C.K. & II & TEHLİKELİ ANLAŞMA &

2968 Words
Dedesi gizliliğe oldukça önem veren biriydi. Çoğunlukla evden çalıştığı için çalışma odası şirket sırlarının çoğunun toplandığı yer halini almıştı. Ezbere bildiği odada adımları direk dedesinin çalışma masasına yönelmişti. Normalde oldukça düzenli olan masasını bu sefer biraz dağınık bırakmıştı. Bu araştırdığı şey üzerinde henüz bir karara varmadığını gösteriyordu. Karar vermesine yardımcı olmak ya da değişik bir bakış açısı için onu çağırmış olmalıydı diye düşünmeden edemedi. Kapağı kapalı olan dosyaları bir bir açıp incelemeye başladı. O okuduğu şeylere daldığı sırada kapının şifresinin girildiğine dair mekanik ses kulağına çalındı. Başını kapıya doğru kaldırması ile kapının açılması bir olmuştu. Dedesi yaşına göre dinç bedeni ile içeri adımladı. Masanın arkasındaki koltuktan kalkıp dedesine yerini vermesi gerekiyor olabilirdi ama Begüm kıpırdamadı. Sedat Bey de kalkması için bir istekte bulunmadı. Kenardaki deri koltuğa geçip genç kızın elindeki dosyaları incelemesine izin verdi. “Ne zamandan beri Alparslan Al Acman’ı araştırıyorsun?” merakla sordu. Dedesinin öğrendiği şeyler elindeki belgeler kadar mıydı daha fazlası var mıydı? “Fırat’ın peşine düştüğünden beri.” Yaşlı adamın masadaki babacan hali yoktu artık. Ciddi bir iş adamı vardı karşısında. “Tek başına pek bir şey yapabileceğini sanmıyorum.” Önündeki dosyada onlarca resmi olan adama bir kez daha baktı. “Şirketindeki köstebeği bile fark edemedi.” “Yaşlanmışım. Sen benden daha hızlısın.” Dedesinin gülümsemesine kanmadı. Sedat Bey’in eli kolu ondan daha uzun olduğundan dedesinden fazla şey bildiğini gösteremezdi. Kendini de toprak altına saldığı köklerini de güzelce saklamalıydı. Dedesinden bile. “Sadece Boran’ın ihaleyi kazanma şeklini araştırdım. Al Acman üzerinden öğrenmek zor.” Sıkıntılı bir nefes verdi. “Yani hile ile kazandılar.” Dedi konuyu aile içine çekerek dikkatini dağıttı. “Biliyorum.” Derken adamın dudakları memnuniyetsizce kıvrılmıştı. “Bildiğini biliyorum.” Diyebilmişti sadece genç kadın. “Bu adamı izle biraz. Yakında hamlesini yapacaktır.” Diye ona göre küçük ama dedesine göre büyük bir görev vermişti. “Tek başına Fırat Bey’i sarsacak bir şey yapabileceğini sanmıyorum. Aklı olan da ona yardım etmez. En azından Lider’i karşısına almak istemeyen kimse.” Diye rahatça yorum yapmıştı. Lakin karşısındaki yaşlı adamın yüzü sıkıntılar ile doluydu. “Bilmediğim ne var?” diye sorma ihtiyacı hissetmişti genç kız. “Yardım eden kişiler olacaktır.” Dedesinin söyledikleri ile kaşları çatılmıştı. “Lider, Fırat Bey’den vaz mı geçti?” şaşırmıştı. Oysa yer altında sağlam bir yeri olduğunu düşünmüştü hep. “Tamamen kurtulmak değil ama biraz sıkıntı vermek istiyor olabilir.” Derken Sedat Bey düşüncesinden oldukça emin duruyordu. “Bu Lider’i ne kadar tanıyorsun dede?” diye sorma ihtiyacı hissetmişti. “İyi tanıyorum ama hamlelerini tam olarak tahmin edebildiğimi söyleyemem. Öngörülemez bir kişiliği var.” Sedat Bey yer altındaki koltuğunu oğluna bırakmadan önce Lider ortaya çıkmıştı. Dedesi adamın yükselişini izlediğinden fikrine önem veriyordu. “Fırat Bey’den ne istiyor olabilir ki?” Begüm hamlenin nedenini anlayabilirse daha kolay çözüm bulacağını düşünüyordu. “Son zamanlarda Fırat yer altında güçlenmeye başladı. Ondan rahatsız olmuştur.” Dedesinin söylediklerine inanmadı. Yine de inanmadığını belli etmedi. Söylediğini kabul etmiş gibi başını salladı. Bakışları tekrar elindeki dosyaya döndü. Dedesi böyle bir şey için adamı araştırmış olsa üzerinde bu kadar çok düşünmesine inanamıyordu. İçine düşen şüphe ile adama daha dikkatli baktı. Alparslan Al Acman… Otuz beş yaşındaki iş adamı, gençlik yıllarını diğer zengin züppeler gibi geçirmemişti. Kendini mesleğine adamış çift dalda lisans yapmıştı. Arada sinir atmak için gittiği dövüşler bir yerden sonra hayatının bir parçası olmuştu. Zamanla ünlenmiş neredeyse yenilmez biri haline gelmişti. Bu yüzden “Çekiç” lakabını edinmişti. Genç yaşta başladığı dövüşler sayesinde birçok gencin kıskandığı ve birçok kadının da iç geçirerek baktığı bir vücudu olmuştu. Esmer tenine zıt olan yeşil gözleri her ne kadar onu sert gösteriyorsa dalgalı siyah saçları ifadesini o kadar yumuşatıyordu. İçinde bir yer bu adamla gerçekten tanışmak istiyordu. Merak etmişti. Dedesinin varlığından dolayı şüpheye düştüğü bu adamı gerçekten merak ediyordu. Onu dosyalardan okuduğu bilgilerle veya yaptıkları ile tanıyamayacağının farkındaydı. Belki bir gün yüz yüze tanışırlardı ama ait oldukları dünya düşünüldükçe karşı karşıya olma ihtimalleri yan yana olma ihtimallerinden daha yüksekti. Odadaki sessizliği çalan telefonunun melodisi bölmüştü. Ekrana attığı kısa bir bakışın ardından beklemeden cevapladı. “Evet.” Diye karşı tarafı dinlediğini belirtti. “Teresa anlaşma için görüşmeyi kabul etti.” Dedi Kadir telefonda daha da kalınlaşan sesiyle. “Anladım. Geliyorum birazdan.” Demekle yetindi. Parmağı kapatma tuşuna ulaşmadan Kadir tarafından konuşma sonlandırılmıştı bile. “Akşam yemeğine yetişebileceğimi sanmıyorum dede.” Bu duruma hiç de üzülmemişti. “İşte bir sıkıntı mı oldu?” dedesi merakla araştırmıştı. “Ürünün satış sözleşmeleri ile ilgili. Üretim tamamlanmak üzere dağıtımı ayarlamaya çalışıyoruz.” Diye iki ayağının üzerinde yalanlarını sıralayıvermişti. Sonuçta dedesi peşine adam takmadığı sürece ne yaptığını öğrenemezdi. Oturduğu yerden kalktığı sırada dedesi de ayaklanmıştı. Gitmeden önce birbirlerine sıkı sıkıya sarıldılar. Sedat Bey en çok sevdiği torununun belki de bu hayatta gerçekten sevdiği birkaç kişiden biri olan kadının yüzünü büyük avuçları ile narince okşadı. “Ne olursa olsun öncelik her zaman sensin. Bunu unutma.” Diye ara ara yaptığı gibi nasihatte bulunmuştu. “Sanki savaşa gidiyorum.” Diye alaya aldı. “Düşmanlara her zaman dikkat edilir ama dostun ne zaman sırtından bıçaklayacağını bilemezsin.” Adamın esas niyetini bu kelimelerden sonra anlayabilmişti. “Kadir düşündüğün gibi biri değil. Ona kendimden daha çok güvenirim.” Yaşlı adamın endişesi de buydu. Gözü kapalı güven her zaman onu tedirgin ederdi. “Sen yine de dikkatli ol.” Begüm gerçekten gülümsemişti. “Sadece onu kıskanıyorsun.” Gülümsemesini büyüterek devam etti. “Merak etme seni ondan daha çok seviyorum.” Odadan adeta kaçarak çıkmadan önce yaşlı adamın yanağından bir makas almıştı. “Şımarık velet!” diye dedesine kapının hemen önündeyken geri dönüp ufak bir öpücük gönderdi. Arkasında gülmemek için kendini sıkan bir dede bırakarak koridorda kaybolmuştu. Evden ayrılırken yokluğundan memnun kalan bir aile ve onun için endişelenen bir dede bırakmıştı. Havaalanına doğru yola çıktıklarında Kadir şoför koltuğuna geçmiş hemen yanındaki yolcu koltuğundan yolu izliyordu. Sessiz devam eden yolculuklarını Kadir’in bozmayacağını biliyordu. Adam hiçbir zaman ona soru soran ya da onu sorgulayan biri olmamıştı. “Dedem, Fırat Bey’ karşı harekete geçileceğiyle ilgili beni uyardı.” Derken düşünceliydi. “Hüseyin veya Kürşat Bey ile ilgili bir şey söylemedi mi?” genç adam konuşurken bakışlarını yoldan ayırmamıştı bile. “Hayır.” Derin bir nefes aldı. “Bilmediğinden olduğunu sanmıyorum. Belki de beni deniyordu.” Çoktan sıkıntı ile dudaklarını yemeye başlamıştı. “Senden bir şey istedi mi?” “Alparslan Al Acman’ı izlememi istedi.” Bu istek Begüm’e olduğu kadar Kadir’e de saçma gelmişti. “Onu takip ederek eline ne geçecek ki?” diye gayri ihtiyari sormuştu genç adam. Zaten sorusu bittiğinde Sedat Bey’in neyi planladığını anlamıştı. “Elimize bir şey geçmesini istemiyor. Asıl isteği olaylardan uzak olmam. Göze batacak kadar değil ama her şeyi bilecek kadar yakın da değil.” Kadir’in sessizliği söylediği her şeyi onayladığını gösteriyordu. Bir süre ikisi de konuşmamıştı. Begüm bir şeyler düşündüğünden sessiz kalmamıştı. Düşündüğü bir şey olmadığındandı sessizliği. “Bugünü atlattıktan sonra yarın bu konuda derin bir araştırma başlatmanı istiyorum.” Derken eli radyoya uzanmıştı. Sakin bir şarkının melodisi arabanın içini doldurdu. “Lider’in kim olduğunun peşinde miyiz hala?” “Kaos kapıyı her an çalacak gibi. En çok da böyle zaman da Lider’in kimliğinin peşinde olmalıyız.” Derken yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Savaş alanında hangi kurşunun kimi vurduğu belli olmazdı ona göre. “Tamam, patron.” Dedi mimiksiz bir ifade ile. Adam ciddiyetini kolay kolay bırakamıyordu. Özel havaalanına geldiklerinde özel uçakları ile küçük ekibinin bir kısmı onu bekliyordu. Bizzat Kadir tarafında eğitilmiş bir ekibi vardı. Kimse tarafından bilinmeyen her biri tek başına bir ordu gücünde insanlardı. Onun nefesinin geçtiği her yerden onlarda geçiyordu. Ekipten sadece altı kişinin katıldığı yolculuklarında uzun zamandır eğlenmediği kadar eğlenmişti. Yurtdışındayken onlarla beraber eğitimlere katıldığı olmuştu. Bazen gece eğlencelerine bile çağırdıkları oluyordu. Her biri ile şahsen anlaşıyor olmak hoşuna gidiyordu. Uçak inişe geçtiği sırada hepsi koltuklarına geçip kemerlerini bağladıkları sırada kısa süre içerisinde rafa kaldırdıkları ciddiyetlerine geri bürünmüşlerdi. Kapı açılıp uçaktan inmeye başladıklarında Begüm tekrar patronları onlarda onun süper korumaları halini almıştı. Uçaktan indikleri sırada onları bekleyen zırhlı oldukları belli olan siyah araçlar göz alıyordu. Ayaktaki adamların en önünde bekleyen kişiyi kanlı canlı olarak ilk defa görüyordu Begüm. Şimdiye kadarki görüşmeleri Kadir yapmıştı. Karşılarındaki yerli görünümüne sahip adam ise aracı olmuştu. Anlaşmayı onaylamak için de büyük balık olarak konuşma sırası ona gelmişti. “Welcome to Mexico!” adam onları gereksiz bir coşkuyla karşılamıştı. Merdivenleri inmeyi yeni bitirmiş olan Kadir’e sarılmayı bile denemişti. Tabii yaptığı şey sadece teşebbüste kalmıştı. Bir iki adım arkadan gelen Begüm ile göz göze geldiğinde ise donup kalmıştı. Çoğu erkeğin onu ilk görüşünde verdiği bu tepkiye alışmıştı. Hakiki sarı saçları doğal hallerinde hafif dalgası ile sırtının ortalarına doğru uzanıyordu. Gözleri iri ve mavilerdi. Bütün bunlara eşlik eden beyaz; güneş görmemiş teni ile her zaman dikkat çekici biri olmuştu. “Cameron should be you.” Derken alaycı gülüşünün yüzüne yerleştirmişti bile. “You too angel!” artık adamın coşkusunun mizacı olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Kadir ona alık alık bakan adamdan rahatsız olmuştu. Bunu sertçe adamı dürterek belirtti. Cameron kendine geldiğinde ise genç kadının eline uzanıp salon beyefendisi gibi üzerini öptü. Begüm yabancıların kendisine dokunmasından pek hoşlanmasa da ters bir hareket yapıp işleri mahvetmek istemedi. Bu yüzden de gülümsemesini yüzünden silip ciddi bakışlar atmaktan ileri gitmedi. “Yeter oyalandığımız. İşimize bakalım.” Kadir’in sert sesi karşısındaki adamı kendisine getirmişti. Onun komutunu bekler gibi herkes araçlara yönelmişti. Onlara ayrılan iki araçtan birine korumalar geçerken diğerine Kadir, Begüm ve Cenk üçlüsü binmişti. Cenk rütbe gereği direksiyona geçmiş yanına Kadir oturmuştu. Begüm arka koltukta sessizliğin verdiği huzurla buluşma yerine varmayı bekliyordu. Kuzey Amerika’nın güneyinde kalan ülkenin sıcak iklimi boy gösteriyordu. Neyse ki o gün fırtına yoktu. İlerledikleri yolda görüşleri açıktı. Dışarıdaki havayı daha iyi hissetmek isteyen Begüm penceresini hafifçe aralamıştı. Lakin buna pişman olması çok da uzun sürmedi. Aralanan camdan içeri sıcak hava hücum etti. Alışkın olmadığı yoğun hava ciğerlerini doldurduğunda istemsizce rahatsız olmuştu. Huylanan burnunu kaşırken bir yandan da araladığı pencereyi kapattı. Cam sadece birkaç saniye açık kalmış olsa da soluklarını değiştirmeye yetmişti. Şehrin dış yollarından daha işlek caddelerine geçtikten sonra evler ve insanlar kadrajlarına girmişti. Türkiye de olsa araba konvoyları dikkat çekecekken oradaki insanlar varlıklarını umursamıyorlardı sanki. Sonunda işlek caddenin köşesindeki bara geldiklerinde güneş batmak için dakikalar sayıyordu. Akşam başlayacak eğlencelere yetişmek için insanlar sokaklara dökülmüştü. Birkaçı da mekanların önünde sıra oluşturmaya başlamıştı bile. “Ön taraf çok kalabalık.” Dedi Cenk. Bakmasalar bile bakacak olmaları genç adamı rahatsız etmişti. “Ara sokakta ya da arka tarafta duralım.” Bu kadar kalabalık caddede elbet dikkatini çekecekleri birileri olacaktı. Sorun birilerinin görmesinden çok bir resmin arka fonu olmaktı. “Tamam.” Diye kısaca kesti Cenk. Kadir önde ilerleyen koruma aracına kısa bir telefon çekerek durumu bildirdi. Sonunda konvoylarını ara sokakta durdurduklarında Begüm sabırla arabada bekledi. Korumaların etrafı etten duvar gibi sarışlarının ardından Kadir kapısını açtı. Sıcak havanın ikinci bir deri gibi bedenin sarması saniyeler almıştı. Nefes alamayacak kadar yoğun olan hava ciğerlerini dolduruyor ama boşaltmıyordu sanki. Bir an önce içeriye girip bu havadan kurtulma isteği baş göstermişti. Rahatsızlığı çoktan ifadesine yansımıştı. “Bu taraftan.” Mekânın yan tarafındaki demir kapıyı açtığı sırada garip İngilizcesi ile onlara yol göstermişti Cameron. Önden birkaç koruma giderken Begüm sadece Kadir’in sırtını görüyordu. Demir kapı birkaç adımda biten hole açılmış hol de birkaç adımda barın içerisine çıkarmıştı onları. Henüz açılmamış olan mekânda bir iki çalışan tezgâh arkasında hazırlık yapıyorlardı. Masaların üzerinde ters çevrili sandalyelerin arasından iri göbekli bir adam onlara doğru geliyordu. “Cameron!” gür sesi sessiz mekânda yankılanmıştı. Esmer adam uzundu ama Kadir kadar değildi. İri gözükmesinin ana nedeni kilosu gibi dursa da hantal olmadığı belliydi. Önden ilerleyen adamları mekânın içine dağılırken Kadir ile adam karşı karşıya gelmişti. “Alanzo Galvez.” Karşısındaki adam ile el sıkışmak için kolunu kaldırdığında açılan ceketi sayesinde belindeki iki silahı görebilmişti. Gümüş renkteki parlak silahlar özel yapılmış gibi altın işlemelere sahipti. “Kadir.” Dedi adamın havadaki elini boş bırakmazken. Genç adam sırasını savdığında bakışlar Begüm’ün üzerine toplanmıştı. Bakışları adamın parlayan silahlarından yüzüne çıktı. Kendini tanıtma ihtiyacı hissetmemişti. Başını hafifçe eğerek kendince selam verdi. Alanzo onun patron olduğunu düşünerek el sıkışmayı düşünmemişti. “Bu taraftan.” Demişti Cameron’a benzeyen aksanı ile. Genç kadın içten içe dilin orada bu şekilde öğretildiğini düşünmeye başlamıştı. Geldikleri holün hizasında kalan paravan kapıya doğru yönelmişlerdi. Cameron kapıdan geçtikten sonra sağ tarafı tutarken Kadir sol tarafı tutarak yolu ona açmışlardı. Böylece grubun önde ilerleyen kişisi galine gelmişti. Görüşünü yarı yarıya kapatarak ilerleyen adamın hemen arkasındaydı. Alanzo’nun duran adımları ile o da durdu. “Teresa sizi içeride bekliyor.” Adam bu sefer anlaşılmak için kelimeleri özenle söylemişti. Bu ara ara duraksamasına neden olsa bile. “Merci!” dedi Fransız’mış gibi. Kapı açılır açılmaz gözleri ile her bir ayrıntıyı hafızasına kaydetmeye başlamıştı. Oda düşündüğünden daha genişti. Kapının hemen karşısındaki masa ve masanın önündeki deri oturma grubunun dışında oldukça boş alan vardı. Deri koltuklardan ikili olanında iki kadın yan yana oturmuş bir şey üzerine tartışıyor gibilerdi. Begüm’ün içeri girmesi ile bu konuşma kesilmişti. Kadınlardan biri esmerken diğeri beyaz tenliydi. Teresa’yı tanıması bu yüzden çok zor olmamıştı. Zaten beyaz tenli çakma sarışın onun gelmesi ile kalkıp koltuğun arkasına geçmişti. Terese adımları odanın ortasına gelen kadar oturduğu yerden kalkmadan sadece onu izlemişti. Sonunda aralarında bir adımlık mesafe kaldığında genç kadın ayağa kalkmış ona elini uzatmıştı. “Teresa Acosta.” İkisi de ifadesiz yüzlerine küçük bir tebessüm yerleştirmişti. “Queen.” Demekle yetindi genç kadın. Gerçek kimliğini saklıyordu. İkilinin karşısındaki tekli deri koltukları gösterirken “Avrupa da oldukça ünlüsünüz.” Silinmek üzere olan gülümsemesi birkaç saniye daha yüzünde kalmıştı. Bakışları kadının gösterdiği deri koltuğa dönmüştü. Adımları da kısa sürede bakışlarını takip etmişti ama koltuğa değil koltuğun arkasından çalışma masasının arkasındaki konforlu sandalyeye ilerlemişti. Çantasını masanın köşesine iliştirirken kendi çektiği sandalyeye oturdu. Teresa’nın yüzündeki gülümseme çoktan silinmişti. Anlaşma yapmaya gelen biri için fazla iddialı davranıyor gibi olsa da anlaşmanın avantajlı tarafı olarak bunu umursamıyordu. “Bir sorun mu var?” diye sormadan edememişti Begüm. Teresa uzun bakışlarını sonlandırdı. “Hayır.” Demiş olsa da cevabı bu değildi. “O zaman ayakta kalmayın. Buyurun, oturun.” Dedi düzgün İngilizcesiyle. Onun odadaki patronluk taslayışı ortamı germişti. Teresa’nın arkasında dikilen kadın öfkesini gizleyemiyordu. Alanzo ise ifadesini kontrol etmekte oldukça iyiydi. Bakışlarını ise esmer kadından çekmiyordu. Sadık bir tetikçiye benziyordu. “Cameron teklifinizden bahsetti.” Dedi Teresa kabul ettiğini söylemek için toplantıyı ayarlamamış gibi. “Kadir kabul ettiğinizden bahsetmişti.” Demişti iş yapacağı insanların sabrını denerken. “Kabul etmeye yakınız diyelim.” Teresa’nın anlaşmadan hala vaz geçebileceğini iddia etmesi genç kadına komik gelmişti. “Sen bilirsin. Bugün sen kabul etmezsen belki yarın Boaz kabul eder.” Kadının düşmanın adını andığında Alanzo’daki değişimi göz ucu ile görmüştü. Adam derin bir nefes alıp baş parmaklarını kemerine yerleştirmişti. Psikolojik olarak silahına yakın olmaya çalışmıştı. “Boaz, neden bugün kabul edemiyor?” diye sormuştu Teresa. Kadının kışkırtıcı sözlerine kanmamıştı. “Cabal’ın ilk tercihi olmadığındandır.” Derken mavi gözlerini kadından ayırmıyordu. “Cabal’ın lideri sen misin?” neredeyse tüm dünyanın karanlık insanlarının merak ettiği soru bir kez daha dile gelmişti. “Cabal ile anlaşmayı kabul ediyor musun?” artık yüzlerindeki gülümseme gitmiş istemedikleri kadar ciddileşmişlerdi. “Kabul etmezsem…” soru cümlesi değildi. Daha çok boşluk doldurma sorusu gibi gelmişti kulağına. “Ölüler merak edemez.” Derken ifadesi buz tutmuştu. Karşısındaki kişinin de zihnine buz tanelerini işlemeye başlamıştı. “Bizi, kendi mekanımızda tehdit mi ediyorsun?” Teresa’nın arkasında dikilen sarışın kadın sonunda kendine hâkim olamamıştı. “Bilir misin? Demokrasiden önce okullarda ilk susmayı öğretirlermiş. Sadece susmayı öğrenebilenler eğitilmeye uygun kabul edilirmiş.” Karmaşık yabancı kelimeler bir bir ağzından çıkarken ne kadarını anlayabileceklerini umursamamıştı. “Elly!” diye uyarmak zorunda kalmıştı Teresa kadını. Uyarmasa biliyordu ki karşısındaki kadına cevap verecekti. “Şu an nefes aldığıma göre merak edebilirim. Neden ben?” diye sözlerine devam etti. “Neden olmasın?” Teresa istediği cevapları alamayacağının farkındaydı. Bir bilinmezliğe adım atmak üzereydi. Başka bir çaresi olsa onu tercih ederdi ama yoktu. Karşısındaki kadın tam da kapan kısıldığı anda onun için duvarları yıkıyordu. “Anlaşmanın üzerinden bir kez daha geçmek istiyorum.” Derken öleceğine emin ama celladını seçiyor gibiydi. “Kurallar basit. Şu anda olduğu gibi hayatını ya da işini tehdit eden her türlü gelişmeden haberdar edileceksin. Lakin onlarla başa çıkmak sana kalmış. Buna karşılık sorduğumuz ve soracağımız şeyleri her zaman dürüstçe cevaplayacaksın. Cabal’ın bir üyesi olacaksın.” Sıkılmadan tane tane açıklamıştı genç kadın. “Anlaştık.” Demesi ile Kadir yanında getirdiği evrak çantasından çıkardığı dosyayı ilk Begüm’ün önüne koymuştu. Begüm ezbere bildiği satırları okumakla vakit kaybetmeden Cabal imzasını atmıştı. Teresa önüne gelen kâğıtta ilk genç kadının imzasına bakmış ardından yazılanlarda kısaca göz gezdirmişti. Aynı cümleleri günler önce Cameron ona ilk geldiğinde de okumuştu. Bir örgüte bağlı olmayı hiç istemediğinden düşünmeden reddetmişti. Son durum da ise kabul etmekten başka çaresi yoktu. Zorunluluktan attığı imzaya bakmaya dayanamayarak dosyayı hızla kapattı. “Anlaşma gerçekleşti.” Derken kadına istediği şeyi vermesi için beklenti ile bakıyordu. Begüm ona hafifçe gülümseyerek yerinden kalktı. Kadir işareti alarak daha önceden hazırlanmış olan iki dosyayı kadına uzattı. Genç kadının acelesiz adımları Teresa’nın karşısına gelen kadar devam etmişti. “Son saniye bir şeyler planlarsa haber vermemiz gerekebilir. İletişimi kesmemeye çalış.” Derken Teresa’nın düşmanı olan Boaz’ın saklandığı yeri ve etraftaki korumaları anlatan detaylı dosyayı kadına uzatmıştı. “Teşekkür etmeyeceğim.” Onun tavrına başını sallamıştı Begüm. “Malları taşımayla ilgili ufak sıkıntıların olduğunu duydum.” Dediği sırada elindeki diğer dosyayı hafifçe salladı. “Bu dosyada sana yardımcı olabilecek biri var. Cabal üyesi değil. İkna edilmesi zor biri anlaşırsan sana sonuna kadar sadık olacaktır.” “Bunun için teşekkür etmem gerekebilir.” Derken biraz önceki cümlesi kadını rahatsız etmişti. “Anlaşmamız var. Kimse teşekkür etmek zorunda değil gibi.” Gülümsemişti Begüm. O odaya girdiğinden beri ilk defa içten bir tebessüm etmişti. “Anlaşma uzun vadede bana zarar verecek gibi.” “Sana mı bize mi? Başını sık sık belaya sokacakmışsın gibi hissediyorum.” Konuşmalarına samimiyetle devam ediyorlardı. İki kadınında yüzündeki gülümseme ne bir gram azalıyor ne de artıyordu. “Lider sen misin?” “Sadece Cabal’ın ilk üyesiyim.” Diye tatmin edici bir detay vermişti genç kadın. “Memnun oldum Queen.” Derken gerçekten memnun olmuş gözüküyordu. “Bende memnun oldum Teresa.” Artık ayrılık vaktinin geldiğinin bilincinde olarak adımları kapıya yönelmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD