ⅩⅢ☾ Sinsi Şeytan|PARTⅡ

2228 Words
*** Baş ağrısıyla güne uyandığımda duruma şaşırmadım. Naneleri yerken düşünecektim bunu. Bir bardak su ile ağrı kesici içtikten sonra hazırlandım. Akşam Bahadır ve Merih beni eve bırakmıştı. Merih’i daha yoldayken haşlamaya başlamıştı Bahadır. Merih adına üzülsem de duruma müdahale etmemiştim elbette. Üstümde mutluluk sarhoşluğu vardı. Adına ne denirdi bilmiyordum, ben böyle bir durumda daha önce bulunmamıştım. Uyumadan hemen önce Nur arayıp da bugün haini yakalayabileceğimizi söylediğinde açıkçası Bahadır ile aramızdaki durumun heyecanı biraz dinmişti. Bugün haini yakalayacaksak o zaman yakın zamanda gidecektim. Gitsem de bir şekilde onunla irtibatımızın kesilmeyeceğini bilmek garip bir hisle dolmama neden oluyordu. Ben seve seve ona yenilmiştim ve nihayet bunu kabul etmiştim. Artık ne olacağının önemi yoktu. Gitsem de kalsam da yine de biz beraber olacaktık. Hazırlandıktan sonra evden çıktım. İçtima olmayacaktı, akşamdan tüm ekibe bilgi verilmişti. Göreve gidiyorduk. Yalova’da bir mekâna baskın düzenleneceğini zannediyordu köstebek. Asıl operasyon dün düzenlenmişti aslında. Başka bir ekip tarafından hainler, yanlarındaki çok önemli bilgilerle yakalanmıştı. Emniyet müdürlüğü ile iş birliği yapan SİT’te sorguya katılıyordu. Üç adamdan da köstebeğin ismini teyit etmeyi başarmıştık. Birbirini tutan ifadeler sayesinde aslında elimizde köstebeğe dair delil vardı artık. Telefonum çaldığında hiç beklemeden çağrıyı cevapladım. “Günaydın, müdürüm.” “Günaydın, Beyza. Baskında ele geçirilen belgelerde köstebekle irtibata geçtikleri telefon da bulunmuş. Görüşmelerinin kayıtlarını çıkarmayı başardık, ekip dinliyor şimdi hepsini ama yanılmamışsın... Operasyonlarda bilgi sızdırıldığı kanıtlandı.” Yutkunurken gözlerimi yumdum ve adımlarımı durdurdum. Olduğum yerde durup elimi göğsüme bastırdım. Kısacık bir zamandır ekiple birlikteydim ama benim bile içim yandı. Bahadır’ın yaşayacağı hayal kırıklığını düşündükçe kahroldum. Kendi elleriyle yetiştirdiği, silah arkadaşı saydığı adamı şimdi aynı ellerle teslim edecekti. Hem de hainlikten... “Anladım, müdürüm. Bugün planlandığı gibi ekiple operasyona çıkacağız.” “Dinleme ve izleme cihazlarını Nur’a teslim ettik.” “Teşekkür ederim, müdürüm.” “Dikkatli olun, Beyza. Bir hain yakalandığı zaman ne yapacağı tahmin edilemez.” Başımı olumlu anlamda salladım sanki görecekmiş gibi. Kısa süre sonra görüşmeyi sonlandırdık. Operasyona hazırlanan Gökbörü Timinin yanına gittiğimde yine özellikle haine dönüp bakmadım. Bir şeyden şüphelenmesini istemiyordum. Sırf şüphelenmesin diye irtibat kurduğu adamlarmış gibi hâlâ onunla görüşülüyordu. Benim yüzümden bir şey anlasın istemiyordum. Bahadır ile göz göze geldiğim an ruhum bedenimi terk eder gibi oldu. Üstüne çelik yeleğini giymişti. Silahını yerleştirirken bana yandan içimi gıcıklayan bir şekilde bakmıştı. Yaramaz parıltılarla dolu güzel gözlerine bakarken bile keyiflenemedim. Ona doya doya bakabiliyordum artık, kaçmama gerek yoktu. Buna rağmen huzursuzdum. Elimde değildi. “Günaydın, asker.” Beni duydukları an hazır ola geçip hep bir ağızdan cevap verdiler. Bahadır’ın yanına doğru ilerledim. Kısa bir bakışın ardından hazırlanmaya başladım. “Beyza, iyi misin?” Sorusuyla başımı çevirip yeniden onun bakışlarıyla buluştuğumda yalan söyleyecek olmak yük oldu omuzlarıma. Albay Cemil, köstebeği yakaladığımız ana kadar ona bir şey söylememem için beni sıkı sıkı tembihlemişti. O an yaşayacağı acıya tanık olacak olmam beni mahvediyordu. “Günaydın, herkes hazır mı?” Elinde torbalarla bir anda içeri giren Nur’a herkes şaşkınlıkla döndü. “Sabah şekerimiz de geldi...” Bahadır’a dönüp hayretle baktım. “Hoş geldin, Leydi Vipera.” “Hoş buldum, Bahadır Yüzbaşım. Yalnız en son kim kimin üstü kavgası yapıyorduk, ne ara barıştık biz?” Deli kızım yine bildiğim gibiydi. “Bunu tartışmaya gerek yok, ben senin üstünüm.” “Anlaşılan üstte olmayı seviyorsun, Yüzbaşım?” Nur’un sözleriyle adeta boğazımda bir şey kalmış gibi tıkandım. Hayretle ona döndüm. Her şeyi ona anlattığımı açıkça söylese de olurdu... Bahadır anlık bana döndü ve sinsi bir şekilde sırıttı. Ah Sinsi Şeytan! “Dün geceyi de anlattın mı, Beyza Yüzbaşım?” Gözlerimi yumup başıma gelecek her şeyi kabullendim. Çünkü anlatmamıştım. Daha müsait bir zamanda detaylıca anlatırım zannetmiştim. Nereden bilebilirdim Bahadır’ın beni bozuk para gibi harcayacağını? “Ne, ne oldu ki?” Bahadır’ın, neler neler, der gibi sırıtıp yanımızdan yürüyüp gitmesiyle bana dönen Nur ile faka bastığımı anladım. Beni çiğ çiğ yiyecekti, çiğnemeden yutacaktı. “Şöyle ki, daha müsait bir zamanda...” “Müsait zaman dilimlerinin tamamına koymadan bence tam şimdi dökülmelisin sevgili üstüm yoksa Bahadır’ın bilip de benim cahili bırakıldığım konu yüzünden herkesin canı yansın istemeyiz!” Yutkunurken korkuyla ona baktım. Her dediğini yapmaktan asla gocunmazdı canım arkadaşım. Derimi yüzecekmiş gibi bakmasa çok daha kolay olurdu. “Ekip hazır mı, Yüzbaşı Bahadır?” İmdadıma yetişen adamı görebilmek için merakla sesin geldiği yöne döndüm. Herkesin hazır ola geçtiğini gördükten saniyeler sonra karşımdaki adamla göz göze geldik. Mühendis Binbaşı Menderes Arman, Bozkurt Timi Komutanı. Teşkilat tarafından görevlendirilmişti. Öncesinden haberim vardı ama burada görmeyi beklemiyordum. Hemen hazır ola geçip komutanı selamladım. “Günaydın, komutanım. Gökbörü hazırdır!” “O, Baş İstihbaratçı Yüzbaşı Beyza. Burada olduğunu duymuştum ama görevde olacağını bilmiyordum.” Bahadır’a hiçbir cevap vermeden bana dönen adamla gülümsedim. “Son görevim, komutanım. Bu operasyondan sonra yeniden teşkilata dönüyorum.” Bahadır hışımla bana döndüğünde ne yapacağımı bilemedim. Elim ayağım adeta birbirine dolandı. Bu durumun değişeceğini mi zannetmişti gerçekten? Bunu durdurma gücüm yoktu, asli görev yerim orasıydı ve bir gün elbet dönecektim. “Çok iyi, çok iyi... Herkes hazırsa helikopter pistte bekliyor.” Ekip hızlıca odadan çıkarken Nur bana beni öldüreceğini anlatan bir bakış atıp ekibin peşinden koştu. Onlara yanında getirdiği dinleme ve izleme cihazlarını uzatıyordu. Her birinin takması zorunlu kılındığından kimse çıtını bile çıkartmıyordu. Bahadır ise odanın boşalmasını fırsat bilip anında bana dönmüştü. İşte şimdi sınavım başlıyordu sanırım. “Hâlâ gitmekten mi bahsediyorsun, Beyza? Bırakmayacağımı bile bile...” “Bahadır, bu düşündüğün gibi değil. Asli görev yerim orası, bu operasyondan sonra gidip gitmemek benim inisiyatifimde olan bir durum değil. Hem ne fark eder, ben kışladan gidince sen beni unutacak mısın?” Zeytinyağı gibi konu üste çıkmaksa benden daha az yoğunu yoktu! “Konunun onunla ne alakası var, hafızam silinse bile seni unutmam mümkün değil Beyza.” Bir adım daha attı ve dibimde bitti. Ciğerlerime çektiğim oksijen an itibariyle yetersiz geliyordu. “Daha köstebeği bulmadın?” Tükürüğümde boğulacaktım neredeyse. Son anda öksürmemeyi başardığım için kendimi şanslı saydım. “Her an yakalayabilirim...” Yüzündeki o ifade, o acıyla kasılan yüz çizgileri... Anbean acısını sinemde hissettim, canıma okudu. “Buldun, değil mi?” “Bahadır...” “İstihbaratçılar...” Sanki bu kötü bir şeymiş gibi söylemesi canımı sıksa da tek kelime etmedim. “Bu kadar gizemli olmak zorunda mısınız?” “İstihbarat benim şahsi malım değil ki önüme gelen herkese dağıtayım be Yüzbaşım?” İşaret ve orta parmağının arasına burnumu sıkıştırmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Burnumu canımı yakmadan sıktıktan sonra üstüme doğru eğildi. Artık odadaki oksijen yetersizliğiyle sınanıyordum. “Yüzbaşın seni ham yapar, Baş Belası.” Boğazımı temizleyip kendime gelmeye çalıştım. “Geç kalıyoruz.” “Sana geç kalmak yoksa ucunda gerisinin önemi yok.” Her sözüyle beni dağıttığının farkında mıydı? Ayağımın altındaki zemini çekip alıyordu her seferinde. Karşısında bu kadar savunmasız olmak korkutucu ve bir o kadar da güzeldi. En azından şu hayatta birinin karşısında gardımı almama gerek yoktu. Gönül rahatlığı ne güzel lütuftu. Operasyon için kısa süre içinde yola çıktık. Her şey planlandığı gibi gidiyordu. Bu operasyonun asıl amacını teşkilattan olan herkes biliyordu. Gökbörü Timinin yaşayacağı hayal kırıklığı dışında bir problemim yoktu. Her şeyin kusursuz olması için elimizden geleni yapacaktık. Tahliyemizin ardından belirlenen konumda konuşlandığımızda Bahadır’a döndüm. “Bu andan itibaren tüm emirleri Binbaşı Menderes verecek.” Onu önden bilgilendirmekte fayda vardı. Derin bir nefes aldı. Ne yaşanacağını anladığını biliyordum. “Allah’ım sen bugünü bitirebilmeyi nasip et!” “Gökbörü, siz önden gideceksiniz. Kıdemli Üsteğmen Fırat, yanına Üsteğmen Cengiz ve Başçavuş Vural’ı alarak önden ilerle. Diğer ekip sağdan onlara destek çıkacak. Biz soldan geleceğiz.” “Emredersiniz, komutanım.” “Yüzbaşı Bahadır, Yüzbaşı Beyza ve Kıdemli Ajan Nur ile sağdaki ekiple olacaksınız.” Binbaşı Menderes’in en ciddi komutanlardan biri olduğunu çokça işitmiştim. Hatta son dönemde Binbaşı Ahmet Kürşat ile sık sık beraber göreve çıktıklarını da biliyorduk. Genel de TSK için üretilmiş yüksek teknolojiye dair gizli görevleri olurdu. “Doğan’dan Kuzgun’a. Beni duyuyor musun?” Kuzgun, Binbaşı Ahmet Kürşat’ın kod adıydı. “Dinlemedeyim, Doğan.” “Biz hazırız, komutunla göreve başlayacağız.” Kısa bir süre sessizlik oldu. Her şeyi kılıfına uydurmuş görünüyorlardı. Sırf bir haini yakalamak için fazla insanın görevlendirilmesi tuhaf gelmişti. Nur ile göz göze geldiğimiz an onun da benim gibi düşündüğünü anladım. Burada dönen başka bir dolap mı vardı? “Konumunuzun tespiti uydudan yapıldı, gerekeni yapabilirsin Doğan.” “İlk ekip harekete geçsin.” Kıdemli Üsteğmen Fırat önderliğinde ilk ekip çıktı. Bizim sağdan ilerlememiz için emir verilmesini bekledik. “Bozkurtlar...” Hayretle dönüp Binbaşı Menderes’e baktım. Sağ ekipten önce sol ekip mi harekete geçecekti? “Harekete geç!” “Komutanım, biz?” Bahadır, benim kadar şaşkın bir şekilde dönüp komutana baktı. “Yüzbaşı Bahadır, burada beklemeni emrediyorum.” Hışımla bakışlarını bana çevirmesiyle olduğum yerde kaskatı kesildim. Benim de bu durumdan haberimin olmadığını görmesini istedim çünkü yoktu. Her daim beni okumayı başarmış bir adamdı, yine öyle yapacağını düşündüm ama gözü dönmüştü adeta. “Komutanım, operasyonda benim bilmediğim bir şey mi var?” “Timle uzun vakit geçirdin, Yüzbaşı Beyza. Sen de operasyona katılmıyorsun.” “Komutanım...” “Bu bir emirdir.” Nur, ikimize de üzgün bir ifadeyle bakıp ikiye bölünen Bozkurt Timinin sağ koluna doğru ilerledi. Onlar operasyona başlarken başımıza birkaç er bırakmış olmaları canımı sıktı. “Haberim yoktu, bana şöyle bakmayı kes!” Sesim ters çıktı çünkü o bakıştan nefret etmiştim. “Beyza...” İçi yanıyordu, söylemesine gerek yoktu. Benim de yanıyordu! Ne kadar süre öyle bekledik artık bilmiyordum. Geçen bir sürenin ardından ilk ateş sesi işitildiğinde titrediğimi hissettim. Ateş açılmayacaktı, ateş yoktu! Ben bir adım attığım an önümü kesen erle göz göze geldik. Tek kaşım havalandı. Beni durdurma emri aldığını biliyordum ama direkt önüme dikilmesini beklemiyordum. “Uslu bir er ol ve önümden çekil. Söz sonra şirinleri göstereceğim sana!” Bakışlarımın da sözlerimin de bir etkisi yoktu üstüne. Özel kuvvetler için eğitilmiş, teşkilatta çalışmak için ek eğitim almış bir asker nasıl bakacaksa öyle baktı suratıma. İfadesiz, sözlerimin tesirinin olmadığını anlatırcasına. “Yalnız, Beyza sözünün dinlenmemesinden nefret eder.” Bakışlarımız buluştuğunda o arsız sırıtışının dudaklarına oturduğunu gördüm, aklından ne geçtiğini merak ettim. Bakışları anlık önüne kaydı. “Nereden bildiğimi sormayın...” İnanılmaz biriydi. Edepsizliğin kitabı olsa yazarı o olurdu, artık bundan emindim! “Sizi burada tutacağımıza dair emir verildi. Ne pahasına olursa olsun, tutacağız!” “Dene de görelim.” Bir adım atamadan kolumu sertçe yakalayan asker ile nevrim döndü. Gerçekten beni o şekilde kolumdan mı tuttu diye merakla dönüp baktım. Tutmuştu! “O elini çek yoksa sana hangi günahın bedeli olduğunu öğretirim!” Sanırım bu sürekli kullandığı anlamı bellemek olan küfrün en zarif haliyle anlatımıydı. Adam sadece küfürbaz değildi, şairane bir küfürbazdı. “Emir...” “Demiri keser, bilirim ama o elini çek yoksa burada çok kötü şeyler yaşanacak!” “Geride durun!” Askerin de sabrının tükendiğini anlamak pek mümkündü. “Seni kamufle olup bellerim, götüme ne girdi diye merakla gezinirsin ulan çek o elini!” Onların tartışmasından faydalanarak beni tutan erin kolunun içine dirseğimi geçirdim. Hafifçe bükülen kolundaki güç kaybından faydalanıp elinden kurtuldum. Bahadır, büyük bir öfkeyle onu tuttuğunda ben kaçmayı başardım. Başımıza diktikleri erler Bahadır’ı tutmaya çalışıyordu, kimse beni durdurmak ile uğramadı. Hışımla operasyonun yapıldığı yere ulaşıp içeri girdim. “Cengiz, koçum sakin ol! Bak aslanım, biliyorum bile isteye yapmadın bunu. Biz sadece...” “Zorundaydım...” Çaresizlikle bağıran Cengiz, kapana kısılmış bir vahşi hayvana benziyordu. Başçavuş Vural’ın alnına dayadığı tabancanın emniyeti açılmıştı, parmağı tetikteydi. Kendini kurtarmak pahasına birini harcamaktan gocunacak gibi görünmüyordu. “Seni yakaladım, Üsteğmen Cengiz.” Hışımla bana dönen adamla burnumun ucu sızladı. “Silah arkadaşını bırak, haine bilgi sızdırarak ekibine yeterince zarar verdin.” “Sen... Sen olmasan kimse zarar görmeyecekti! Teşkilat seni bizim başımıza bela diye göndermese zaten işim bitmişti, beni artık tehdit etmiyorlardı, her şey düzelecekti...” Aklını kaçırmış gibi görünüyordu. Onu neyle tehdit ettiklerini, onu tehdit edenin kim olduğunu öğrenmek için tutuşan bir merak uyandı içimde. Seve seve değil, zorla bu işi yaptığını bilmek bir nebzede olsa içimi rahatlattı. “Kim seni tehdit etti, Cengiz? Söyle, gidip hesabını keselim hemen aslanım!” Cengiz’in alaylı kahkahasıyla neye uğradığımızı şaşırdık. “Ceyhun’un hesabını kestiğin gibi mi?” Sarsıldığımı hissettim. Ceyhun’un operasyon sırasında şehit olduğunu unutmamıştım, o operasyon olsun diye bu kadar uğraşanın ben olduğunu da ama bunun bu şekilde yüzüme vurulmasını da beklememiştim. “Onu kurtarabildin mi, komutanım?” Hıçkırdığı an canım yandı. Çaresizliği balçık gibi ciğerlerime yapıştı, bana nefes aldırmaz oldu. “Ben öldüm. Beni yaşatmayacaklar...” “Seni koruruz, Cengiz.” Diye araya girdi hemen Binbaşı Menderes. “Teşkilatın koruması altında olursunuz...” “Sanki orası çok mu güvenli?” Sarsıldığımı hissettim, yine. Orada da mı hain vardı? Bir haini daha kaldıramazdı artık bünyem. “Beni Kale’de bile öldürürler!” “Ceyhun...” Bahadır’ın sesini işittiğimde gözlerimi yumdum. Onun bu anla yüzleşmesini görebilecek cesarete sahip değildim. “Özür dilerim, abi...” Ceyhun’un o çaresiz sesi, ölümü kabullenmiş hali uykularımı kaçıracak bir kâbus gibiydi. “Ben böyle olmasını istemedim.” Gözlerimi açtığım an elindeki silahı kendi çenesine dayayan Ceyhun ile itiraz dolu bir çığlık atıp ileri atıldım. Yine geç kaldım. Ben hep geç kaldım... “Beni affet, abi...” Bir el ateş sesiyle haykırdım. Bunun olmasını istememiştim. Bunun olacağını düşünmemiştim. Böyle olmamalıydı. Onu buna zorlayanlar onun ölümüyle korunmaya devam edecekti. Ceyhun, hak etmediği halde ölürken onlar keyiflerine bakmaya devam mı edecekti? Ceyhun’un cansız bedeni beton zemine düştüğünde üstü başı kan revan içinde olan Başçavuş Vural bilinçsiz bir şaşkınlıkla onu tuttu. Dehşet dolu bir şekilde ona bakarak donakaldı. Ekibin geri kalanı gibi... Sonraki an tüm ekibin bana dönen bakışları ile nefesim kesildi. Suçlayıcı bakışları silindir etkisi yarattı, dümdüz oldum o bakışların altında. Her birinin acısını gördüm, her birinin suçlayıcı bakışlarını sinemde hissettim. Suçlu benmişim gibi... Sebep olan benmişim gibi... Bir kez daha her şeyi elime yüzüme bulaştırmışım gibi...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD