Hayatım boyunca ne hissettiğimi bilmeden yaşamıştım ben. Hiç bir duygu tamamen sarmamıştı benliğimi. Hiç bir zaman kahkaha atmamıştım mesela. Bırak hıçkırarak ağlamayı tek damla göz yaşı akıtmamıştı gözlerim. Sırf bu yüzden yıllar boyunca ruhsuz olduğumu düşünmüştüm. Duygu denen şeylerin bende zerresinin olmadığını.
Şimdi oturmuştum bilmediğim bir evin, bilmediğim bir kişinin odasındaki camın önüne, çekmiştim bacaklarımı kendime saatler öncesini düşünüyordum. Önce saçma şeyler duymuştum hiç tanımadığım bir adamın ağzından sonrada bir insan olmadığımı. Sanki bir arafta gibiydim. İnanmakla inanmamak arasında sıkışıp kalmış gibi. İnanmaktan başka çarem var mıydı henüz onu bile bilmiyordum oysa. Bunların bir kamera şakası olma ihtimali var mıydı, diye düşünmek isterdim mesela ama benim hayatımda bana şaka yapabilecek tek bir kişi bile yoktu.
Hiçbir şeyin benim için bir önemi olmayan bu dünyada hayat bana bile bu kadar acımasız oyunlar oynayabiliyordu demek ki. Saatler önce öğrendiğim şeylerden sonra tek hissetiğim şey şaşkınlıktı. Böyle bir dünya olması ve benimde onlardan biri olduğumu ögrenmem beni sadece şaşırmıştı. O zaman anladım ki neresi olursa olsun ister yeryüzü ister gökyüzü benim ruhum yoktu. Duygular denen o şey bende yoktu. Hemde hiç biri. Bunların bende olmadığını bilmek bile hiçbir şey ifade etmiyordu benim için. İşte ben bu yüzden ölmeliydim. Hissiz bir dünyayı kim isterdi ki. Hayatı boyunca hiç mutlu olmamayı, hiç üzülmemeyi kim isterdi? Bende istemiyordum. Ve kimse beni istemediğim bir hayata zorlayamazdı. Zorlayamayacaklardı da.
Beynimdeki düşünceler bir bir değişirken duyduğum sesle hemen kapıya döndü bakışlarım. Ezekiel kafasını odadan içeriye uzatırken birkaç saniye sessizce bana baktıktan sonra
"Hadi gidiyoruz." dedi ve sözünün bitmesiyle gitmeye yeltenmesi bir oldu.
"Seninle geleceğimi de nereden çıkardın? '
Bakışları yavaş modda bana dönerken gözlerinin barındırdığı duyguyu anlayamıyordum. Sinirli miyli yoksa bıkkın mı? Şaşkın mıydı, korkuyor muydu? Gözlerindeki duyguyu büyük bir ustalıkla yok ediyordu ve ben onu çözmek için hiçbir şey yapamıyordum. Herkesin bir maskesi vardı bu hayatta. Duygularını ustalıkla gizleyebildiği bir maske. Sanırım onunki belirsizlikti... Ya da sadece kararlı bir yapıya sahipti.
"Unuttuysan diye diyorum yaptığın her şeyin bedelini benden soracaklar. O yüzden seni yanımdan ayırmaya pek niyetim yok Cia. Buna alışsan iyi olur. En azından öğrenene kadar."
Sinirlerim gerilirken içimde patlamak isteyen volkanı tutamadım,tutmadım ve hırsla bağırmaya başladım.
"Ne öğrenmesinden bahsediyorsun sen! Sadece birkaç saat önce tanışmış olduğum bir adamsın ve bana hayatımda bildiğim her şeyin yanlış olduğunu söylüyorsun. Bana verdiğin her cevap beynimi allak bullak ediyor. Sense bana bir şeyler öğretmekten bahsediyorsun. Sence ben bunu istiyor muyum? Önemi olmayan hayatımda bir şey daha öğrenmek istediğimi de nereden çıkardın?"
İçimdekileri bir bir yüzüne söylerken bu sefer o katı maskesini yüzünde tutamadı ve şaşkınlıkla bana bakmaya başladı. Kendine geldiğinde dediği tek şey
"Hiç kimsenin hayatı önemsiz değildir."cümlesiydi. Bu sefer şaşıran ben olurken sözüne devam etti.
"Eğer bu dünyaya geliyorsak bunun bir nedeni vardır. Bu neden önmeli olsun ya da olmasın eğer bu dünyaya geldiysek birilerinin hayatına ister istemez dokunuruz. Bu tanımadığımız biri olsa bile."
Kendimi burada bulduğumdan beri bu Ezekiel'den duyduğum en samimi cümleydi. Bir emir,soru ya da cevap değildi. Sadece basit bir cümleydi. Şaşkınlığım yerini eski ruhsuzluğuma bıraktığında gözlerimi ondan aldım ve cama tekrar çevirdim.
"Benimki değil."
Kısa cevabımın onu bıktırdığını hissederken odanın içine girdi ve birkaç adımda yanıma geldi.
"Biliyorum kabullenmesi zor ama yakında alışacağını hatta burayı seveceğine eminim. Sana kendi hayatın önemsiz geliyor olabilir ama bence bunların yaşanması,senin buraya gelmen hepimiz için büyük bir önem arz ediyor."
Dedikleriyle kaşlarım çatılırken istemsizce ona döndüm ve büyük bir merakla
"Sen bir şey mi biliyorsun?"diye sordum. Ben her mimiğinden bir anlam çıkarmaya çalışırken rahatca omuz silkti ve
"Sezgilerim güçlü diyelim."dedi.
Dediğine karşı göz devirmemek için kendimi zor tuttum ve tekrar camdan dışarıyı izlemeye başladım. Burası normal görünen ama normal kelimesinden çok uzak bir yerdi. Dibimdeki nefes alış verlişlerinin yüzüme çarpması bedenimi karıncalanmasını sağlarken başımda dikilmesine anlam veremiyordum. Baş Koruyucu yaptığım her şeyden onu sorumlu tutuyor olabilirdi ama bu benim umrumda değildi. Bulduğum ilk fırsatta plânlarıma geri dönmeyi düşünüyordum. Bunu dibimde duran Ezekiel'in bildiğinide biliyordum ve buna rağmen beni yalnız bırakmaması sinirimi bozuyordu.
Duyduğum zil sesi ile ister istemez gerilirken bakışlarım Ezekiel'i buldu. Bu zil sesini onunda beklemediği ap açık ortadaydı. Merak dolu bir şekilde Ezekiel'in kapıyı açmak için gitmesini bekledim . Ezekiel kapıyı açmaya giderken içimden bir ümit gelen kişinin Ezekiel'i de alıp gitmesini ve uzun bir süre getirmemesini istedim ama tabi ki de her zamanki gibi hayat bu isteğimide yerine getirmedi.
Ezekiel'in yüzündeki donuk bakışı hayal edebiliyordum. Adamın ya da kadının Ezekiel'e attığı bakışları da. Ezekiel'in taviz vermeyen sesiyle
"Ne var?" demesi kulaklarıma kadar ulaşırken merakla kapıdaki kişinin ne diyeceğini bekledim, neyseki bu merakım uzun sürmedi ve kapıdaki kişi konuşmaya başladı.
"Baş Koruyucu Ezekiel Osborne ve Patricia Black'i çağırıyor."
Sesinden erkek olduğunu anladığım kişi Ezekiel'in yanında benimde ismimi söylediğinde bütün planlarım yeniden alt üst oldu.
"Neden?"
Ezekiel aklımdan geçen soruyu adama yönelttiğinde hayıflanmak yerine yeniden konuşmayı dinlemeye başladım.
"Baş koruyucu bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor. Nedenlerini değil."
Gelen kişi benim bile sinirlerimi bozmayı başarırken Ezekiel'in derin soluklarını işitebiliyor, adama yumruk atmamak için kendini zor tuttuğunu hissedebiliyordum.
"Tamam geliyoruz."
Duyduğum cümleler beni iyice çileden çıkarırken kaçmak için bir kaç plan düşünmeye başladım ama ne yazık ki bir kaç saniye içinde sağlam bir fikir bulamadım.
Ezekiel zaten açık olan kapıdan gözlerini bana dikip
"Hazırlan gidiyoruz. Dolapta sana göre kıyafetler var." dedikten hemen sonra arkasını dönüp tahminimce üstünü değiştirmeye gitti. Ah birde emir veriyordu!
Dediklerinin bir gramını bile umursamayıp olduğum yerde parmağımı bile kıpırdatmadım. Bir kaç dakika sonra kapıma gelip beni aynı şekilde camın önünde görünce bıkkınca bir nefes verdi. Gözleri gözlerimi bulurken 'ne var' dercesine başımı salladım. Bu onu iyice çileden çıkarmış olmalı ki
"Sen beni duymuyorsun galiba. Kalk, hazırlan, gidiyoruz dedim." diye emir vermeye devam etti.
"Sence senin dediklerin benim umrumda mı? Seninle hatta bırak seni, hiç kimseyle hiç bir yere gitmiyorum. Yiyorsa götürsünler."
Tepkime karşılık 'biz seninle ne yapacağız der gibi bakarken ' bir kaç büyük adımda yanıma geldi.
"Ölümünün Baş Koruyucunun elinden olmasını mı istiyorsun?"
"Birinin elinden olsunda kimin elinden olduğu pek de umrumda değil."
Başını iki elinin arasına alıp sinirle ve biraz da hırsla inlerken onu çileden çıkardığıma emindim. Bu nedense fazlasıyla hoşuma gitmişti.
"Ölmeyi neden bu kadar çok istiyorsun?"
Sorduğu soru üstümde minik bir etki bile yaratmazken sakin bir şekilde cevap verdim.
"Yanlış soru."
"Asıl soru ölmeyi tercih edecek kadar neyi istemediğimdi."
Bakışları gözlerimi bulurken gözlerinde her zamanki donuk bakışlarının aksine garip bir ifade vardı. Sanki hiç çözülemeyen bir bilmeceymişim gibi bakıyordu bana.
"Farklı düşünüyorsun Cia. Çok farklı düşünüyorsun."
Gözlerimin derinliklerine bakarak kurduğu cümle çok garip hissetmemi, verdiği tepki ise şaşırmamı sağlamıştı.
"Ne demek istiyorsun?" dedim gerçek bir merakla. Çünkü kastettiği şeyi anlamamıştım.
"Diyorum ki normal biri ölümü istediği için bunu yapar ama sen Cia. Sen istemediğin bir şeyi yaşamamak için bunu yapıyorsun. Kesinlikle özgür ruhlu birisin ve tahminimce kısıtlanmayı da sevmiyorsun."
"Evet kısıtlanmayı sevemem ama bunun konumuzla ne alakası var?" dedim konudan uzaklaşmak istercesine. Bu konuşmayı sevmemiştim ve ilerlemesini de istemiyordum. Yaptığım şey işe yaramış olmalı ki
"Peki o zaman." dedi.
"Şimdi doğrulamak için tekrar söylüyorum. Sen gelmiyorum demiştin değil mi?"
"Evet tam olarak gelmiyorum demiştim." diye onayladım dediklerini.
"Gelmiyorsun?" tekrar sorar bir biçimde aynı şeyi söylediğinde bende tekrar aynı cevabı verdim.
"Gelmiyorum."
Başını yana çevirip derin bir nefes aldı, sonra da tekrar bana döndü. Sanırım sakin kalmaya çalışıyordu.
"İyi, bunu sen istedin."
Merakla ona bakarken bir yere kaçmama fırsat olmayacak kadar hızlı bir hareketle beni kucağına aldığında
"Ne yapıyorsun ya!" diye cırladım. Yüzü buruştuğunda biraz fazla bağırdığımı anlamıştım ama bu bağırmaya devam etmeme engel olmadı.
"Sus Cia. Kulağımı felç ettin" uyarısını umursamayıp kucağından inmeye çalışırken cırlamaya devam ettim.
"Manyak mısın be? Hemen indir beni! Gelmiyorum ya, gelmiyorum işte. İndir beni dedim sana! İNDİRSENE! Dağ ayısı... ya da gök ayısı mı desem? Yahu indirsene!"
Ben bağırarak bazende çığırarak beni indirmesini söylerken sözümü kesip kendi konuştu.
"Gelmiyorsun öyle mi? Sen bilirsin gelme. Ben götürürüm seni."
Dedikleriyle bu sefer çileden çıkan ben olurken
"Deli misin ya? Sanane benden, defol git başımdan." diye bağırmaya devam ettim.
Odanın kapısından çıkmasına ramak kala
"Niye seni dinleyeyim ki? Sonuçta sende beni dinlemiyorsun." dedi ve omuz silkmeyide ihmal etmedi. Lanet olsun haklıydı!
"Beni Baş Koruyucunun karşısına böyle çıkartamazsın herhalde. Bırak beni sen git ya."
Dış kapıya yaklaşırken dediklerimin hiç birini umursamadı ve tekrar omuz silkti.
"Ben çıkarım, benlik sıkıntı yok. Senlik varsa kucağımda gitmek yerine ayaklarını kullanmayı tercih edebilirsin Cia. Ha yerim çok rahat diyorsan orası ayrı tabi."
Vazgeçmeyeceğini anladığımda sinirle nefes aldım ve kapıdan çıkmasına izin vermeden
"Tamam, dur." diyerek durmasını sağladım. Bakışları yeniden beni bulurken yüzünde çarpık ve sinir bozucu bir gülümseme yer aldı.
"Birileri yürümeye karar verdi anlaşılan. "
Daha fazla benimle uğraşmasına izin vermemek adına sabırla
"İndir hadi." dedim. Beni ikiletmeyip yere indirdiğinde üstümü düzeltip el mecbur arkasından ilerlemeye başladım.
Dün geçtiğimiz yollardan geçerken istemeden de olsa buradaki mimariye yeniden hayran kaldım. Dünün aksine büyük bir sakinlikle geçtiğimiz yollar gayet normal görünüyordu ama hafifte bir telaş var gibiydi. Ezekiel dün içeri girerken gösterdiği demir üçgen parçayı yeniden gösterdiğinde kapılar hızla açıldı. Acaba o üçgen parça tam olarak ne işe yarıyordu? Baş Koruyucunun yanına çıkarken kendimi bir dejavunun içinde gibi hissediyordum. Tek fark - saçma da olsa- sorularımın cevabını almamdı.
Baş Koruyucunun karşısına çıktığımızda bu sefer ayakta durmak yerine tahtında oturuyordu. Tabi ona ne deniyordu bilmiyorum ama tahttı işte. Bir elinde sarımtırak bir kağıt diğerinde ise ince uzun beyaz renkli bir kalem vardı. Ben dikkatinin elindeki kâğıtta olduğunu düşünürken beni şaşırtarak
"Anlattın mı?" diye sordu. Ezekiel'in herhalinden bu adamdan hoşlanmadığı belli oluyordu. Tabi Baş Koruyucunun da Ezekiel'den. Onunla her konuştuğunda gözlerinde iğneleyici bir bakış, sözlerinde ise küçümserlik vardı. Bunun nedenini anlayamamıştım. Ezekiel pekte küçümsenecek birinde benzemiyordu. Beni yanından ayırmadığına bakılırsa görevlerini de fazlasıyla önemsiyordu. Her zaman ciddi ve her şeye hazırlıklı bir yapısı var gibiydi. Şahsen benim böyle bir adamım olsa küçümsemez gurur duyardım.
"Evet efendim."
Ben kendi düşüncelerime odaklanmışken Ezekiel'in sözleri beni bu düşüncelerden alıkoymaya yetmişi. Sanırsam konu yine bendim.
"Güzel, bugünde ne yapması gerektiğini ona öğret. Kontrolü sağlamayı öğrene dek bu görevi ona veremeyiz."
Dedikleri Ezekiel'in kaşlarının çatılmasına sebep olurken irkilmeden edemedim.
"Bana bunun hakkında bilgi verilmedi efendim."
Ezekiel sözünü bitirdiğine bu sefer çatılan kaşlar Baş Koruyucununkiler olmuştu. Bense hiçbir şey anlamadan yapabileceğim tek şeyi yapıp onları dinliyordum.
"Ne dilediği hakkında sana bilgi verilmedi mi Osborne?"
"Hayır efendim, bana sadece durumu açıklamam söylendi."
Dilek sözcüğünün konuşma arasında geçmesi kanımı dondurmaya yeterken bunun gerçekleşmesine olanak bile vermiyordum. Böyle bir dilek gerçekleşemezdi herhalde.
Baş Koruyucunun bakışları direk beni bulurken gözlerinde bir an küçük bir şaşkınlık gördüm. Gözlerinde gördüğüm şaşkınlık beni bile şaşırtırken nedenini merak etmeden duramadım. Bana böyle bakmasının sebebi ne olabilirdi ki? Gözleriyle beni süzmeye devam etmesi daha çok rahatsız olmamı sağlarken yerimde kıpırdamadan edemedim.
Bir kaç dakika daha garip bir ifadeyle bana bakarken gözlerini benden çektiğinde istemsizce derin bir nefes alıp rahatladım ve tekar hiçbir şeyini anlamadığım konuşmayı dinlemeye odaklandım.
"Önce yönetim birimine gidin. Alvaro bir sıkıntı çıktığını söylemişti. Sonrada kız sana ne dilediğini kendi ağzıyla anlatır. Ne yapman gerektiğini anlayabilirsin umarım."
"Peki efendim."
Ezekiel Baş Koruyucunun son dediklerine kulak asmazken kısa bir baş selamı verdi ve geldiğimiz gibi geri döndük.
Hiç bir şey demeden yönetim birimine yöneldiğinde aklıma gelen fikirle yanına gidip konuşmaya başladım.
"Sen yönetim birimine gitsen bende seni şu senin değişik evinde bekleyip dileği öyle anlatsam. Ha ne dersin? Hem ayak bağıda olmam sana, orda işin gücün varken benimle de uğraşmazsın. Bence güzel fikir."
Ben bir umut fikrimi onaylamasını beklerken onun dediği tek şey
"Güzel deneme ama bu çaban işe yaramayacak Cia. Kendine zarar vermeyeceğini ya da başına iş açmayacağını garantileyene kadar yalnız kalmayı unut." oldu.
Dediği şeyle olduğum yere sinerken içimden 'sen görürsün' demeden edemedim. Bir kaç dakika içinde yönetim birimine vardığımızda suratım sirke satıyordu ama bende haklıydım şimdi.
Bizi gören Nancy dibimizde biterken saniyeler sonra da Alvaro yanımızda belirmişti. Nancy'nin neşeli sesiyle
"Hoş geldiniz." demesine Ezekiel kısa bir baş hareketiyle karşılık verdi. Şuan bütün dikkati Alvaro'nun üstünde gibiydi.
"Yönetim biriminde bir sıkıntı olduğunu söylemişti Baş Koruyucu, konu ne?"
"Yeryüzünde her şey birbirine girdi. Tam bir günde 4 tsunami, 5 deprem , 3 yanardağ patlaması ve tam 2 tane sel gerçekleşti. Koruyucular ya görevini yapmıyor ya da gerçekten büyük bir sorunumuz var."
Ezekiel bir kaç dakika ne diyeceğini bilemez halde düşünürken bizde ona kararı için gerekli süreyi tanımak mecburiyetinde kalmıştık. Çok ciddi şeyler olduğu belliydi ve sanırım bu sorunun düzeltilmesi Ezekiel'in ağzından çıkacak kelimelere bağlıydı. Önemli bir mevki sahibiydi büyük ihtimalle.
"Deniz, orman ve ateş koruyucularıyla iletişime geçin. Önce bunların sebebi onlar mı öğrenmemiz gerek. Sonra ona göre karar veririz."
Alvaro onu başıyla onaylarken Ezekiel göz ucuyla bana baktı. Bir şeylere karar vermeye çalışıyormuş gibi gözüküyordu. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi ani bir hareketle Nancy'e döndü ve
"Cia'nın yanından ayrılma. Başına bir iş gelirse senden bilirim." deyip ilerlemeye başladı. Dediklerini bir fırsat olarak kullanıp
" Bence gerek yok. Herkesin işi gücü var sonuçta. Ben takılırım buralarda." diye bir fikir sundum. Bu fikir onun sadece gülmesine sebep oldu ve anlamlandıramadığım bir keyifle bana döndü.
"Gün içinde ikinci bir iyi deneme ama yemezler Cia. İlk fırsatta kendini öldüreceğini biliyorum."
Sinirlerime hakim olamazken kendimi kontrol edemeyip
"Ben seni öldüreceğim şimdi." diye bağırdım.
Dediğimle Ezekiel'in gözleri yerinden çıkacakmış gibi kocaman olurken Nancy ve Alvaro'nun da bana aynı şaşkınlıkla baktığını gördüm. Hepsi donmuş bir şekilde bana bakarken ilk konuşan Nancy oldu.
"Yaratıcı aşkına! Kimsenin Ezekiel'e bırak bağırmasını, dik dik baktığına bile şahit olmamıştım. Bu kızı kesinlikle sevdim. Sen merak etme dostum, yanından ayrılmak istediğimi pek sanmıyorum zaten."
Nancy'nin son sözleriyle gözlerimi devirirken Ezekiel ve Alvaro'da yavaş yavaş kendine geliyor gibi görünüyordu. Alvaro tek kelime etmezken Ezekiel bana yandan bir bakış attı ve Nancy'e bir kez daha
"Yanından ayrılma." dedikten sonra Alvaro'yu da alıp gitti.
Ben planımın işe yaramamasının verdiği mutsuzluk ile somurturken Nancy bu halimi umursamayıp neşeli bir şekilde konuşmaya başladı. Bu kız hep neşeli miydi?
"Eee nasılsın bakalım? Ezekiel sana her şeyi anlattı mı? Ne düşünüyorsun?"
Ardarda sorduğu sorular beynimin karışmasını sağlasa da hepsine cevap vermeye çalıştım.
"Evet anlattı. Burası hakkında ne mi düşünüyorum? Her şeyin çok saçma ve garip olduğunu. Nasıl olduğuma gelirsek hiç bir fikrim yok ama hala sinirliyim."
"Ama neden öyle diyorsun ki? Alışsan seversin bence."
"Üzgünüm ama alışmayı düşünmüyorum Nancy."
Dediklerim neşesini söndürürken bir an pişman oldum ama sonra umursamamayı tercih ettim. Benim sorunum değildi sonuçta. Bir kaç saniye sonra eskisi kadar olmasada neşesini geri kazandı ve tekrar konuşmaya başladı.
"Bunları sonra düşünürüz. Ne yapalım? Sana burası hakkında bilgi vereyim istersen."
Cevap olarak sadece omuz silkmem ile konuşmasına devam etti.
"Yönetim birimi Obra Maestra'nın beyni diyebiliriz. Bu arada Obra Maestra buranın ismi. Şaheser demek ve bence bu ismi vermekte gayet haklılar. Çünkü gerçekten bir şaheser gibi. Neyse gelelim yönetim birimine. Yönetim birimi Afuera ve Parte İnterna olarak iki kısma ayrılır. Afuera bizim dışımızdaki koruyucuları kontrol eden, uyaran, bilgilendiren ve onlarla iletişim kuran birim. Parte İnterna ise kendi içimizdeki sorunlarla ilgilenen birimin ismi. Birimlerde kendi aralarında ayrılıyor ama şimdi onları anlatıp da kafanı karıştırmayayım. Zamanla öğrenirsin zaten."
İlk defa duyduğum kelimeler karşısında hiç bir tepki veremezken sırf sıkıldığım için
"Siz hangi birimdesiniz?" diye sordum. Soruma sevinçle ve büyük bir neşeyle cevap verdiğinde onun bu hâline şaşırmadan edemedim.
"Alvaro, ben ve Ezekiel Afuera'danız ama Parte İnterna'dan da yakın bir kaç arkadaşımız var. Bir ara tanıştırırım seni."
"Gerek yok."
Cevabım ne kadar olumsuz olsa da o bunu çokta takmışa benzemiyordu. Neşesini ve istifini bozmadan konuşmasına devam etti.
"Var var. Bir ara beraber bir şeyler yapalım. Kaynaşırız hem."
Dinlemeyeceğini bildiğim için cevap vermeye bile tenezzül etmedim. Benim acilen yalnız kalmak için bir plan bulmam gerkekti. Bu gidişle bir 10 sene daha yaşarmışım gibi gözüküyordu. İçimden söylenmeye devam ettiğim sırada Ezekiel ve Alvaro işlerini bitirmiş olmalılar ki yanımıza geldiler. Ezekiel bir bana bir de gülen Nancy'e bakarken
"Seni sinirden delirtmedi umarım." dedi. Gözlerimi devirirken
"Ha ha, çok komik!" diye tersledim onu. Benden sonra Nancy söze girdi.
"Yoo, sinirlendiğim falan yok. Niye öyle dedin ki?"
"A-aa! Çok şaşkınım şuan. Birilerini sinir etmeden de durabiliyormuş demek ki."
Ezekiel'in dalga geçen sesi iyice sinirlerimi bozarken
"Adamına göre muammele yapıyorsam demek ki." diyerek cevap verdim.
Bir kez daha kimsenin konuşmadığı bir bakışmaya girerken gözlerim gözlerine meydan okuyordu. Yüzünde oluşan küçük gülümsemeden meydan okumamı kabul ettiğini anlarken içimden bir ses bunun sonunun hiç de planladığım gibi olmayacağını söylüyordu.