"Sadece...79...Gün..."

1167 Words
"Bir mürekkep gibi...kötülük bir kere karışınca kana..." "Bıktım!" diyerek elimdeki sopayı ağacın birine vurup dururken dönüp bana bakınca daha da bağırdım. "BIKTIM!" Bir gündür yürüyoruz. Tam tamına bir gündür. Benim narin bedenim daha fazlasını kaldıracak bir hâlde değil. "Az kaldı." dedi sakince. Onun bu sakinliği beni daha da ayar etmekten hiçbir işe yaramıyordu. Ben ne kadar kudursam da sinirlensem de o hiçbir şekilde etkilenmiyor, balkon kenarı koltuğunda sanki beş çayını içiyordu, Prens hazretleri... "Az mı kaldı?" dedim sitem edercesine. "Beni kenardan köşeden denize atsaydın yüze yüze Türkiye'ye varırdım ben be!" Tek kaşını kaldırıp suratıma bakarken bir elini elime attı ve beni yüksek bir yere çıkarttı. "Bacağımı böcekler yedi za..." söylene söylene arkamı döndüğüm sıra gördüğüm devasa, şato benzeri ev ile bir iki adım geri gittim. Az önce tırmandığım kısma gelip de ayağımın bir kısmı boşluğa basınca az kaldı düşecektim. Yiğit uzanıp çevik bir hareket ile belimi kavradığı gibi kendine çekti. Birkaç dakika önce saldığım saçlarım etrafa savrulurken gözlerim şaşkınca açıldı. Yiğit'in gözlerine bir iki saniye baktıktan sonra elimin tersiyle yüzünü kenara ittirdim ve şatoya baktım. Allah'ım şato! Saray bu , saray! Yiğit yaptığım hareketi hazmedememiş olacak ki olduğu yerden hareket edemedi. Gözlerimden kalpler fışkıracağı sıra ellerimi göğsümün üstünde kavuşturdum. Çok mesudum. Ayak parmaklarımın uçlarını çıkmış, adeta bir ceylan yavrusu gibi, seke seke şatonun kapısına gitmem ile açılan çift kapı ile birkaç adım geri gittim. "Çinli!" Avazım çıktığı kadar bağırarak arkamı döndüğüm gibi Yiğit'in hırkasına tutunup arkasına geçtim. Nefes nefese kapıya doğrulttum bakışlarımı. Acaba üzerinde silah var mıydı? Bunun burada ne işi vardı? Bir rahat vermedi p****enkler... "Hoşgeldin Ozan. Biraz geç kaldın." diyen balkondaki bir başkasıyla yanağımın birini Yiğit'in sırtına yasladım. "Sebebini fark etmiş olmalısın."diyen Yiğit ile başımı öne eğip yüzüne baktım. "Senin adın Yiğit değil miydi?" Yandan kısa bir bakış attı ve ilerideki adamlara bakıp derince nefes verdi. "İkinci ismimi sormadın." Kaşlarım çatılırken kapıya çıkan adamlara ters ters baktım. "Bunlar kim?" diye fısıldadığımda biri sırıtarak el salladı. "Selam bebek." diyerek göz kırpmış ve yarım ağız, arkasında saklandığım, adama bakmıştı. "Seni hangi rüzgar attı buraya?" "Uçak..." diye düzelttim kendimce. Yiğit ise elinin tersiyle hırkasını tutan elimi ittirmeye çalıştı. İnatla daha sıkı tuttum. "Kuralları biliyorum ama bu arkadaşımız..." diyen Yiğit'i balla yağla böldüm. "Şurada Çinli var, unuttun mu?" dediğimde dik dik yüzüne baktığım Çinli kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. İşaret parmağını yüzüne tutmasıyla gözlerimi kısarak daha da saklandım. "Ben miyim?" Onun bunu demesiyle sağdan soldan, her yerden kahkaha gelince korkarak Yiğit'in sırtına sarıldım. "Ben Çinli değilim!" diye sesini de yükseltince daha da gerildim. Arkamda duran iki adama bakıp el yordamıyla Yiğit'in eli aramaya çalıştım. "Bu Çinli diğerlerinden daha kalifiyeli. Baksana Türkçe bile biliyor çomar. " dediğimde arkamdaki mavi gözlü adam gülerek Çinliye baktı. "Çomar mı?" diye bağıran Çinli ile daha da gerildi ortam. "Ben Türk'üm Türk!" dediğinde daha fazla sinirlerime hakim olamadım. "Gözlerine bak! Ya Çinlisin, ya Japonsun, ya da Koreli!" dedikten sonra bağırdığım içine biraz çekinerek tekrardan Yiğit'in sırtına yapıştım. "Her ne olursan ol, çekik gözlü olmak bunu gerektirir. Çinli..." Arkamızdan gelen iki adama uzunca baktım. Bunlar da mı bordo bereli? Birinin kaşında sağlam bir iz vardı. Diğeri ise beni bir kağıt niyetine alıp origami yapacak kadar güçlü gözüküyordu. "Ben Kazak Türk'üyüm. Çinli değil!" diye bağıran Çinlinin sırtını sıvazlayan adama baktım. "Hadi içeri geçelim." dedi balkondaki. Kaç kişiydi bunlar? İki arkamda, iki balkonda, dört de kapıda. Sekiz, dokuz, on... On kişiydik. Yiğit'in bir anda yürümesiyle hafifçe tökezledim. Düşmeden hızlıca toparlayıp sırtına tekrar yapıştığımda kaşlarını çatarak bana döndü. "Ne oldu ünlü şarkıcı? Ne bu korkak haller?" dediğinde kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Endonezya'da kaç tane erkek ile aynı eve girebilirim?" dedim ancak yüzünde ilk defa pis bir sırıtış belirmesini anlayamadım. "Yürüyebilmen için çok güzel bir ev..." Gözlerim kocaman açıldığında içeri yürümeye başlamıştı. Telaşla işaret ve orta parmağını bir arada tuttum. Küçük, aptal , bir kız çocuğunun babasının elini tutuşu gibi... Tedirgin ifadelerle etrafa bakarak sessiz sessiz yürüyordum. Uslu bir kız çocuğu gibi... İkili kapıdan saraya giriyormuş gibi geçtiğimiz an resmen büyülenmiştim. Ahşap duvarların üzerine konmuş fantastik tablolar, salonun sağ tarafından yukarı çıkan döner bir merdiven ve şöminenin biraz ötesine koyulmuş ahşap piyano... Fantastik bir yere girmiş gibi şaşkın şaşkın etrafa bakarken bana bakan 8 erkeği fark etmem ile gözlerimi kırpıştırmam bir oldu. Ne olduğunu anlayamadığımdan Yiğit'e biraz daha yaklaşıp yutkundum. "Su ister misiniz?" dedi biri. Mavi gözlü ve kaşında yara olandı bu. Hevesle Yiğit'e baktım. Evet, de. Evet, de... "Olur." dedikten sonra dönüp birine baktı. Bu da çok kaslı olan, origamici abiydi. "Kayra bir oda hazırlar mısın? Dinlenmeye ihtiyacı var." dediğinde gözlerimden yıldızların kayışı görülebilirdi. "Tamam. " dedikten sonra kaslı Kayra'nın merdivenleri çıkışını tek gözümle izledim. Diğer gözüm ne olur olmaz diye diğer erkeklerdeydi. Uzun bir koridordan geçip gelen az önceki mavi gözlü çocuğa baktım. Elindeki su bardağına gözlerim kitlenirken sanki yemek görmüşüm gibi ağzım sulandı. Ellerimin arasındaki Yiğit'in elini sallarken beni izleyen herkesi boşverdim. Ölmek , öldürülmek kolay şey değil zaten. Pek umurumda değil dışarıdan nasıl gözüktüğüm. "Pembe saçlı bir Türk kızını nasıl bulduğunu oldukça merak ediyoruz." diyen sarı saçlı, kirli sakallı ile bir an ona bakıp önümüze gelen suya diktim gözlerimi. Uzatılan bardağa, mavi gözlü adama, uzatılan bardağa, Yiğit'e, mavi gözlü adama ve sonrasında uzatılan bardağa baktım. Yiğit baktı alacağım yok, uzanıp bardağı aldı ve elime uzattı. Gergince gözlerine baktım. Gizli bir şey söyleyecekmişim gibi parmak uçlarımda yükselip kulağına ulaştığımda kaşlarını çatarak üzerime eğilmiş ve bana yardımcı olmuştu. "Önce sen bir yudum içsene." Geri çekilip de suratıma sinirle bakınca olduğum yerde sallandım. "Lütfen..." gözlerimi yavru köpeklerin kafasını eğip de attığı o masum bakışı koymaya çalıştım. Sanırım bu onu daha da sinir etmişti. Hiçbir şey söylemeden sudan bir yudum aldığında hevesle gülümsedim. İçtiği suyu gözüme sokarcasına elime tutuşturduğunda tek elimle tutup diğer elimi sımsıkı tuttuğum parmağından ayırmadım. Suyu kafama dikmem ile kopan kahkahalar yüzünden yerimden bir miktar sekmiş, suyu etrafa sıçratmıştım. Nefes almak için geri çekilip dudaklarımı birbirine bastırırken deli gibi gülen erkeklere baktım. Ne oldu be? İşimizi garantiye atalım, gazoz olayına dönmesin mevzu... "Bunu nereden buldun ya?" diyen ile kaşlarım çatıldı. "Bunu derken?" dediğimde tek kaşını kaldırıp da kahverengi gözlerini gözlerime dikince gerildim bi'. "Yani çok kaba bir tabir..." diyerek üçte dörtte giden arabamın vitesini R'ye taktım... "Adın ne senin?" dediğinde biraz daha Yiğit'e yaklaşıp kaşlarımı havaya kaldırdım. "Sanki ben size sorsam bana gerçek adınızı söyleyecekmişsiniz gibi..." dediğimde hepsinin gözleri bir anda Yiğit'e döndü. Yiğit derince bir nefes verip gözlerini kısarak bana döndüğünde zorla gülümsedim. "Yanlış bir şey mi söyledim?" Yiğit işaret parmağını hareket ettirip elini elimden kurtarmak isteyince daha da sıktım. "Benim için iki kişi vurduğunu da söylerim, rapor yazmak zorunda kalırsın!" diye fısıldadığımda şaşkınca yüzüme baktı. Ne sandın oğlum... "Ben bir şey söylemedim. Kız çok sinsi." dediğinde şaşkınca yüzüne baktım. "Saf ve korkak gözüküyor. " diyen Kayra ile merdivenlere baktım. "Yanlış kanı." diyen Yiğit gergince nefes aldı. "Bugün bunu konuşmayalım. Önce odasına çıksın, dinlensin. Biz kendi meselemizi halledelim." dediğinde etrafa bakındım. "Sağdan ikinci oda." diyerek yüzüme baktığında boş boş suratına baktım. "Götür." Tek kaşı havaya kalktı. "Saçmalama. Hadi." dediğinde gözlerimi direkt yaşlarla doldurdum. "Korkuyorum." dedim sessizce. "Neden?" dediğinde göz ucuyla koltukta oturan Çinliye baktım. "Çinli var..." Tam Yiğit kaşlarını çatmıştı ki Çinli sinirle bağırdı. "Ben Çinli değilim!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD