Ⅸ☾ Bal Bela

4858 Words
DOKUZ | BAL BELA ♫ ♪ ♫ Mithat Can Özer – Ateş Böceği Ayliz, kazanmanın haklı gururuyla yüzümüze bakıp gülümsedi. O an yüzümde nasıl bir ifade olduğunu hayal bile edemezdim. Şaşkınlık mı, hüzün mü hangisini hissetmeliydim emin bile değildim. Kulaklarım uğuldarken derin bir nefes almaya çalıştım. Bahadır’a kayan bakışlarım çehresinde mutlak bir zafer sevinci görmeyi ummuş olmalı ki dağılmış halini gördüğümde afalladım. Ne hissedeceğine o da ben gibi karar verememiş gibi görünüyordu. Bakışları aniden bana döndüğünde nefesimi tuttum. Tüm vücudum titriyormuş meğer. “Sorgun’um, tebrik ederim.” Merih’in kaba bir şekilde Bahadır’a sarılıp sırtına vurmasıyla göz temasımızı sonlandıran ben oldum. Beklenmedik tepkilerine olmadık anlamlar yükleyerek kendimi eyleyemezdim. “Bize ne olacak?” Bu soruyu sorma fırsatını bana vermeyen Nur’a minnettarlıkla döndüm. Bunu soran ben olursam eğer Bahadır’ın dilinden düşmezdim kesin ama o da herkes gibi Nur’dan korktuğu için onunla uğraşmayacaktı. “O kadarını ben bilemem, Bal Porsuğum. Zaten senin önceliğin iyileşmek, şu anda başka bir şey düşünmeni yasaklıyorum.” “Bir avukat olarak hiçbir özgürlüğümü kısıtlamayacağını sana hatırlatmaktan imtina ediyorum ve ayrıca bana şu şekilde hitap etme ne olursun!” Ekşi bir şey yemiş gibi yüzünü ekşitti Nur. Bu hitaptan nefret ederdi ve Ayliz ona daima böyle seslenirdi. “Nasıl istersem öyle seslenirim, sus!” Zihnimin esaretinde olduğumdan arkadaki sesleri uğultu gibi duyuyordum. Henüz köstebeği bulamamıştım, bu sebeple geri gönderileceğimizi düşünmüyordum fakat artık timin komutanı olamayacağım aşikârdı. Bahadır, haksız yere uzaklaştırıldığı görevine elbette geri dönecekti. Ondan emir alacak olursam bunca zamanın acısını burnumdan fitil fitil getireceğine emindim. Tek temennim ast üst ilişkimizin değişmemesiydi... Sessizliğim fazla dikkat çekmiş olacak ki malum şahsın radarına takıldım. “Ne oldu, Beyza Yüzbaşım? Sana emir vereceğimden mi korkuyorsun yoksa?” Beklemeksizin ona dönmem Bahadır’ı bile şaşırttı. Kıstığım gözlerimle ters ters ona bakıyordum ama şaşkınlığı kısa sürdü. O bildiğimiz arsız ifadesi tüm çehresini kapladı ve meydan okurcasına gözlerimin içine baktı. Her zaman sinirimi bozan o sırıtışı şimdi çok tanıdık bir his uyandırıyordu bende. Bilindik, iyi hissettiren bir duygu. Sanırım kendime mukayyet olamazsam gerçekten yanacaktım. “Sen bana emir veremezsin, Bahadır!” Çokbilmiş bir edayla ona göz kırptım. “Hiçbir erkekten emir almam, senden de almayacağım!” Sözlerime bir kahkaha attı. “Hayvan herif, bunu da mı söyledin?” Merih’in çıkışıyla Nur kıkırdadı. “Beyza Yüzbaşımı sinirlendirmek için daha neler söyledim, bir bilseniz…” O arsız bakışları, sırıtışındaki sarhoş edici eda… Bu adam beni delirtecekti, divane edecekti! “Beyza, eğer iş yerinde bir meslektaşının bu şekilde ayrımcılık uygulayan aleni ifadeleri mevcutsa derhal şikayetçi olalım. Yüzbaşı Bahadır, bu ülkede hiçbir kadını bu şekilde sindiremeyeceğini öğrenmiş olur!” Ayliz’in feminist damarları hemen kabarmış, bir sırtlan gibi Bahadır’a pis pis bakmaya başlamıştı. Bahadır biraz daha kaşınacak olursa Ayliz’in elinde kalırdı. Ayliz ben gibi bağışlayıcı olmazdı! “Çok sert!” Arayı kızıştırmaya bayılan Merih’e de gün doğmuştu gerçekten. “Çok hoşuna gittiyse daha sert şeyler yapabilirim, yakışıklı.” Nur’un göz kırpmasıyla Merih konuştuğuna pişman oldu, yine... “Tüm çabaların boşa gitti,” dedim manidar bakışlarımla Nur’u uyarıp yeniden Bahadır’a dönerken. “Beni sinirlendirmeyi başaramadın. Hatta çoğu zaman kendin daha çok sinirlendin.” “Öyle mi?” Bir şey söylemek isteyip de yeri değilmiş gibi sustu. Bu an beni yutkunma arzusuyla kıvrandırdı. Kim bilir baş başa olsak ne edepsiz şeyler söylerdi… “Ay yeter, başım şişti. Hastayım ben, dinlenmek istiyorum!” Nur’un sözleriyle konuşma orada sonlandı. *** Nur’un helikopterle tahliye edilebileceği haberini aldıktan kısa bir süre sonra aynı helikopter ile görev yerimize dönüşümüzü gerçekleştirdik. Huzursuz bir gecenin ardından alamadığım uykumun izlerini yüzümden silmek için hafif bir makyaj yapmam gerekti. Askeriyede çok makyaj yapmazdım, daha çok özel hayatımda tercih ederdim ama bugün kesinlikle gözaltlarımı kapatmam gerekiyordu. Bahadır, düşünmekten uyuyamadığımı anlarsa kırk yıl dilinden düşemezdim. Üniformam yine bedenimi sıkıca sarıyordu. Saçlarımı her zamanki gibi sıkıca toplayıp topuz yaptım. Kara beremi saçlarımın üstüne açılı bir şekilde yerleştirdikten sonra yapmam gerekenleri bitirip hızlıca evden çıktım. Eğer görevden alınırsam şaşırmazdım. Albay Cemil, verdiğim raporlardan pek memnun kalmamış olmalıydı. Köstebeği bulmaya bir adım dahi yaklaşamadığım düşünülürse bu çok normaldi. “Ah köstebek ah…” diye mırıldanırken içtima için bahçeye yürüyordum. “Seni elimden kimse alamayacak!” “Lâkin ben o şerefsizi kimseye bırakmayı düşünmüyordum, elime geçirdiğim an kemiklerini kıracağım!” Korkumu ustalıkla gizleyerek arkamı döndüm. Üniformanın bu kadar yakıştığı bir başka adam tanıyor muydum? Ah, kesinlikle tanımıyordum! Kara beresini başına takmamıştı, bedeninin yanında sağ elinde sıkıca tutuyordu. Yeni tıraş ettiği kısacık saçları, sinekkaydı sakal tıraşı, nefes kesici ve delici bakışları. Bu adam beni içten içe tüketiyordu! “Sıraya girmen gerekiyor gibi gözüküyor, Bahadır.” “Aslında ikinci ismimi kullanmayı tercih ediyorum, herkesin bana öyle seslenmelerinden anlamış olmalısın. Neden inatla ilk ismimi kullanıyorsun, Beyza?” Sorusuna hazırlıksız yakalandım. Gerçekten neden ilk ismini kullanıyordum ki? Oysa onu ikinci ismimi kullanmaması konusunda bir hayli sert bir şekilde uyarmışken... “Farkında değilim, rahatsız oluyorsan veya sevmiyorsan değiştirmeye çalışırım.” Ani hassasiyetimle bir anda olsa o suratındaki alaycı ifade dağıldı. Yine kimsenin tanımadığı bir adam gibi görünüyordu. Onun duvarlarının ardında ne olduğunu deli gibi merak ettiren bir durumdu bu. Bu adamı tanımadığımı o anlarda daha iyi anlıyordum. “Takılıyorum yalnızca, bazıları gibi isimlerimle herhangi bir sorunum yok. Kolayına hangisi geliyorsa...” Sözlerinin ardından sanki beni teselli ediyormuş gibi omzumu sıvazladı ve yürümeye devam etti. Arkasından şaşkınlıkla bakarken elimi az önce okşadığı omzuma götürmemek için çok çabalamam gerekti. “Albay Cemil bizi odasında bekliyor, gecikmek istemezsin herhalde.” Sözleri beni kendime getirdi. Seri adımlar atarak ona yetişmeye çalıştım. Boyu bir hayli uzun olduğundan adımları da normal insan boyutuna göre fazla genişti. Bir yerden sonra peşinden koşturmak zorunda kaldım ama en nihayetinde ona yetiştim. Albay Cemil’in odasının önünde durduğumuzda ikimiz de tereddütte düştük. Bakışlarımız o kısa an birbirlerine değdiğinde Bahadır’ın kapıyı çalmak için havalanan elinin titreyişine şahit oldum. “Karar ne olursa olsun, seni tanımak bir şerefti Beyza Yüzbaşım.” Bu sözleri ondan duymak hayal bile edilemez bir andı. Gerçek hislerini ardına saklayabileceğini zannettiği sırıtışına bu sefer aldanmamıştım. “Alaycı çıkmasını umduğun sözlerinin arkasındaki samimiyeti görebildiğimi biliyorsun, değil mi?” İşte şimdi suratındaki ifade çarpılan oydu. Bu kadar aleni bir ifade ediş beklemiyor olmalıydı. Oysa tanıştığımız günden beri kaçak dövüşen kendisiydi, ben hep dürüsttüm. Bana cevap veremeyeceğini kabullenmiş olmalıydı ki usulca kapıyı çaldı. Olumlu komutu işittiğimiz gibi kapıyı açıp önce benim geçebilmem için kenara çekildi. Bu sefer o arsız sırıtışlardan birini ona ben attım. İfadesi ekşidi, kendi zehrinin tadını beğenmemişe benziyordu. Odaya girer girmez selam durduk. “Buyurun.” Albay Cemil önündeki tekli koltukları işaret etti. Çıt bile çıkarmadan oturduk. “Yüzbaşı Bahadır, tebrikler. Cevval avukatımız başındaki beladan kurtarmış seni.” “Sağ olun, komutanım!” “Yüzbaşı Beyza, avukat seçimin için seni kutlarım. Davayı kapatabilmek için her delili bizzat toplamış. Başvuru yapmış mahkeme gününü erkene çektirmiş, bir hayli uğraştı. Teşekkürlerimi iletirsin.” “Emredersiniz, komutanım.” “Gelelim asıl konuya, ikiniz de son akıbeti merak ediyorsunuzdur.” Herhangi bir onaylama kelamı dökülmedi dudaklarımızın arasından ama gerçekten son kararı deli gibi merak ediyorduk. Yerimizde sabit duramayışımızdan da anlaşıldığını düşünüyordum. Elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı bilemiyorduk. “Gökbörü Timinin başına geçebilirsin, Yüzbaşı Bahadır!” Tuttuğum nefesi usul usul bırakırken bakışlarım çehresinde zaman durmuş gibi görünen Bahadır’a çevirdim. Hayatında daha çok sevinebileceği bir haber olamazdı ama o öylece put gibi duruyordu. Acaba mutluluktan olmayan aklını da mı kaçırmıştı? “Yüzbaşı Bahadır?” Albay Cemil, Bahadır’ın tepkisizliği karşısında endişelenmiş gibi görünüyordu. “Timinin başına geçebilirsin dedim, seni askerlikten menetmedik. Ne bu halin, Yüzbaşı?” “Affedin, komutanım.” Dedikten sonra oturduğu yerde dikleşti ve boğazını temizledi. “Teşekkür ederim, görevimi layığıyla yerine getireceğimden emin olabilirsiniz.” Bu haline gülebilirdim ama başka bir zaman... Akıbetimin ne olacağı hâlâ muammayken bir başkasına gülmek, başımızı daha büyük derde sokardı kesin. “Yüzbaşı Beyza...” Nihayet bana dönen adamla yeniden nefesimi tuttum. Zaman bu sefer benim için yavaşladı. Şimdi bağırarak konuşsa bile ağır işitebilirdim. Gören gözlerim görmez, duyan kulaklarım işitmez olmuştu sanki bir anda. Ölmemiştim belki ama içimde hep bir cenaze vardı. O yüzden beni yıkabilecek çok az şeyin varlığıydı daima dayanmamı sağlayan ama şimdi... Sanki o kadar emin olmamalıydım. “Köstebek hâlâ elini kolunu sallaya sallaya askeriyede dolaşıyor. Seni geri göndermek istemedik ama Yüzbaşı Bahadır görevine dönmüşken seni göndermemek oldukça dikkat çekecek.” Sanki bir kilo tuz yemişim gibi içim kupkuru kesildi. Yutkunma arzusuyla kıvranırken boğazımın kuruluğundan dolayı mahrum kaldım. Bir yerim sancıyordu neresi olduğunun farkında olduğumu kabul edersem o geri dönülmez ufku geçtiğimi bilecektim. Kabul edemezdim. Gidecektim. Zaten gidecektim, bu içimde büyüttüğüm illet duygu her ne ise bitecekti. Gözden uzak olan... “Sanırım bana ayrılan sürenin sonuna geldik, komutanım.” Gülümsemeye çalıştım ama gülümsemekten çok yamulmuş bir ifadeye sahip olduğuma emindim. “Daha görevin bitmedi, Yüzbaşı Beyza. Nereye öyle hemen?” Hayretle karşımdaki adama bakakaldım. Gitmiyor muydum? “Ekibi bir süre birlikte yöneteceksiniz. Bunun bir görevle ilgili oluşunu ayarladık. Dikkat çekmemek için her şeyi kılıfına uydurmaya çalıştık. Lojmanda yaşayacak ve görevine kaldığın yerden devam edeceksin. Köstebeği tespit ettikten sonra geri dönebilirsin.” Şaşkınlığımın alt notalarında bir mutluluk çığlığı gizliydi. Kafamı çevirdiğim an göz göze geldiğim adamın da bakışlarında aynı ifade vardı. Görmem için bakıyordu gözlerime, kalışımın mutluluğunu dillendirmezdi ama görmemi istiyordu yine de. Felaketim öylece durmuş, gitmeyişimin mutluluğunun tablosunu gözlerine resmediyordu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki zavallı göğüs kafesimin içinden birazdan fırlayıp gidecekmiş gibi hissediyordum. “Köstebekle ilgili çalışmayı Yüzbaşı Bahadır’a aktar, artık bu işte birliktesiniz. Tamamen!” Albay Cemil’in son sözleri bunlar oldu. Ona teşekkür edip odasından çıktık. Sessizliğimiz zamanın akışını bozan bir virüs gibi etrafımızı sarsa da koridor boyunca bu şekilde yürüdük. Bahçeye çıkıp yürüdüğümüz ilk anlarda bile sessizdik ta ki Bahadır nihayet bu durumdan sıkılana kadar. “Başıma kaldın yine, bu gidişle püsküllü belam olacaksın.” Burun deliklerim içime açgözlülükle çektiğim havayla genişlerken öfkeli bakışlarımı ona çevirdim. Yine bildiğimiz, tanıdık o durumdaydık işte. Bu hiç değişmeyecek gibiydi. “Püsküllü belan?” dedim imalı bir sesle. “Sence de bu ara sözlerin pek bir aidiyetlik içermiyor mu?” Adımları aniden durdu. Yere sabit bakışları hışımla kalkıp gözlerime saplandı. Maskesini takabilmek için bir kaçış arasa da buldurtmayacaktım. Bu sefer gerçekten olduğu kişiyle muhatap olma konusunda ısrarcıydım. “Sakın alaycı kişiliğinin ardına saklanma bir korkak gibi, Bahadır. İki dürüst insan gibi konuşalım!” “İki dürüst insan gibi…” Beni tekrar ederken çehresine yayılan ürkütücü gülümseme yutkunma isteğimi körükledi. “Dürüst mü olalım, Beyza?” Bana doğru bir adım atmasıyla gayriihtiyari geriye doğru bir adım attım. Dürüst olalım dediysem, böyle bir şeyi kastetmediğime emindim. “Bakma bana şöyle!” dedi ters ters. “Sanki beni durdurabilecekmişsin gibi, kaçsan da seni yakalayamayacakmışım gibi.” Aynı kuru his tüm içimi kavururken gözlerimi dahi kırpmadan ona bakakaldım. İşte bu Bahadır’ı kesinlikle tanımıyordum. Her sözünden taşan hayata karşı isyanla dolu bir tını, insanın içinin en dibini görüyormuş gibi bir yakıcılıkla bakan gözleri… Tüm dünyayı her an dize getirecekmiş gibi ateşiyle kavuracakmış gibi. “Ne oldu, korktun mu cici kız? Alaycı kişiliğimin ardındaki adam seni tatmin etmedi mi? Yoksa beyaz atlı bir prens olduğunu mu zannetmiştin?” Şu hâlde olmasam son cümlesine kahkahalar atabilirdim. Bahadır ve beyaz atlı prens? Kesinlikle en tezat iki şeydi! “Müsaade et şaşırayım, Bahadır.” “Neye, prense mi?” “Benzeyebileceğin son şey beyaz atlı bir prens, Bahadır.” Neydi gözlerinde gördüğüm, sahici bir alınganlık mı? “Sözlerin hep mi böylesine zehirliydi yoksa bana özel olarak mı biledin tüm bıçaklarını?” “Beni gözünde fazla büyütüyorsun, Kızıl.” “İşte bu olmaz, Beyza. Bu Bahadır’a Kızıl diyemezsin!” Duyduğum cümle ile dudaklarımdan bir, hah, kaçtı. Şaşkınlık ifadem onu eğlendirdi. “Niye, bu Bahadır bir paşanın sağından düşmüş de bizim mi haberimiz yok?” Daha önce hiç görmediğim çekicilikte bir gülümseme dudaklarına oturdu. Ne alay ne de başka bir şey içermiyordu. Gerçek bir gülümsemeydi, samimiydi. “Allah’tan başka ilah, gözlerinden başka silah tanımam Bal Bela.” Hitap şeklindeki bariz değişiklik ile tüylerim diken diken oldu. Hayretle gözlerinin içine bakakaldım. “Bakma şöyle be kızım, adamı dinden imandan çıkartacaksın!” “Yok, bozuk bu. Eski haline dön sen!” Dilimin tutulmamasına şaşırdım doğrusu. Bu kadar açık, aleni, gocunmadan sözlerini ederken karşısında dilimin tutulması işten bile sayılmazdı. “İşine gelmedi tabi…” Bir adım ve bir adım daha… İşte şimdi tam dibimdeydi ve yüzüne bakabilmem için başımı geriye doğru biraz yatırmam gerekiyordu artık. “Seni görüyorum, seni duyuyorum Bal Bela. Sende bu adamı görecek ve bir gün gelecek duyacaksın. Ben o güne kadar sabırla bekleyeceğim. Kaçmana biraz daha müsaade edeceğim ama ikimiz de biliyoruz, kaçınılmaz olandan kaçılmaz!” Elini usulca uzattığında tüm bedenim taş kesildi. Beremin altından sıvışmayı başaran birkaç asi teli yeniden içine ittikten sonra yanağımdan bir makas aldı ve göz kırptı. Ona bu hareketi yapan ilk bendim ve şimdi de ardından alık alık bakan taraftım! Uzaklaşan siluetini bir süre daha seyrettim ta ki o kaybolana kadar. Bu da neydi böyle? Nefes nefese kalmıştım sanki on beş kilometrelik parkur koşmuşum gibi. Bu adam benim çıramı tutuşturduğunun bu kadar farkında mıydı gerçekten? Peki o hali… Çok yırtıcıydı! “Aval aval ardınızdan mı bakacaksınız sürekli?” Duyduğum sözlerle korku ile yerimden sıçradım. Gafil avlanmıştım, hem de aynı gün içinde ikinci kez! “Beğendin mi bari dürüst Sorgun’u?” Tüm konuşmaya şahit olduğuna mı yanayım yoksa benim en aptal halime şahit oluşuna mı kararsız kaldım! “Merih… O çenen elimde kalsın istemiyorsan…” “Yapmayacağın şeyleri konuşup şişirme başımı, gelelim fasulyenin faydalarına.” Dedikoducu mahalle teyzeleri gibiydi. Aynı onlar gibi heyecanlıydı üstelik! “Ne yapacaksın?” “Neyi ne yapacağım?” “Salak yerine koyduğun kendinsin, ben değil o yüzden kıvırma da Sorgun’umdan istediğin gibi dürüst ol Beyza Yüzbaşım. Onun kalbini mi kıracaksın yoksa başka planların mı var?” Ciddiydi. Ciddi ciddi soruyordu. Bunun cevabı o an onun bu dünyadaki en önem verdiği şeymişçesine gözlerime bakıyordu. “Gerçekten çok kıymet veriyorsun ona.” “Kime?” Az önce bana yapmamamı tavsiye ettiği bilmezlikten geliyordu. “Sorgun’a mı? Onu müjdeleyen ebeyi…” Belerttiğim gözlerimle kesişince bakışı neyse ki doğru anda susmayı başardı. “Bu seni hiç alakadar etmez, Merih Yüzbaşım.” Bir anda yanından geçip az önce Bahadır’ın gittiği yoldan yürümeye başladım. “Gözümden düştün, Beyza Yüzbaşım! Sorgun’umu üzeceksin sen.” diye seslendi arkamdan ama dönüp bakmadım. “Gözümüzden düşeni kimin tuttuğuyla ilgilenmiyoruz. Hayırlı Cumalar!” Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Alem adamdı doğrusu ama şu an onunla uğraşacak vaktim yoktu. Bahadır ile şu anda içtimada olmam gerekirken ben arkasından hülyalı hülyalı bakmakla meşguldüm. Bahadır’ın geri dönüşüne verilecek tepkileri görmeliydim. Adeta koşar adımlarla peşinden gittim. Neyse ki düşüncelerimin aksine Bahadır ekibe hiçbir şey söylememişti henüz. “Günaydın, asker!” Nasıl gururlu ve mutlu görünüyordu. Oturup üstüne entelektüel tartışmalar yapılacak bir tablo gibiydi. İnsanın hayranlıkla seyredesi geliyordu. “Sağ ol!” Daha fazla gecikmemek için hızlıca yanına yürüdüm. Varlığımın sorgulandığını her bir erin gözünde görebiliyordum. Ne işi var burada, dercesine bakıyorlardı. Çünkü Bahadır’ın geri döndüğü dedikoduları çoktan duyulmuş olmalıydı. “Günaydın, asker!” Kısa bir şaşkınlık duraksamasının ardından karşılık verdiler. “Neden burada olduğumu mu merak ediyorsunuz?” Çıt çıkmadı. Kimse bu soruya bir yanıt vermeye hevesli değildi. “Yüzbaşı Beyza, timimize komutanlık etmeye devam edecek.” Bahadır’ın araya girmesiyle bir meraklı uğultu yükseldi. “Beraber komuta edeceğiz!” Bakışlarım Bahadır’a dönerken soramadıkları sorularını da yanıtlamış oldum. “Bir süre daha bizimle, önümüzdeki görevler için varlığı elzem.” Ağzının içinden memnuniyetsiz bir şekilde homurdandı. Çünkü buradaki varlığım onun otoritesine bir darbeydi. Üstlerimizin Bahadır’a hâlâ güvenmedikleri izlenimini yaratıyordu. Elbette bu durumdan rahatsız olacaktı. “Yüzbaşı Bahadır…” Arkamızdan gelen sesi işittiğimizde Bahadır ile eş zamanlı sesin geldiği yöne döndük. Bir süredir gözükmeyen Tulgar Bora tam karşımızda duruyordu. Bakışları çok kısa bir an benim üzerimde gezindikten sonra yeniden Bahadır’a döndü. “Görevinize dönmüşsünüz, hayırlı olsun.” “Teşekkür ederim, komutanım.” Diyerek selam durdu. Üst rütbeli her askere yapacağımız gibi. “Beyza Yüzbaşım,” Beklendik bir şekilde bana dönüşü şaşırtmadı. “Hâlâ buradasınız. Burada mı devam etmeye karar verdiniz? Oysa Teşkilatta rütbeniz burada olduğundan bile yüksek. Oraya döneceğinizi düşünmüştüm.” Neyi ima ediyordu? Hangi sebeple burada kaldığımı zannediyordu ki? Yine nasıl emredilirse öyle yapıyordum sonuçta. İçten içe buradaki işimin hâlâ bitmediğini bildiğimden gitmek istemiyordum zaten. Gerçi bunun başka sebepleri olduğu da su götürmez bir gerçekti. “Beyza Yüzbaşım bırakamadı bizi, bir süre daha bizimle olacak.” Şaşkınlıkla bu sözlerin sahibine, Bahadır’a döndüm. Ciddi görünüyordu, koyu gözleri mümkünmüş gibi daha da kararmıştı. Aralarındaki bariz rekabet şimdi havaya yapışkan bir his gibi sinmişti. “Ne hoş.” Derken bana bakan gözlerini an olsun Bahadır’a çevirmedi bile. Kıskanıyor muydu? Beni? Hem de Bahadır’dan! “Evet, komutanım. Bir süre daha buradayım.” Cümlelerim sanki Bahadır’ı onaylıyormuş gibi döküldü dudaklarımdan. Niyetim aslında bu bile değildi ama nedense Tulgar’ın suratındaki ifadeden dolayı böyle söylediğime sevindim. Bir zamanlar yüzüme kapanan kapılar bugün açılsa da artık değişen bir şey olmazdı. Ben serden geçeli bir hayli zaman oluyordu. Artık ne geçmişin önemi ne de gelecekte bir anlamı vardı. Olanlar olmuş, yaşanması gerekenleri yaşamıştık. Ben o hikâyeye bir son yazmış, noktalamıştım. Hayatımda biri olacaksa bile, beni arkasında bırakmayacak birini tercih ederdim. Onun için gönül bağında bir kıymetim olmasa bile onca beraber geçirilmiş zamanın hatırına giderken en azından hoşça kal demesini beklerdim. Gittiğini el alemden öğrenmek, aslında onun gönül bağı dışında benimle hiç bağ kurmadığının kanıtıydı. Tulgar, hakkı olmayan şeylere daha fazla yorum yapmaması gerektiğini anlamıştı bir baş selamı ile oradan uzaklaştı. Günün geri kalanı ise önümüzdeki görev için ekiple toplantı yapmakla geçti. Fırsat buldukça Nur’u aramayı ihmal etmedim. Yatağında yatıp yıllardır izleyemediği dizilere gömüldüğünü iddia etse de ona inanmıyordum. Dinlenmesi gerekirken bile işle uğraştığına emindim. İşim bittikten sonra hızla lojmanların olduğu tarafa geçtim. Üstümü değiştirip duş aldım ve hazırlandım. Yanıma dizüstü bilgisayarımı ve gerekli diğer eşyalarımı alıp çıktım. Bugün biraz dışarıda vakit geçirmek istiyordum. Bir kahve içerken işime gömülmek… Herkesin sıradan, rutin olarak gördüğü şu iş bile bazen ilaç gibi geliyordu bana. Arabamın park halinde olduğu otoparkı biraz düşünmem gerekti. Kışlada birden fazla otopark alanı vardı ve uzun zamandır da kendi arabamı kullanmadığım için başta hatırlamak zor oldu. Spor salonuna yakın olan otoparkta olduğuna kendimi inandırdıktan sonra o tarafa yöneldim. “Beyza Yüzbaşım?” Başımı çevirip arkadaşlarıyla, sivil bir şekilde B Kapısına doğru yürüyen Merih’e baktım. “İyi akşamlar, Merih.” Dedim yalnızca. Şu anda çalışmıyorduk sonuçta. “Ne bu samimiyet, seni Sorgun’uma söyleyeceğim.” “Selamımı da söyle!” Sözlerimle yanındaki arkadaşlarından birkaç kıkırtı yükseldi. “Olur, onu da iletirim de hayırdır,” Son kelimesiyle eş zamanlı göz kırptı. “Nereye böyle hazırlanmış, süslenmiş?” “Sana ne, Merih.” “Sana ne mi?” dedi gerçek bir şaşkınlıkla. “Yeni bir mekân mı?” Onun sözlerine arkadaşları bu sefer kahkaha attı. Birazdan elimde kalacaklardı haberleri yoktu tabi! “Abim misin, Merih? Niye sana hesap vermem gerekiyor, en son aynı rütbede iki askerdik.” “Öf ne ters bir kadınsın be Beyza, Sorgun’um sana nasıl katlanıyor?” Merih’in sözleriyle kan beynime sıçramış oldu. Çünkü yanındakilerin bu cümleden sonra yaptıkları çıkarımlar hiç hoşuma gitmedi. “Birlikteler miymiş?” “Çok belliydi zaten!” “O kadar afrayı tafrayı başka türlü…” “Siz mi kesersiniz sesinizi yoksa ben sizi gereksiz uzvunuz olan dilinizden mi kurtarayım?” Sözlerimin etkisi beklediğim gibiydi. Hepsi suspus kesilirken işaret parmağımı kaldırıp Merih’e salladım. “Seni Nur’a havale edeceğim, o çok iyi anlar dilinden!” “Allah’ın varsa başıma o ruh hastasını sarmazsın bela diye!” “Yaktım çıranı, Merih. Yaktım!” Arkamı dönüp sinirli sinirli yürümeye devam ettim. Merih’in yalvaran sesini bir süre daha duydum ve umursamadım. Otoparka girdiğim an gözümle arabamı aramaya başladım. Arkamdan yaklaşan adım seslerini duymam zor olmadı. Tüm bedenim tetikteydi, Merih’in yalvarmak için peşimden geleceğini zannetmiyordum. Zaten kısa bir süre sonra burnuma gelen kokudan kimin geldiğini de anlamış oldum. Odunsu, sandal kokusu ve derinden gelen ferahlatıcı okyanus esintisi. Kesinlikle geleni biliyordum! “Yine kim bozdu sinirini, Bal Bela?” Bu hitap şeklini seçmesi, yalnızken seçmesi tüm bedenimin uyuşmasına neden oldu. Bunu yapmamalıydı, aramızda özel olan bir şeyler oluşturmamalıydı. Bu bir hitap bile olmamalıydı. Çünkü zihnime kendini kanata kanata kazıdığının farkındaydı. Bilerek yapıyordu. Usulca arkamı döndüğüm an nutkum tutuldu. Hayretle üstsüz bir şekilde duran adama bakakaldım. Spor salonundan yeni çıkmıştı. Islak saçlarından yeni duş aldığını anlamak mümkündü. Keskin kokusunun sebebini de böylelikle anlıyordum. Koyu saçlarından damlayan birkaç su tanesi gözlerimi geniş omuzlarına odaklanmaya zorluyordu. Pürüzsüz kavruk teni iliğimi kemiğimi kurutacak cinstendi. Boğazım yine kupkuruydu. Yutkunsam tükürüğüm boğazımı parçalayarak inecek kadar kuruydu. Bu adamın benim akıl sağlığımla bir zoru olduğuna artık emindim. “Bu ne hal?” Sorduğum soruya sorduğum an pişman oldum. Kısık çıkan, etkilendiğimi belli eden ses tonum beni ele verdi. Kendimi paralama arzum nüksetti. “Hoşuna mı gitti?” dedikten sonra bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi iyice azalttı. “Dokunmak istersen itiraz etmem, ben paylaşımcı bir adamım.” Beynimde hata uyarısı çalmaya başladığında mantığımın beni terk ettiğini anlamam zor olmadı. Oradan uzaklaşmam lazımdı ama kaçtığım bariz bir şekilde görülecekti. Aynı konuda bir kez daha Bahadır’ın ağzına laf vermek istemiyordum. “Üstünü giyecek misin artık?” Sorumu sorarken elinde tuttuğu tişörtü çenemin ucuyla işaret ettim. “Hava soğuk, hastalanıp tüm iş yükünü benim üstüme bırakmanı istemeyiz.” “Genel de hemcinslerin tam aksini talep eder benden.” Ve yine bir söz edip dumura uğrattı beni. Bu adamın arsızlığına alıştığımı zannettiğim her an bana yanıldığımı kanıtlıyordu. “Oradan bakınca böyle bir talebim varmış gibi mi görünüyor?” “Buradan bakınca nasıl göründüğünü ben söylesem sen o sözün altında kalırsın, Beyza.” Dilimi yuttum. Yine o adamdı, yine sakınmadan duygularını dosdoğru söylüyordu. Kaçmıyordu, korkmadığını haykırır gibi sözlerinin ardında duruyordu. “Neden yapıyorsun bunu, Bahadır? Neden işleri karmaşık bir hale sokma niyetindesin?” Madem öyle o zaman bende açıkça konuşabilirdim. “Neden inanmıyorsun, neden görmezden geliyorsun, Beyza?”, “İnanmıyorum çünkü imasını ettiğin duygular benim nazarımda yok hükmünde.” Duraksadı. Bunu onun duyguları için mi yoksa direkt duygunun kendisi için mi söylediğimi anlaması uzun sürmedi. “Sen sevilmekten korkuyorsun, sevgiye inanmıyor değilsin Beyza.” O duyguyu aleni bir şekilde dillendirmesi tetiklenmeme sebep oldu. Tüm benliğim tanıdık koruma içgüdümü uyandırdı. İşte o sınırdaydık ve ben yeniden kalbimin kırılmasına müsaade edip etmeyeceğime karar vermeliydim. Mesele kırılmak bile değildi. Mesele yeniden arkada bırakılacak olduğum gerçeğiydi. Çekip giderdim yine her zamanki gibi ama bir kez daha arkada bırakılmış olmanın yarasını saracak gücüm yoktu. “Belki de senin sevgine inanmıyorumdur, Yüzbaşı Bahadır.” Bir tokattan, onun ağır küfürlerinden bile daha büyük bir hayal kırıklığı yarattı sözlerim. Ağırlığı altında da yalnızca Bahadır kalmadı. Onun göremediği bir yerde aynı sözün altında kendimi de buldum. Kalbim kırılmasın isterken onunkini kırmış olduğum gerçeği gözlerindeki ifadelerden yüreğime saplandı. “Zehirli bir dilin var, Bal Bela ama yine de görüyorum bu sözlerle benden çok kendi canını yaktığını.” Neden, neden anlıyordu her şeyi? Söze gerek bile duymadan yalnızca bakarak beni görüyordu. Paniğe kapılıyordum bu yüzden. Bu yabancı hislerin varlığı beni korkutmaktan öte ödümü koparıyordu. Öylece duruyordu, karşımdaydı ama biliyordum ki yanımdaydı. Annesinin bile sevmediği küçük kıza, el adamının onu sevebileceğini nasıl inandırırdı ki insan? Kör birine gökkuşağını anlatabilirdiniz ama annesinin bile sevmediği bir çocuğa başkasının onu sevebileceğine inandıramazdınız… (Dilan Aladağ Çetin) “İyi akşamlar, Bahadır.” Arkamı dönüp giderken hiçbir şey söylemeyişinin acısını sinemde sindirmeye çalıştım. Onu kırmış olmak beni mutlu etmedi hatta tam aksine… Arabama bindiğim gibi elimdekileri yolcu koltuğuna koydum. Arabayı çalıştırıp hızlıca otoparktan çıktığım sırada bile Bahadır’ı bıraktığım yerde gidişimi seyrederken gördüm. Üstünü giymişti ve hayal kırıklığı dolu bakışları beni takip ediyordu. Askeriyeden çıkıp yakınlarda, şehrin çok kalabalık olmayan noktasında, sıklıkla gittiğim kafenin önünde arabamı park ettim. Eşyalarımı alıp çıktıktan sonra kafeye girdim. Kasada siparişimi verdikten sonra birkaç dakika içinde hazırlana kahvemi alıp içeride bir köşeye geçtim. Tam cam önündeki rahat koltuğa oturdum. Dizüstü bilgisayarımı çıkardım ve kafamdaki tüm düşüncelerden kurtulup işime odaklandım. Nur ile not düştüğümüz her şeyin üzerinden yeniden geçtim. Bir ara bizim timle de konuşan Nur’un son notlarını ortak buluta yüklediğini gördüğümde sırıttım. “Aynen Nur, dizi izliyorsun…” Kendi kendime söyledikten sonra kulaklığımda çalan şarkıyı değiştirdim. Yeni bilgilerin üstünde çalışırken adeta kendimi kaybettim. Oturduğum koltuğun hemen arkası duvar olduğundan rahatlıkla çalışıyordum. Kimsenin gizlice arkamdan bir şeylere bakması mümkün değildi. Bunun da rahatlığıyla kendimi kaptırdım. Ne kadar süre öylece çalıştığımı bilmediğimden gözlerim bir süre sonra ağrımaya başladı. Çantamdaki dinlendirici gözlüğü almak için uzandığım an tam karşımdaki koltuğa birinin bedenini adeta bırakmasıyla sıçrayarak koltuğumda geriye yaslandım. Karşımda en son görmeyi bile düşünmediğim kişiyi bulmak tüm sinir sistemimi uyuşturdu. Kaslarım hiçbir emrime itaat etmiyordu resmen. “İyi akşamlar, Beyza.” İlk işim hışımla dizüstü bilgisayarımın kapağını kapatmak oldu. Onu çekip kucağıma koyduğumda biraz daha rahatladım. “Senin burada ne işin var?” Hiç beklemeden elini ceketinin cebine soktu. Ben bir tabanca çıkarmasına hazırlandığım için belimdeki silaha davrandım. Düşüncemin aksine bir tomar para çıkarıp bir çat sesi eşliğinde masaya vurdu adam. “Ben sözünün eri bir adamım, hiçbir zaman benim mekânımda para ödemene müsaade edemem.” Derin bir nefes alırken içten içe sabır çekiyordum. Dışarıdan bakan biri bizi küs iki insan zannediyor olmalıydı. İkimizde dikkat çekmek istemiyorduk ama yüz ifadelerime engel olamıyordum. Varlığına karşı duyduğum rahatsızlığın net bir şekilde anlaşıldığına emindim. Bu arsız adam anlamak istemiyordu yalnızca. “Burada ne işin var, İskender? Asıl geliş amacını söyle.” Elim telefonuma uzandı. Masanın altındayken kısa bir bakışla istediğim uygulamayı buldum ve açtım. Bu Nur’un geliştirdiği bir uygulamaydı. Bu gibi anlarda kullanmak için tasarlamıştı ve şu anda aklıma geldiğine şükretmem gerekiyordu. Yardım butonuna bastığım an Nur’a konumumu iletecekti. Beklemeden bastım ve ekranı kilitledim. “Seninle karşılıklı bir kahve içmemin mahsuru mu var?” “Var! Beni takip ediyor olman başlı başına bir sorun ama bunun dışında seninle kahve falan içmek istemiyorum!” Sözlerime gerçekten alınmış gibiydi. “Neden böyle kırıcısın, Beyza? İki insan olarak oturuyoruz burada. Ben senin aksine silahsızım ve tehdit unsuru yaratacak hiçbir şey yok. Adamlarımı bile getirmedim, yalnız geldim. Benim gibi bir adamın yalnız başına dolaşması ne kadar tehlikeli, haberin var mı?” Suratımdaki ifadenin şaşkınlığımla saçma sapan bir hal aldığına emindim. Bu adam ne saçmalıyordu? “Bana ne, yalnız çıkmasaydın o zaman. Ya da şöyle diyeyim, o burnunu her boka sokmasaydın da dışarı yalnız çıkabilmem mümkün olsaydı!” Sözlerime karşılık gür bir kahkaha attı. Dehşetle etrafıma baktım. Kimse dönüp bakmadı bile. Gerçekten iki normal insan gibi sohbet ettiğimizi sanıyorlardı. “Adımı nereden öğrendin, İskender?” Sorumla neyse ki lakayt tavrı değişti ve ciddileşti. “Boş adam değiliz bizde, komutanım.” Duraksadı ve gözünde parlayan gururla bana baktı. “İkinci ismini özellikle kullanmadım, hoşlanmayacağını düşünüyorum. Yanılıyor muyum?” Samimi hassasiyetine bir an inansam da onun kim olduğunu anımsamak yeterliydi. “Yanılmıyorsun. En az sen kadar hoşlanmam ikinci ismimden.” “Aynı anda hem bu kadar güzel hem de bu kadar zalim olmayı nasıl başarıyorsun?” Sohbet etmeye çalışıyordu. Beni tanımaya çalışıyordu. Bu adam kafayı mı yemişti? “Umurumda değilsin çünkü İskender. Ondan olabilir mi acaba? Ne hissettiğini ya da ne hissetmediğini umursamıyorum, kimsin ki sen benim için? Neden duygularını önemsememi bekliyorsun?” Her sorum ona bir hakaretti ama umursamıyor gibi görünüyordu. “Şu anda hiç kimseyim.” Gözlerinde kurnaz bir çocuk parıltısı görüldü. “Yanında durmaya layık tek adam olmaya niyetliyim.” Kahkahamı durdurmaya bile çalışmadım. Suratına karşı kocaman bir kahkaha atarken başım geriye doğru gitti. Sağ elimi karnımın üzerine yerleştirdim. Utanmaz bir edayla gülmeye devam ederken karnımın üstüne doğru eğildim. İki elimi de kaldırıp göz altlarıma bastırdım, gözümden akan yaşları silmek için. “En azından espri yeteneğin var.” “Espri yapmıyorum.” Çehresinde tek bir mimik bile oynamıyordu. Direkt gözlerimin içine bakıyordu. Ne kadar ciddi olduğunu görmemi istiyordu. “Seni gördüğüm ilk an arzuladığım tek şey bu oldu. Yanımda güvenebileceğim insanlar nadirdir ve sense birine asla ihanet etmezsin. Böyle bir kadın olmalı hayatımda. Bu yüzden gönlüne talibim, Beyza.” Açık sözlülüğüne mi şaşırayım yoksa söylediklerine mi bilemedim doğrusu. “Benimse seni gördüğüm ilk an arzuladığım tek şey beni kolumdan tutup yanına sürükleyen adamının elini sana monte etmek ve yüzüne tükürmekti!” Artık son derece ciddi konuşuyordum. Vakti gelmişti demek ki. “Sen ne saçmaladığının farkında mısın? Ben bir askerim...” “Baş Kıdemli İstihbaratçısın.” Diye düzeltti bir de beni utanmadan. “Ne kadar yetenekli olduğun unvanından da belli. Devletimiz yeteneklerini benden önce fark etmiş olabilir ama ben de yadsımıyorum.” Bir, hah, nidası döküldü dudaklarımdan. “Teşekkür mü bekliyorsun bunun için? Sense bu Baş Kıdemli İstihbaratçı Yüzbaşının listesindeki bir suçlusun yalnızca. Hem de en başındasın!” Dudaklarında beliren gülümsemeyi gördüğümde onun deli olduğuna ikna oldum. “Baksana, senin de gönlün var işte. Onca suçlu arasında listenin başına beni koymuşsun. Aramızda özel bir şeyler olduğunu hissetmişsin işte.” “Sen benimle taş...” Dilimi ısırarak kendimi susturdum. Bahadır’a benzemiştim iyice. “Sen benimle alay mı ediyorsun?” Kıkırdadı. Karşımdaki adamın azılı bir suç makinesi olduğuna kim inanırdı? Şahsen ben bile inanmakta güçlük çekiyordum bu halini gördükten sonra. “Seni yumuşatıcıya falan mı yatırdılar, ne bu halin? Koskoca suç baronunun karşımda dönüştüğü adama bak!” “Kötü adam fantezin mi var, güzelim? Öyleyse ona göre vaziyet alayım.” Kesinlikle benimle alay ediyor olmalıydı. Bu adam İskender Asılkefeli olamazdı. “Onu bilmem ama benim kötü adam benzetme fantezim var, puşt!” Bahadırın gelişini fark edemememin sebebini şaşkınlığıma yordum. Adamın tam tepesinde dururken elini sertçe ensesine yapıştırdı ve yakasını yumruğunun içinde sıkıp onu kendine doğru çekti. Gömleğinin yakası muntazam bir şekilde iliklenmiş adam neredeyse boğulacaktı. “Sana ondan uzak durmanı söylerken ne kadar ciddi olduğumu kanıtlamam mı gerekiyor ulan?” “Bahadır...” Hemen yerimden fırlayıp yanına koştum. Elinin üstüne elimi yerleştirdiğim an bakışları bana döndü. “Bahadır, bırak. Bırak, bu sefer Ayliz bile kurtaramaz kıçını!” ▬▬▬ • Bölümü nasıl buldunuz? Bölüm hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum doğrusu. İG: dilanwattpad (Aktif olarak tüm alıntılar, spoilerlar bu hesapta yer almakta. Takip etmeyi unutmayınnnn.) DREAME: Dilan Aladağ Çetin (KİTAP ÜCRETSİZDİR) Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, öptüm xoxo
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD