Saat kavramım yoktu. Sadece pencereden sızan güneş ışıklarıyla gece gündüz kavramın ayırt edebiliyordum. Geldiğimde gündüzdü sonra gece çökmüştü ve tekrar güneş doğmuştu. Hiç uyumamıştım, bir şey yememiştim ki zaten Derin ile konuştuktan sonra yanıma tekrar biri gelmemişti. Bağlı ellerim ve ayaklarım ağrımaya başlamıştı.
Kapı açıldığında içeriye iki adam girdi. Birinin elinde yine yiyecek vardı. Yanıma oturdu ve yemekten bir kaşık ağzıma uzatınca başımı çevirdim. Yemeye hiç niyetim yoktu. ‘’Ye şunu!’’ dediğinde bağlı ayaklarımı savurdum ve koluna çarptı. Yemek üzerine döküldüğünde yüzüme sert bir tokat indi. ‘’Bu yemeği kendi isteğinle yemezsen zorla yedireceğiz.’’
‘’İstemiyorum.’’ dediğimde diğer adam gelip başımı tuttu ve eli çenemi kavradı. Ağzımı zorla açtırdığında diğeri kaşığa doldurduğu yemeği ağzıma tepti. ‘’Ye!’’ dediğinde geri tükürdüm.
‘’Açlıktan ölürüm daha iyi.’’ Sesim çenemi sıkan elden dolayı boğuk çıkmıştı.
Bir kaşık yemeği daha ağzıma zorla tepti ve bu defa çenemi tutan el ağzımın üzerine kapandı. ‘’O ağzındakini yutacaksın.’’
Yutmamak için direndim. Çırpanmaya başladığımda yemeği ağzıma koyan engel olmak için ayağıyla dizlerime bastırdı. Nefes alamadığım bir seviyeye geldiğim de ağzımdakini yutmak zorunda kaldım.
Tabaktaki bütün yemeği bu şekilde zorla yedirdiler ki saatim yoktu ama aşağı yukarı iki saat sürmüştü.
Ağzımı tutan elini geri çekerken konuştu. ‘’Yememek için her direndiğinde zorla yedireceğiz. Acı çekmen umrumuzda değil. Bizim için hayatta olman yeterli.’’ Odada bırakıp gittiklerinde bir kez daha ağlamaya başladım.
Zaman geçmiyordu. Sessizlik boğucuydu. Derin’in sıcaklığını özlemiştim, güvenli göğsüne yatmayı özlemiştim. Düşüncelerimden uzaklaşabilmek için annemin söylediği ninnilerden birini fısıltıyla söylemeye başladım.
Uyu tatlı kızım uyu
Rüyana güneşler doğsun
Koştuğun bahçe gökkuşağıyla donansın
Sular etrafında çağlasın
Uyu tatlı bebeğim uyu
Rüyan bulutlarla çevrilsin
Üzerinde koşup oyna
Yorulunca tatlı pınarlardan su iç
Kapı açılıp Abdullah içeri adamlarıyla girdiğinde olduğum yerde ellerim ve ayaklarım bağlı yatmaya devam ettim. Özellikle kollarım sürekli arkamda olduğu için ağrımaya başlamıştı.
Yüzüme bile bakmadan saçlarımdan tutup çektiğinde acıyla çığlık attım. Bedenim yataktan yere düştüğünde saçlarımdan çekerek yerde sürükledi ve odanın ortasına kadar getirdi.
Saçlarımı bıraktığında başımda bedenim gibi yere düştü ve yerde bağlı halde yatmaya devam ettim. Adamlardan birinin karşımdaki yere bir sandalye koyduğunu gördüm. Abdullah o sandalyeye rahatça kuruldu.
"Kocan hiç söz dinlemiyor. Boyun eğmesi için biraz motivasyona ihtiyacı var."
"İstediğini asla yapmayacak." dedim son cesaret kırıntısıyla.
"Göreceğiz." Telefonu çıkarıp birini aradı. Çok geçmeden Derin'in sesi geldi.
"Karına iyi bak." diyen Abdullah telefonu bana doğru tutuyordu. Sanırım görüntülü aramıştı.
"Kılına zarar verirsen seni parça parça ederim."
"O silahları bu ülkeye getirip bana teslim edecektin. Küçük bir ders aklını başına getirir." Bakışları arkamda duran adamlara döndü. "Başlayın."
Adamlardan biri ayaklarımı tutup çektiğinde diğeri arkadan omuzlarıma kolunu sardı ve göğsüne bastırıp hareket etmemi engelledi. "Bırakın!" diye bağırsam da bağırmaktan öte bir şey yapamıyordum. Ellerim ayaklarım bağlıydı ve adamlar çok sıkı tutuyordu.
"Bırak lan onu!" Derin'in öfke ve korku karışımı sesi odanın duvarlarında yankılanıyordu.
Kenarda duran üçüncü adam yaklaşıp yanıma eğildi ve bluzumu tek eliyle yukarı sıyırıp karnımı açığa çıkardı. "Dokunma!" diye çığlık attım.
Nereden, ne zaman geldiğini anlamadığım bir bıçak elindeydi ve boyutu lanet olsun fazla büyüktü. Bıçağın ucu karnıma değdiğinde soğukluğuyla ürperdim.
Yine ağlamaya başlamıştım. "Uzak durun benden!" desem de hiçbiri dinlemiyordu.
"Dur! Yalvarırım dur! Ne istersen yapacağım." Derin'in az önceki öfkeli sesi gitmiş geriye tamamen korkusu ve çaresizliği kalmıştı.
Abdullah'ın sesi yükseldi. "İstediğinde yapmam, istediğinde yaparım diyemezsin. Ben neyi ne zaman istersem öyle olacak. Boyun eğmeyi öğreneceksin. Bu da sana bir ders olsun."
"Piç kurusu. O adamlarını karımın üzerinden çek."
Abdullah'ın el işaretiyle adamının elindeki bıçağın ucu derimi yarıp karnıma doğru girdi. Kendime engel olmaya çalışsam da acıyla dudaklarımdan bir feryat yükseldi.
"Yeter!" diye bağırdı Derin. "Vereceğin mesajı aldım. Yeter, durdur adamını!"
Karnımdaki bıçak olduğu yerde yana doğru ilerleyip enine bir kesi açmaya başladı. Bunu o kadar yavaş yapıyordu ki hissedeceğim acı normalden daha fazlaydı.
Her şeyi unutmuştum. Sadece acıyı algılıyordum. Gözlerimin önünde siyah noktacıklar uçuşuyordu. Kulaklarımdaki ses benim çığlığım mıydı yoksa Derin'in yalvaran feryatları mıydı ayırt edemiyordum. Hepsi birbirine karışmıştı.
"Bu kadar yeter." diyen sesle karnımdaki soğuk metal geri çekildi. Bedenimi tuttan eller gevşediğinde yerde cenin pozisyonunda yatmaya devam ettim.
Karnımın hizasında akan kan döşemenin üzerinde yayılıyordu. Hayatımın hiçbir anında böyle bir acı hissetmemiştim. Sadece bu acıdan kurtulmak için bile ölümü kabul edebilirdim.
"Beni iyi dinle Derin; ne söylersem harfiyen yerine getireceksin aksi halde karını gözünün önünde yavaş yavaş doğramaya devam ederim. Ayrıca baban gelini için ilk günden adamlarımın kanını dökmeye başladı. İplerini geri çek babanın yaptıklarının da acısı karından çıkmasın."
"Anladım. Lanet olası piç kurusu ama ona bir kez daha zarar verirsen seni öldürürüm."
Abdullah sesli bir kahkaha attı. "Beni öldürürsen karını bir daha göremeyeceğini iyi biliyorsun. Boş tehditler savurmayı bırak da sana söylediğim teslimatın zamanında elimde olması için çabala."
Telefonu kapadığında adımları olduğum yere yöneldi. Tepki veremiyordum. Kendimdeydim ama sadece bilincim açıktı. Geri kalan her şey acıdan ibaretti. Aldığım nefesler kesik kesikti. Karnımdan hala kan akıyordu. "Doktora söyleyin bu kızı hayatta tutsun. Bütün işlerimin sigortası o."
Yanımdan gittiğinde adamlardan da biri onunla gitti ve çok geçmeden içeriye başka biri girdi. Yanımda diz çöktüğünde elleri karnıma uzandı. Görüşüm bulanıktı. Yüzünü tam göremiyordum.
"Az olmuş." dedi imalı bir ses tonuyla arkamda duran birine "Biraz daha derin kesseydinde acı çekmeden direkt ölseydi."
Arkamdaki karşılık verdi. "Elimiz alışmış kart adamları doğramaya böyle taze pilici koydunuz önüme kaçtı işte ayarı."
Bir diğeri araya girdi. "Bu kızı yaşat doktor yoksa patron hepimizi öldürür."
Adamın eli hala karnımın üzerinde dolaşıyordu. "Biriniz yardım edin." dediğinde başucumdaki hemen doktor dedikleri adamın yanına geçti. "Şuraya bastır." deyince adamın eli karnıma sertçe bastırınca duyumsadığım keskin ağrıyla kesik nefeslerimin arasında çığlığa benzer boğuk sesler fırladı.
Doktor karnımı kesene baktı. "Şu ellerindeki lanet ipleri açında düz yatırabileyim. Bu halde hareket bile edemez ki kaçsın."
Sözler yerine ulaştı ve ipler çözülünce o geceden sonra ilk kez ellerim serbest kaldı. "Yavaşça çevirin." Doktor dedikleri adam ne derse diğerleri uyuyordu. Yaşamam için fazla uğraşıyorlardı.
Sırtüstü yatırdıklarında hareketle ağrı artınca serbest kalan ellerim refleksle karnıma uzanınca adamlardan biri tutup engel oldu. "Uslu dur!"
Doktor dedikleri kişinin gerçekten doktor olmadığını düşünüyordum. Davranışları, konuşma tarzı diğerleriyle aynıydı.
Elindeki karnıma yaklaştı ve ince bir sızı ağrıya eklendi. Aynı sızıyı ikinci kez hissettiğimde bulanık bakışlarım eline kaydı. Yarayı dikiyordu.
Doktor yarayı dikerken bir yandanda diğerleriyle konuşuyordu. "Derin gibi birine boyun eğdirmek imkansızdır. Bir kadın için bunu yapması şaşırtıcı. Dışarıda onlarca kadın var, istediğini kolayca elde edebilirdi." Bu adamların aşktan, sevgiden haberi var mıydı?
Elindeki iğne durmadan karnıma batıp geri çıkıyordu. Acıdan yorulmuştum, bitsin istiyordum. "Lütfen, yeter!" dedim kısık sesimle.
"Az kaldı. Biraz daha dayan." dediğinde elindeki iğne tekrar batınca acıyla inledim. "Yanlış adamla evlenmenin sonucu. Dua et de kocan patronu sinirlendirmesin yoksa daha çok acı çekersin."
"Canınız cehenneme." dediğimde güldüklerini duydum.
"Derin'in neden sevdiği belli." diyen ses doktora yardım edene aitti.
Doktor dikişlerin üzerine iki kremi karıştırıp sürdü ve yarayı kapadı. "Bitti." dediğinde bakışları yüzüme çevrildi. "Heyecana kapılıp karşı koyayım, kaçayım diye düşünüp hareket etme. Yara fazla derin ve büyük. İyileşmezse çok sıkıntı yaşarsın."
Çantasından çıkardığı enjektöre küçük cam flakondan ilacı çekmeye başladı. "Aklında kaçma düşüncesi hep olacak ama bir süre düşünme. Özenle dikiş attığım bir yara yüzünden ölürsen emeğime acırım."
Hepsi iğrençti. Ağız dolusu küfür etmek istiyordum ama acıyla gücüm yok olmuştu.
Kolumu tutup çekti ve elindeki iğneyi hiçde nazik olmayacak şekilde sapladı.
"Bu ağrını geçirir."
Eşyalarını toplamaya başladığında adamlardan biri kucaklayıp yerden kaldırdı ve yatağa yatırdı.
Odada bırakıp gittiklerinde ellerimi tekrar bağlamamışlardı ki zaten hareket edebilecek durumda değildim.
Çektiğim acıdan kaynaklı gözyaşlarım sürekli akıyordu ama bu defa akma sebebi acı değil diğer hissettiklerimdi.
Derin'in yalvaran sesi hala kulaklarımdaydı. Onun gibi birine bunları yaşatmak istemezdim ve yine onun gibi birinden dolayı bunları yaşamak istemezdim.
Tüm bu çelişkileri birbirine bağlayan tek nokta aşktı. Ona olan bitmeyecek sevgimdi. Bunları yaşamamak için Derin'in gerçek kimliğini öğrendiğim ilk anda arkama bakmadan kaçmam gerekirdi ama yapamamıştım.
Şuan bu acıyı çekiyor olmama rağmen hissettiğim sevgide hiç azalma yoktu. Buradan çıksam yine koşarak ona giderdim.
Bu sevgi o kadar güçlüydü ki onun yüzünden ölsem bile yine ona koşardım.