Üzerimde beyaz bir gelinlik. Öyle kabarık etek falan değil, sade ve şık bir mini gelinlik. Uraz'la dans etmeyi seviyoruz çünkü; o yüzden uzun eteklerle uğraşmak istemedim. Gelinliğim kar beyaz, ama bir o kadar da özgür hissettiren bir sadelikle üzerimde. Duvağım incecik tüllerden yapılmış ve hafif bir rüzgârla arkamda nazikçe uçuşuyor.
Etrafımıza bakıyorum, kimse yok. Sanki dünya sadece ikimizden ibaretmiş gibi. Sessizlikte sadece kalbimin heyecanlı ritmini duyabiliyorum. Uraz, birkaç adım ötemde, bana bakıyor. O bakış... Her zamanki gibi içimi eriten, dünyayı unutturan o bakışı. Gözlerindeki sevgi o kadar yoğun ki, içinde kaybolmamak mümkün değil. Hafifçe gülümsüyor ve o gülümsemeyle içimdeki tüm endişeleri, geçmişte kalan tüm korkuları siliyor.
Yavaş adımlarla ona doğru yürüyorum. Ayağımda yüksek topuklu beyaz ayakkabılar var, ama onun yanına vardığımda bile Uraz benden daha uzun. Bu, onu olduğundan da daha güçlü ve koruyucu gösteriyor. Ellerini uzatıyor. Hiç tereddüt etmeden uzanıp ellerini tutuyorum.
Ellerimizin birleştiği anda, bir sıcaklık yayılıyor içime. Uraz'ın elleri her zaman sıcak olur; hep güven verir, hep huzur verir. Gözlerimi onunkilere dikiyorum. O an, sanki dünya duruyor. Ne geçmiş, ne gelecek, sadece bu an var. Sadece biz varız.
"Seni seviyorum sevgilim," diyor. Sesi yumuşacık, ama bir o kadar da kararlı. Bu kelimeleri söylemesine gerek bile olmadığını biliyorum. Zaten her bakışında, her hareketinde, her nefes alışında bunu hissettiriyor bana. Ama bugün özel bir gün. Ve bu kelimelerin büyüsü, bugün her zamankinden daha güçlü. Normalde hiç söylemeyiz. Gerek duymayız.
"Seni seviyorum canım." diye cevaplıyorum. Sesim titriyor, ama bu heyecandan. Sözcükler dudaklarımdan dökülürken, hissettiklerimi ifade etmeye yetmediğini biliyorum. Uraz’ a olan sevgim o kadar büyük ki, kelimelere sığmıyor. Bütün kelimeler sığ bu aşkın yanında.
Aramızdaki bağ kelimelerin ötesinde. Bugün sadece bir kutlama değil; bugün birbirimize verdiğimiz sözün, bir ömrü birlikte geçirme arzumuzun simgesi. Birlikte dans etmeyi sevdiğimiz gibi, birlikte yaşamayı da seveceğimizi biliyoruz. Çünkü bu bir ömürlük dans ve biz her adımı birlikte atmaya hazırız.
İleride bir masa var. İncecik bir zarafetle yerleştirilmiş, bembeyaz bir masa. Saflığı ve temizliğiyle göz alıyor, ama üzerindeki kan kırmızı güller, masanın tamamına bir ruh, bir anlam katmış. Güller, sanki bizim hikâyemizi anlatıyor; hem zarif hem de tutkulu.
O sırada nereden geldiğini anlamadığım bir ses duyuyorum.
" Kız bakire çıkarsa paranı veririm. Fazlasıyla. "
Sonra ses yok oluyor. Uraz elimi tutuyor, sıcaklığı avuçlarımda hissediyorum. Parmaklarımız birbirine kenetlenmiş, sanki hayatlarımız gibi, sanki asla çözülmeyecek bir düğüm gibi. Bana bakıyor, gözleri hep o aynı derinlikle dolu. Onun yanında olmak, bu anı yaşamak, dünyanın en güzel hediyesi gibi geliyor.
Masaya doğru yavaş adımlarla yürüyoruz. Adımlarımızda bir ritim var, bir uyum. Her şey o kadar doğal ve huzurlu ki, bir an için zamanı unutuyorum. Rüzgarın hafifçe esip duvağımı uçurmasına, güllerin zarif yapraklarını nazikçe okşamasına bakıyorum.
Masaya yaklaştıkça, üzerindeki güllerin kokusu etrafı sarıyor. Bir an durup derin bir nefes alıyorum; o koku, o an, hayatın en güzel anı gibi hissettiriyor. Uraz başını hafifçe eğip bana bakıyor, gülümsüyor. "Hazır mısın?" diyor, ama bu sadece bir sorudan ibaret değil. Sesi öylesine nazik ve sevgi dolu ki, bu sorunun cevabı bende hep hazırmış gibi geliyor.
"Her zaman," diyorum hafifçe.
Masaya vardığımızda Uraz elimi bırakmıyor. Elleri hala avuçlarımın arasında, bana güç veriyor. Güllere bakıyorum, sonra gözlerimi Uraz ’a çeviriyorum. "Bu bizim hikayemiz." diyorum içimden. Saflık ve tutku, masanın bembeyaz örtüsü ve kan kırmızı güllerde hayat bulmuş. Ve o an, her şey tam ve eksiksiz.
Bir acı hissediyorum. Ne oldu? Gülün dikeni batmış olabilir. Güle uzanmıştım herhalde. Ağlamaya başlıyorum. Mutluluk gözyaşları herhalde.
" Nikah memuru nerede?" diye soruyorum. Uraz gülümsüyor.
" Burası bizim dünyamız Yasemin. Burada ikimizden başka kimseye gerek yok. Acı artıyor, artıyor, artıyor. Ama ben Uraz' a gülümsüyorum.
Sonra bir ses daha geliyor.
" Verdiğim paraya değdi. " Ne parası bilmiyorum. Kimin sesi bilmiyorum.
Gözlerimi aralamaya çalışıyorum ama her şey bulanık. Başımda bir ağırlık, vücudumda tanıdık olmayan bir halsizlik var. Nefes alıp verirken bile zorlanıyorum. Odayı inceledikçe fark ediyorum; burası tanımadığım bir yer. Duvarlar açık bir gri, pencerelerden dışarısı görünmüyor. Perdeler koyu ve sıkı sıkıya kapalı. Hiçbir şey bana tanıdık gelmiyor. Gündüz mü gece mi belli değil.
Buraya nasıl geldim? Burası neresi?
Aklımı zorlamaya çalışıyorum ama hatırlayamıyorum. Hafızamın bir kısmı karanlık bir perdeyle örtülmüş gibi. Derin bir nefes alıp düşünmeye başlıyorum. Son hatırladığım şey... Uraz. Beyaz bir gelinlik. Gülümsüyordu bana. Ellerini tutuyordum. Evet, evleniyorduk.
Ama sonra? Ondan öncesi? Hiçbir şey yok. Kafamın içinde bir boşluk var. Nasıl olmaz? Daha fazla zorlamaya çalışıyorum. Hafızamın derinliklerinden başka bir görüntü çıkıyor.
Bir araba. Siyah bir araba. Yanımda iki adam oturuyor. Şoför dikkatlice yola bakıyor. Adamlar bir şeyler konuşuyor. Kulağıma gelen tek kelimeler: babam, borç. Midem bulanıyor, bağırmak istiyorum ama sesim çıkmıyor. Kolumda bir ağrı hissediyorum. Bir iğne. Acısı hala taze gibi. Gözlerim kararıyor.
Sonrası yok.
Bu odada uyanmadan önceki hiçbir şey yok. Sanki hayatımın büyük bir parçası benden çalınmış gibi hissediyorum. Sadece bir görüntü. Uraz. Ama o askerdeydi. Nasıl olur? Nasıl evlendik biz? En son bir hafta yok muydu reşit olmama?
Hayal miydi?
Ama hayalse neden bu kadar gerçek duruyordu? Uraz ’ın gülümsemesi, ellerinin sıcaklığı, o masa... Her şey hayal olamayacak kadar canlıydı. Ya da belki zihin oyunları. Gerçeği hayalden nasıl ayırt edeceğim?
Başımı çevirdiğimde odada başka kimse olmadığını fark ediyorum. Boğazım kuruyor, yutkunmaya çalışıyorum ama zorlanıyorum. İçimde hem korku hem de çaresizlik var. Ayağa kalkmaya çalışıyorum ama bedenim beni dinlemiyor. Sanki bu odada sadece zihnim uyanık, bedenim değil.
Buraya nasıl geldim? Beni buraya kim getirdi?
Babam. Borç. Siyah araba. Ve Uraz. Bu parçaları nasıl birleştireceğim? Yoksa çok geç mi?
Kapının gıcırtıyla açıldığını duyduğumda, vücudum istemsizce irkildi. Gözlerim hala net görmüyor, ama içeri giren kadını hemen tanıdım. O kadın... Daha önce tartıştığım kadın. Yüzüma bakışındaki kibir ve soğukluk, hafızamın derinliklerinde yankılanıyor. "Ne işi var onun burada?" diye düşünürken arkasındaki iki adam dikkatimi çekti.
Adamların biri kadının arkasında sessizce beklerken, diğeri bana doğru yürümeye başladı. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Kaçmak istedim. Yerimden kalkıp kapıya doğru koşmak. Ama bacaklarım hareket etmiyor. Vücudumun kontrolü elimde değil. İçimdeki korku daha da büyüdü.
Kadın, arkasında duran adama doğru hafifçe dönerek konuştu:
"Daha yeni açıldı paketi. Tazecik. Henüz 17' sinde."
Paketi mi? Midem bulandı. Kadının bu sözleri içimdeki her şeyin donmasına sebep oldu. Kendimi bir nesne gibi hissetti. Kadının gözlerindeki soğuk parıltı ve dudaklarındaki küçümseyici gülümseme midemi daha da bulandırdı.
"Bu bir kabus olmalı." diye düşünmeye çalıştım. Uyanmak istiyordum. Ama ne yaparsam yapayım, bu gerçekti. Kadının sesi tekrar odada yankılandı:
"Alışacak. Öncekiler de alıştı. Kaç gün sürer ki? İğnesini yap, biraz uysallaşsın."
Bu sözler duyduğum her şeyden daha ürkütücüydü. Kaç gün? İğne? Kadının arkasındaki adama tekrar baktım. Yüzünde ifadesiz bir soğukluk vardı. Ellerinde bir çanta tutuyordu. İçinde ne olduğunu bilmek istemiyordum.
Diğer adam yanıma kadar gelmişti. Koluma doğru uzandığında çığlık atmak istedim ama sesim çıkmadı. Çaresizlik bedenimi ele geçirirken, gözlerimi sıkıca kapattım. Buradan kurtulmam lazım. Bir yolunu bulmam lazım. Ama nasıl?
Yeniden o keskin iğne acısını hissettim. Zihnimde yayılan uyuşukluk, sanki her şeyi silip süpürmek için bedenime doğru akıyordu. Gözlerim kapanmaya başladığında, bir kez daha Uraz’ ın yüzü belirdi zihnimde. O tanıdık gülümsemesi, derin ve güven dolu bakışlarıyla bana doğru yaklaşıyordu. Bu kez üzerimde bembeyaz bir elbise vardı. Hafifti, sanki rüzgarla dans eden bir kuş tüyü gibi uçuşuyordu etekleri.
Uraz bana hep elini uzatırdı. Şimdi de öyle yapıyordu. Gözleri gözlerimdeyken elini uzattı. Parmaklarımı onun avucuna bırakırken, içimde bir sıcaklık hissettim. Ama bu sıcaklığın gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı olduğunu anlayamıyordum.
Tam o anda arkadan bir ses işittim. Soğuk, alaycı bir ton:
"Elbette sana özel. Daha ikinci kişisin. Kıymetini bil."
Bedenim ürperdi. Ses o kadar gerçekti ki, anın büyüsü bir an için kırıldı. Gözlerimi Uraz ’dan ayırıp etrafıma bakmak istedim, ama başımı çeviremiyordum. Bu sahne, bu an, bir tiyatro sahnesi gibi tasarlanmış gibiydi. Her şey çok kusursuzdu. Fazla kusursuz.
Uraz, sanki hiçbir şey duymamış gibi gülümsüyordu.
"Beni bırakma." dedi usulca. Ben de gülümsedim, ama o sözler kafamın içinde yankılanıyordu: "Daha ikinci kişisin." Bu ne demekti? İkinci kişi kimdi? Ve birinci kimdi?
Elimi tutan Uraz’ a bakarken içimde bir boşluk büyüyordu. Beyaz elbisemin uçuştuğunu hissettim. Uraz ’ın elini sıkıca kavradım. Beni bu kabustan çıkarmasını istiyordum, ama o sadece gülümsemeye devam ediyordu.
Uraz’ ın elini tutuyorum. Beyaz elbisem uçuşuyor. Bir yandan da, bir şairin dizeleri aklıma geliyor: "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler." Ne demek istemişti şair? Beyaz, her şeyin en safı, en temiziydi, değil mi? Ama o da kirlenmişti. Beyaz bile artık kirleniyordu. Bütün renkler, bütün hayatlar, bir şekilde kirlenecekti. Beyaz bile. Bu masumiyetin, saf olanın artık korunamayacağını anlatan bir sızıydı. Uraz ’ın elini tuttukça, bu düşünceler içimi sarıyordu. Uraz ’ın ellerinde, beyaz elbisemde bir umut varmış gibi hissediyorum. Ama... her şey bir hayal mi?
Bir şairin dizeleri zihnime dolandı o anda, sanki bilinçaltımdan kopup gelmiş gibi.
"Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler."
Bu beyaz elbise... Bu saf görünen an... Her şeyin ardında bir kir vardı. Bir çürüme. Ve ben bunun farkındaydım. Ama ellerim hala Uraz’ ın ellerindeydi, ve başka hiçbir şeyi düşünemiyordum. Bazı sesler geliyordu arada.
" Kızı parçalamışsın resmen. Neyse senden kıymetli değil. Ama ödemesi ona göre olacak. "
Uraz' ın ellerine dönüyorum. Uraz yine " Beni bırakma. " diyor. Onu bırakmam ki ben. Bırakamam. Neden sürekli bunu söylüyor? Neden araya yabancı sesler karışıyor? Ben Uraz' ın yanında kalmak istiyorum. Hep onun yanında. Uraz bana gülümsüyor. Yine ses.
" Ölüyor mu lan kız?"