"Ailen hakkında hiçbir şey bilmemen ve yeryüzünde yaşayan bir koruyucu olman çok garip."
Omuz silktim.
"Ben artık sorgulamayı bıraktım Alvaro. Sende pek takılmasan iyi edersin. Ha ama eğer bir gün bu soru işaretini giderebilirsen bana da haber ver."
Sözlerim bittiğinde konuşmayacağını anlayıp odama çıktım. Hızlıca bir duş alıp aşağı indiğimde kahvaltı çoktan hazırdı ve Alvaro ile Nancy dışında herkes tamamdı. Masanın baş köşesine otururken masaya baktım. Bu sefer çok kişilik ve çok kişinin bitirebileceği kadar yemek vardı. Bu düşünce aklımda tek kişilik ama ,tek kişinin bitiremeyeceği kadar çok yemek, sözümün yankılanmasını sağlamıştı. Bu hayatımdaki köklü değişikliğin büyük bir kanıtıydı. Böylece ister istemez aklıma unutamayacağım bir şeyi not ettim. Patricia Black bugün ilk defa yalnız kahvaltı yapmadı. Ben düşüncelerim ile boğuşurken Alvaro ve Nancy'nin gelmesi ile kahvaltıya başladık.
"İsyan yerlerini belirleyebildin mi Alvaro?"
Ezekiel'in sorusu ile herkes Alvaro'ya dönerken Alvaro, bu soruyu bekliyormuş gibi konuşmaya başladı.
"Büyük bir isyan değil ama koruyucular kontrolsüz olan depremlerden dolayı endişelenmiş. Orman koruyucularının Baş Koruyucusunu suçlamış bazıları. Böyle olunca da bir ayaklanma yaşanmış. Fazla sıkıntı yaratacaklarını sanmıyorum."
"Ayaklanmayı kim başlatmış peki?" Bu soru Darwin'den gelmişti.
"Fiume bölgesine yakın koruyucular. Nereden gideceğimizi çalışma odasında karar veririz diye düşündüm."
Herkes Alvaro'yu başı ile onaylarken Alvaro bana dönüp
"Aşağıdaki projeksiyonu kullanabilir miyim? Bölgeleri herkes rahatlıkla görsün istiyorum." diye sordu. Onu başımla sallayarak onaylarken
"Gerekli olan her şeyi kullanabilirsin." dedim. Bu cevabım çoğu kişiyi hem memun etmiş hem de sevindirmiş gibiydi.
Yanımda oturan Nancy kulağıma doğru eğilip gülümserken
"Bize alışıyor gibisin." deyince gözlerim istemsizce sonuna kadar açıldı.
"Ne alakası var?" diye ani bir cevap verdiğimde gülmekle yetindi.
Diğerleriyse bizi pekte takmıyor gibiydi. Herkes kendi halinde bir sohbete dalmıştı. Ezekiel ise gözlerini üzerime dikmiş bana bakıyordu. Yeşile çalan ela rengi gözleri yüzüne yansıyan güneş ışığı ile iyice güzelleşmişti. Kabul etmeliyim ki bu biraz etkileyici bir görüntüydü.
Gözlerimin gözleriyle olan savaşına hafifçe kıvrılan dudakları son verirken başımı hafifçe iki yana sallayarak 'ne var' demek ister gibi baktım. Oysa o buna daha çok gülmekle yetindi.
Yaklaşık bir saat süren kahvaltı faslından sonra etrafı toplamayı çalışanlara bırakıp hepimiz çalışma odasına doluştuk. Alvaro çoğu şeyi kahvaltıdan önce hazırlamış gibi görünüyordu. Hepimiz çalışma masasının etrafına yerleşirken Alvaro projeksiyonu saniyeler içinde ayarlamıştı. Sanırım teknoloji ile arası iyiydi.
Masadaki haritanın aynısı ekrana yansırken haritadaki bazı noktalar işaretlenmişti. Bilmediğim bir sürü şehir, yer ya da ilçe isimleri varken bunları umursamadım. Ne de olsa bu isyanda etkin bir rol oynamıyorumdum. Ben buraya sadece yeryüzünü iyi bildiğim için gönderilmiştim.
Hepimiz ekrana odaklandığımızda Alvaro da anlatmaya başladı.
"Fiume kuzeyde olduğu için Radice'ye kuzeyden gidemeyiz. Batı ve Doğu ise başkente çok uzak kalıyor. Bu yüzden en kestirme yolumuz güney. İsyanı başkentte bastırmak en etkili yol olduğu için planı ona göre düşündüm. Suolo'dan giriş yapmak mantıklı bir seçenek gibi. Buradaki koruyucular daha serin kanlı oldukları için pek sıkıntı çıkaracaklarını sanmıyorum. İsyanı bastırmak içinse onlara bir güvence vermemiz gerek. Her şeyin kontrol altında olduklarını bilmeleri, hiç değilse buna inanmaları gerek. Bu aşamada ise bizim çok bir şey yapabileceğimizi sanmıyorum zaten. Gerisi Baş Koruyucuya kalmış bir şey."
Ezekiel, Alvaro'yu büyük bir ciddiyet ile dinleyip onaylarken her işte bu kadar ciddi olup olmadığını merak ettim.
"Peki ya koruyucular endişelenmeye devam ederse o zaman ne yapacağız?" Karen'in sorusuyla herkes tekrardan Alvaro'ya odaklanması sağlamıştı.
"O zaman bastırmakla yetiniriz. Bu da bize zaman kazandırır. Tek sorunumuz bugünün 11 Mayıs olması. Güney kısmı her ayın 11' inde geçit kapılarını kapatırlar ve gün boyunca giriş-çıkış olmaz. Geçmişte yaşanan bir olaydan dolayı uzun süredir böyle. Bu yüzden yarını beklemek zorundayız."
Plan ayarlamaları bu şekilde uzun uzadıya konuşarak halledilirken akşam olmak üzereydi. Neredeyse 4 saattir toplantı odasında ne yapmamız gerektiğini konuşuyorduk. Gerçi benim pek de söze dahil olduğum söylenemezdi. Sadece dinlemekle yetiniyordum.
Karnım guruldamaya başlayınca yemek hazırlamaları için çalışanlara haber verdikten sonra salona geçtim. Toplantı bitimi Ezekiel dışında herkes burada toplanmış yarın hakkında konuşuyordu.
Ezekiel'in nerede olduğuna baktığımda ise evin dışında, öylece ayakta durmuş güneşin batışını izlediğini gördüm. Aslında güneşin batmasını izlemekten çok bir şeyler düşünüyor gibiydi. Sanırım yarınki görevin ayrıntılarını kafasında netleştirmeye falan çalışıyordu. Arkasına dönmeye başladığında önüme dönüp diğerlerine baktım. Hâlâ sohbet ediyorlardı. Acaba nasıl hiç sıkılmadan konuşabiliyorlardı?
Ezekiel yanımıza gelirken gözleri benim üzerimdeydi. Tanrı aşkına bu adamın gözleri neden hep benim üzerimdeydi? Bunu düşünmemeye çalışırken bir kaç dakika sonra yemeğin hazır olduğunu söylemek için bir çalışan yanımıza geldi ve hepimiz mutfağa geçtik. Bu yemekte aynı kahvaltıda ve salonda olduğu gibi bol sohbet ile geçmişti.
Yemek bitiminde hepsi yorulmuş olmalı ki odalarına çıkarken ben evin dışındaki havuzun yanına gidip şezlonglardan birine oturdum. Benim için sıradan olmayan bir günün sonuna daha gelmiştik ve bu kafa karıştırıcıydı. Bu günlerde kafamın karışmadığı bir an yoktu zaten.
Yarım saate yakın dışarıda hava aldıktan sonra içeri girip odama çıktım. Üstüme siyah şort ve tişörtten oluşan pijama takımımı giydikten sonra Ezekiel gelmeden önce uyumak istediğim için direk yatağıma girdim ve uyuma çalıştım. Çalan kapı ile bunun için geç kaldığımı anlamam çok zamanımı almamıştı. İçimden 'defol' demek gelse de ağzımdan çıkan sessiz bir 'Gel' komutu oldu.
Onayımla içeri giren Ezekiel'in elinde aynı dünkü gibi bir adet yastık ve battaniye vardı. Camın yanında bulunan koltuğa yerleştiğinde kendimi ona kötü kötü bakmaktan alıkoyamadım. Bakışlarımı fark ettiğinde gülüp
"Ne var?" diye sorması iyice sinirimi bozmuştu.
"Yok bir şey. Böyle bakınca sinirim yatışıyor en azından."
Yine güldü. Başımın belası niye gülüyorsun, ben burada sinirliydim adam neredeyse kahkaha atacaktı. Koltuğa yerleşince yüzünü bana dönüp
"Bir şey soracağım." dedi. Gülümsemesi kaybolurken soracağı soru cidden kafasına takılmış bir şey gibiydi.
"Sor." dedim merakla. Gözleri odada gezinirken etrafı gösterip
"Bu kadar imkanın, bu kadar varlığın varken neden yaşamak istemiyorsun? Yani çok saçma. Her dediğinin anında olmasını sağlayacak kadar adamın ve paran var. Bunlara rağmen neden?" diye sordu.
Bunu cidden merak ediyor gibiydi. Sorusunda içten bir samimiyet ve merak vardı. Bunu hissedebiliyordum. Belki de ona cevap verecek olmamın en büyük sebebide bu samimiyetiydi.
"Söylediğin gibi her şeyim var. Param, evim, imkanlarım... ama bunların hiçbirini ben istemedim Ezekiel. Benim her şeyim vardı ama savaşacak bir nedenim yoktu. Bir süre sonra ise yaşamak bana zaman kaybı gibi gelmeye başladı. Sonuç olarak ölümü arzulamaya başladım. Bu hayat sıkıcı, gereksiz ve boştu. Bende bu gereksizliği bitirmek istemiştim o kadar."
Sözlerim bittiğinde yüzünde sanki bu cevabım ona yeterli gelmemiş gibi bir ifade vardı. Çok geçmeden bir soru daha sordu.
"Bir neden için değilde biri için yaşamak istemedim mi hiç?"
"Benim hayatımda hiçbir zaman uğruna yaşayacağım biri olmadı."
Sözlerim ağzımdan sandığımdan çok daha keskin ve net çıkarken bunu bu şekilde dile getirmeyi ben bile beklemiyordum. Ezekiel ise sadece
"Garipsin." demekle yetindi.
"Sanki sen çok normalsin!" diye ona sataştığımda
"Ne garipliğimi gördün?" diye sordu.
"Bir kere çok ciddisin. " dedim.
"Ayrıca Baş Koruyucu denen şu adamla bir sorunun var gibi ama çok çözemedim. Sonra bir anın bir anını tutmuyor. Hem sen sana verilen her görevi itinayla mı yaparsın?"
"Sende bunu dememi mi bekliyordun Cia? Pat pat saydırdın hemen. Ayıp olmasın diye iki saniye düşünseydin bari."
Bu sözleri gülmeme sebep olmuştu. Gülmeme. Bu evrende bugünün tarihini birileri herhangi bir yere not almalıydı. Patricia Black bugün ilk defa içten bir şekilde gülmüştü. Hemde Ezekiel Osborne sayesinde. Bugün önemli bir gündü. En azından artık benim için öyleydi. Ben anın şaşkınlığındayken Ezekiel'in direk gülüşüme baktığını fark ettim. Hemen eski halime dönerken o da çok geçmeden kendine geldi.
"Pekala, günün son sorusunu soruyorum o zaman." Beklenti içinde ona bakmaya devam ettiğimde o da sözlerine devam etti ve sorusunu sordu.
"Sana bir neden verilse ölmekten vazgeçer misin?"
"Belki." dedim. Tek kelimelik ama değişken bir cevaptı.
Gözlerime bakışından ne çıkarmalıydım bilmiyordum ama sanki bundan sonra her fırsatta bana yaşamam için bir neden bulmaya çalışakmış gibi bir hali vardı. Fazla umursamadım. Belkide umursamalıydım ama şuan sahneyi ona bırakmaya karar vermiştim.
Merak ediyordum. Beni yaşamaya ikna edebilecek bir neden bulabilecek miydi çok merak ediyordum. İzleyip görmeye de hazırdım ama o an bir şeyin farkına daha vardım. Hemde çok önemli bir şeyin.Belki de şu anlık bana yaşamam için o nedeni vermişti bile. Eğer sırf buna merakımdan kendimi öldürmeyeceksem bunun nedeni tam karşımda duruyordu. Hemde başka bir neden bulmak için.
Bölüm Sonu