"Sadece...78...Gün..."

1213 Words
"Kan kırmızısı birkaç Gül'den sadece birisin..." Ellerimi yumruk yapmış, yüzümde kocaman bir gülüş ile gerinmiştim. Ağrıyan belimi umursamadan bacaklarımı uzatabildiğim kadar uzatmış, kocaman esnemiştim. "Sonunda..." Prensesler misali uzandığım yataktan kalkıp gözlerimi açtığımda karşımdaki ayna ile neye uğradığımı şaşırdım. Kir pas içindeki yüzüme, darmadağın saçlarıma ve mahvolmuş göz altlarıma bakıp derince nefes aldım. "Hayat seni çok yıprattı kızım. Hayat seni çok yıprattı..." Ellerimle saçlarımı geriye attığım sıra gözlerime kapının yanındaki tekli koltuğa konulmuş bavul takıldı. Çıplak ayaklarımla üzerimdeki pikeyi tekmelemiş , meraklı bakışlarla bavula ilerlemiştim. Üzerine yapıştırılmış "pembe" bir not kağıdı vardı. "Üstünü değiş ve yıkan." Askerlerin pembe bir not kağıdına böyle romantik bir yazı yazması... Alaylı bir gülüş ile bavulu açtım ve içindeki bornoza, şampuana, diş fırçasına, kıyafetlere... Sizi çok özledim! İçinden tek tek almayı boşverip bavulu kucakladığım gibi banyoya koştum. Şans ki odamda kendime ait bir banyom vardı. Aman ne de şanslıyım(!). Kendime duşa attım ve belki de 2 saat...saçımı kaç kere yıkadığımı hatırlamıyorum. Vücudumu defalarca keseledim. Çilekli duş jeli ile etraf mis gibi kokmuştu. Bornoz yerine uzun havluyu alıp göğüslerimin üstünde birleştirdim. Saçıma bir havlu sarıp kendi çantamdaki cilt bakım kremlerimi sürüp banyodan dışarı çıktım. Evet, bir miktar alıştığım eski hallerime yaklaşmıştım. Aynanın karşısına geçip bacaklarımı, omuzlarımı incelerken kapı birkaç kez tıklatıldı ve ben daha bir şey diyemeden açıldı. "Saatlerdir yemek yemek için seni bekliy..." Yiğit sitem ederek içeri girdiğinde yatağımda olmadığımdan dolayı kaşları hafifçe çatıldı. Beni arayan gözleri en son ayna karşısında benimle buluşunca kaşları daha da garip bir hâl almıştı. "Acele et!" dedikten sonra arkasını dönüp telaşla dışarı çıktığında göz ucuyla etrafa baktım sonrasında ise omuzlarımı silkip aynama geri döndüm. Kız sen ne güzel bir şeysin öyle? Bavulun içinden bir çift iç çamaşırı aldım ve iyice karıştırdım. Siyah kenarında beyaz çizgileri olan rahat bir şort ve üzerine beyaz bol bir tişört. Tamam, uzun zamandır bu konfora ihtiyacım vardı. Üstümü değiştirdikten sonra saçlarımı havlu ile birkaç kez suyunu alıp etrafa saçtım. Tamam, ne yazık ki saç kurutma makinesi falan göremiyorum. "Buna da şükür!" Ellerimi havaya kaldırmış mutluluk dansı yaparken gözlerim ayaklarıma kaydı. Terlik yok mu ya? En son asla uzumayan ama bir miktar uzun olan tırnaklarıma baktım. Bunları kesebilirim? Güller de gider hem? Ne kadar odayı dört dönsem de bir türlü bulamamıştım. En son boşvermiş, aynanın karşısına geçip solmuş dudaklarıma biraz parlatıcı sürmüştüm. Yüzüme biraz da renk verdikten sonra pembe sarı saçlarımı iyice karıştırıp göz kırptım. "Bugün de fenasın!" Botlarını tekrardan giyip odamdan çıktığımda aşağıdan gelen muhabbet sesleri merakla dinlememe sebep oldu. "Ne gördün?" dedi biri merakla. "Bir şey görmedim." diyen Yiğit'ti. "Bir şey görmüşsün, görmüşsün..." Merdivenleri indiğim sıra çıkan ufacık ayak sesimle bir anda hepsi dönüp bana bakınca elim ayağım titredi. Askerlerin tedbir amaçlı anlık tepkisi altıma sıçmama sebebiyet verebilirdi. Birkaç basamak daha indiğim sıra biri sırıtarak önüme geldi. "Makyajın gücü mü bu?" dediğinde kaşlarımı çatmıştım ki sonrasında benim biricik korumam olan Yiğit'e baktım. "Bir gecede nasıl bu kadar değişebildin?" diyen bir başkasıyla koşarak merdivenleri indim ve sanki Pac-Man gibi kaça kaça Yiğit'e gittim. Yol üstünde birkaç kişiyi geçiştirmiştim. Yiğit'in devasa vücudunu-çok da devasa değil ama- kendime siper ettiğim sıra diğerlerinin garip bakışlarını üzerimde hissettim. Zaten hepsi dik dik bana bakıyordu. "Acıkmış olmalısınız. Kahvaltıya." diyen mavi gözlü ile hevesle Yiğit'e baktım. Neden bu kadar korkuyorum bilmiyorum ama dokuz tane adamın içinde korkudan bayılmak üzereydim. Beni öldürebilirler, bacaklarımı kırabilirler, kafamı hiç zorlanmadan yerinden çıkarabilirlerdi. Bunları yapacaklarından değildi korkum, kafa tutmak istesem bunları yapacak kadar güçlü duruşlarındandı. "Olur." diyen bir iki kişi ile Yiğit birkaç adım öne attı. Tedirgin bakışlarla bastığı yerlere basarken işaret ve orta parmağını aynı anda kavramış ve sıkıca tutmuştum. Burada tek tanıdığım Yiğit'ti ve asla ondan ayrılmak istemiyordum. Bir iki basamak çıkmış ve şöminenin önüne kurulmuş, gösterişli bir masaya gelmiştik. 12 kişilik, krallara ait bir masaya... Ağzım şaşkınca açılırken gözüm sucuklu yumurtaya kaydı. Tamam, sakin kalabilirim; dediğim sıra bu sefer de peynir gördüm, çay gördüm, zeytin gördüm, ekmek gördüm... Yiğit'in yanına aceleci bir tavırla oturduğumda yüzüme aval aval bakan erkekleri hiçe sayıp ekmekten bir parça kopardım ve çilek reçeline batırıp ağzıma attım. Şeker... Ağzıma yayıldığı an her şey çok berrak bir hâl almıştı. Yüzümde tatlı bir tebessüm oluşmuş, gözlerim kapanmış, ayaklarım mutlulukla sallanmıştı. Gözlerimi açıp da salam alıp ağzıma atmam bir oldu. Şimdi ölebilirim işte... "İyi mi?" diyen birine Yiğit garip bir sesle cevap verdi. "Uzun zamandır konserve ve balık yedi. Sanırım pek kolay olmamış. " dediğinde onu onaylarcasına başımı aşağı yukarı salladım. Sarı saçlarım gözlerimin önüne düştüğünde kafamı geriye atıp kirli ellerimi yüzüme değdirmedim. Kızarmış ekmeğimin üzerine tereyağı sürerken bir iki konuşma geçmişti ama ekmeğime odaklandığım için hiçbir şey anlamamıştım. Aslında...pek de umrumda değildi. "Mina." dedi yakınlarımda oturan biri. "Hmm?" Ağzımı açmadan cevap verdim. Şu an yağlı ekmeğimin üzerine reçel sürmekle meşguldüm. "Kaç yaşındasın?" Nizami bir şekilde her köşeye sürdükten sonra gülümseyerek geri çekilip ekmeğe baktım. "Geçenlerde lanet olası 24. yaşıma bastım." dedikten sonra iştahla bir ısırık aldım. "Neden buradasın?" Ekmeğimi çiğnedikten sonra uzanıp çekme helvadan da ağzıma attım. Sanırım yemekten sonra uzun uzun kusacaktım. Ama şu an kimin umurunda? "Kahrolası bir ödül kazandım ve Çin'e gidip ödül törenine katılacaktım ama konser dönüşü aptal bir hayranım bana saat verdi. Ben de salak gibi taktım. Çinliler saati görünce beni öldürmek istediler. Hem de jette..." diyerek ağzımdaki lokmayı çevirdim. "...ben de üstün yeteneklerimle onları dövüp jetten aşağı atladım." Yağlı reçelli kızarmış ekmeğimden bir ısırık almadan önde çayımı yudumlamış, ağzımda yeni lokmam için mekan hazırlamıştım. "Sona doğru saçmaladı sanki..." diyen biri ile biri sinirle lafını böldü. "Sus, kendine gelmesin!" Lokmamı hızlıca çiğnerken önümdeki tekrar konuştu. "Peki Çinliler seni neden arıyorlar?" dediğinde uzanıp kaşar peynir diliminden birini de ağzıma attım. 20 günlük bir orucun iftarı gibi... "Çünkü saati aldıktan sonra şahit olduğum için cesedimi okyanusa atacaklarmış." dediğimde uzun süre bir geri dönüş olmadı. Umurumda değil! Açım!! Ağzıma ne gelirse tıktığım sıra başka bir soru sordu. "Cesedini okyanusa atacaklarını nereden biliyorsun?" Gelen soru ile istemsizce kaşlarım çatıldı. "Mimi ve ben bir sözleşme imzaladık. Bu yüzden nereden öğrendiğimi söylemem. " dedikten sonra çatalımı bir salatalık dilimine batırdım. Keyifle ağzıma attığım sıra can alıcı bir soru geldi. "Neden 24. yaşına 'lanet' dedin?" Lokmam bittiğinde çay bardağıma uzun uzun baktım. "Bir gece yetimhanenin çatısına çıkmış, intihar edecek, gökyüzünde, annemle babamın yanında bir yıldız olacaktım..." dedikten sonra iştahım kaçtı. "...ama birden bire yıldızlar bir kadehin içine doldu ve bir anlaşma yaptım. Şey..." Elimdeki yağlı ekmek masanın üzerine düştüğünde diğer elimdeki çatal gürültülü bir şekilde tabakalara çarptı. Ciğerlerimden boğazıma doğru yükselen garip bir acı soluk borumu sıkmaya başladığında masa alev almış, saray yavrusu evin ahşap duvarları kararmıştı. Sandayemin üzerinde can havliyle tepinirken birden bire şeytan masanın üstündeki avizeden aşağı atlamış, masadaki tabak çanak etrafa saçılmıştı. Siyah ayakkabıları altında ezilen, hevesle yediğim yemekler tutuşup da birer kora dönüştüğünde ellerimi boğazıma attım. Nefes... alamıyorum... Üzerindeki siyah pelerinin uçları alev aldığından dolayı kızıl bir renk almıştı, gözlerinin kızıllığıyla uyum sağlamıştı. Ve ölümüne korkunçtu. Dehşet vericiydi. "Bir anlaşma yaptık küçük kız..." Etrafı sarıp sarmalayan , is benzeri, siyah duman gözlerimin korkuyla dolmasına sebep oldu. "İnsanlara bu küçük anlaşmadan bahsedemezsin..." Boğazım yırtılır gibi oluğunda siyah, sivri tırnaklarını çenemde gezdirdi. Bedenim bu hareketi ile titrerken korkunç yüzünü iyice yüzüme yaklaştırdı. Yanan masanın üzerinde durmak pek de canını acıtıyor gibi durmuyordu. "Bahsedersen içtiğin o birkaç yudum yıldız ile boğularak ölürsün..." Gözlerimden akan birkaç damla yaştan biri siyah sivri tırnağına takıldı. Gülerek tırnağının ucundan sarkan göz yaşımı dudaklarına götürdüğünde daha da ağladım. Tırnağı üzerindeki gözyaşımı yalamış ve sonrasında arsızca fısıldamıştı. "Tabii...zaten çok yakında öleceksin..."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD