litost|+18

litost|+18

book_age18+
44
FOLLOW
1K
READ
sex
love after marriage
playboy
badgirl
comedy
sweet
bxg
gxg
first love
like
intro-logo
Blurb

"Tanrı'yla aran çok iyi galiba."

Kafasını aşağı yukarı sallayıp "Çok, kilisede dua sandalyesi üstünde ömrünü geçiren bir insanım ben." dediğinde sırıtarak kafamı kaldırdım.

"Sandalye yerine benim üstümde de ömrünü geçirebilirsin."

chap-preview
Free preview
Wanderlust
1. BÖLÜM: WANDERLUST Avicii- The Nights Saat: 16.43 Konum: İstanbul, Avcılar Alacağım malların gelmesine iki dakika kalmıştı. On saniyede bir kolumdaki saati takip ediyordum. Bir yandan da gelecek olan gemiyi bekliyordum. Birkaç saniye sonra yanıma benden kısa olduğuna emin olduğum ama toplu ayakkabılarla benden bir veya iki santimetre uzamış kadına baktım. Gözündeki güneş gözlüğünü sağ eliyle burnuna indirip gözlüğünün üstünden bana baktı; yarım bir gülümseme takınarak sol elini saatimin üzerine koydu ve saatimi hızlıca çekti.  Sinirle elinde kalan saatime baktığımda gözlüğünü geri takıp denize doğru bakmaya başladı. "Ne yaptığını sanıyorsun?" dediğimde ise istifini hiç bozmadan saati çantasına atıp bana cevap verdi: "Bir şeyler karıştırdığını çok belli ediyorsun, yakalanacaksın; böyle insanlarla nasıl çalışıyorlar anlamıyorum." Kaşlarımı çatarak: "Ne kastettiğini anlamadım ve açıkçası merak da etmiyorum. Saatimi geri verir misin?" dediğimde ise kahkaha atarak. "Unut saatini, haşat oldu bile. Hem bu kadar ağlayacaksan ilerleyen zamanlarda bir saat alabilirim."  Sözlerini bitirdikten sonra çantasının ön gözünden ufak beyaz bir kart çıkarıp bana uzattı. Arkasını dönerek limandan ayrıldı. Arkasında ise kırmızı görmüş bir boğa kadar kızgın bir adet beni bıraktı. O, limandan ayrıldıktan hemen sonra bana verdiği karta kafamı çevirerek üstünde yazanları okumaya başladım. Dicle Mavi 05xxxxxxxxx Uyuşturucu, silah kaçakçılığı/ ticareti Kartın arkasını çevirdiğimde ise bir el yazısı ile karşılaştım. "Alacağın mal deposunun içinde eli cıs dolu birkaç adam var, ölmek istemiyorsan malları almadan geri dön. İşin sonunda sen kârlı olacaksın inan bana."  Duraksadım, kartta yazanları idrak etmeye çalıştım. Birkaç saniye düşünme sonrasında derin bir nefes alıp arkamı döndüm ve limandan çıktım. Canım o mallardan daha kıymetliydi. Ulan sarışın, öyle bir şey olmadığını öğrenirsem, numaran da var; istersem evine kadar da bulabilirim. Dua et yalan söylememiş ol; yalan söylediysen fark etmiyor olayım. Üç buçuk saat sonra... (20.15) Haber kanallarını açma vakti, çakma sarışının doğru söyleyip söylemediği şimdi anlaşılacaktı.  Eğer doğru söylediyse büyük bir uyuşturucu şebekesini çökertmiş olacaklardı ve adım her şekilde polisin elinde olacaktı ya da "sözde" malı almaya gittiğimde ben nakavt olacaktım. Yalan söylediyse; yine nakavt olacağım. Peşime kimleri taktığımı ne ben bilmek isterim, ne de onun peşine takacaklarımı o bilmek ister ki iki şekilde de kıçımı kurtaramıyor oluşum bir nebze beni diken üstünde bırakıyordu. Reklamlar bittiğinde haberlere sıra gelmişti: Kuyumcuya silahlı soygun, kimliği bilinmeyen iki soyguncu Ümraniye'deki küçük bir kuyumcuyu soydu.  Ankara'da trafik magandaları yine can aldı; iki ölü, bir yaralı var. İşte beklenen habere gelmişti sıra: İstanbul/Avcılar Limanı'nda uyuşturucu şebekesi çökertildi.  Derin bir nefes alıp arkama yaslandım, sarışın doğruyu söylemişti. Şimdi sıra adımı vereceklerinde polise ne açıklama yapacağımdaydı. İyi bir yalan bulmalıydım. Limanda niye olduğum ve ne yaptığım konusunda kendimi ifşalamamalıydım. Bunun için de biraz hızlı olmam lazımdı. Polis en fazla on dakika sonra kapıma dayanacaktı çünkü. Koltuğa uzanmış başımı ovalarken bir yandan da düşünüyordum. Ben uzanmış hareketsiz bir şekilde dururken telefonum sehpanın üzerinde titremeye başladı. Elime telefonu alıp baktığımda; numarasını bana veren ve eve gelince bütün sosyal medya hesaplarını çökerttiğim kadın arıyordu. Dicle Mavi... Koltukta yan dönüp açtığım telefonu kulağıma götürdüm; gözlerimi kapatarak konuşmaya başladım: "Feyzali'nin şahsına özel telefon buyurun. Kimsi-" Sözlerimi yarıda kesen bugün ikinci kez duyduğuma lanet ettiğim gülüşüydü. "Yaklaşık altı dakika sonra gözaltına alınacak birisi için kimliğini açıkça her arayana söylemen ne kadar doğru?" Gülme sırası bendeydi. "O kadar güzel bir kadın bugün yanıma gelecek, ban numarasını lütfedecek ve ben de kaydetmeyeceğim öyle mi? Ahaha, hiç benlik şeyler değil. Neyse şimdi kapatmam lazım, dediğin gibi peşimdeki polisleri atlatacağım."  Tam telefonu kapatacakken gelen "Dur, dur." sesiyle duraksayıp "Evet?" dedim "Eldiven ve lastik ayakkabılarını giy, telefonu parçala, hafıza kartın çok önemliyse bir çanta bulup içine at, yedek ayakkabı, kıyafet, içecek aynı şekilde yiyecek bir şeyler al. SIM kartını parçala mikrodalganın içine at-" konuşurken bir yandan da dediklerini yapıyordum. Ama son söylediğiyle durdum. "Mikrodalgam bozulur lan?!" ve tekrar klasik kahkahası: "Bir daha ihtiyacın olmayacak bile dediklerimi yapmaya devam et, telefonu kapattıktan sonra telefonunla ilgili şeyleri yapmazsan kıçındaki polislere seni vermekten çekinmeyeceğimi bilmeni isterim." "Neyse eldivenleri ve ayakkabıları giy, arka camdan bahçenize in ve kanalizasyona gir. Birkaç arkadaşım var, seni çıkaracaklar."  Sözlerini bitirdiğinde konuşma sırası bendeydi: "Sana niye güveneyim?" "Ulan salak mısın? Arkandaki polislerin yaklaşık kaç dakika sonra kapında olacağını söylüyorum. Nasıl kaçacağını da aynı şekilde, neler yapman gerektiğini de. Hem bana güvenmekten başka çaren mi var?" "Polise teslim olup kimliğini açığa çıkarabilirim?" "Uluslararası bir avukatın böyle bir şeye karışmayacağına emindirler, kendi başını yakarsın." Duraksadım, araştırdığımdan daha fazlasıymış.  "Kapat telefonu, dediklerini yapıyorum. Adamların yerine polis orada olursa seni yakarım sarışın, haberin olsun." "Memnuniyetle, senin ateşinle yanmayı çok isterim." meşhur kahkahası ve kapanış. Umarım kandırılmamışımdır, kandırıldıysam sıçtığımın tablosunu çizeceğim. On dakika sonra... "Nereye gidiyoruz?" milyonuncuya sorduğum soruya bir cevap bile alamamıştım.  "Hey ne-" "Sesini kesip takip etmezsen büyük patlayacağız haberin olsun. Bu ne senin için iyi olur ne de bizim için. O yüzden o düşük çeneni kapamaya bak." Lafımı yedikten sonra bir kez bile ağzımı açmamıştım. Kanalizasyonda ilerlerken bir yandan da Dicle'nin kim olduğunu çözmeye çalışıyordum. Kimdi ve benden ne istiyordu ki beni kurtarmak için bu kadar zahmete girmişti? Önümdeki iki ve arkamdaki tek iri yarı adamla yürürken önümdekilerden birisi durup cebinden bir paket çıkarttı ve bana uzattı. "Dicle Hanım size vermemi söyledi."  Merakla elindeki paketi elimde çevirdim. En sonunda dayanamayıp açtığımda içinde yeni bir saat gördüm. Pahalı olduğu kesindi, niye böyle bir şey yapmıştı? Binlerce soruyla yoluma devam ediyordum. Arkamdaki adam beni dürterek: "Paketin içinde bir tane de kart olacaktı onu okumadın sanırım." dediğinde derin bir nefes alarak teşekkür ettim. Bu kadının kartlarla alıp veremediği neydi? Paketi çantamdan çıkartıp içinde olduğunu görmediğim hatta dikkat bile etmediğim kartı çıkarttım. "Omnes vulnerant ultima Necat"* Yazılı şey bir yerden tanıdık geliyordu, hatırlamıyorum. Arkamdaki adama dönüp kartı sallayarak: "Ee, ne anlama geliyor bu?" dedim.  "Çok fazla cevap arıyorsun, çok fazla cevabı yanlış zamanda arıyorsun." dediğinde kesinlikle susmam gerektiğini fark etmiştim.  Her soru soru soruşumda sorduğum sorudan fazla laf işitiyordum ve bu profesyonel bir torbacının egosuna fazlaydı. Kanalizasyonun sonuna geldiğimizde yukarı doğru çıkmaya başladık. Polisler beni arıyorken buradan çıkmamız ne kadar doğruydu gram bir fikrim yoktu ama sorarsam yiyeceğim lafların haddi hesabı olmadığı için sustum ve onları takibe devam ettim.  Son merdivene geldiğimde arkamdaki üç adamdan birisi beni ayağımdan tutup durdurdu ve konuşmaya başladı.  "Yüzüne şapkanı indir, yere bakarak siyah jeepe yürü ve bin, bizden buraya kadar." Korumasız kalmıştım, herhangi bir polis veya sivil beni fark ederse yanmıştım ve kimse beni kurtaramayacaktı.  Dediklerini yapıp yüzüme şapkayı indirdikten sonra kanalizasyondan çıkıp üstümü çırptım. Kafamı yere eğerek sokağın sonundaki arabaya yürümeye başladım. Sokağın bağlandığı caddeden bir sürü siren sesi duyuluyordu. Açıkçası çok korkuyordum, yakalanırsam hayatımın geri kalanını parmaklıklar ardında geçirecektim ve bu en son isteyeceğim şeydi. Hızlı ama temkinli adımlarla arabaya yaklaştım. Kapıyı açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu fark ettim. Camı tıklattığımda kilitler açıldı ve kapıyı açıp kendimi içeri attım. Koltuğa oturduğumda derin bir nefes alıp kapıyı kapattım. Kafamdaki şapkayı yan tarafıma fırlattığımda ufak bir "ah" sesi duydum. Kafamı soluma çevirdiğimde Sarışın'ın yanımda oturduğunu gördüm.  Gülümseyerek "Saçının boyası akmadı merak etme." dediğimde kaşlarını çatarak ellerini saçlarına götürdü. "Sen kendini bilmez torbacı bir daha saçıma laf edersen tekmeyi yersin ve yediğin tek şey tekme olmaz." "Hey hey terbiyemizi bozmuyoruz ama değil mi?" gülerek dediğim şeye kahkahasıyla birlikte cevap verdi. "Ben beş yıl hapis yemekten bahsediyordum oysa."  Kahkaha atma sırası bendeydi. Gülerken ellerimi yakalanmış gibi iki yana açıp "Teslim oluyorum Hakim Hanım, yakalandım" dediğimde "avukat" diye düzeltme yaptı. Omuz silktim. Çok umrumda değildi. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda bana dönerek "Wanderlust Agah Duru; Wanderlust.*" dedi. Wanderlust: Almanca'da amacı veya yönü belli olmayan bir şekilde seyehat etmek anlamına geliyor. Omnes vulnerat ultima Necat: (Latince) Her saat yaralar sonuncusu öldürür.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Çobanaldatan

read
2.0K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.0K
bc

Yasak Sevda

read
74.9K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.0K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
5.7K
bc

Zor Ajanlar

read
1.3K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
11.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook