| İlk Karşılaşma |
Bakışlarını Elif'ten kaçırırken tekrardan baktı. Ne saçmalıyordu bu kız? Tam tamına dört yıl geçmişti. Üstüne onun bir sevgilisi vardı. Bunu sorması saçmalık ötesiydi. Ya da değildi, bilemiyordu. Bildiği tek şey; uzun süredir Cansu'ya karşı pes etmiş olduğu ve onun istediğini yaptığıydı. "Hayır."
"Anladım, uzun yıllar geçti. Sende haklısın."
Dondurucu kış soğuğuyla ellerinin uyuştuğunu hissederek konuyu kapatması gerektiğini fark etti. Yürümesi gereken uzun bir yolu vardı. "Eve gitmeliyim, Fulya beni bekliyor. İyi geceler."
Umursamazca arkasını dönüp hızla yürümeye başladığında, Elif donup kalmıştı. Yaptığı fazlasıyla kaba bir davranıştı. "Sana da."
Arkasında bıraktığı Elif cevap verirken onu umursamadı. Adımlarını daha da hızlı bir hal alırken sitenin çıkışına çoktan ulaşmıştı. Sol taraftan yürümesini sürdürdü, soğuktan buz tutmuş kaldırımların üzerinde dikkatle yürüdü. Okulların açılmasına iki gün kala, düşüp bir yanını kırmak istemiyordu. Sokak lambalarının bir saliselik gidip gelmesiyle bakışlarını havaya kaldırdı. Neyse ki elektrik gitmemişti. Bir anlık yavaşlamış adımlarının eski haldeki temposuna sokarken, kendi siteleri uzaktan gözüne çarptı. Telefonunu cebinden çıkartarak saate baktı. On iki otuzdu. Saat bir hayli geçti. Ortalıklarda dolanan köpekler bile yoktu. Hepsi soğuk ve kar nedeniyle kuytu köşelere saklanmış olmalılardı. Telefonun ekranına düşen kar tanelerini elinin tersiyle temizleyerek telefonunu tekrardan cebine soktu.
Adımları sitenin girişini bulduğunda koşar adımlarla oturdukları binaya geldi. Zile uzunca basmasıyla elini geri çekti. Bu soğukta daha fazla bekleyemeyecekti. Soğuktan uyuşmuş parmaklarını zorla hareket ettirerek elini arka cebine attı. Anahtarı çıkararak karanlıkta el yordamıyla kontrol ederek doğrusu olduğunu düşündüğü anahtarı deliğe soktu. Hızlıca anahtarı çekerek merdivenlerden çıktığında apartmanın birkaç derece daha sıcak olduğunu fark etti. Asansörün tuşuna basıp gelmesini beklerken ellerini birbirine ovuşturarak ısınmaya çalıştı. Asansörün geldiğini anlayınca hızlıca kapıyı açarak içeri daldı ve kapının kapanmasıyla oturdukları kata bastı. Başını çevirdiğinde aynadaki yansımasıyla karşılaştı. Yakıcı soğuk kulaklarını domates rengine büründürürken, burnu da kulaklarından az kalır yanı yoktu. Asansör üçüncü katta durduğunda yavaşça kapıyı iterek asansörden çıktı. Evin açık kapısıyla karşılaşınca fazlasıyla şaşkındı. Fulya'nın aksine kapıda duran Ceren'di. Kendisini gördüğünde nedense suratı düşmüştü. "Hoş geldin Furkan Abi." Dedi sakince.
"Hoş buldum da.." dedi sözünü yarıda keserek ve ayağındaki kışlık botların bağcıklarını itinayla çözerek içeri girdi.
Ceren'in kapıyı kapatmasıyla kendisine dönerek baktı. "Senin canın mı sıkkın ufaklık?"
"Sabahtan beri beş defa zil çaldı, ablam diye açıyorum. Devamlı birileri.... Hayır, özlediğimden değil de film yarıda kalıp duruyor bir türlü bitiremedik."
Furkan sırıtarak Ceren'e baktı. "Eminim öyledir ufaklık."
"Ah! Bana ufaklık deme. Artık Liseliyiz biz."
"Ama hala bizden yaşça ufaksınız. İlk sene ezikleri sizi..."
Ceren kaşlarını çatarak Furkan'ı bakışlarına hapis ederken, sinirlendiği açıkça belliydi. Sinirle pantolonun cebinden anahtar çıkartarak Furkan'ın eline tutuşturdu. "Bu ne Ceren?" dedi Furkan elindeki anahtara bakarak.
"Bizim evin anahtarı, ablam bir türlü gelemedi. Ne olsa artık film bitmek üzere ve benimde fazlasıyla uykum geldi. Fulya çoktan uyudu, bende yanına kıvrılırım. Yani sen kapı çalınca bakarsın. Ablama da anahtarı verirsin."
"Ne?"
Ceren yapmacık gülümsemesini yüzüne yayarken hızlıca arkasını dönerek Fulya'nın odasına yürüdü. "Sana iyi geceler, iyi beklemeler. Furkan Abi."
"Dur bi dk..."
Ceren sertçe kapıyı çarpmasıyla Furkan'ın diyecekleri yarıda kalmıştı. Sözünü tamamlama gereği bile duymadı neticede artık dediklerini duyacak biri yoktu. Ceren'in bu asi tavrını kesinlikle ablasından almıştı. Furkan elindeki anahtarda bir süre bakışlarını gezdirdi. Yüzü düşerken oldukça sessizdi. Elindeki anahtarı sehpaya fırlatırken, hızlıca üzerindeki montu çıkartarak askılığa astı. Siniriyle söylenmeyi de eksik etmedi.
"Daha gelmeden başıma belasın..."
Sessiz adımlarla mutfağa giderek tezgâhın üzerindeki sürahiyi eline aldı. Yukarı raftan bir bardak alırken söylenmeye devam etti. "Bakalım geldiğinde ne sıkıntılar açacaksın."
Suyu itinayla bardağa doldurarak, sürahiyi kenara bıraktı ve elindeki bardaktan küçük bir yudum aldı. Dışarının fırtınalı ve gece soğuğundan yeni yeni kurtulup ısınabilmişti. Kapının tıklatılarak çalınmasıyla bakışlarını koridora çevirdi. Beklediği biri yoktu. Gelenin Cansu dışında birinin olması imkânsızdı. Elindeki bardağı tezgâhın üzerine bırakarak yavaş adımlarla hole geçti ve sakin tavırla kapıyı açtı. Kendisine uzanmış bir el ve başı telefona gömülü kendisinden hemen hemen beş santim kısa biri vardı. Üzerindeki bütün renkler mavinin farklı tonlarıydı. Doğal halindeki uzun sarı saçları sanki üzerindeki bütün maviliğin arasında ben buradayım diye bağırıyordu. Bakışlarını yere doğru kaydırdı. Ayağındaki açık mavi botları soğuğun etkisiyle sıkıca bağlıydı. Dar paça açık mavi kot pantolonu üzerindeyse; lacivert tonlarında kalçalarını kapatan kışlık bir mont vardı. Montun boğazına kadar bütün düğmeleri kapalıydı. Açık mavi kot çantası lacivertin üstünde fazlasıyla kendini belli ediyordu ve son olarak bakışlarını başına kaydırdı. Beresi de bütün uyuma dâhil olarak maviydi. Kendine uzanan elin ne demek olduğunu anlamaya çalışırken üç yıldır duymadığı ses tınısı konuştu.
"Ceren ver şu anahtarı da eve geçeceğim."
Furkan Cansu'dan gözünü ayırmayarak birkaç adım geriye gitti ve az önce fırlatmış olduğu yerden anahtarı alarak kapıya doğru birkaç adım attı. Cansu başını telefondan kaldırmayarak, konuşmaya devam etti. "Ah. Hadi ama Ceren sabaha kadar seni burada bekleyemem."
Furkan sessizce anahtarı Cansu'nun avuçlarının içine koyarken Cansu avucundaki anahtarı hissederek tutmak için elini kapattı. Tutamamıştı. Furkan tutmasına izin vermeden anahtarı kendine doğru çekmişti. Cansu telefonundan yüzünü kaldırarak, sertçe kendisine anahtarı vermeyen elin sahibine kızdı.
"Ceren ver şunu anah.."
Sinirli bakışları karşısındakinin Ceren olmadığını anladığında hayrete dönüşürken fazlasıyla afallamış ve söylediği yarıda kalmıştı. Furkan kendisine şaşkınca bakan yüzü incelediğinde gülme istediğini geldi. Kendisine ufak bir hatırlatma yaparak bunu içinde tuttu. Hafifçe dudağı yana doğru seyreldi. Her şeyi farklıydı. Üç buçuk yıl önce kendisini arkada bırakarak giden Cansu, şimdi karşısındaydı. Uzamıştı. O ufak çelimsiz minik kız gitmiş yerine genç bir kız gelmişti. Yüzündeki bütün detayı tek tek incelerken, gözlerinin hala aynı olduğunu fark etti. Sadece biraz daha büyümüşlerdi. Ah... Sözünü geri alıyordu. Neresi aynıydı. Karşısında evrim geçirmiş bir kız vardı. Çirkin çelimsiz kız nasılda bu kadar güzelleşmişti?
Cansu kendisini kısa bir süre incelediğinde yüzündeki şaşkınlık ifadesi gözünden kaçmamıştı. Bakışlarını yanlış kişiyi azarlamanın verdiği utançla yere eğerken, derin bir nefes aldı. Az önce Ceren'e mesaj atmıştı ve kapıyı kendisinin açmasını söylemişti. Oda tamam demişti. Öyleyse neden Furkan karşısında duruyordu? Yere bakınarak kendi kendine mırıldandı. "Ah Ceren... Bunu sana ödeteceğim!"
Kardeşi kendisine resmen komplo kurmuştu. Furkan'la karşılaşmak istemediğini bile bile onunla karşılaşması için elinden geleni yapmıştı. Bakışlarını tekrardan Furkan'a çevirdi. Ne kadar değişmişti. Yüzü, mimikleri, saçları, boyu... Vücudu fazlasıyla yapılı duruyordu ve kendisinden uzundu. Aralarında hemen hemen aynı giden boy farkını aşmış ve kendisinden dört santimden uzun olduğuna yemin edebilirdi. Bakışları yanaklarına takıldığında kızarıklık dikkatini çekti. Eve yeni girmiş olmalıydı, yüzüne hafif bir tebessümün yayıldığını gördüğünde bakışlarını tekrardan kaçırdı ve gözleriyle buluşturdu. "Anahtarı verir misin?"
Furkan anahtarı Cansu'ya yavaşça uzattı. Fakat Cansu almak için tekrar yeltendiğinde elini geri çekerek tebessümünü biraz daha genişletti. Cansu tepkisizce Furkan'ın geriye çektiği anahtarı kapmak için yöneldiğinde Furkan anahtarı biraz daha geriye kaçırdı. Gözlerini yavaşça yumarak sakinliğini korumaya çalıştı. Havada kalan elini yumruk yaparak yere indirdi. Konuşurken ses tonunu oldukça sabit tutmayı başarabilmişti. "O anahtarı bana hemen ver ya da ben gidip Elif'te kalırım."
Furkan hiçbir cevap vermeden yüzünü incelediğinde, derin bir nefes aldı. "Peki."
Kenarda duran bavulu işaret ederek, Furkan'a döndü. "Onun burada kalması sanırım sıkıntı olmaz."
Diğer elindeki telefonu cebine koyarak merdivenlere döndü ve hızla aşağı inmeye başladı. Kendi evinin katına indiğinde bir anda elektriklerin gitmesiyle zifiri karanlıkta kaldı. El yordamıyla evlerinin kapısına ulaştığında sırtını kapıya yasladı. Cebindeki telefonu çıkararak ekran kilidini açtı. Ardından telefonun fenerini karşı tarafa doğru açmasıyla, büyük bir çığlık attı. Bir el ağzını kapatarak çığlığı yarıda kesmişti. Elinde bavulu ile Furkan'ı gördüğünde oldukça korkmuştu. Ne ara bavuluyla peşinden gelmişti? Tıkırtısını bile duymamıştı. Korkudan gözlerini kocaman büyülterek, telefonun fenerini Furkan'ın suratına tuttuğunda ilk defa Furkan'ın sesini duydu.
"Bağırma, sakin ol."
Cansu Furkan'ın elini sertçe ağzından çektiğinde öfkeyle ona baktı. "Ya sen salak mısın? Ödüm koptu. Korkudan beni öldürmek mi istiyorsun?"
Furkan hafifçe tebessüm ederek kendisine baktı. "Merak etme oyunu kazanmana izin vermem."
Cansu ne demek istediğini anlayamazken hafifçe kaşlarını çatarak anlamayı denedi. Ne demek istiyordu? Oyunu yıllar önce kendi bitirmiş ve yenilmişti. Zaten oyunu Furkan yenmişti. Bir anlam ifade etmeyen espri yaptığını düşündü. "Oyun?" dediğinde Furkan bakışlarını sıkıntıyla kaçırarak derin bir nefes aldı. Ardından konuyu değiştirmek istercesine konuştu.
"Bu soğukta Elif'lere kadar yürüme kapıyı ben açarım."
Elindeki anahtarı kapı deliğine götürerek kapıyı açarken Cansu donup kalmış bir biçimde Furkan'ı inceledi. Aralarındaki yakınlığın mesafesini fark edince nefesini tuttu. Furkan bakışları yerde anahtarla ilgileniyor olsa da burun burunalardı. Furkan'ın kazağından gelen parfüm kokusu burnunun direğini sızlatıyordu. Parfümünü değiştirmiş olmalıydı. Bunca zamanın ardından o kadar çok şey değişmişti ki... Kendi değişmişti. Furkan değişmişti. İstanbul'dan ayrıldıktan sonra sakin bir kız olmuştu. Ankara'da halasının yanında oldukça vukuatsız yaşamış, okuluna gidip gelmişti. Onu hareketli ve yaramaz bir kız haline getiren daima Furkan olmuştu.
Tatillerde İstanbul'a geldiğinde köşe bucak Furkan'dan kaçmış bir kere bile yüz yüze gelmemişlerdi. Yüzlerce kez aramasına rağmen telefonlarını açmamıştı. Uzaktan ona sinirli kalmak ve öfke duymak kolaydı. Ya şimdi burnunun ucundayken? Öfke dâhil hiçbir şey hissetmiyordu. Sadece karşısında duran kapı açmakla meşgul çocuğu izliyordu. Furkan'ın bir anda alt dudağını ısırmasıyla hafifçe tebessüm etti. Küçükken de endişelendiğinde alt dudağını ısırırdı. Bakışlarını kapıdan ayırarak kendisine çevirdiğinde Cansu yüzündeki gülümsemesini ifadesiz bir hale sokarak Furkan'a baktı.
"Şu telefon ışığını biraz daha yüzüme tutarsan kör olacağım Cansu."
Telefonun fenerini Furkan'ın yüzünden karanlık evlerine çevirerek içeriye baktı. Evini, odasını kendine ait her şeyi çok özlemişti.
Furkan ağır hareketlerle bavulunu içeri hole bıraktığında kendisi botunun bağcıklarıyla ilgileniyordu. Ayağındaki botları çıkarıp eve girdiğinde telefonun ışığını yere tutarak apartmanı aydınlattı. Furkan'ın kendisine baktığını görebiliyordu. Elindeki anahtarı kendisine uzattığında tekrardan geriye kaçırıp kaçırmayacağına emin olamadığı için hızlıca elinden kaparak avuçlarının içinde sıktı. Kafasını kurcalayan Furkan'ın oyun ile ilgili kendisine söylediğiydi.
"Daha demin ne demek istedin?"
"Neden bahsediyorsun?"
"Öldürmek mi istiyorsun dediğimde..."
Sözünü Furkan tamamladı. "Oyunu kazanmana izin vermem dedim."
"Oyun biteli ve sen kazanalı neredeyse dört yıl oldu Furkan."
"Oyun belki de hiç bitmemiştir." dediğinde sesi sıkıntılı çıkmıştı.
"Ne demek istiyorsun? Aramızdaki o saçma oyun bitti Furkan. Giderken bütün bağlarımı kopardım."
"Hayır, sen sadece canının yandığı için saçmaladın."
Cansu elindeki anahtarı kenara bıraktığında ellerinin gözle görülür bir şekilde titrediğini fark etti. "Bu oyunu bitirdiğim ve senin yendiğin gerçeğini değiştirmiyor."
"Oyunu bitirmeye çalıştın fakat başaramadın."
"Neden bahsettiğini anlamıyorum. Neyse ben uyuyacağım."
Cansu kapıyı Furkan'ın yüzüne kapatırken Furkan elini kapıya koyarak kapatmasını engelledi. Kapıyı ardına kadar tekrardan ittirirken Cansu'yu kolundan tutarak kendine çekti. "O günü hatırlıyor musun?"
"Gittiğim günü mü?"
"Evet."
Furkan tırnaklarını avuç içine bastırdığında, istediği tek şey canını yakmaktı. İfadesizce konuşmaya devam etti. "Oyunu nasıl bitirdiğini hatırlıyor musun?"
"Evet."
"Nasıl bitirmiştin?"
"Ah yeter, git buradan. Daha fazla bu saçmalığa devam etmeyeceğim."
"Devam et."
"Kavga ediyorduk ve ben bir anda oyunu bitirdim."
"Daha detaylı anlat."
"Yeter, ben uyuyacağım."
Cansu daha sert bir içimde kapıyı Furkan'ın suratına örtmeye çalıştı. Fakat başarısız olmuştu. Furkan kapıyı tutarak kapatmasını engelliyordu. Ne istiyordu işte? Onu rahat bırakıp evine çıksaydı ya... Bunca yıl sonra derdi neydi? Çok yorgundu. Saatlerce yol gelmişti. Üstelik yol kar ve yağış nedeniyle oldukça tehlikeli geçmişti. Fazlasıyla gergindi. Pes ederek kapıyı tekrardan sonuna kadar açtığında Furkan yüzüne ifadesizce baktı.
"Detaylıca anlat."
"Sen bana bir daha gelmememi, kendimi değerli sandığımı söyledin. Sonra beni aşağıladın. Ben sinirlendim, sana tokat attım ve oyunu bitirdim."
Cansu'nun son cümlesinde Furkan tek kaşını havaya kaldırarak dikkat çekmeye çalıştı. "Son söylediğini bir daha söylesene..."
"Yeter Furkan! Ne yapmaya çalışıyorsun? Git artık!"
"Söyle."
"Sana tokat attım ve oyunu bitirdim. Niye on kere bana aynı şeyleri söyletti...." dediğinde cünlersi yarım kalmıştı. Cansu söylediğinin farkına vararak duraksadı. Bir anlık düşünceyle bakışlarını yere indirdi ve şaşkınlıkla tekrardan Furkan'a baktı. "İyi de ben tokat atıp, oyunu bitirdim."
Furkan yapmacık sırıtmasını yüzüne yaydı. "Tokat atığında oyun eli bana geçti. Oyun karşındaki ele geçince oyunu bitiremezsin. Kuralları hatırladın mı?"
"Ama... Ben bunun farkında değilim ki..."
Cansu'nun gözleri şaşkınlıktan adeta pörtlerken yıllarca geçen zamanı ve şuanda bulunduğu noktayı düşündü. Ne fark ederdi ki? Artık saçma sapan bir oyuna devam etmeyecekti, büyümüşlerdi. Çocukça şeyleri geçmişte bırakmalıydı.
"Yine de bir önemi yok. Ben oyuna devam etmeyeceğim. Oyun Bitti."
Cansu başını sıkıntıyla kapıya yasladığında olabildiğinde umursamaz görünmeye çalıştı. "Oyun eli bende Cansu oyunu bitiremezsin."
Cansu alaylı gülümsemesini yüzüne yaydı. "Biliyor musun? Hamle yapmaya ne dersin." Başındaki mavi şapkayı çıkartarak sertçe yere fırlattı ve konuşmaya devam etti. "Sen benim uzun saçlarımı çekmeyi özlemişsindir. Saçlarımı çekmeye ne dersin? Böylelikle hamle sırası bana geçsin ve bende oyunu bitireyim."
Cansu sinirle elini Furkan'ın eline götürerek tuttu ve elini saçlarının üzerine koyarak elini üzerinde tuttu. "Hadi, saçımı çek."
Furkan bakışlarını Cansu'nun saçlarına kaydırdı. Elinin üzerinde Cansu'nun elinin olmasını umursamayarak saçlarının arasında yavaşça gezdirdi. Fakat saçını çekmedi. Ağzını bile açmadı.
"Hadi çeksene! Çekte bende oyunu bitireyim!"
"Oyunu bitirmeyi çok mu istiyorsun? Dedi Furkan. Bakışlarını Cansu'nun sarı saçlarından yüzüne kaydırırken...
"Belli olmuyor mu?"
"Saçını çekmeyeceğim."
"Neden? Kazanmak istemiyor musun? Yıllardır tek derdinin bu olduğunu düşünmüştüm oysa ki."
"Belki evet, ama bu şekilde değil."
"Öyle mi ne şekilde kazanmak istiyorsunuz? Prens hazretleri?"
Cansu'nun ses tonu git gide sertleşirken, Furkan aksine fazla sakindi. "Kaybedip, kazanmak istiyorum."
"Ne?" dedi Cansu ve gözlerini kıstı. Konuşmaya devam etti. "O da ne demek?"
"Zamanı geldiğinde anlarsın... Saçını çekmeyeceğim. Dört yıl kadar bekledikten sonra hamlem bu kadar basit olmayacak, bunu bil. Hemlemden sonra oyuna devam edip etmemek sana kalmış."
Furkan'ın karşısında tereddüt ederek kıvrandığını görünce, ne yapmak istediğini anlamaya çalıştı. Yavaşça yaklaşıp dudakları alnını bulduğunda bir anda nefesi kesildi. Alnına değen buz kesmiş dudaklar bütün vücudunu uyarıyordu. İçinde büyük titreme koptuğunu ve ardından buz gibi vücudunun ateş gibi olmaya başladığını hissetti. Hiçbir tepki verememişti. Yıllardır içindeki barındırarak harmanladığı öfke ve kırıklık duygularıyla onu geriye doğru itip kovmak istiyordu. Deli gibi bağırmak istiyordu. Yıllarca içinin yanışını, tüm tuttuklarını haykırmak istiyordu. Bütün öfkesini üzerinde denemek istiyordu. Belki bir kez daha tokat atsa rahatlayabilirdi ama yapamadı... Aksine kasılan bütün vücudu rahatlayarak gözleri kapanmıştı. Aklı çok başka şeyler söylese de yapamıyordu. Buz gibi dudakların alnından ayrıldığını hissedince Furkan'ın nefesini yüzünde hissetti.
"İyi geceler."
Gözlerini yavaşça açtığında Furkan'ın merdivenlerden çıkarak üst kata gittiğini gördü. Başını iki yana sallayarak geriye doğru birkaç adım attı ve kapıyı sertçe kapattı. Üzerindeki mantoyu hızlıca çıkarttı ve askılığa astı. Sırt çantasını alarak elindeki telefondan saçılan ışıkla odasına vardı. Telefonun ekranına baktığında saatin bir buçuk olduğunu gördü. Şuanda bavuluyla ilgilenemeyecekti. O kadar yorgundu ki hali yoktu. Dolabının kapağını hızlıca açarak, pijamalarını çıkardı. Kullanabileceği gerçekten düzgün kıyafeti yoktu. En kısa zamanda alışverişe çıkıp dolabını değiştirmeliydi. Geriye kalan kıyafetleri kargoyla Ankara'dan gelecekti. Üzerindekileri çıkartarak, pijamalarını giydi.
Hazır yapılı yatağını gördüğünde yüzünde tebessüm oluştu. Annesi işe gitmeden önce sabah yatağını hazırlamış olmalıydı. Yorganını yavaşça kenara atarak yatağın içine girdi ve üzerini örttü. Tüllerin arasından yağan kara baktı. Daha fazla gözlerini açık tutamayacağını anladığında çoktan gözleri uyumak için kapanmıştı. Bir anda kapıda yaşanan olay aklına geldiğinde farkında olmadan elini alnına götürerek dokundu. Ona kanamazdı. Furkan her seferinde iyi şeyler yapsa da sonunda mutlaka pislik yaparak onu üzmüştü. Güvenmiyordu, sevmiyordu. Furkan onun için sadece geçmişinde kalmıştı. Çocukluk aşkıydı. Yıllarca o sahne gözünde canlanırken nasıl olmuştu da oyunu bitirmediğini fark edememişti? Artık önemi yoktu. Furkan hamlesini yaptığında oyunu bitirecek ve arasındaki bağı koparacaktı. Bağ mı? Aralarında zaten bağ yoktu. Yıllar önce o bağı Furkan söyledikleriyle koparmıştı.
İki gün sonra okullar açılıyordu. Elifle aynı okula olacaktı. Tıpkı küçükken hayal ettikleri gibi... Ne kadar özeniyorlardı. Şimdi ise hayalleri gerçekleşiyordu. Uzun süredir görüşmemelerine rağmen Elif'le yakınlıkları hiç bozulmamıştı. Elif hala onun en yakın arkadaşıydı. Ankara'da elbette bir sürü yakın arkadaşı olmuştu fakat Elif onun için çok farklıydı. Kardeşiydi. Birbirlerinden gizlileri saklıları yoktu. Anlaştıkları gibi sürekli internet üzerinden görüntülü konuşmuşlardı. Okulla Elif sayesinde bütün bilgiye sahipti. Okulun popülerleri Elif'in kavgalı oldukları ve daha fazlası... Elif Lisede oldukça popülerdi. İlkokulda olduğu gibi bu okulda da bilmediği yoktu. İşin kötüsü Furkan'da bu okuldaydı. Bir an için keşke o okulda olmasaydı diye içinden geçirdi. Neden bu kadar dip dibe olmak zorundalardı? Bunu cidden bilmiyordu. Mantıklı bir cevapta bulamıyordu. Alp bile gideceği okuldaydı. Sanki ilkokulunu almışlar aynı liseye koymuşlar gibiydi. Her şey çok karmaşıktı. Bütün olayları daha fazla düşünmeyerek kendini uykunun ağır ve hafif kollarına bıraktı.