Milan okuldan eve gelmişti. o hizmetli amcanın dedikleri aklını kurcalıyordu. aynı babası gibi konuşmuştu ihtiyar. lakin babası gibi haksız gelmiyordu ihtiyarın dedikleri. aslında son derece doğru idi ihtiyarın söylediği her şey. lakin aynı şeyleri babasının ağzından duyduğunda çok karamsar ve hiç bir doğruluk payı olmayan saçma sapan sözler gibi geliyordu. milan sonunda gelmişti eve. eve gelir gelmez gördüğü kişi ona kapıyı açan hizmetçi kızın güler yüzüydü. kapıyı açtığı gibi milan' a yönelip mutlu edici haberi verdi:
- babanız eve geldiler milan bey.
milan anlamamış bir surat ile hizmetçi kızın suratına baktı. ardından anladı. okula gitmeden önce sabah kalkıp kahvaltı yapmak üzere kalktığında babası prens ivan' ın evde olmadığını hatta dün gece eve hiç gelmediğini öğrenmişti. ardından dadısı bayan anna ona her şeyin yolunda olduğuna ve endişelenecek bir şey olmadığına dair teskin edici hal ve hareketlere girmiş idi lakin becerememiş idi. lakin milan ona söylemedikleri hatta onlarında tam olarak neler olduğunu anlamadıklarını anlamıştı. ve şimdi evden çıkıp okulda ki dersleri bitene kadar olan zaman da ne oldu ise artık babası eve gelmiş idi. acaba dadısına ne olduğunu sorsa ona gerçekleri anlatır mıydı. dadısının olan biten her şeyden haberinin olduğuna emindi. o evde olan olmayan veya olmakta olan her şeyden haberdardır çünkü bunu çok iyi biliyordu milan. lakin önemli olan onun her şeyi milana olduğu gibi anlatıp anlatmaması idi. ddı anna çoğu şeyi milana olduğu gibi anlatmaz daha çok küçük olduğu için onun bazı şeyleri bilmemesi gerektiğini düşünüyor olacaktı ki böyle düşünüyordu. lakin milan tüm bu uydurma şeyleri anlamadıklarını sanıyorlardı. milan hep yetişkinlerin rol yapmakta kötü olduğunu düşünürdü. lakin tüm bunlara inanmadığını onlara anlatmazdı.
Milan eve giriş yapmıştı. dadısı anna hemen onu kapıların birinden geçerek karşılamıştı. gülen yüzü ve iki yana açılmış kolları her şeyin yolunda olduğu anlamına geliyordu. yani bu da demek oluyordu ki olan biteni sonsuza dek milan' a anlatılmayacaktı. milan çok kötü günlerinden birini yaşamıştı ama okulda yaşadığı hiç bir şeyi dadısına anlatmamaya karar verdi. çünkü onlar kendisinden bir şeyler saklıyor ise o da kendilerinden bir şeyleri saklayacaktı elbet.
- karnının aç olduğunu düşünüyorum. dedi dadısı onun boyuna kadar eğilip suratına tatlı tatlı gülümseyerek.
Milan da hafiften gülümseyip başını evet anlamında salladı. ardından beraber mutfağa gittiler.
milan genelde öğle yemeğini kahvaltı yaptıkları büyük masada değil hizmetçilerin çalıştığı ve orada yemek yedikleri yerde yemeyi severdi. orada ki evin başka hiç bir yerinde olmayan curcuna hava onu kendisine getirir ve daha enerjik olmasını sağlardı. yine öyle de oldu. çalışanların yemek ydiği yuvarlak ama salondaki kahvaltı yapılan masa kadar büyük olmayan masaya oturdu ve şuan ocakta ısınmakta olan yemeğini bekledi. bu sıra da hizmetçi kızlardan biri anna dadıya heyecan ve de mutlulukla:
- milan beye amcası lebedev' in geleceğini söylediniz mi?
milan kulaklarına inanamıştı. amcası lebedev'i hayal meyal de olsa hatırlayamazdı çünkü onu en son gördüğünde çok küçüktü lakin evde ki herkes onu tanır çok sever ve geleceği günü iple çektiklerini söylerlerdi. anna dadı hizmetçi kızın sorusuna yanıt verdi:
- 2 dakika çenenizi tutamadınız değil mi ki ben söyleyeyim.
ardından milana taatlı tatlı heyecan duyarak döndü ve elini başına okşar gibi hareketlerde bulunarak:
- evet canım amcan bu hafta sonu gemi ile buraya gelmiş olacağına dair bir mektup yazmış baban prens ivan' a.
milan' ın ağzı açık kalmıştı mutluluktan. çünkü amcasını gerçekten çok merak ediyordu. çünkü küçüklüğünden beri herkes ona ondan bahseder ve geleceği günü özlem ile beklerdi. çok eğlenceli bir insan olduğu herkesçe kabul edilmiş idi. onun yanında bır de yakışıklı olması da yanlışıkla genç kızların ağzından çıkıveriyordu bazen. bunu fark eden anna hemen onlara kızdığını belli eden bir kaç şeyi söylerlerdi ve kızlarda utanıp hemen dağılırlardı. milan bu görüntüleri izlerken çok eğlenirdi. ardından dadısı ona tekrar tatlı tatlı gülümseyip eskileri yad eder gibi uzaklara dalar ardından onu çok özlediğini ve onun elinde büyüdüğüne dair bir kaç cümle sarf ederdi. milan dadısının lebedeve karşı anne şevkati ve özlemi duyduğunu bilirdi. lakin kendisinin anlayamadığı bir şey vardı ki o da lebedev amcası babası ile kardeş olupta nasıl bu kadar ayrı insanlar olabildiğidir. çünkü anlatıldığı üzere iki kardeş olabildiğine farklı olmasına rağmen ikisi arasında su sızmazmış. hatta hizmetçi kızlardan biri milan' a bir keresinde amcası lebedev' in babasını güldürdüğüne yemin bile etmişti. milan bu sözlerin arasında amcasını çok daha fazla merak ediyordu. kendisine inanılmaz bir sevgi ve saygı duyuyordu daha onu görmeden. acaba kendisi de. . . sonra aklına korkunç bir ihtimal geldi. ya amcası lebedev onu aynı babası gibi sevmez ise. nitekim bu gerçek oladabilir. çünkü babası ile kardeş ve ortak bi özellikleri illa ki olmalı. bu endişesi aklından geçtiğinden beri suratı göz ile görülür bir şekil de düşmüştü. daha az evvel amcası hakkında bir sürü soru ile insanları heyecan ve merak ile topa tutarken şimdi ise birden suratı düşmüş ve sakinleşmişti. çevrede ki çalışanlar ve milan' ın ısınmış yemeğini tabağa koyup önüne getiren dadı anna da bunu fark etmiş ve milan' ın yanına oturmuştu. şefkat ile saçlarını okşayarak neden böyle modunun düştüğünü sordu ona:
- ne oldu kuzum birden bir duruldun.
aslında ilk başta ne olduğu ne düşündüğü hakkında hiç bir şey söylememeyi düşünüyordu milan lakin ardından bunu daha ne kadar içinde tutabileceğini düşündü kendi kendine. zaten içinde çok fazla şey biriktiriyordu. daha fazla dayanamayıp içinde ki ona sıkıntı veren şüpheyi açmaya koyuldu. önce dadısını yanındaki sandalyeye oturttu ve ardından ona eğilerek fısıltı şeklin de konuştu:
- amcam lebedev.
anna dadı evet anlamında başını salladı. kaşlarını çatmış çok dikkatli bir şekil de milan' ı dinliyordu o da.
- ya beni... beni sevmezse?
dadı anna' nın içi parçalandı. daha 7 yaşında olan bir çocuğun bunu dert etmesi ne kadar da acıydı. Milan' ın neden böyle düşündüğünü ona sormak sanki hiç bir şeyi anlamamış gibi çocuğa yapılan bir hakaret olurdu diye düşündü anna. çünkü neden böyle düşündüğünü anlamıştı. küçük çocuk babasından yaşadığı sevgi açlığı nedeni ile herkesi ona karşı olan tavırlarında aynı davranacağını zannediyordu. lakin bunun yanlış olduğunu tamamen farklı düşünmesi gerektiğini ona anlatması gerekiyordu. ama nasıl anlatacaktı. onu nasıl inandıracaktı. çünkü şuan kesinlikle ne der ise desin ona asla inanmayacak şekil de duruyordu. lakin gene de şansını deneyecek idi anna:
- amcan lebedev' i hatırlamadığın için böyle düşünüyorsun. lakin ben hatırlıyorum. o seni bebekken o kadar çok sevip oynardı ki artık onu uyarmak zorunda kalırdım bu kadaar çok oynamaması için. çünkü seninle çok fazla koştururdu ve senin sonunda yorulup yere düşmenden korkardım.
milan' ın gözleri yaşardı ve suratında tatlı bir tebessüm oluştu. ardından merakla sordu:
- başka ne yapardı benim ile dadı?
- seni sürekli atıp atıp havaya tutardı, ona genee kızardım
- niye kızardın dadı keşke kızmasaydın ona. o beni seviyomuş.
- sana zarar gelmesin diye benim kuzum. korkardım ne yapayım?
- hafta sonuna daha ne kadar var dadı? çok mu var?
- 2 gün var canım benim. 2 güncük sonra lebedevimize kavuşucaz.
milan parmaklarını masanın altından çıkartıp saymaya başladı
- 1, 2. sonra bir an durdu ve dadısına baktı. ardından devam etti:
- çok varmış dadı.
- sen şimdi bunu çok düşünme. sayılı gün çabuk geçermiş hem.
lakin bu nasıl mümkün olabilirdi ki. milan nasıl olur da önünde ki 2 günü düşünemezdi. aklına türlü türlü şeyler geliyordu amcası lebedev ile alakalı. acaba ona benziyor muydu veya gittiği yer neresiydi? heh fransa. fransa da ne yapıyordu. veya ne kadarr süre onlar ile kalacak idi. gittiğine onu da yanında götürebilir miydi acaba? bunu ona sorsa çok mu yüzsüzlük yapmış olurdu? eskiden bebekken oynadığı gibi gene oynar mıydı onunla? bunun gibi türlü türlü şeyler geliyordu milan' ın aklına. dadısı anna' nın dediği gibi düşünmemek elde değildi. yemeğini bitirmiş çalışanların dinlenmek için kullandığı mutfaktan çıkmış kendi odası na doğru gitmek üzere merdivenleri çıkıyordu ki babası ile karşılaştı orada. birbirlerine bir süre baktılar. ardından milan daha fazla bakışmaya gerek duymadan merdivenleri çıkmaya başladı babbasına bakmadan. lakin prens ivan ona bakakaldı arkasından. bu çocuk onun eseriydi. her konuda. artık umurunda falan değildi milan' ın kendi oğlunun. ölse belki de mutlu olacaktı. haklıydı da. onu suçlayamazdı da bu konu da. ona hep eksik davrandı. onun kendisini sevmediğini biliyordu. sevmemekte de haklıydı. onun gözünde bir canavardan farksız olduğunu biliyordu. bu saatten sonra da olan tüm her şeyi değiştirilemeyecek olduğunu biliyordu. ardından prens birer birer merdivenleri inmeye başladı.
.....................................................................................................
2 gün sonra olmuştu. petersburgta nadiren yaşanan güneşli havalardan biriydi. bugün prens ivan' ın kardeşi lebedev gelecekti. ve tüm ev halkı onun gelişi için hazırlanmıştı. siyah rengin hakim olduğu ve her tarafından kasvt akan bu malikanenin içinde yıllardır olmayan bir bayram havası vardı. prens ivan kardeşini gemilerin durdduğu yolcu indirip bindirdiği limandan almak için hazırlanıyordu. uzun zaansonra ilk defa sabah dışarıya çıkacaktı. aslında kardeşi lebdev' e sabah saatlerinde gelmemesi için ikaz da bulunduğu yoksa onu almaya gelmiyeceğini anlatan bir mektup yollamıştı lakin belli ki her zaman yaptığı gibi abisini kızdırmayı seviyordu. milan' ın ruh halini gören herkesin yüzünde gülücükler oluşuyordu. o kadar mutluydu ki ve heyecanlıydı ki yere yığılıp bayılabilirdi her an. aslında o da amcası lebedev' i karşılamk için limana gitmek istiyordu. lakin babbası gidiyordu onu larşılamaya ve ona her hangi bir ricada bulunup kendi keyfinin bozmasını istemiyordu. o yüzden ssormamak en iyisiydi. lakin bu durmu iyi kalpli dadısı bayan anna bozmuştu. milan' ın ne kadaar hevesli olduğunu görmüş ve prens ivan' a bir ricada bulunmuştu bu konu hakkında. lakin prens ivan' ın cevabını daha beklemeden kendisi reddetmişti:
- hayır burda ev de beklemek istiyorum amcamı dadı.
prens ivan oğlun'un kendisinin vereceği cevaptan korktuğunu anlamıştı. lakin buna kulak asmanın vakti şuan değildi. bir a evvel yola çıkmalıydı yoksa geç kalacaktı. ardından arkasını dönüp yazlık paltosunu giydi ve evden çıktı. arabası hazırdı. vakit kaybetmeden arabaya binip limana varmak üzere yola koyuldu.
evin içinde ki durum ise şöyleydi. dadı anna da aynı prens ivan gibi milan' nın ne yapmak istediğini anlamıştı. artık babasına karşı her hangi bir tenezzül de bile bulunmuyordu. ve bu her geçen gün babasına duyduğu nefreti göstermesi ve daha fazla açığa çıkarması anlamına geliyordu. bunun önünü nasıl alabilirdi alabilir miydi bu saatten sonra yapılan her hangi bir şey işe yarar mıydı? her geçen gün babasına ördüğü duvarlar daha da yükseliyordu ve babası prens ivan bunun farkında olmasına rağmen o duvarları aşmak için çaba sarf etmiyordu. bu daha ne kadar böyle gidecekti. belki de prens ivan' ın kardeşi lebbedev eve geldiğinde işleri rayına koyabilirdi. her zaman yaptığı gibi. lebedev de tuhaf bir yetenek vardı ki hiç bir şey için mücadele etmez ama gene i yolunu bulur ve işin içinden sıyrılır veya sıyrılamıyacak bir iş ise o şey bir şekilde kendi lehine çevirir. bu yönüyle kimi zaman biraz çıkarcı gibi dursa da aslında çok sevimli bir insandır ve çıkarcı felanda değildir. kendi sevdikleri için en azından değildir. sevdiği insanlar için her şeyini feda eder. çoğu zaman bu evde ki şeyleri raya sokan da odur zaten.
prens ivan arabadan inmek mecburiyetinde kalmış idii. çünkü yolda arabaın tekerşeği sivri bir taşa çarpmış ve araba devrilmiş idi. başına insanlar toplanmıştı arabanın. yardım etmek için. yaralanan olmamıştı aslında atlar da dahil olmak üzere. lakin arabanın içinden çıkan prens ivan' ı gören kalabalık tan bir uğultu geldi ki bir ses ancak bu kadar iğrençliği anlatabilirdi. insanlar onun çıktığını görünce sanki arabayı taşıyan atlar üzzülmüş gibiydiler. bu atlar bu adamı bir yere taşırken düştükleri için atlara acımış gibiydiler. bu mannzaraya ya daha fazla katlanamayıp birine yumruk atacaktı ya da klabalığı yararak oradan uzaklaşıcaktı. ikinci seçeneği seçti prens ivan ve hemen kalabalığı yarıp oradan uzaklaştı. kalabalığı yarmak onun için zor olmadı zaten insanlar onun yaklaştığını görünce ister istemez yana kayıyorlardı. oradan limana kadaar yürümek yalnızca 10 dakikasını almıştı prens İvan'ın lakin ona 10 yıl gibi gelmişti bu durum. başını yere eğmiş sanki alnın dakara bir leke taşır gibi yüzünü kaldırmadan yürüyordu mümkün olduğunca hızlı bir şekilde. artık limana varmıştı prens ivan gemiden inen kalabalık arasından kardeşi lebedevi arıyordu gözleri ve evet koyu kızıl bir başa takılmıştı gözleri
evde herkes sofrayı hazırlamaya yardım etmişti. herkes çok heyecanlıydı hatta o kadar ki hizmetçi kızlardan biri heycandan ağlamıştı da hüngür hüngür. ardından dadı anna hem sinielenmiş hem de gülmüş bir şekilde hemen lavaboya gitmesini birazdan geleceklerini söyledi. kız lavaboya giderken bile hüngür hüngür ağlıyordu. ardından holde kalan herkes gülmeye başladı hemde kahkahalarla. sonunda dadı anna da kenini tutamamış ve o da gülmüştü. zil çalmıştı. ortam birden sakinleşmişti. gülen herkes susmuştu. dadı hemen kapıyı açmak ğzere koştu milan kapının hemen 1 metre ötesinde önünde duruyordu. ve kapı açıldı. milan karşısında duran ve ona hep anlatılan onu gören genc kızların aşık olduğu uzun boylu adamı görür gürmez hayran kalmıştı .