hemen gelip bir adım yanımda beklemeye başladı.
Diğeri gelen arabaya doğru koşar adım gitti. Araba nöbet tutan adamları yarıp geçti ve durdu. İçinden inene baktım. Abdullah’tı. Beni gördüğünde ‘’Kız, neden dışarıda?’’ diye yanına gidene gürledi.
Doktor sessizce bir şeyler anlatmaya başladı. Konuştuklarını duyamadım ama dışarıda olmamla ilgili başka bir şey söylemedi. Zaten kaçma gibi bir düşüncem yoktu ki evin her tarafı adamlarla çevriliyken aralarından öylece koşarak geçip gidemezdim.
‘’Getirin.’’ Abdullah’ın emir dolu sesiyle adamlardan biri eve girdi. Çok geçmeden içeriden iki kişi Bıçkı’yı dışarı çıkardı. Sanırım onu getirenler geceden beri başında nöbet tutanlardı.
Bıçkı sakin duruyordu. Bu sakinlik korkudan mıydı anlayamamıştım. Abdullah’ın karşısına geçtiğinde ‘’Patron!’’ dediği anda yüzüne oldukça güçlü bir tokat patladı.
‘’Size emanet ettiğime el uzatarak mı sahip çıkıyorsunuz?’’
‘’Patron vallahi!’’ dediği anda ikinci tokatın sesi yükseldi.
‘’Kes ulan! Kendini savunacak neyin var da karşımda konuşmaya cüret ediyorsun!’’
Devamında her şey çok hızlı oldu. Abdullah’ın belindeki silahı çıkarıp ateşlemesinin arasında sadece birkaç saniye vardı. Sesle kulaklarımı kapatırken kasıklarından vurduğu adam acıyla yere düştü.
‘’Bir daha sözümün dışına çıkar, bu kıza emrim olmadan dokunursanız ölmeden önce çekeceğiniz acı bundan daha fazla olur.’’ Ardından silahı bir kez daha ateşlendi ve yerde acı içinde kıvranan adamın acısına son verdi.
Bu duruma asla alışamayacaktım. Görüp, duymamak için hem kulaklarımı hem de gözlerimi kapayıp başımı dizlerimin arasına gömmüştüm.
Sesler sustuğunda başımı yavaşça kaldırdım. İki adam yerdeki cansız bedeni sürükleyerek götürüyordu. Abdullah elindeki silahı bırakmadan Doktor ile bir şeyler konuşuyordu.
Gökyüzünden gelen sesle başımı kaldırdığımda alçaktan uçan uçağı gördüm. Olduğum yer havaalanına yakın mıydı? Aksi halde bu kadar alçaktan uçuyor olamazdı. Bunu gördüğümü fark etmemeleri için tekrar başımı dizime gömüp öyle kaldım. Havaalanı şehrin hemen çıkışındaydı. Eğer tahminim doğruysa ve bunu Derin’e söylemenin yolunu bulursam beni bulması için bir ipucu vermiş olurdum.
Uçakların sesine hiç dikkat etmemiştim ki bu durumda dikkat edeceğim bir şey de değildi ama şimdi tam başımın üzerinden geçtiği için fark etmiştim.
Biri kollarımdan tutunca düşüncelerim hızla dağıldı ve gecenin anıları tekrar su yüzüne çıktı. Kurtulmak için çırpınmaya başladığımda ‘’Benim, sakin ol.’’ diyen sesle karşımdaki yüze baktım. Doktor gözlerimin içine bakıyordu.
‘’Artık içeri girmen gerek.’’
O odaya dönüp yaşadıklarımı zihnimde tekrar tekrar yaşamak istemiyordum. ‘’Başka odada kalabilir miyim?’’ dedim. ‘’Lütfen, oraya geri dönmek istemiyorum.’’
‘’Senin için en uygun oda orası. Bu konuda yapabileceğim bir şey yok.’’ Israr etmek istedim ama işe yaramayacağını biliyordum. ‘’Patronla konuştum. Çok sık olmamakla beraber arada bahçeye çıkmana izin verdi. Tabi uslu durduğun müddetçe.’’
Buna sevinmeli miydim? Hepsinden kurtulmak istiyordum. Buradan bir an önce gitmek istiyordum. Yaşadıklarımdan yorulmuştum ve daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum.
Odaya geri girdiğimde bakışlarım yere kaydı. Çıkarken ardımda bıraktığım kanların hiçbiri yoktu. İçerisi tamamen temizlenmişti, yatağın nevresimleri bile değiştirilmişti. Kapıyı üzerime kilitlediklerinde içeride tek kalmak korkunç geliyordu. Odanın her köşesi çektiğim acılarla doluydu.
Hep yaptığım gibi pencere kenarına oturup yine ağlamaya başladım. Buradan gerçekten gitmek istiyordum. Daha ne kadar tutsak edeceklerdi. Sonu var mıydı? Hiç sanmıyordum. Derin beni bulamadıkça Abdullah asla bırakmazdı. Onun için altın yumurta yumurtlayan tavuktum.