"Hiç düşmemiş biri göğün kıymetini bilemez..."

994 Words
"Dur!" Nefes nefese bağırıp en son soluklanırken gülerek kırmızı elbisenin tüylü eteğini savurup gülümsedim. "Gitme!" Son harfi uzatarak bağırırken gözlerimi kapatmış, elimin birini gökyüzüne kaldırarak kendimi serbest bırakmıştım. "Anlatılacak çok şey var bende..." derken mikrofonu indirip göz kırptığımda bir ıslık koptu. "Bir kahve...sonrası , en olmadı gün ortası, sahne arkası ..." Gülerek kendi etrafıma dönerken alkışlayan herkes de en az benim kadar eğleniyor gibiydi. "Çok!" Gözlerimi açıp güldükten sonra ayak uçlarımda koşarak sahnenin ucuna geldim. "Beklet-me!" Son kısmı tekrardan bağırırken elimi yeniden göğe yükseltmiştim. "Aynı Ay'ın altında ayrı ayrı..." Arkamdaki dansçılar ile sağa ve sola zıplarken önümden geçen kameraya bakıp omuzlarımı kaldırdım. "Yarın gelmeden sen gelsen..." deyip tek gözümü kısıp baktım. "...ol-maz mı?" Şarkının bitişiyle bateriden yükselen ses ile zıplayarak sahnenin bir ucundan diğer ucuna gitmeye başladım. Burayı seviyorum! Müziği seviyorum! Beni alkışlayan insanları seviyorum! "Mi-na! Mi-na! Mi-na!" Gülerek kendi etrafımda döndüm ve tekrardan bağırdım. "Dur!" diyerek elimi uzatıp karşımdaki dansçıların hepsini durdurdum. "Gitme!" Ben sağa yürürken onlar sola yürüyordu. "Anlatılacak çok şey var bende..." gülerek etrafımda dönüp rap gibi olan kısmı hızlıca söyledim. "...Bir kah-ve...sonrası, en olmadı gün ortası, sahne arkası..." Koşarak seyircilerin önüne gittim ve arkamdaki danscılara uyum sağlamak adına bedenimi serbest bıraktım. "Çok! Bek-let-me!" diyerek gülümsedim. Zaten sahnenin altın kuralı, gülümse. "Aynı Ay'ın altında ayrı ayrı..." Spot lambaları gözümü kamaştırırken nefes nefese kalsam bile mutluydum. "Yarın gelmeden sen gelsen..." önce sağ omuzumu kaldırdım. "Ol-" sonra sol omzumu kaldırdım "-maz..." İkisini birden indirip aynı anda kaldırdım. "...mı?" Şarkının bittiği yerden sonrasını çığlıklar, ıslıklar ve çılgın zıplamalar alınca bende zıplaya zıplaya gitaristin yanına gittim. Patlayan fişekler, insanların salladığı flaşlar... . . . Ellerimi enseme atıp sahneden inerken biri alnındaki teri siliyor, bir başkası buz dolu bir şişe suyun pipetini uzatıyordu. "Harikaydı Mina!" diyerek gelen yönetmen ile gülümsedim. Biliyorum, harikaydı. "Sen bu iş için doğmuşsun." diyen menajerim Serhat ile sudan bir yudum içmiştim ki kaşlarım çatıldı. "Çok soğuk, biraz ılık su ekleyin." Sesim en değer verdiğim şeydi ve ona böyle bir yapamazdım. "Araba arkada bekliyor." diyen stilistim üstümdeki kıyafetin kırmızı ceketini elinde tutuyordu. Biri geldi ve ona kırmızı ceketi giydirip giriş kapısına yolladı. "Kameramanlara yüzünü göstermemeye çalış. " diyen Serhat ile kızın başını sallayıp yanımızdan uzaklaşmasına bakınıyordum ki Melek sırtıma siyah uzun bir kaban bıraktı. "Bu taraftan." Beni yönlendiren insanlar ile birlikte yürürken derince bir nefes aldım. Her şey güzeldi. Sahneden inene kadar... "Yarın sabah saat 6'da uçuşun var. Özel bir jet ile gideceksin. Biliyorsun Asya ve Avrupa'ya kıyasla İdol adı altında genç şarkıcılar yetiştiriyor. Bu yüzden tek başına gitmen garip kaçabilir." diyen Serhat ile derince bir nefes aldım. "Yarışmaya gitmiyorum Serhat, ödül alıp gideceğim." dediğimde Serhat derince bir nefes aldı. "Şarkıcı hayranları ile İdol hayranları aynı şey değil Mina." dediğinde dönüp yüzüne ters bir bakış attım. "...Hanım..." dedi başını eğerek. "Belki sizi sevenler olacak, belki de nefret edenler Bu yüzden birkaç koruma götürmeniz gerektiğini düşünüyorum. " deyince sinirle enses kısmını pembeye boyattığım sahte sarı saçlarımı geriye attım. "Serhat, Çin'den sonra Los Angeles'a geçmem gerektiğini biliyorsun değil mi? Beni yavaşlatacak insanlar istemiyorum." dedikten hemen sonra arabamın önünde durup gözlerine baktım. "Ayrıca ben bir İdol değilim, ne olduğunu da bilmiyorum. Bu yüzden Çin'lilerin beni linç edeceğini de düşünmüyorum." dediğim sıra çaresizce ellerini kaldırdı. "i********:, YouTube ve t****k'ta şarkın popüler o..." Siyah kapı açılır açılmaz kendimi içeri attım ve kapatmaları adına kısa bir bakış attım. Şoför koltuğa geçtiğinde ensemi çoktan koltuğa yaslamıştım. "Eve." Arkamda bıraktığım devasa kalabalık sanki eteğinde takılmış birkaç ağır pırlanta gibiydi. Uzaklaştıkça düşürüyor, düşürdükçe yükseldiğim gökten aşağı iniyor, sıradanlaşıyordum. Derince bir nefes aldığım sıra telefonuma gelen bildirim ile gözlerimi açtım. "Mina'nın yarın doğum günü!" "Fanlar olarak bence şarkılarıyla bir video hazırlayabiliriz?" "Bence kliplerini YouTube'ta tekrardan trendlere sokalım?" "Instagramda #İyiKiDoğdunMina açmak da çok güzel olur." Yarın 24 yaşıma giriyorum... . . . "Hadi bir anlaşma yapalım küçük kız..." Tek kaşını kaldırıp gözlerine baktım. "Annem yabancılara güvenmemem gerektiğini söyledi." dediğimde kırmızı gözleri gözlerimde gezindi. "Hadi ama ben artık yabancı sayılmam. Üstelik sen öleceksin zaten, neden güvenmeye gerek duyuyorsun ki. Güvenme." Alt dudağımı sarkıtırken gözlerine baktım. "Nasıl bir anlaşma?" Lafımın üzerine bir dizi üzerine yere çöktü ve siyahlar içindeki elini uzattı ellerime. "24 yaşına kadar yaşa ve bana dünyada senden başka bir tane iyi insan kaldığını kanıtla." Ellerimi, siyah sivri tırnaklarına doğru uzatırken alt dudağımı ısırdım. "Neden 24?" dedim sessizce. "Çünkü 24 senin için en güzel günlerin yaşanacağı yıl. " Alt dudağımı serbest bırakırken gülerek elini tuttup. "Güzel günler mi yaşacağım diyorsun?" Kırmızı gözleri ellerimin üzerinde gezindi. Siyah tenime bulaşırken hipnoz olmuşçasına izledim. "Evet, güzel bir kız olacaksın." Gülerek gözlerine baktığımda uzun tırnakları ile tenimi çizdi. "Ama 24.yılında 100 içerisinde iyi bir insan bulacaksın." Elimden çektiğim gözlerini kırmızı gözlerine sabitledim. "İyi bir insan?" Güldü, o hırıltılı sesin gülüşü olduğunu anlamıştım artık. "Evet küçük kız, bana iyi bir insan bulabilir misin? 19 yıl 100 gün içerisinde bana iyi bir insan bulabilir misin?" . . . Gözlerimi açarken uyuya kaldığım yerden korkuyla sıçradım. Kırmızı ışıkta durmuş olan arabaya korna çalan birkaç şoför yüzünden nefes nefese kalkmıştım. Derin derin nefesler alıp verirken elimi pembe saçlarıma atıp geriye ittirdim. "Aptal kâbus. Sürekli rahatsız edip duruyor." Elimin tersiyle alnımı silerken dikiz aynasında Engin ile göz göze geldik. "İyi misiniz?" dediğinde gözlerimi kaçırıp koltukların üzerinde gözlüğümü aradım. "İyiyim..." dediğim sıra kırmızı ışıkta bekleyen arabamızın kapısı bir anda açıldı. "Ne yaptığını sanıyorsun!?" diye bağıran Engin ile kafasında parlak bir taç olan çılgın bir erkek elindeki pembe hediye kutusunu koltuğa bırakıp bana döndü ve göz kırptı. "İyi ki doğdun Mina!" diyerek öpücük atıp da kapıyı kapatınca şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. "Hayranlarınız bazen çok korkutucu oluyor." diyen Engin ile pencereye yaklaşıp uzaklaşan adama baktım. Benden çok da büyük durmuyordu ama 23-24 yaş çok da...ah ne düşünüyorum. Merakla kutuya baktıktan sonra eğilip aldım. Özenle kaplanmış kutuyu açtığımda içerisinden çok güzel bir saat çıktı. Gülümseyerek saati inceleyip bileğime taktığımda garip bir ses çıktı. "Bibip..." Kaşlarımı şaşkınca kaldırdığımda Engin dikiz aynasından gözlerime baktı. "Akıllı saatlerden olmalı." dediğinde alt dudağımı sarkıtıp saati göz hizama getirmiştim ki bileğime saplanan, iğne batmasına benzer bir şeyin verdiği, acı ile kaşlarım çatıldı. Maviden kırmızıya dönen saati telaşla çıkarmak istemiştim ki birden her yer karardı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD