Bazı anlarımız olurdu. İçinde hiç olmak istemediğin, koşarak hatta ardına bakmadan bırakıp gitmek istediğin, kabullenemediğin, mecbur kaldığın anlar. Böyle anlarda yaşamak istemezdin. Hayat sana boş bir yolculuk gibi gelirdi. Herkes yok olsun bir sen kal isterdin ya da tam tersi, herkes var olsun sen yok ol isterdin.
İşte şimdi bende böyle anlardan birindeydim. Herkes var olsun ben yok olayım istediğim zamanlardan birinde. Çok bir şey değil sadece yok olmak istiyordum ama hayat bana bunun için bile izin vermemişti.
Zorla getirildiğim bu yerde, şimdi de zorla hiç istemediğim bir arkadaş ortamındaydım. Nancy dediğini yapmış tam 5 dakika içerisinde bahsettiği Parte İnterna'daki arkadaşlarına haber verip Ezekiel'in evinde bir oyun gecesi ayarlamıştı. Buradaki oyunlar nasıldı bilmiyordum ama pekte farklı bir şey beklemiyordum. Kalabalık bir ortamda olmam yeterince somurtmama neden oluyordu zaten.
Ezekiel'in evine geldiğimizde bana dileğimi soramadan arkadaşları eve doluşmuştu. Bu, ayarladıkları bu ortamın tek iyi yanıydı. Ama sonuç olarak gecikmelide olsa cevabı benden alacağını biliyordum. Dilek kısmını düşünmeyi sonraya ertelerken gözlerim tekrar içinde hiçte bulunmak istemediğim arkadaş ortamında gezindi. Benide sayarsak 9 kişiydik. Bu da yeterince kalabalığız demekti. Tam olarak 5 erkek 4 kızdan oluşan bir gruptuk. Erkeklerin ismi hatırladığım kadarıyla Darwin, Leroy ve Keith'di. Ezekiel ve Alvaro'yu zaten önceden tanıyordum. Kızlarınkiler ise Lenora ve Karen olmalıydı. Hepsi sıcak kanlı insanlara benziyorlardı ama sorun şuydu ki ben soğuk kanlı bir kişiydim.
Herkes kendi arasında bir sohbetteyken konu bir anda bana geldi ve ben şansıma bir kez daha lanet ettim.
"Yeryüzünden geldiğin doğru mu? Nasıl bir yer?" Lenora'nın sorduğu soru afallamamı sağlasada olabildiğince cevap vermeye çalıştım.
"Evet,doğru. Pek merak edilebilecek bir yer yok aslında."
Cevabım onu küçük bir üzüntüye sokarken neden böyle bir tepki verdiğini konuşmaya başlayınca anladım.
"Ya öyle mi? Ben çok merak ediyordum yeryüzünü. Bence eğlenceli şeyler vardır mutlaka."
"Kişiye göre değişir." dedim omuz silkerken. Sözlerimi fazla umursamadan kızlarla olan konuşmasına devam etti. O sırada Ezekiel'in yanındaki çocuk konuşmaya başladı. Yanlış hatırlamıyorsam adı Darwin'di.
"Bir araya geldik madem çek-cevapla oynamadan olmaz değil mi?"
Darwin'in dediğinden hiçbir şey anlamazken benim aksime diğerleri onu onaylayıp ayaklandı. Çek-cevapla da neydi? İsmine baktığımda hoşlanmayacağım bir şey olduğunu anlasamda merak etmeden duramadım.
Kısa süre sonra ortamdaki ayaklanma dururken Ezekiel'in elinde birkaç tane kağıt ve kalem vardı. Kağıtları ve kalemleri herkese dağıttıktan sonra içeriden bir cam fanus alıp geldi. Nancy hiçbir şey anlamadığımı anlamış olmalı ki konuşmaya başladı.
"Çek-cevapla bizim aramızda bir oyun. Herkes bir kağıda kendi sorularını yazar ve kabın içine atar. Sonra hepimiz sırayla sorular bitene kadar çekip cevaplarız. Sende oynarsın değil mi?"
Tam ağzımı açmış "Ben oynamayayım bence. " diye itiraz edecekken Ezekiel önüme bir kalem ve bir kağıt koyup
"İtiraz etmeyi denemen bile hem büyük bir hata hem de büyük bir zaman kaybı olur." diyerek sözümü kesti ve beni oyuna dahil etti.
Bu adam beni sinir ediyordu. Gıcık herif. Oflayıp hırsla verdiği kağıdı ve kalemi elime alıp aklıma gelen ilk birkaç soruyu kağıda yazdım. Sonrada kağıdı şeritler halinde kesip Ezekiel'in getirdiği cam fanusun içine katlayıp koydum. Bir çok kişinin işi bitmişken Nancy en son bitirenimiz oldu. Sanırım yaklaşık 10 soru falan yazıp koymuştu fanusun içine. Ben bile bu kadar çok şey merak etmiyordum ve o buradaki herkesi tanımasına rağmen nasıl bu kadar çok soru soruyordu anlayabilmiş değildim.
Sessiz geçen soru yazma faslından sonra ilk başlayan Keith oldu. Elini cam fanusun içindeki sorulara daldırıp birkaç saniye çevirdikten sonra bir kağıt seçip fanustan çıkardı. Küçük elektriklenmeler halinde bedenime yayılan basit merak beni şaşırtmıştı. Ve ben o an bir şey fark ettim. Benim için korkutucu olan bir şey. Ben o anda buraya geldiğim andan itibaren hayatımda hissettiğim toplam duyguların on katının bedenimde iz sürdüğünü fark ettim. İçimden bir ses küçük elektriklenmeler halinde başlayan bu şeylerin çok daha büyük şeylere döneceğini fısıldasa da yine de planlarımdan vazgeçmeyi düşünmüyordum.
Vazgeçmeyi düşünmüyorum kelimesi beynimde çalkalanırken kendimi gerçek dünyaya dönmek için zorladım. Başardım da. Herkes Keith'e odaklanmışken Keith, dudaklarını oynatmaya başladı ve herkesin merakını giderdi.
"İsminin anlamı ne? Cidden mi? Sorular bu kadar basit olmamalıydı. Hayal kırıklığına uğramış bulunmaktayım."
Herkes onun bu isyanına bön bön bakarak karşılık verince oflayıp cevaplamaya başladı.
"Orman demek."
Keith'in cevabından hemen sonra Nancy elini cam fanusa attı ve bir kağıt çekti. Ondan sonra sıra bendeydi. Gözler Nancy'nin üzerinde iken Nancy, büyük bir dikkat ile kâğıtta yazanı okumaya başladı.
"Birinden nefret etmen için o kişinin nasıl birisi olması gerek?"
Orijinal bir soruydu. Birinden nefret etmen için o kişinin nasıl birisi olması gerek? Benim birinden nefret etmem için nasıl birisi olması gerekti? Çok konuşkan olması mı ya da umursamaz, belki kibirli olması gerekirdi. Kim bilir? Birinden nefret etmek için bir çok sebep vardı. Milyonlarca... Ben milyonlarca sebepten hangisini seçerdim mesela. Peki bu milyonlarca sebebin arasında insanlar nasıl birbirini sevebiliyordu? İşte bu küçük ama önemli bir ayrıntıydı.
Birinden nefret etmek için uğraşmana gerek yoktu. Onda gördüğün küçücük bir kusur bunu sağlamaya yeter hatta artardı bile ama sevmek çaba isterdi, emek isterdi,saygı isterdi ve bence en önemlisi güven isterdi.
Ben bir bataklığa sürüklenmiş gibi düşüncelerimin arasında kaybolurken beni o bataklıktan çıkaran şey Nancy'nin sesi oldu.
"Bu ne kadar karamsar bir soru böyle. Neyse bir düşüneyim ımm... Hah, buldum! Bir insandan nefret etmem için diğer kişilerin yanında kendisi bir tanrı ya da tanrıçaymış gibi davranması ve küstah bir kişiliğe sahip olması lazım. Hani şu kendini her şeyden üstün gören kişilerden."
Verdiği cevaptan sonra kağıdı masanın üstüne rastgele bir yere atarken uzanıp 20 ye yakın soru olan fanustan bir kağıt çektim. Sanki her hareketimde yeni bir icat bulmuşum gibi merakla,dikkatle ve sessizce beni izlerlerken içimden gülmek geldi ama istifimi bozmadım. Kağıdı açtığımda gözüme ilk çarpan ince, sola eğik, özenle yazılmış güzel bir el yazısıydı. İstemeden kimin el yazısı olduğunu merak ettim. Bu gereksiz merakı göz ardı ettikten sonra da soruyu sesli bir şekilde dile getirip herkesin merakını giderdim.
"Birine güvenmek için neyine dikkat edersin?"
Düşündüm. Bu zamana kadar güvenmem gereken bir kişiye rastlamamıştım. Param her şeyi hallediyordu. O yüzden şimdiye kadar kimseye değil parama güvenmiştim. Peki şimdi. Paran burada işe yaramaz Patricia. Şimdi neye, kime, neden güvenirsin?" Sanırım güvenmezdim. Sessiz geçen birkaç saniye sonra
"Yeryüzünde olsam parama güvenirdim. İnsanların açgözlülüğüne. Ama şuan paramın işe yaramayacağını göz önünde bulundurursak sanırım güvenmezdim." diyebildim.
Kimse cevabımın üstüne bir şey demezken tek konuşabilme cesaretini gösteren Nancy oldu.
"Bence zamanla olacak bir şey güven. Erken konuşma derim."
Ona omuz silmekle yetinirken sıra kendisine gelen Ezekiel sorular arasından bir kağıt çekti ve vakit kaybetmeden okudu.
"Hayatında hissettiğin en yoğun duygu nedir?" bu benim sorumdu. Ezekiel soruyu okunduktan sonra göz ucuyla benim olduğum tarafa bakıp önüne döndü. Bu soruyu benim yazdığımı anlamış gibi bir hali vardı. Anlasındı umrumda değildi ki. Birkaç saniye bekledi ve cevap sanki ağzından zorla alınmış gibi sessiz, soğuk ve sert çıktı.
"Nefret."
'Nefret' diye tekrar ettim içimden. Nefret seni yok eden bir duyguydu. İçten içe kemiren, seni sömüren duygu. En hassas duygu...
En azından benim düşüncelerim böyleydi. Ezekiel'den sonra Darwin bir kağıt çekti. Sonrada Alvaro ve bu böyle böyle devam etti. Ta ki cam fanusun içindeki kağıtlar bitene kadar.
Kağıtlar bittikten sonra sanki alarm çalmış gibi hepsi ayaklandı ve evlerine dağıldı. Benim için değişik, onlar içinse sıradan bir gece olmuş olmalıydı. Bu geceyi baştan sona düşündüğümde aklım tekrar tekrar aynı noktaya gidiyordu. Ezekiel'in ağzından çıkan o tek kelime beynimde yankılanıyordu sanki.
Nefret, nefret , nefret ve yine nefret.
Kime nefret, neye nefret ya da neden nefret? Ben nefreti tek kurşunlu bir silaha benzetirdim. Kurşun namludan çıktı mı geri girmezdi. O nefreti saldın mı yıkımını telafi edemezdin. Eğer sevdiklerine zarar gelsin istemiyorsan elinden gelen tek şey silahın yönünü değiştirmek ve nefretini doğru yere ya da doğru kişiye salmak olurdu. Onuda başarabilirsen tabi.
Beynim 'artık soru sorma ' der gibi bağırmaya başlarken istemsizce ofladım. Ezekiel arkadaşlarını geçirmiş olmalı ki salona girip tam karşıma oturdu. Dik dik bana bakarken içimden 'başlasın sorgu'demeden edemedim. Bana hiç hareket etmeden baktı,baktı,baktı ve baktı. Sonra dayanamayıp konuşmaya başladı.
"Her konuşmamız bu kadar zorluk içinde mi olmalı Cia. Anlatmaya başlayacak mısın artık?"
Bu sefer ben ona baktım, baktım,baktım ve baktım. Sonra aynı onun gibi konuşmaya başladım.
"Tamam,sor cevaplayayım." Bu sorgunun bir an önce bitmesini istiyordum.
Derin bir nefes aldı ve benimle dalga mı geçiyorsun der gibi bakarken bakışlarının aksine büyük bir sabır ve itina ile sordu.
"Dileğin neydi?" Dilek kelimesi bile gerilip yutkunmama sebep olurken soruyu nasıl cevaplayacağımı bilmiyordum. Birkaç saniye bekleyişten sonra ise gelen ani cesaretle pat diye söyledim dileğimi.
"Ormanlar, denizler ve gökyüzü." Ezekiel bana bu sefer biraz sinirle bakarken
"Sana koruyucuların yaşam alanını say demedim Cia. Dileğini sordum?" dedi.
Kendime bu ne diyor derken bıkkınlıkla koltuğa yaslandım. Ardından da aniden doğrulup
"Sen mal mısın?" dedim. Bu hızlı değişimimin onu tedirgin ettiğini hatta biraz da şaşırttığını anladım ama umursamadan konuşmaya devam ettim.
"Dileğim zaten buydu. Sana saydıklarım dilediğim dilekti."
Ve ben bu cümleden sonra Ezekiel'in hiç görmediğim bir yüzünü daha gördüm. Gözlerindeki duygu neydi bilmiyordum. Bakışlarının anlamı neydi çözememiştim. Ama şuan daha önce kimsenin bana bakmadığı bir şekilde bakıyordu. Bana daha önce nefretle bakanlar olmuştu. İmrenerek bakanlar, kıskanarak bakanlar, arsızca ve acıyarak bakanlar olmuştu. Şefkat ile bakanlar bile olmuştu ama hiç böyle derinden, böyle anlamsız ve yahut bu kadar anlamlı bakanı olmamıştı. Bana hiç bu kadar çözümleyemediğim bir şekilde bakan olmamıştı.
Yaklaşık 5 dakika sessizce bana baktı. Tek kelime etmeden hatta kıpırdamadan yaklaşık 5 dakika boyunca bana öylece baktı hatta sanırım bana bakmaktan öte beni gördü ve bütün evrene yemin olsun ki bu hayatımda yaşadığım en garip ve en yoğun 5 dakikaydı. Bu 5 dakikanın sonunda ağzından dökülen tek cümleyse 3 kelimeden ibaretti.
"Ne dedin sen?" Bu tepkisiyle gözlerimi devirmeden edemezken
"Bu, bu kadar imkansız bir dilek mi? Eğer öyleyse gerçek olmasa da olur yani. Ne var bunda? Sanki ilk dileyen kişi benmişim gibi." dedim.
"Sensin. Cia bunu ilk defa dileyen kişi sensin."
Ezekiel'in pat diye verdiği cevap beni ayrı gererken söyledikleri ayrı bir germişti. Sonra dediklerini tekrar edip konuşmaya devam etti.
"Bu ilk defa dilendi Cia. Ayrıca sen ne dilediğini farkında mısın? Bu dilek her şeyi değiştirebilir. Bütün düzeni hatta bütün koruyucu yaşamını."
"Abartmasan mı sen acaba? En fazla ne olabilir ki? Hem onları bana verecek değiller ya."
Ezekiel karşımdaki koltuktan kalkıp yanımdaki tekli koltuğa oturdu ve sanki dünyanın en ciddi şeyini anlatacakmış gibi öne doğru eğildi.
" Bir dilek dilenirse gerçekleştirilir Cia ve sen birinin ölmesini, yaşamasını ya da kader değiştirmeyi dilememişsin. Evet bu dilek birçok şeyi değiştirir ama doğrudan doğruya bir kaderi değiştirmez. Bu da demek oluyor ki dileğin gerçekleştirilmek zorunda. Şimdi tekrar soruyorum, sen ne dilediğini farkında mısın?"
"Evet, farkındayım. Ormanları, denizleri ve gökyüzünü. Hatta nasıl dilediğimi de hatırlıyorum söyleyeyim mi?"
Son cümlem gözlerini devirmesine neden olurken
"Ondan bahsetmiyorum." dedi ve devam etti.
"Sen Baş Koruyucuya ait olan bir şeyi dilemişsin. Onun himayesinde olan bir şeyi hatta onun olan bir şeyi. Sadece bu da değil. Denizler, ormanlar ya da gökyüzü bunlar sadece Baş Koruyucunun da değil, hepimizin. Bizim türümüzdeki herkesin olan bir şeyi sen sadece kendinin yapmışsın."
Sözleri hoşuma gitmezken
"Ben hiç bir şeyi kendimin yapmadım. Ağzımdan çıkan basit bir cümleydi sadece. Gerçekleşmesine olanak bile vermedim. Başka bir şey dilesem olmaz mı? Daha basit bir şey." dedim.
Bu sözlerimle derin bir nefes alırken sanki çocuğuna alfabeyi öğreten bir baba edasıyla koltukta daha da öne geldi ve sabırla konuşmaya başladı.
"Şimdi beni iyi dinle Cia. Sagrado dileğini, diğer adıyla kutsal dileği sadece bir kere dilersin ve onu değiştiremez ya da ondan vazgeçemezsin. Bir kere dilendin mi geri dönüşü yoktur. Ağzından öylesine çıkmış bir dilek olsa bile. Yani sen iste ya da isteme onlar artık senin."
"İyide onlar benim olursa ne olur ki?" soru ağzımdan silah zoruyla alınmış gibi sessizce ve isteksizce çıkmıştı. Onda ise hiçbir etki yaratmamıştı. Tabi gözlerinde gördüğüm anlık mutluluk kırıntılarını saymazsak. Acaba bu durumda onu mutlu eden o yegane şey neydi? Benim gördüğüm tek şey felaketten ibaretti. Tekrar arkasına yaslanırken soruma cevap verdi.
"Hepsi senin kontrolüne geçer. Baş Koruyucu bu yüzden sana öğretmem gerektiğini söyledi."
Sözlerinin ardından dirseğini koltuğa yaslayıp destek alırken yanağını yumruğunun üstüne koydu. Sanki keyfi yerine gelmiş gibiydi. Bu hâline kaşlarım çatılırken
"Ne oldu?" diye sordum.
"Hiç, hiçbir şey olmadı."
Cevabı büyük bir inandırıcılıkla bana ulaştığında yüzünde anlık bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirdim.
Sessiz geçen bir kaç dakikanın ardından ayağa kalktı ve bana
"Uyandığın odada kalabilirsin. Nancy sana birkaç kıyafet getirmişti." dedikten hemen sonra evin içinde kayboldu. Sanırsam odasına gitmişti.
Bugün bu salonda olanları anında kafamdan atarken sonunda yalnız kalabilme sevinciyle hızla uyandığım odaya girdim. Yatağın üzerinde gördüğüm kıyafetler ile kendimi acayip pis hissetmiştim. İçinden bana göre bir tişört ve şort seçtikten sonra odadaki banyoya yöneldim. Yaklaşık 10 dakika sonra tamamen temizlenmiş ve rahatlamış bir şekilde banyodan çıktığımda başımdan savdığım sorular yeniden gün yüzüne vurmuştu.
Yatağa uzandığımda aklımda yapmak için savaş verdiğim plan vardı ama içimden bir ses bekle diyordu. Bekle ve dileğin gerçekleştiğinde neler olacak izle. Bekle ve merakını gider. Bekle ve sende olmadığını sandığın o duygular seni bulacak mı gör. Diğer yanımsa hayatın boyunca kendine söylediğin şeyden vazgeçme diyordu. Kafam acayip karışmıştı ama bildiğim bir şey vardı. O gün bugün değildi. Önce öğrenmem gereken şeyler, kendime kanıtlamam gereken gerçekler vardı.
Düşünmekten yorgun düşen bedenim artık uyu diye bağırmaya başladığında yorganın içine girdim. Tam o sırada kapı çaldı ve Ezekiel'in
"Müsait misin?" diyen sesi odada yankılandı.
"Evet." demekle yetindim. Acaba yine niye gelmişti?
Kapıyı açıp içeri girdiğinde elinde gördüğüm yastık ve battaniye ile kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Bir saniye bile bana bakmazken elindeki yastığı yatağın yanındaki koltuğa koydu ve battaniyeyi de üstüne alıp uzandı. Konuşabildiğimde dediğim ilk şey
"Ne yapıyorsun sen?" oldu. Gözleri bana dönerken
"Seni bütün bir gece burada yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde." diye açıkladı.
"Saçmalama istersen." demekten alıkoyamadım kendimi. Bu adam delirmiş olmalıydı. Sırf kendimi öldürme potansiyelim var diye bütün gün başımda bakıcılık yaptığı yetmezmiş gibi birde gece yanımda yatmayı mı planlamıştı? Ve ben o zaman emin oldum ki Ezekiel kendisine verilen işi ne olursa olsun çok ciddiye alıyordu.
"Saçmalamıyorum Cia. Kendini öldürmeyeceğine emin olana kadar böyle. Alışsan ya da kendini öldürmekten vazgeçersen iyi edersin. Bu arada ikinci seçeneği tavsiye ederim."
Benimle dalgasını geçtikten hemen sonra arkasını döndü ve uyumaya başladı. Bu adam 2 güne kalmaz beni delirtirdi. Tabi önce ben onu delirtmezsem. Cevap vermeye tenezzül etme hatasına girmeden sırtımı döndüm ve ona söverek uyumaya başladım.
Sabah uyanmama sebep olan şeyse bir alarm, bir ses ya da başka bir şey olamamıştı. Ezekiel sağ olsun çok sarsıntılı bir uyanma yaşamıştım. Neden mi? Çünkü buranın belası Baş Koruyucu denen adam Seth Owen sabahın köründe muhafızları ile haber vermiş ve acilen bizi yanına çağırmıştı. Sabah sabah zorun neydi be adam?
Şimdi ise somurtmuş bir şekilde artık öğrenmeye başladığım yollarda Ezekiel'in yanında ilerliyordum. Baş Koruyucunun yanına vardığımızda sadece bizim olduğumuzu gördüğümde bu adamın bize bir garezi olduğunu düşünmeye başlamıştım. Kendimi bir şey dememek için zorlarken ne güzel ki buna çok gerek kalmadan konuşmaya başladı.
"Kıyıda, denizlerde ve yüksek kesimlerde olan afetlerin nedeni bulunamamış. Orman Koruyucuları'nda ise isyan çıkmış. Bu yüzden sizi yeryüzüne göndermek zorundayım. Ezekiel, 2 saat içinde ekibini topla ve yola koyulun. İsyanı olabildiğince çabuk ve kökten halledin. Patricia da sizinle gelecek. Aramızda yeryüzünü en iyi bilen kişi o. Saat tam 10.00'da yola koyulmuş olun. Hem Afuera'dan hemde Parte İnterna'dan görevliler al. Şimdi gidebilirsiniz."
Ben şaşkınlıktan hareket edemezken Ezekiel sanki buna alışıkmış gibi hiçbir tepki göstermeden benide yanında çekiştirerek yola koyuldu.
Hızla evine doğru giderken kolundaki metal bileklikten bir şeyler yaptı ve konuşmaya başladı.
"Alvaro 2 saat içinde hazır olun. Saat 10'da yeryüzüne gidiyoruz, ayrıntıları yolda anlatırım. Nancy, Keith, Darwin, Leroy, Lenora ve Karen'e haber ver. Nancy'e söyle yanına Patricia içinde bir şeyler alsın. Saat tam 10.00'da Acantilado'da olsunlar.
Ezekiel sanki bir komutanmış gibi Alvaro'ya emirler yağdırırken bileklikten net bir şekilde tek bir söz duyuldu.
"Tamam." Bu Alvaro'ydu. Sanırım bu bileklik buradaki telefon işlevi görüyordu. Bana sorsalar bu daha havalıydı. Birkaç dakika içinde şaşkınlığımdan tamamen kurtulurken Ezekiel'in bana yandan bir bakış attığını gördüm.
"Yeryüzüne indiğimiz için mutlu görünüyorsun Cia."
Mutlu değildim. Sadece bana sağladığı avantajın farkındaydım ve bunu dile getirmekten de çekinmedim.
"Eh, orada avantaj benim elimde. Sonuç olarak benim bölgeme gidiyoruz. Hazır olsan iyi edersin Osborne. Çünkü ne de olsa orada senden 1-0 öndeyim.
Bölüm Sonu