4 YIL SONRA.
Fırtınanın çıkardığı uğultu İstanbul sokaklarını esir almış, kış günleri olası daha ayaz havaları hedeflemişçesine ilikleri donduruyordu. Gün batımı, görüş alanların dışında, bulutların ardına gizlenmiş, akşamın olmasına dakikalar vardı. Yine de sis tüm benliğiyle kasvetinden ödün vermeyerek, görünümünü şehre sunuyordu.
Yerdeki karları ezen bordo, deri çizmeleri, dizlerinin hemen altında bitiyordu. Siyah kaşe montunun yaka bitiminde, bordo atkısı kışın soğuğuna zırh gibi gardını almış, boynunu koruyordu. Beresinin altına gizlenmiş kahverengiden kızıla kaçan saçlarının bir tutamı alnına düşerek soğuktan buz tutmuştu.
Bordo deri çantasının askıları omuzlarından sırtına doğru ulaşıyordu. Kadife bordo eldivenleri, tüm zarafetiyle uyumunu tamamlarken elinde tuttuğu romanı; yeşil gözlerini ve berrak bakışlarını esir almıştı. Hem karın üzerinde düşmeden dengesini sağlıyor, hem de kitap okumayı başarıyordu.
Minik burnu soğuktan donmuş, adeta kıpkırmızı kesilmişti. Romanı hafifçe biraz daha yukarı kaldırarak fırtınaya karşı gardını aldı. Kitap, gizlenmesi için iyi bir araç görevini gösteriyordu. Evet, aynı zamanda birini takip edecek kadar başarılıydı da... Konu Alp Derin ise; tüm beceriksizliği, sakarlığı devasa bir yeteneğe ve özgüvene dönüşüyordu.
Takip ettiği adımlar sağ sokağa saptı ve görüş alanından sıyrılıverdi. O sırada, köşede adeta titreyen bir köpek yavrusu gördü. Geçenlerde okuduğu bir kitaptan, alıntı zihnine düştü. Sadece insanlara değil, bütün mahlukata merhametli olmak gerekir.
Köpeği kucağına alarak duvar kenarına taşıdı. Çantasında üzerine örtebileceği, herhangi bir şeyi olup olmadığını düşündü. Yoktu. Alt caddede battaniye bulunan bir dükkanın yanından geçtiğini hatırladığında adımları aksi istikamete dönerek dükkanın yolunu tuttu. Battaniyenin fiyatını sordu, cebinden para çıkarttı ve dükkanın sahibi olduğunu düşündüğü orta yaşlı amcaya uzattı.
Köpeği bıraktığı sokağa dek seri adımlarla yürüdü. Hemen solda bulunan bahçeli ve korunaklı tek katlı evin gözlerine takıldı. Bahçeden içeri girdi. Buzlanmaya karşı beş merdiveni oldukça dikkatli çıktı ve zili çaldı. İzin isteyerek köpeği bahçenin köşesine koyabilirdi. Böylelikle sevimli hayvan yakıcı kış soğuğundan korunarak yaşamı, yahut sağlığı koruyabilirdi. Kapı açıldı. Kendi yaşlarında bir genç kız, hırkasının önünü kapatarak gözlerine baktı.
"Buyurun."
"Bu sokaktan geçiyordum, köşede küçük bir köpeğin soğuktan titrediğini gördüm. Alt sokaktan bir battaniye satın aldım ve sokağınıza biraz bakındım. Bahçeniz oldukça korunaklı, en azından bir kaç günlüğüne bahçenizde dursa olur mu?"
"Çok isterim, ama annem kızıyor."
Kapıya gelen oldukça bakımlı, orta yaşlardaki kadın zili çalan kişiyi süzdü ve kızına döndü: "Ben çıkıyorum tatlım, büroya geç kalacağım," dedi ve kapının ağzında bekleyen Elif'e öylesine bir bakış attı. "Arkadaşın mı Rüya?"
"Arkadaşı değilim."
"Dışarıda üşüyen yavru bir köpek gördüm, ayaz günler son bulana kadar bahçenize koymak için izin istiyorum."
"Tabii. Biz görsek direkt bahçeye alırdık."
"Kızınız pek öyle söylemedi."
"Kızım köpeklerden korkar."
"Doğrudur. Minik yavrunun orada öylece titremesine göz yumamadım. Bu tarz durumlara çok hassas olmamız lazım değil mi? Onlara bizim sahip çıkmamız, kucaklamamız gerek. İnsanlık görevimiz."
"Haklısın kızım."
"İçeriden köpeğin yiyebileceği bir şeyler ayarla Rüya, oldu mu?"
"Peki anne."
Kız ayaklarını sürüyerek umursamazca içeri gittiğinde, kadın gözlerini Elif'e dikti.
"Ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin, hep yeni neslin umursamazlığından yakınırdım. Senin gibi gençlerin olmasından gurur duyuyorum."
Tebessüm etmekle yetindi ve iyi akşamlar dileyerek, bahçenin en soğuk almaz bölgesine battaniyeyi serdi. Dışarıda titreyen küçük köpeği bahçeden içeri kucağında getirerek, battaniyenin arasına yerleştirdi ve üzerini örttü. Karlı yerleri hızla adımladı ve sokağın köşesine geldi.
Takip ettiği adımları tamamen kaybetmişti, nereye gittiğine dair hiçbir iz yoktu. Yada belki de vardı. Ayak izleri gözlerine takıldığında, yavaş ve sağlam adımlarla takip etti. Yaklaşık on dakika yürüdü ve izler, bir yeraltı kafesinin hemen dibinde bitti. Ailelerin geleceği, temiz bir mekanla yakından uzaktan ilgisi yoktu. Derince soluğunu son kez dışarıda alarak verdi ve çevik adımları içeri girdi.
Kendini karanlık bir koridorun ortasında bulmuştu. Kulağı tırmalayan hafif müzik rahatsız ediciydi. O an için durdu, yaptıklarını göz önünden hızlıca geçirdi. Burada olmaması lazımdı. Adımlarını geriye doğru atarken zihninin merakını geriye doğru iteledi.
---
Kulağını dolduran telefon sesi zihninde yankılanıyordu. Yattığı yerden öfkelenerek hayıflandı, ukusunun bölünmesinden nefret ediyordu. Başını yastıktan yavaşça kaldırdı, tek gözünü açarak el yordamıyla elini yatağın içinde gezindirdi. Sert bir cismin eline çarpmasıyla telefon olduğunu düşünerek hızlıca kaptı. Ekrana bile bakma gereği duymadan telefonu açtı, kulağına götürdü.
"Alo?" dedi uyku mırıltısıyla. Sesi güçsüz çıkmışt.
"Furkan Bey?"
"Evet benim..." dediğinde zorlukla yutkundu. Dilinin damağına yapıştığını, genzinin yandığını hissediyordu. Çok derin bir uykusu heba olmuştu.
"Orhan Bey, ben yurt dışındayken bu numarayı aramamızı istemişti."
"Tamam, konuyu anladım," dedi yurkunarak. "Kısa kesin, durumu açıklayın."
"Alp Bey saatlerdir burada, devamlı içiyor. Kaçıncı şişenin dibini gördü sayamadık. Az önce kavga çıkarıp bir adamı dövdü. Şu an kendisini zor zaptediyoruz."
Furkan yataktan doğrulurken uyku sersemliğinden iyice kurtuldu. Bir yandan ayılmak için gözlerini ovuşturuyordu. Yüzü gözü şişti. "Onu tutun ve hiçbir yere bırakmayın. Hemen geliyorum," dediğinde yatağından doğrularak sırtını esnetti.
"Peki Furkan Bey."
Telefonu kapatarak yatağın üzerine gelişi güzel koydu, yalpalayarak yataktan çıktı. Gardırobunun kaçarak içinden siyah kot pantolonunu çıkattı. Oldukça seri hareket etmeye çalışırken mırıltılı biçimde söyleniyordu. Aynı zamanda pantolonun kemeriyle cebelleşmesini sürdürüyordu.
"Seni lanet olası zengin züppesi! Önceden arkamı toplamaktan yakınırdın, şimdi ben arkanı toplamaktan bıktım be! İki yıldır senin yüzünden İstanbul'da girip çıkmadığım bar, muhattap olmadığım cins cins adam kalmadı!" dediğinde kemerini nihayet bağlayabilmişti.
Yatağın üzerinde duran telefonunu kaptığı gibi odasından çıkarak uzun koridorda ilerledi. Kapıda duran seyyar askılıktaki montunu eline aldığı gibi üzerine geçirdi. Hareketleri oldukça seriydi. Alp başını daha fazla belaya sokmadan önce yanına giderek onu o bataklığın içerisinden sıyırıp almalıydı. Tıpkı iki yıldır defalarca kez yaptığı gibi...
Evin anahtarını cebine attı ve montunun düğmelerini sıkıca kapattı. Kışın ortasında, en ayaz günlerden birindelerdi. Hava çok soğuktu, yataktan yeni kalkmıştı. Dış kapıyı açmasıyla dışarının soğuk havası kısmi olarak yüzüne vurdu. Botlarını ayağına hızla geçirirken evden çıkıp gitti.