C.K. & I & KIRIK AİLE TABLOSU &

2108 Words
Saat sabaha karşı beşti. Gün ağır ağır aydınlanıyordu. Güneş sarı saçlarını usulca okşuyor. Okşadığı her biri teli parıldıyordu. Şimdiye kadar görmediği sıcaklığı veriyordu doğan güneş. Bedeni ısınsa bile ruhu ısınmıyordu. İçindeki soğukluk bakışlarına da yansıyordu. Bu yüzden mavi gözlerini herkes buzdan kütlelere benzetiyordu ya. Gözlerini doğan güneşten odasının manzarasına çevirdi. Gecenin en karanlık saatlerinde gelmişti çiftlik evine. Dedesinin ona ayırdığı alt kattaki odası evin yan tarafına bakıyordu. Sekiz yıl önce ülkeye döndüğünde düzenlemişti odasının bahçesini. Çınar ağaçları ile çevrili bahçenin ortasına dört sekoya ağacını dağınık bir şekilde ektirmişti. Yeni yeni kalınlaşmaya başlamıştı fidanları. Sekoyalar ekildikten sonra uzamak yerine köklerini büyütürlermiş. Neredeyse on yıl boyunca köklerini uzattıktan sonra hızla boy atmaya ve kalınlaşmaya başlarmış. Bu özelliklerini öğrendiğinde ağacın yaşam tarzını kendine çok benzetmişti. Ağacın özelliklerini daha da araştırmadan duramamıştı. Öğrendiği her yeni bilgide ağaca duyduğu hayranlığı artmıştı. Sekoyalar için hastalık veya yangın korkutucu değildi. Herhangi bir reçine içermediğinden yangın kolayca ilerlemiyordu. Kabukları mazı tozu ile kaplı olduğundan böcekler ondan uzak duruyordu. Çoğunlukla yalnızlıktan hoşlanan sekoyalar yakınlarında başka ağaçların yaşamasına da pek izin vermiyordu. Begüm de kalabalık bir ailede yalnızdı. Hayatı boyunca defalarca ölümden dönmüştü. Sekoyalar gibi onu yakan her ateşten daha da güçlenerek çıkmıştı. Küllerinden beslenmiş biraz daha büyümüştü. Dışını sert bir kabukla örmüştü. Kabukların arkasında ise yarım kalmışlıkları ile yalnız yaşamayı öğrenmişti. O, Fırat Ulukaya’nın evlilik dışı çocuğuydu. O, Canan Ulukaya’nın ölmesi için her gün dua ettiği evlatlık kızıydı. O, Ulukaya ailesinin en büyük torunu ve en büyük utancıydı. O, bu ailede sadece Sedat Ulukaya’nın torunuydu. Evladıydı, biriciği, göz bebeğiydi. Sadece dedesi vardı onun için. O evde ona yara açmayan elinden geldiğince kesiklerine merhem süren kişiydi. Bu yüzdendi onu kıramayışları. Her ayın ilk pazarı aileyi çiftlik evinde toplardı dedesi. Ulukaya ailesini bir arada tutma çabasıydı hepsi. Çoktan dağılmış bir resmi zorla çerçeveye sokmaktı yaptığı. Ailedeki her bir birey o Pazar, o kahvaltı masasına oturuyordu. İçten içe memnun olmasalar da bu düzene uymalarında kendince sebepleri vardı. Çiftliğe geldiğinde birkaç saat anca uyuyabilmişti. Alışkanlıktan saat beşte kendiliğinden uyanmıştı. Gün doğumunu izlemeyi seviyordu. Elinden geldiğince her sabah izlemeye çalışırdı. Bazen kahvesi eşliğinden bazen şarkı eşliğinde izlerdi. O gün ne kahve içesi vardı ne de şarkı dinleyecek neşesi. Her aile kahvaltısının sabahı sıkıntı ile dolardı içi. Ruhunun kabuk bağlamış yaraları sızlardı. Kalp kırıklıkları can kırıklarına karışır yaralanmamak için dikkatle yürümek zorunda kalırdı. Gün iyice ışımıştı. Sallanan iskemlesinden kalkıp hazırlanmaya başladı. Yüzündeki duygu eksiklerini kapatmak ister gibi hafif bir makyaj yapmıştı. Bir süre dolabındaki kıyafetlerde gözünü gezdirdikten sonra etnik desenli mavi kahve renklerinden oluşan elbiseyi gözüne kestirmişti. Üzerini giyindikten sonra asimetrik kesim deri kemeri aynada kendine bakarak bağladı. Odadan çıkmadan önce uzun ince topuklu çizmelerini giyip telefonunu almıştı. Beyaz çift kapılı odasından çıktıktan sonra karşılıklı iki kapıyı da müzikal gibi gelen topuk sesleri ile geçmişti. O iki odadan biri spor odasıyken diğerinde kapalı havuz vardı. Birkaç adımda bitirdiği koridorun sonunda döner merdivene ilk adımını atmıştı. Merdiveni çıktıkça gelen sesler artıyordu. Ahalinin uyandığını düşünmüyordu. Onlar için saat oldukça erkendi. Uyanan Canan Hanım olmalıydı ki bütün hizmetlileri ayaklandırmıştı. Evin hanımı olmak kolay değildi. Alt kata inen merdiven kısmı evden ayrı bir yer gibi tasarlandığından ilk bakışla fark edilmiyordu. Merdivenin bittiği yerin hemen sağındaki kapı giriş kattaki banyoya açılıyordu. O kuytuluktan çıktığında ise geniş girişe geliniyordu. Selamlığın ortasına geldiğinde sağda kapısı olmayan geniş salona açılıyordu. Solda ise klasik döşenmiş evin geneline ters bir şekilde daha modern mutfak vardı. Başını sağa çevirdiğinde salonda kimseyi görememişti. Bu yüzden direk mutfağa geçti. Mutfak dekoratif bir duvar ile ikiye ayrılmıştı. Bir kısımda büyük yemek masası vardı diğer kısım ise yemek yapılan yerdi. Canan Hanım masanın yanında dikilmiş çalışanlara emirler yağdırıyordu. Boş oda da sesi adeta yankılanıyordu. “Ben size bu beyaz takımları mı çıkarın dedim? Sedef işlemeli olanları istiyorum.” Hizmetlilerden ikisi yaydıkları tabakları toplarken bir diğeri istediklerini bulmaya gitmek için odadan çıktığı sırada hızla Begüm’ün yanından geçmişti. Canan Hanım giden kızın arkasından söylendi, “Bir söylediğimi bir kerede başarsanız keşke!” “Belki de yönetici kabiliyetin olmadığındandır.” Derken omzunu yaslandığı kapıdan çekip masaya doğru adımladı. Yüzüne çoktan sinir bozucu o gülümsemesini yerleştirmişti bile. Masadaki peynir tabağından birkaç tane aşırmaya başlamadan önce kadının öfkeli bakışlarını üzerinde hissetmişti. “Sen ne zaman geldin?” derken sesi soğuktu. “Dünyaya mı?” ağzına attığı bir diğer peyniri de yuttuktan sonra devam etti. “Aldatıldığınız zamanı benden daha iyi biliyorsunuzdur Canan Hanım.” Sözleri kadının sinirle dişlerini sıkmasına neden olmuştu. Belirli bir yaştan sonra onun sabrını sınamak hobisi haline gelmişti. Alaycı tavrı onlarla baş etme yollarından biriydi. “Seni evimden yolladığım gibi ayak bastığım her yerden göndereceğim.” Dedi dişlerinin arasından. “Âmin!” dedesinin hemen sağındaki sandalyesine kurulurken alttan bir bakış attı kadına. Onun umursamaz tavrı kadını daha da delirtiyordu. Sabah sabah yaptıkları muhteşem atışma devam edecekti ki ailenin gözde çifti mutfağa giriş yapmıştı. Boran Ulukaya ve onun biricik karısı Hande… “Günaydın annecim!” hala karşısında ayakta duran kadını iki yanağından öpmüştü genç adam. “Günaydın anne.” Hande sevgi gösterisi yerine sadece selam vermekle yetinmişti. “Günaydın oğlum!” dedi kadın coşkuyla. O beş harfli kelime. Oğlum… eskiden olsa Begüm’ün içi acırdı bunu duyduğu için. Artık alışmıştı. Kırılacak yerleri demir döküm kaplıydı. Kırılamazdı. Onlar sandalyelerine yerleşmeden elleri kolları dolu gelen hizmetliler masayı kurmaya devam etmişlerdi. Canan Hanım bu sefer memnun olmuş olmalı ki onları azarlamamıştı. Biraz da Hande ile cemiyettekiler hakkında konuşmaya dalmıştı. “Yarın kurul toplantısına gelecek misin?” Boran karşısındaki sandalyeye oturduğunda sormuştu sorusunu. Canan Hanımın gözde çocukları ikizlerden küçük olandı Boran. Kardeşi ile aralarında sadece birkaç dakika vardı. Begüm ile arasında ise bir yaş. Boran hırslı kişiliği ile ikizi Ozan’dan ayrılarak anne ve babasının gözdesiydi. “Tabii ki geleceğim.” Dedi bakışları genç adamın gözleri arasında gidip gelirken. Aslında şirkette öyle kayda değer bir hissesi yoktu. Dedesi doğum hakkı olarak tüm Ulukaya çocuklarına %5 hisse vermişti. Tabii Fırat Bey oğullarını onun önüne geçirmek için kendine ait hisselerin bir kısmını onlara devretmişti. “Söz hakkının olmadığı toplantılara katılmaktan sıkılmadın mı hala?” derken onun hep yaptığı gibi alaycı bir gülüş yerleştirmişti dudaklarına. “Bir söz söylememe gerek yok ki.” Masaya biraz daha yaklaşıp hafif gülümsemesini yok etti. “Gözlerimi üzerinizde tutmam yetiyor.” Cümlesi bitse bile bakışlarını kardeşinin elalarından ayırmadı. Genç adam denize dalmış gibi titremişti. Bir yerden soğuk bir esinti geldiğini söyleyebilirdi ama bahçe kapısının kapalı olduğunu biliyordu. Begüm onun üzerindeki etkisine sadece gülümsedi. Hizmetlilerin doldurmuş olduğu suyundan birkaç yudum alırken bakışlarındaki sertlik azalmış olsa da Boran’ın üzerinden çekmemişti. Boran içindeki tedirginliği sindirmek istercesine sertçe yutkundu. Begüm evlerinin içinde olmasına rağmen tedbirle yaklaşmaları gereken kişi olmuştu. Çocukluklarında annesinin ve babasının onu ezmesinden ona eziyet etmesinden hoşlanırdı ama zamanla hesap soracağı günü beklemeye başlamıştı. O gün yıllardır gelmemişti. Aralarındaki soğuk savaş devam ederken evin kalan ahalisi mutfağa adımını atmıştı. Kısa sürede “Günaydın” kelimesini herkesten duymuştu. Dedesi baş köşedeki yerine geçerken diğer başa Fırat Bey oturmuştu. Yanına oturan Jale’ye içten bir gülümseme göndermişti. Jale ikizlerden Ozan’ın eşiydi. Onların aşkına olan saygısı büyüktü. Bir yandan da kızın sakin ama akıllı kişiliğini seviyordu. Birçok tavrını samimi bulsa da Ulukaya olmanın getirdiği gölgeler onda da oluşmuştu. Herkesin oturması ile Canan Hanım “Fatma! Servise başlayın!” diye seslendi mutfaktaki çalışanlara. Sanki kapıda bekliyorlarmış gibi içeri giren çalışanlar hızla bardakları doldurmuş son sıcak yiyecekleri de getirerek aralarından ayrılmıştı. Aralarına giren hizmetliler gittikten sonra başını hafifçe sağına doğru eğdi. “Jale! Geçen gün Giray gösterdi. Yine muhteşem bir iş çıkarmışsın. Tebrikler.” Derken elinden geldiğince samimi davranıyordu. Jale’nin evlenmesine rağmen mankenliğe devam edip çalışıyor olması genç kadının hep hoşuna gitmişti. Bu yüzden de ilişkilerinden çok kadına saygı duyuyordu. “Ben daha resimleri görmedim. Giray Bey beğendiyse güzel olmuştur.” “Bana da özellikle göstermedi. Reklam için görüşmeye gittiğimde gördüm.” Dediği sırada masada çatal bıçak sesleri yankılanıyordu. Masanın geri kalanı da onlar gibi bir yandan tabaklarındakileri atıştırırken bir yandan da sessizce sohbet ediyorlardı. “Giray Bey bir defileden bahsetmişti çekim sırasında ama katılıp katılmamak konusunda kararsızım.” Jale mesleğine aşık bir kadındı ama evde mesleğini destekleyen eşi ve Begüm’den başkası yoktu. Bu yüzden sorulmadan bu konularda pek konuşmazdı. “Eğer kabul edersen bana da bir davetiye göndermeyi unutmayın.” Derken desteklercesine koluna dokunmuştu genç kadın. "Unutacağımı sanmam. Sen her zaman benim onur konuğumsun." derken ki sesindeki imanın sahibi eltisinden başkası değildi. "Ne defilesi bu?" diye kendisine atılan oltaya gelmişti. konuşulurken hiçte ilgisini çekmeyen bu konuya dahil olmaması en akıllıca hareket olacakken o bunu yapmamayı tercih etmişti. "Şu senin sevmediğin modacının defilesi." saman altından bir iğne daha batırmıştı Jale. "Sevmemek mi?" diye şaşırdı Begüm. sanki yeni bir haber almış gibi. "Daha birkaç ay önce ondan tasarım sipariş etmeye çalışmıyor muydun?" "Hayır!" kadının tereddütlü itirazına kimse inanmamıştı. "Sen yanlış anlamışsın. Yasemin Akat'dan bahsetmiştim ben." köprüden önceki son çıkışı bulmuş kadar rahatlamıştı Hande. "Ahh! Öyle mi?" Jale sahte üzüntü maskesini hızla yüzüne geçirmişti. "Çekim sırasında Yasemin Özilhan, Giray'ı görmeye gelmişti. Senin için randevu ayarlamaya çalışmıştım ben de. Önümüzdeki haftaya verdiği randevu ile sana sürpriz yapacaktım Hande'cim. Arayayım da iptal edeyim bari." Hande'nin bu duruma itiraz edecek yüzü kalmamıştı. Ettiği birkaç kelime mırıltı gibi çıkmış iki kadın tarafından umursanmamıştı. Fark etmeden elindekinden olmuştu. Yan yana oturan kadınların içinde ortak düşmanlarını alt etmiş olmanın zafer gülümsemesi filizlenmişti. Gözden kaçırdıkları şey masadakilerin sohbetlerine ara verip onları pür dikkat dinliyor oluşlarıydı. Canan Hanım yüzünde mimik oynatmasa da büyük gelini ile Begüm'ün birlik olup gözde gelinini ezmesinden hoşnut olmayan ifade gözlerine yerleşmişti. Konuşmaya dahil olarak kadınların alttan alta çıra attıkları ateşi harlayacaktır ki Sedat Bey konuyu başka bir yere çekmekte gecikmedi. “Akşam geç mi geldin Begüm?” “Yeni bir ürün üretmeye çalışıyoruz. Şirketten sonra fabrikaya denetime gittim.” Diye açıklık getirdi Sedat Ulukaya’ya. Yirmi dört yaşında dedesinin isteği ile ülkeye dönmüştü. Oysa üniversiteyi bitirdikten sonra yurtdışında şirketini kurmayı düşünmüştü ama her şey istediği gibi olmamıştı. Ülkeye alışması ve pazarı incelemekle harcadığı bir yılın ardından şirketinin temellerini atmıştı. Başta butik kozmetik dükkanları ile başlamış olsalar da sekiz yıl içinde marka haline gelmeyi başarabilmişti. SECRET’S markasının sahibi ve yöneticisiydi. “Kadir mi bıraktı seni?” diye sordu dedesi. Şirketini kurduğu ilk yıllarda ülkeye çağırdığı bir arkadaşıydı. Dedesi hiçbir zaman yakınlıklarından hoşlanmamıştı. “Evet.” Diye kısaca cevap verdi ona. Dedesinin Kadir ile ilgili olan düşünceleri şimdiye kadar umurunda olmamıştı. Onun düşüncelerini de düşüncelerinin sebebini de anlayabiliyordu. Kadir her zaman duvar gibi bir ifade ile gezen kimseye samimiyet göstermeyen ve onun emirlerinden çıkmayan biriydi sadece. “Aynı evde yaşıyorsunuz diye duydum.” Fırat Ulukaya çoğu Pazar kahvaltısında onunla muhatap olmazdı ama bu sefer konuşmaya müdahil olmuştu. “Şoförlüğümü yapıp evdeki çalışanların düzenini sağladığından müştemilatta kalıyor.” Derken bu açıklamayı neden yaptığına anlam verememişti. Sadece suçlu psikolojisine düşmek istememişti. “Kadir’i kızıma damat olarak mı düşünüyorsun baba?” dedi Fırat Ulukaya. Begüm buna kahkahalar ile gülmemek için kendini zor tutmuştu. Yine de istem dışı yüzünde sinir bozucu bir gülümseme belirmişti. “Gerçekten mi?” güne güzel başlamıştı ama her an ziyan olacak gibiydi. Fırat Bey’in anlamsız bakışları ona dönmüştü. “Gerçekten kızın mıyım? Bir kızın olduğunun farkında mısın?” “Begüm!” dedesi olaya onu uyararak müdahale etti. Susturulmaya çalışmanın öfkesi ile bakışları dedesine dönmüştü. Gergin dudaklarını sinirle içten ısırdı. Dedesine bir saygısızlık yapmamak için durdurdu onları. “İki lokma bir şey yiyeceğiz burada boğazımıza dizme!” dedi Boran. Oysa yıllardır onun yediği bütün lokmalar boğazında kalmıştı. Kursağına inmemiş, inememişlerdi. “Haram lokma olduğundandır.” Diye hızla cevaplamıştı kardeşini. “Ne diyorsun sen be?” diye hiddetle çatal bıçağını masaya bırakırken çıkışmıştı Boran. “Ağzından çıkanı kulağın duysun Begüm!” dedi aynı zamanda Fırat Bey. “Son ihale diyorum. Tebrikler.” Dedi imalı bakışlarını bir Boran da bir Fırat Bey de gezdirirken. Boran karanlıkta duvara çarpmış gibi dumura uğramıştı. Fırat Bey onun kadar belirgin bir ifadeye bürünmemişti ama o da şaşkındı. “Begüm! Evimin kurallarını unutuyorsun.” Dedesi bir kez daha onu uyarma ihtiyacı hissetmişti. Bahsettiği kural kan bağı olan hiç kimsenin kavga etmemesi ve birbirilerine düşmemesi ile ilgiliydi. Birbirlerinin hatasını bilseler dahi susmaları, gerekirse üzerini örtmeleri gerekiyordu. “Hatırlıyorum.” Dedi dedesine dönerek. “Susuyor olmam bilmediğimden ya da görmediğimden değil. Üç maymunu oynadığımdan.” Derken gözlerini Boran’dan ayırmadan masadan ayaklandı. “Nereye?” diye sordu dedesi. O masada kalmasını isteyebilecek tek kişi… “Size afiyet olsun, ben doydum.” Mutsuz ifadesi ile dedesinin yüzüne bakmıştı. Onun tepkisinden de memnun olmadığını gösteriyordu kendince. “Çalışma odama geç. Seninle bazı şeyleri tartışmak istiyorum.” Uzun uzun dedesine baktı. “Peki.” Demekle yetindi sadece. Arkasından yaşanacak konuşmalara kulaklarını tıkayıp çalışma odasına yöneldi. Üst kata çıkan merdivenleri arşınladığında geniş alan onu karşıladı. Duvarların her birinde sıralı tarihi tablolar vardı. Dedesinin sanata ve atlara olan düşkünlüğü evin her yerinden anlaşılabiliyordu. Soldaki ilk kapıdan ikinci katın banyosuna girip ellerini yıkadı önce. Aynadaki aksine bakıp kısaca görüntüsünü kontrol etti. Ardından oradan çıkıp orta kapıdan kısa hole girdi. Kısa holün solundaki oda dedesinin odasıyken sağındaki oda çalışma odasıydı. Hiç duraksamadan şifreli kapıyı açıp içeri girdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD