Kolumda hissettiğim baskı yüzünden kuş gibi uykumdan çekip çıkarılırken verdiğim savaşa rağmen gözlerim aralanmıştı. Görüşümün netleşmesi için aralanan gözlerimi kırpıştırırken Nancy'nin
"Uyandı, uyandı." dediği duydum. Bakışlarım ona döndüğünde gülümseyip
"Günaydın" dedi. Bu kız sabahın köründe yine neden bu kadar neşeliydi? Onu
"Hı hı." diyerek geçiştirmek isterken başımı yeniden yastığa gömdüm ve yarım kalan uykuma devam etmek istedim. Gülüşmeler duyunca gözlerimi açıp başka kimin olduğuna baktım. Karen ve Lenora da buradaydı. Onlarda
"Günaydın." derken bir kez daha başımı yastığa koydum. Nancy olduğunu tahmin ettiğim kişi kolumu yeniden dürterken
"Uyan hadi. Kahvaltı yaptıktan sonra Suolo'ya gitmek için yola çıkacağız." dedi.
"Tamam siz söyleyin kahvaltıyı hazırlasınlar, ben kahvaltı hazır olunca inerim."
Yastığın üzerinden konuştuğum için boğuk çıkan sesim onları yeniden güldürürken neredeyse bende gülecektim.
"Ezekiel çoktan hazırlatmış kahvaltıyı."
Lenora'nın dediği şeyle gözlerim ona dönerken
"Bu adamın her şeyi planlı, sistematik ve hızlı mı?" diye sormadan edemedim. Önemsiz bu soruma üçü de aynı anda cevap verdi.
"Evet."
"Evet."
"Evet."
Gözlerimi devirip
"Tamam sizin inin bende gelirim şimdi. " dediğimde hepsi tıpış tıpış dışarı çıktı. Bense onlara geliyorum dememe rağmen başımı tekrar yastığa gömüp uykuma döndüm. 5 dakikadan bir şey olmazdı herhalde.
Tam uykuma yeniden dönmek üzereydim ki üzerimden çekilen yorgan buna zamanımın olmadığının belirtisiydi. Bu sefer hangisinin geldiğine baktığımda karşımda Nancy'i, Lenora'yı yada Karen'i değil Ezekiel'i buldum. Bana bezgin,kızgın, bilmiş aynı zamanda gülmek ister gibi bakarken önüme düşen gece karası bir kaç saç tutamımı üfleyerek gözümün önünden çekilmesini sağladım ve
"Ne var?" dedim. Kaşının biri kavisli bir şekilde yukarı kalkarken
"Ne mi var?" dedi.
"Koca poponu kaldır ve aşağı gelip kahvaltını yap. Sonra da yola çıkıp Suolo'ya gideceğiz. Vaktimiz dar."
"Benim popom kocaman değil tamam mı?" dediğimde gülecek gibi olurken anlamsız gözlerle bana bakmaya başladı.
"Ölmek isteyen birine göre uykuyu fazla sevmiyor musun?"
Omuz silkerken yastığıma sarıldım. Onu da kollarımın arasından hızlı bir hamle ile alırken bende el mecbur ayaklandım. Dolaptan bir kaç kıyafet almaya giderken Ezekiel de odadan çıkmıştı.
Altıma dar bir kot, üstüme de salaş bir tişört giydikten sonra istemeye istemeye mutfağa indim. Bütün gözler bana dönerken aldırmadan yerime oturdum. Gözlerin üstümde dolaşmasına alışıktım. Hepimiz kahvaltımızı yapmaya başladığımızda Ezekiel de konuşmaya başladı.
"Yolumuz ne kadar uzun Alvaro?"
Alvaro ağzındaki lokmayı yutup Ezekiel'e döndü ve bir kaç saniyelik hesaplamadan sonra
"Dört saat. Molalarla en fazla 5 saat olacağını düşünüyorum. Yarım saat sonra yola çıkarsak 13.00 gibi orada oluruz diye tahmin ediyorum."
Ezekiel başını anladım der gibi sallarken kahvaltının geri kalanı sessiz geçmişti.
Yaklaşık 10 dakika sonra herkes teker teker masadan kalkıp hazırlanmak için odalarına yöneldi. Bende kendi odama çıkıp geniş bir sırt çantası buldum ve içine bir kaç kıyafet koydum. Bu yeryüzü macerasından sonra yeniden diğerleriyle gökyüzüne gidecek gibi duruyordum.
Kıyafetlerden sonra kalan boş yerlere buzdolabındaki soğuk su şişelerinden ve dolaplatdaki kek,bisküvi,kraker gibi atıştırmalıklardan koydum. Ormana gidiyorduk ve yolda market falan bulacağımızı düşünmüyordum. Bu yüzden önlem alsak iyi olurdu.
Hazırlanmam bittiğinde diğerlerini beklemek için salona geçtim. Gördüğüm kadarıyla Lenora, Darwin, Leroy, Nancy ve Keith hazırdı. Geriye Alvaro,Ezekeil ve Karen kalmıştı. Onlarda 5 dakika içinde yanımıza geldiğinde evden çıkmak için ayaklandık.
Kapıyı kitledikten sonra Suolo dedikleri yere gitmek için yola çıkarken Alvaro elindeki harita ile önden ilerliyor diğerleri ise onu takip ediyordu. Ezekeil Alvaro'nun yanında ona eşlik ederken diğerleri onların arkasında dağınık bir şekilde yürüyüp sohbet ediyorlardı.
Alışık olmadığım bu sohbetler bir süre sonra başımı ağrıtmaya başladığında adımlarımı hızlandırdım ve Ezekiel ile Alvaro'nun yanına geçtim. İkisi de merakla bana dönerken omuz silktim ve
"Ne?" dedim sorarcasına. Sonra da
"En azından siz daha sessizsiniz." diye de açıklamamı ekledim. Cevabım üzerine saniyelik bir bakışma yaşadıktan sonra ikisi de önlerine döndü. Ne olduğunu anlamasamda bir şey sormadım. Cevabı bilmek istediğimden pek emin değildim.
Yola bir müddet üçümüz önde diğerleri arkada devam ettik. Biz ne kadar sessizce yürüsekte arkadakilerin kıkırtı ve kahkahaları yol boyunca bize eşlik ediyordu.
Hepimiz yaklaşık iki saat boyunca ormanın içinde Alvaro'yu takip ettik. Çeşitli ağaçların renk renk çiçeklerin arasından geçtik. Bir dere kenarına geldiğimizde ise hepsinin kararı ile mola vermek için durduk. Ağaçlardan birinin dibine oturup ayaklarımı uzatırken diğerleri de kendine göre birer yer buldu.
Alvaro ve Ezekiel yolculuk ve isyan hakkında yapılabilecek planları konuşurken diğerleri yol boyunca süren sohbetlerine devam ediyorlardı. Bu kadar konuşacak konuyu nereden buluyorlardı aklım almıyordu. Üstelik iki gündür hep bir aradaydılar.
Ben istikrarlı bir şekilde sessizliğimi sürdürürken küçük çalıların içinden kocaman mavi kanatları ve kanatlarının üstünde göz alıcı desenler olan bir kelebek hepsinin arasından uçup dizlerimden birine kondu.
Hepsi gözlerini dikmiş dizlerimin üstüne duran göz alıcı kelebeğe bakarken bende kanatlarındaki naif çizgileri inceliyordum. Nancy'nin konuşmasıyla gözlerimi kelebekten çekip ona odaklandım.
"Bu mavi şeyde ne?"
Beklemediğim bu soru gözlerimin sonuna kadar açılmasına neden olurken
"Nasıl yani?" diye ani bir tepkiyle cevap vermekten alıkoyamadım kendimi. Nancy
"Nasıl, nasıl yani?" diyerek bu saçma dialoğu devam ettirirken ben daha ağzımı açamadan Alvaro hayranlık içinde konuşmaya başladı.
"Bu bir kelebek."
İlginç bir şekilde şuana kadar Alvaro'dan gördüğüm en samimi tepkiydi bu. Üstelik bu tepkinin bir kelebek için olması ayrı bir ilginçti.
"Gökyüzündeki oksijen dengesi yeryüzündekinden daha farklı olduğu için yüksekte yaşayamazlar. Bunlardan birini ilk defa canlı olarak görüyorum."
Sinir bozucu derecede sakinlikle kurduğu bu cümle diğerleri için bir açıklama niteliğindeyken benim kafamı bir hayli karıştırmıştı. Kaşlarım havaya kalkarken saf bir merakla
"Ne yani daha önce hiç kelebek görmediniz mi?" diye sordum.
Kelebek dizimde sakince gezinirken onu işaret parmağımın üstüne aldım ve ayağa kalktım. Hepsinin gözleri kilitlenmiş elimdeki kelebeğe bakarken bir kaçının bakışlarında merak dışında tedirginlik olduğunu sezdim ve sorularıma bir tanesini daha ekledim.
"Ondan korkuyor olamazsınız değil mi?"
Nancy hala tedirgin bir şekilde elimdeki kelebeğe bakarken
"Yani.." dedi. "Daha önce adını bir kaç kere duymam dışında onlardan biriyle hiç karşılaşmadım. Belki zehirlidir. "
Son cümlesi daha da hayrete düşmeme neden olurken
"Kelebekler mi?" diye ani bir tepki verdim. Kimse tepkime karşı bir şey demezken Alvaro Nancy'e hitaben konuşmaya başladı.
"Kelebekeler zehirli değildir. Türü ne olursa olsun kimse için bir tehlike barındırmadıklarını okumuştum."
Bu adam hep böyle kitap gibi mi konuşurdu? Darwin'in
"Hadi ama!" diyen sesini işittim. "Dostum bu kadar da bilgili olmazsın. Ayrıca kelebek ile ilgili bir kitabı neden okudun ki? Yani ben sıkıntıdan ölsem de yine de okumazdım. Sen niye okudun doğruyu söyle, zorladılar mı ya da kafana silah falan mı dayadılar?" Alvaro Darwin'e ters bir bakış atarken
"Herkes senin gibi tembelin teki olmak zorunda değil ama değil mi?" diye ona sataştı.
Ama kavga etmek yerine birbirlerine alaycı bir bakış attıklarını gördüğümde gerçekten de yakın arkadaş olmalılar diye düşündüm. Herkes kendince kelebek hakkında yorum yaparken Ezekiel yanıma yaklaştı ve onu daha yakından incelemek ister gibi gözlerini kıstı.
"Çok ilginç bir görünüşü var." kendi kendine mırıldanır gibi dile getirdiği düşünceler karşısında şaşırmadan edemedim.
Kelebek olan elimi ona uzatırken gerilemek ister gibi dursada bunu yapmadı. Diğer elimle elini tutup havaya kaldırırken kelebeğin ona geçmesini sağladım. Gözlerine baktığımda bakışlarını kelebekten ayıramadığını gördüm. Bir kelebeğe dünyanın en sıra dışı şeyiymiş gibi bakmaları komikti. Oysa kendilerinin bir kelebekten çok daha sıra dışı olduklarının farkında değillerdi.
Ezekiel'in kelebeği eline aldığını gören diğerleride onu eline almak isterken kelebek hepsinin elinde sırayla dolaştı. Sonrada bizden sıkılmış olmalı ki uçup gitti.
Kelebeğin gitmesi ile dikkatler yine Suolo'ya varmaya dönünce bu kadar molanın yeterli olacağını düşünüp yola devam etmek için ayaklandık. Ormanın derinliklerine gitmeye devam ettikçe sanki etraftaki her şey daha da canlanıyor ve hareketleniyordu.
Moladan sonra bir kaç saat öncesinin aksine hepimiz sessizce ilerlemeye devam ettik. Bu ilerleyiş Darwin'in
"Yanında su olan yoktur herhalde?" diye sormasına kadar devam etti. Diğerleri başını olumsuzca sallarken çantamdan bir şişe suyu çıkardım ve Darwin'e doğru atıp
"Bende var." diye belirttim. "Başka isteyen varsa verebilirim." diye de ekledim. Bir kaç kişi daha isterken onlarada su verdim. Yanlarına içecek ve yiyecek almak benim dışımda kimsenin aklına gelmemiş gibiydi.
"Kaç saatimiz kaldı?" Leroy'un sorusunu her zaman ki gibi Alvaro cevapladı.
"Bir buçuk saat kadar."
"İyi o zaman. Hadi bir an önce gidelim de Baş Koruyucu ile görüştükten sonra yemek yiyelim. Ben iyice acıkmaya başladım."
Leroy'un sözü ile bu sefer yanıma aldığım atıştırmalıkları çantamdan çıkarıp ona uzatırken hepsinin şaşkınlıkla bana baktığını gördüm. Kaşlarım çatılırken
"Ne var? Ormanın ortasında lokanta falan bulmayı beklemiyordunuz herhalde. Asıl tuhaf olan buna rağmen hiç birinizin aklına yanına yiyecek bir şeyler almak gelmemesi." dedim.
Kimse daha fazla bir şey demeden elimdeki yiyecekleri yerken yolumuza devam ettik. Leroy elindeki bisküviden bir kaç tanesini ağzına atarken Ezekiel'e beni gösterip
"Onu iyi ki yanımızda getirmişiz." demesi hepsini güldürürken göz devirmekle yetindim. Buna rağmen dudaklarımın hafifçe kıvrılmasına engel olamadım.
Kalan bir buçuk saat olabildiğince sessiz ve hızlı geçerken Alvaro'nun elini kaldırıp durmamızı işaret etmesi ile yürümeyi bıraktık. Hepimiz dikkatle onu izlerken Ezekiel
"Geldik mi?" diye sordu. Alvaro başı ile onaylayıp sessizce
"Giriş geçitlerinden biri burada olmalı." dedi. Geçit mi? diye kendi kendime sorarken bunu umursamayıp Alvaro'yu izlemeye devam ettim.
Alvaro önümüzde yan yana duran ve aralarında biraz boşluk olan iki büyük ağacın tam ortasına geldiğinde kolunu boşluğa doğru uzattı. Kolunun bir kısmı gözlerimizin önünde kaybolurken Alvaro'nun memnun bir şekilde gülümsediğini gördüm.
Gözlerim şaşkınlıkla açılıp ne düşüneceğimi bilemezken Ezekiel yanıma gelip
"Bu sefer şaşırma sırası sende ha?" dediğinde bile ona cevap veremeyecek kadar şaşkınlık içindeydim.
Alvaro kolunu kendine geri çekip bize doğru döndüğünde
"Buradan giriyoruz. İlk gitmek için gönüllü olan?" diye sordu. Aramızda çıt bile çıkmazken bizim aksimize Nancy
"En fazla ne olabilir ki?" deyip Alvaro'nun yanına geçti ve bize son bir bakış daha atıp iki ağacın arasındaki boşluğa doğru yürümeye başladı. Nancy saniyeler içinde gözlerimin önünden kaybolurken bu geçitin portal gibi bir şey olduğunu düşündüm.
Ondan sonra cesaret gelen herkes sıra ile Nancy'i takip ederken bir çeşit portala benzettiğim geçitten en son ben geçtim.
İki ağacın arasındaki o hizaya gelip daha da ileri gittiğimde önce hiç bir şey göremedim ama bir iki adım daha attıktan sonra kör olmama neden olacak kadar parlak olan beyaz bir ışık süzmesi yerini muhteşem bir manzaraya bıraktı.
Saatlerce yürüdüğümüz ormanda bulunan o kocaman ağaçlar bile buradakilerin yanında cüce kalırdı. Burada neredeyse göğe kadar uzanan ağaçlar vardı. Gözlerim etrafımdaki bu büyüleyici manzarayı hiçbir şeyi kaçırmak istemez gibi incelerken devasa ağaçların gövdeleri temel olarak alınmış yüzlerce ev gördüm. Bir ağacın gövdesinde ona yakın ev vardı. Bazıları küçük bazıları ise çok daha büyüktü.
Sonra hemen bir kaç metre ötemizde büyük bir nehir olduğunu gördüm. Normal bir nehre göre o kadar büyüktü ki içinde küçük yelkenliler bile vardı. Bunların yanında ise tahmin ettiğim kadarıyla karşıya daha çabuk geçmek için yapılan bir köprü vardı. Kocaman bir ağaçtan diğerine kadar uzanan bu köprü bulunduğumuz yeri daha da muhteşem gösteriyordu.
Ben gözlerimi bu büyüleyici yerden bir saniye bile ayıramazken Ezekiel'in bu sefer
"Burayı sevmiş gibisin?" dediğini duydum. Onu başımla onaylarken
"Sevdim." dedim sadece. Demek bu dünyada beni hala hayrete düşürebilen bir çok yer vardı.
Ben dalmış bu yerin güzelliklerini incelerken Alvaro'nun
"Hadi, sadece yarım saatlik yolumuz kaldı." demesiyle yolumuza devam etmemiz gerektiğini anlayıp kendime geldim.
Hepimiz yeniden Alvaro'yu izlemeye koyulurken gözlerimi üstümdeki, yanımdaki ya da tam karşımdaki güzelliklerden çekemiyordum. Buradaki koruyucuların gökyüzündekilerden tek farkı kıyafetlerinin mavi ve beyazdan ziyade kahverengi ve yeşil tonlarında olmasıydı. Havada uçuşan insanlar görürken bazılarının kanatlarını neden görmediğimi merak ettim. Bunu Ezekiel'e sormaktan da çekinmedim.
"Bazılarının kanatlarını görebiliyorken diğerlerini neden göremiyoruz?"
Yüzünde hiç bir değişiklik olmazken bir öğretmen gibi cevap verdi.
"Bir koruyucu eğer kendisi dışında kanatlarını başkasının görmesini istemiyorsa onları gizleyebilir. "
"Nasıl?" Bu merakım onu gülümsetirken yeniden konuşmaya başladı.
"Daha çok iç güdüsel bir şey. Gizlemek istersen gizlersin. Bir tür görünmez olma biçimi gibi düşün."
Ne dediğini anlamazken bunu anlamış olmalı ki
"Çok kafana takma, zamanla anlarsın." dedi.
Yol boyunca Ezekiel'e soru sorup dururken bunun onu bıktırmaktan çok keyiflendirdiğini gördüm. Merak ettiğim şeyleri ona sormaktan çekinmezken hayatımda birine hiç bu kadar soru sorduğumu hatırlamıyordum. Açıkçası bu beni de keyiflendirmeye başlamıştı. Onlarla tanıştığımda beri içime yavaş yavaş bir enerji dolduğunu hissediyordum ve bu beni şaşırtmanın yanında biraz da korkutuyordu. Bunların hiç birine alışık değildim ve bu yeni durum içerisinde nasıl tepkiler vereceğimi kestiremiyordum. Kendim hakkında bilmediğim bir çok yönüm ortaya çıkarken bunun sonu nereye kadar giderdi hiç bir fikrim yoktu.
Yarım saatin sonunda yol boyunca gördüğüm evlere kıyasla çok daha büyük bir yapı bizi karşılarken burasının orman koruyucularının başındaki koruyucuya ait olduğunu anladım. Gökyüzündeki Baş Koruyucunun göz alıcı sarayına karşın burası çok daha mütevazi bir yerleşkeydi ama yine de göz alıcı bir ihtişama sahipti.
Ağaçtan ağaca uzanan merdivenler her yeri sararken yanımıza gelen bir adama Alvaro hepimizi tanıttı ve ardından adamın arkasından ilerlemeye başladık. Merdivenlerle bir ağaçtan diğerine geçerken buradaki en büyük yerleşkenin giriş kısmına geldiğimizde Ezekiel elindeki küçük demir üçgeni kapıdaki koruyuculara gösterdi ve kapılar açıldı. O üçgenin hâlâ tam olarak ne işe yaradığını bilmiyordum ama garip bir işlevi olduğu kesindi.
Hepimiz teker teker içeri girerken kırklarına yakın bir adam bizi karşıladı. Tahmin ettiğim kadarıyla bu Baş Koruyucuydu. Ezekiel ile resmi bir şekilde el sıkışırken bizi başıyla selamlamak ile yetindi. Aralarında ayak üstü bir konuşma geçerken Baş Koruyucu bize dönüp
"Uzun yoldan geldiniz, açsınızdır. Önce yemeğe geçelim sonra ne yapacağımız hakkında konuşuruz." dedi.
Hepimiz onu başıyla onaylarken yapabileceğimiz tek şeyi yapıp arkasından ilerledik.
Bölüm Sonu