Açmalıydı, açmak mecburiyetindeydi. Avucunda titremeye devam eden telefonun uzun süre çalmasına müsade etse de hemen yanıtlamamıştı "Açmazsam vazgeçer mi ki?" Diyerek şansını denemek istese de boşa çıkmıştı tahmini. Yeterince dolu olan kafasını dağıtmaya mı gidiyordu, yoksa gerisin geriye toplamaya mı belirsizdi. Gitse bir dertti, tüm olumsuzlukları unutma amacıyla gitmek istemesi ise ap ayrı bir tasa karşılıyordu kendini.
Evde biri yetmezmiş gibi üstüne üstelik çalıştığı yerde de aynı çilesi sürerken iki misline çıkması deli divane ediyordu insanı. Neyse ki Seçkin'in kendine ait evi vardı da biraz olsa da rahattı o konuda. Aynı evde yaşadıklarını düşünürse kanlı bıçaklı olmaları malumdu.
Çocukluklarından beridir birlikte büyüseler de anlaşamamazlıkları su götürmez gerçekti. İstese başka işte çalışabilecek iken, çevresinde güvenebileceği tek insan şimdilik Seçkin'di. Kendi mesleğini eline alana kadar barda çalışmaya devam edecekti. Bazı günler delirme raddesine gelse de yabancılık çekmediği mekanda bulunması güvenilir kılıyordu başka yerlere nazaran.
Zoraki yeşil ikonu yana kaydırdığında susmak nedir bilmez telefonu kulağına dayadığında Seçkin'e karşıt gelen galibiyetini o anda kaybetmişti işte.
"Efendim Seçkin?"
Telefonu açılır açılmaz telaşa kapılırcasına seri bir şekilde tek solukta konuşmaya başlamıştı hattın öteki ucundaki kişi. Pervasız laf yapan ağzı, becerikli dili sayesinde ikna ediciliğiyle birlikte, hangi konular hakkında nasıl konuşacağını tecrübesinin getirisiyle uzmanlık alanına transfer eden Seçkin, adeta yılanı deliğinden çıkartabilecek seviyedeki konuşmasını durmak sızın sürdürmüştü.
Güneş, "ya sabır..." çekerken Seçkin'e karşılık vererek söz hakkı tanıyabileceğini sanmadığından direkt giriş yapmaktan başka çaresi kalmamıştı. "Senin çenen ne vakit düşük voltajda çakılacak acep? Yavaşlamak nedir bilmez misin be adam sen? Hey kime diyorum ben? İşine gelmeyeni nasıl da duymazcılıktan geliyorsun ama. Soruma net cevap alamadığımı söylersek sanırım yanıtı sittin sene değişmeyeceğe benziyor.
Böyle geldin, böyle gideceksin herhalde. Düzelmeye değer tasası olmuyor ki arkadaşın. Aynı tas, aynı hamam mantığıyla ilerlemeye devam etmeyi tercih ediyor bayım."
"Haksızlık ediyorsun ama cadım. Benim gibi kızların gözdesi, sevecen, şen şakrak, eğlenceyi dibine kadar yaşayan biri olarak üzüyorsun beni beni, biricik Seçkin'ini. Kırılıyor kalbim, günahtır üzmeyiniz, lütfunuza sığınıyorum."
"Hı hı, hı hı. Ne demezsin? Her çiçekten bal almayı seven, gözü dışarılarda fink atan, tek kıza bağlı kalamayan biri olarak düşünülürse dediklerinde hiç de haksızlık etmemeliyim öyle mi?
Açıkça söylemek gerekirse şeytan tüyü var sende Seçkin. Kimin sayesinde nam saldığı da aşikardı o sıralar. Ne de olsa üzüm üzüme baka baka kararır deler ya...
Seninki de o hesap. Piyasa boş kalınca ortada rakipleşecek kimse kalmadığından meydan da otomatikman sana kalmış sayılıyor. Sen de gelsin kızıllar, öpsün sarışınlar, ne bileyin ne yapsın esmerler derken işin cılkını çıkarıyorsun."
"Tatlı cadım benim!.."
Ses tonu küçük çocuğu avuturmuşçasına yumuşak çıkmıştı. Yemeyeceğini biliyorken belki bir ihtimal başarırım fikri yatıyordu aklında.
"Ne var başımın çilekeş belası. Ne diyeceksen de de, kurtulayım hemen ömrümü törpüleyerek iliğimi sömüren senden."
"Birincisi; tatlı belam demek istedin sanırım. Senin yorulmana gönlüm razı gelmezken ben senin yerine düzeltme zahmetinde bulunuyorum bak gör. İkincisi; aslına bakarsan başka konu için rahatsız edecekken sağ olasın damgayı vurmanla ağıma güzelce şey etmen ani oldu. Anladın işte sen oradaki telaffuz edemediğim kelimeyi."
"Uzattıkça sinir kat sayım artıyor, sadede gelsen diyorum..."
Dişlerinin arasından tıslarcasına konuşan Güneş'e karşıy kıvrandıkça kıvranıyordu Seçkin.
"Cadım, akşam bara gelirsin dimi? Sensiz tadı, tuzu olmuyor mekanın. Gel işte, yalvartma daha fazla. Maddi açıdan düşünüyorsan eğer, sırf senin iyiliğini düşündüğümden. Yoksa mekan gayet normal şekilde sabit ilerliyor, maksat ortam değişikliği sayesinde buhramlanma. Kaç senedir tanıdığın ettiğin mekan, yabancısı sayılmazsın."
"Eminim öyledir. Seçkin sana bir şey sormak istiyorum."
"Sor tabi, çekinme cadım, istediğini sorabilirsin."
"Sence benim bardan başka yere gidip çalışmak gibi bir lüksüm var mı? Ciddi soruyorum. İmkanım varken gider miyim? Derinlemesine düşünmene gere yokken sorunu baştan kıyaslar mısın?"
Kısa süreliğine karşı taraftan cevap gelmemişti. Haklı olduğunu bildiği halde saçma sapan şeylerle kafa yoruyordu Seçkin. Varlığını hatırlatmak istercesine hafiften öksürdü Güneş. "Sesini çıkarmadığına göre haklıyım. Sana kötü bir haberim var. Kesinlikle mantıksız düşünme sorunu yaşıyorsun. Çünkü saçmalamanın başka açıklaması yok yok yok! Anlayamadıysan kısaca anlatayım ben sana. Gidebileceğim tek yerin orası olduğunu bildiğin halde saçma sapan kuruntularınla her defasında yöneltmen seni eşek sudan gelinceye dek dövme isteği yaratıyor da bende. Oraya gelirsem elimden çekeceğin var Seçkin. Sıvışayım diye sakın arka kapıdan kaçayım falan gibisinden düşünme boşuna. Dünkü mevzuyu da unuttum sanma. Aslı dürtmeseydi dalgınlığından yararlanıp istihdam durumuna düşürecektim. Defterin kabarıyor dikkat et derim."
"Aslı'nın da ağzında bakla ıslanmıyormuş. Yetiştirmiş hemen, sorarım ona ben. Neyse! Biz konumuza dönelim..Mekana gelir, mikrofonun başına geçerim dersen bütün kemiklerim feda olsun cadıma. Lafı mı olurmuş."
"De ged oradan yalaka herif. Geleceğim elbet. Başka seçeneğim mi var? Çalışmayıp para kazanamazsam nasıl geçinebilirim? Yalnızken kendimi her türlü idare ettirebilirim de, kardeşimin geleceğini de düşünmeliyim. Bunun eğitimi vardı, okulun ek masrafları derken hepsi söz konusu. Kimseye umut bağlamadan buncasına göğüs germeliyim. Hayatın yüküyle böylesine boğuşurken üzerime gelmesi bunaltmıyor diyemem ama katlanıyorum, katlanmak zorundayım. Emir'e de para göndermem gerekli. Öyle böyle derken bir şekilde idare edeceğiz yaşantımızı. Unutma! OSHO'nun lafını. 'Başarı bir kriter değildir. Çünkü başarı bir çok şeye bağlıdır. Asıl kriter mutluluktur. Çünkü mutluluk sana bağlıdır.' Demiş."
"Vay anasını! Adam tam on ikiden vururken beni anlatmış resmen." Hayret yüklü tonlaması çok önemli işler başardığını gösteriyordu sanki. Güneş'i de şaşırtan kısım burasıydı.
"Yuh diyorum sana, başka da bişey demiyorum. Adamın lafını kendinle nasıl bağdaştırdın hayret ediyorum."
"Başarıya değinirken; yaptıklarımdan bahsediyordum. Mutluluk da; yaptıklarımın güzel mükafatı olunca, kısmen bana bağlı gelişiyor gelmekte olanlar."
"Seçkin!!! Sınırlarını zorluyorsun, ensene yapışırsam parça pençik ederim seni."
"Tamam cadım tamam, evhamlanma hemen. Bağırmak senin açından hiç iyi gelmez. Kadife sesine zarar gelir, yazıktır günahtır, kırılıverir maazallah. Kim senin billur sesin kadar kulakların pasını sildirebilir ki? Üstüne dua etmeliler bence." Diyerek konuşmasını sürdüren Seçkin'e fırsat vermeden görüşmeyi sonlandırmıştı.
"Bağırttırmayaydın sende, Allah Allah. Ben malımı bilmez miyim? Değiştirmediği huyuyla insanı anında sohbet etmekten soğutuyor. Kısacası benim gerek görmediğim, onun ise işinin gereği olan gevşek çenesi sürekli iş başında. Adam anlamıyor ki...
Soracağını sor, cevabını olumlu ya da olumsuz her ne ise ver işte, meşkûl etmeden kapat telefonu. Ama yok, illaki beynimin şartellerini attıracak ya, anca o vakit içi rahat edince susma moduna geçecek. Yok arkadaş yok, bundan adam madam olmaz. Olmaya niyeti de gözükmüyor. Kör insana, nasıl lamba gereksizse! Laftan anlamayan bir insana konuşmak o kadar gereksizdir."
"Madem bundan bir cacık olmayacak... Hikmetinden sual olunmaz ya Allah'ım, kabul gördüğün duamda ne diye
Aslı'nın durmayan çenesinden biraz da sessiz arkadaşım Ezgi'ye de vermemişsin Rabbim? Birbirine zıt gelen insanın arasında yaşamak da deliliğin daniskası resmen. Çoğu zaman aralarında kalıp, oradan oraya seken pinpon topuna dönüyorum. Yetmezmiş gibi didişmekten ne için kavga ettiklerini de unutuyorlar.
Çekilmez çile dedikleri bu olsa gerek...
Ben delirmeyeyim de kimler delirsin? Deyin hele bana, kim delirsin?"
Ayakkabısının topuğu beton zemine değmezken, dizini ritmik hareketlerle sallandırmasıyla burun kısmını yere temas ediyordu. Gövdesini öne eğerek sırtını kamburlaştırdı. Sorunlarının giderek azalmasını beklerken tersine dağ misali çoğaldıkça çoğalıyordu. Parmaklarının ucunda çevirdiği telefonunu sinirle çantasına sokuşturdu. Sahil boyunca avara misali yürüyüşünü sürdürmüştü. Aldığı deniz havasıyla rahatladığını hissediyordu. Aynen şarkı söylerken huzur bulduğu gibi. Bara yaklaştığında kapıda dikilen korumalara başıyla selam vermişti.
"İyi akşamlar beyler. Semih! Sedat! Nasıl gidiyor işler güçler? Var mı herhangi yaramazlık?"
"Bildiğiniz üzere normal seyrediyor, sıkıntı yaşamadık kısa sürede Güneş hanım. Rica etsem ismimizle seslenmeseniz mi bize?"
"Asayiş berkemal diyorsunuz yani. Güzel güzel sevindim problem yaşamadığımıza. Bizden başka bilen yoktu korumaların gerçek isimlerini. Rızaları üzerine bizlerde açıkça belirtmiyorduk zaten. İşimizi gördükleri sürece bizden yana sıkıntı olmazdı. Peki istediğin olsun, demem korkma. Takılmak istedim sadece. İki kelam edek, Allah'ın selamını verelim dedik, fena mı ettik koca baş? Ayrıca bir ara senden ders almalıyım yarma. Suskunluğunu nasıl koruyabiliyorsun öğrenmem şart. Ne yalan deyim özenmiyor değilim başarına. İşin neyse halledip kimseyle temas da kurmuyorsun, irtibata da geçmiyorsun ya, o kafadan bende yaşayayım. Az biraz dinginlik istiyorum, çok mu şey diliyorum?"
Yarma başıyla onaylarken belli belirsiz tebessüm ettiğini yakalamıştı. "Size kolay gelsin beyler, ben içeri geçiyorum görüşmek üzere." Diyerek mekana giriş yapmıştı Güneş. İkisini de Seçkin'in yanında çalıştığı günden beridir tanıyordu. İyi çocuklardı vesselam. Hiçbir zararlarını görmemiştim bunca zamandır
Henüz açılış saatine vakit varken ortalıkta kimseler gözükmeyince meraklanıp gürültünün geldiği yöne doğru ilerledi. Ezgi de dahil hepsi sahne alanının etrafında toplaşmış, merdivenin tepesindeki adamlara cümbür cemaat talimat verme derdindeydiler.
"Tavandaki ışıklandırmalarda değişim yapılıyor sanırım. Aslı dediklerimi Seçkin'e iletmiş ki, çalışanlar kırmızı ışıkların arasına yeni renkleri de eklemişler. Evdeki taktiklerim işe yarıyor gözüküyor. Aslı'yı kısa sürede bu hale getirmişsem, seni de hayli hayli getiririm. Acele işe şeytan karışır derler...
Küçük adımlarla da olsa seni de yola getiriyor muyum görelim bakalım Seçkin efendi. Belki bana gerek kalmadan kendi sınavını kendin aşmak mecburiyetinde kalırsın belli mi olur?"
Boğazı gıcıklanmışçasına sahteden öksürdüğünde bütün gözler Güneş'e çevrildi. Sahnenin üst basamağına oturan Seçkin, sakin adımlarla Güneş'in yanına ulaşmıştı.
"Ooo cadım, hoş gelmişsin sefalar getirmişsin. İyi akşamlar dilerim öncelikle. Bu kadar kısa sürede geleceğini tahmin etmemiştim. Gördüğün üzere sahnenin ışıklandırmalarda değişiklikler yapılıyor. Gecen gün Aslı' ya demişsin, o da geldi bana söyledi. Güneş böyle böyle olsun istiyor deyince, hayhay hemen hallederiz dedim. Adamların koluna girmemle peşimden sürükledim. Sen gelmeden hallederler diye beklerken erken davrandın. Ama fazla sürmezmiş, mekanın açılmasına yakın bitiririz dediler. Bende onların yalancısıyım, başka türlüsünü anlama sakın ha."
"Sana da iyi akşamlar Seçkin. Nefes alırken mola verme adetin yok mudur arkadaş senin? Görüyorum ortalığın halini. Çok şükür göz sağlıyım yerinde. İçeri adımımı atar atmaz dilin damağına vurmaya başlıyor. Ağzımı açmama fırsat kalmadan sazan gibi atlıyorsun lafa. Olmaz böyle, sakinleşiyoruz, relaks oluyoruz."
Düzgün çıkarmaya çalıştığı halde kırık çıkan ses tonlamasıyla Seçkin'in artık rahatlaması gerektiğini anlatırken, anlaşılan en başında kendisinin rahata ermeye gereksinimi vardı.
Dakikalar önce sanki azarı yiyen o değilmiş gibi pişmiş kelle sıfatıyla sürdürüyordu yüzündeki sırıtmayı. Tek gözünü kısmış vakit kaybetmeden şımarma moduna geçmişti. İlgi çekmeye çalıştığını anlasa da umursamamazlıktan gelmişti. Kucaklama faslı bittiğinde yanağından makas almak için başını yana eğerken moralinin bozuk oluşunu düşen yüzünden anlayınca "hayırdır, ne bu surat" dermişçesine kaş göz işareti yaparken şekilden şekile sokuyordu yüzünü. Suskunluğunu korurken omuz silkmişti Güneş. "Her şeyimi de sorgulama be adam" diyerek haykırmak geliyordu içinden. Rahat bıraksalar kendine dinlenme payı tanıyacakken ertelemesi zihnindeki deftere bir çizik atması demekti.
"Hadi ama, benden mi saklayacaksın? Aşk olsun. Sende biliyorsun ki eninde sonunda gizleyemediğin kadar gelip bizlere anlatıyorsun. Şimdi anlatsan ne değişecek? Geciktirince değişen ne olabilir yani? Anlat da bizleri de daha fazla merakta bırakma."
"Sırf geveze çeneni kapat diye anlatacağım. Oturalım önce, buraya kadar yürüyerek geldim. Ayak tabanlarım zonkluyor."
Güneş'in omzundaki parmaklarının baskısıyla yön verirken sandalyelerden birini çekerek oturtmuştu. Merakla anlatacaklarını dinleme derdine çoktan düşmüştü Seçkin. Havadisleri ne kadar erken alırsa, edebileceği yardımlara da vaktinde yararının dokunabileceğini düşünmüştü. Ağzı laf yapmayı iyi becerse de düşüncesiz birisi değildi. Sandalyesini Güneş'in dibine kadar sokarak oturmak isterken hemen ikazını yemişti.
"Darlanıyorum bilmiyor musun? Yoksa inadına mı dibime girerek bunaltmak istiyorsun? Nefes alabileceğim alan bırakırsan sevinirim. Az öteye kay, anlatacaklarımı can kulağınla dinleyeceksin, kaçırmazsın hiçbirini korkma derdin oysa. Öncesinde bir barsak su ikram etsen de kuruyan boğazımı ıslatsam."
İsteğini sualsiz yerine getirirken barın arkasındaki mutfaktan uzun ince bardağa doldurduğu suyu Güneş'in önüne bıraktı. Suyunu yudumlarken izlendiğinin farkına varmasıyla bardağın altını tahta masaya sertçe vurunca ürkmesiyle sırtını sandalyesine yapıştırmıştı. Seçkin'in bakışlarını başka yöne çevirmesi gerektiğini işaret etse de o kanıya varabildiği halde otuz iki diş sırıtmayı ihmal etmemişti.
Seçkin karşı karşıya oturmak yerine sandalyesini çapraz gelecek vaziyette konumlandırmıştı. Gözlerini kırpmadan Güneş'e dikmişti bakışını üzerinden ayırmamakta inatla ısracıydı. "Sana laf anlatmak, evcil hayvana tuvalet eğitimini vermekten daha zor yemin ederim."
"Tamam ya düzeltiyorum işte. Yeter ki devirme belleğime işleyen ürkütücü gözlerini."
"Kahvaltımı biter bitmez staj meselesi için okula gitmiştim. Rektörle görüşmek istedim, bilgi almak adına. Gecen seneki öğrencilerin staj yapacakları yerlerini okulun yardımıyla kolayca hallediyorlardı ödevlerini. Bu sene de prosedür mü değişmiş ne? Staj yapacak öğrenciler kendileri bulacakmış proje yerini. Anlayacağın kısa vakitte uygun bir yer bulamazsam onca emeğim çöpe gidecek. Olan bitenler ortada işte. Okulda işim erken bitince de sahilde biraz oyalandım. Projemi yapabileceğim mekanı düşündüm. Tarttım, ölçtüm biçtim kafamda amma velakin sonuca ulaşamadım henüz. Güya kuyrukları birbirine dolanan tilki sürüsünden kurtulayım diyerek geliyorum...
Geldiğimle sinirlerimi tepeme çıkarmayı başarıyorsun."
Sandalyesini kenara çeken Seçkin, kolunu Güneş'in omzuna atarak masadan kaldırmıştı. Yan yana adımlarlarken merakına yenik düştüğü soruyu da araya sıkıştırmayı ihmal etmeyip, kendini kurnaz sanan bay estetik bilindiği üzere ıncığından cıncığına kadar soruşturmalarına başlamıştı.
"Nasıl yani? Öncesinde proje yerini ayarlayacaksın. Verilen süre zarfında ödevini tamamlayıp her nerede yapmışsan işte o çalıştığın yerden projeni bitirdiğine dair belgeyi okula teslim edeceksin ve mutlu son çiçeği burnunda mezun oluyorsun. Doğru mu anlamışım?"
Yunduğu gözleriyle onayını vermesiyle uzunca iç çekip, derince nefesler aldı defalarca. Düşüncesi bile insana o şevki yaşatıyordu. Boğazında biriken tükürüğünü yutup Seçkin'e cevap verdi. "Ne yapacağımı, nasıl hareket edeceğimi ben de bilmiyorum. Kafamın içi arap sacına döndü deyim yerindeyse. Şimdilik zamana bırakmayı tercih edecek gibiyim. Sağlam kafayla düşünmek istiyorum. Nasibimde varsa elbet bir kapı açılır. Yüzüm de en nihayetinde bir nebze olsun gülerse güler. Acele etmemek lazım, temkinli davranmak gerekir aslında bu tür konularda. Bekleyip gelişmeleri göreceğiz."
Yakın teması fazla sevmediğinden, omzundaki kolu çözerek kendinden uzaklaştırmıştı sülük soyunu tamamlayan Seçkin'den. Yüzünün aldığı şekli gördüğünde söyleyeceklerini az çok tahmin edebiliyordu. İşitmek istemediği kelimeler ağzından çıkarsa eğer, durumlar tepe taklak olma potansiyeline sahipti. Şimdiye dek kimseden yardım dilenmediği kadar, teklif edilen yardımları da geri çevirmişti. Tek başına halletmeyi önderlik edinirken kendine, bunun da üstesinden gelebileceğine inandırarak tecrübe edinmiş kişiydi. Kendince ürettiği çözümlerle zorlanmadan baş edebilmesi, eskiye nazaran kolaylık sağlar duruma gelmişti Güneş açısından.
"Cadım! Eğer aşırı zorlanıyorsan stajın konusunda Sertaç dan yardım isteyelim, ha ne dersin?" Uzun yılardır içli dışlı oldukları halde Seçkin'in Güneş'i tanımıyormuş gibi davranması incitmişti dostunu. Seçkin işine geldiği şekilde tavır takınan, yeri geldi mi salak ayağına yatan, yeri geldi mi umursamasa da aslen umurundaki gerçekleri saklamayı iyi beceren başrol oyuncularından sayılırdı. Oynadığı roller kusursuzluğuyla bütünleşince anlamak katiyen zordu. Oyuncu olsaymış eğer, işlettiği bardan kat be kat kazanç sağlayabilecekken mesleğini severek yapma taraftarındaydı.
"Kabul etmeyeceğimi bilmiyor musun Seçkin? Hiç mi tanıyamadın bunca zamandır beni? Olmaz diyorsam olmaz anla, istemiyorsam ihtiyaç duymuyorumdur demek ki. Kendi irademle alın teri dökmeden hak etmezken başkasının emeğime göz dikemem ben. Bu bildiğin kul hakkına girmez mi? Söylesene, nasıl gireyim o vebalin altına ben? Sen de her sürecime şahitlik etmedin mi? Her ne yapmama gerekiyorsa zorlansam da, oflasam da puflasam da vazgeçmeden sonuna kadar ilerledim. İlerlemek mecburiyetindeydim. Bütün engelleri kendi irademle yenmeyi başardım ve başarmaya da devam edeceğim. Eskiye nazaran ayakta kalmayı nasıl başarmışsam bundan gerisi vız gelir tırıs gider anca bana."
"Aynı durumun içindeyiz. Armut piş, ağzıma düş hesabını beleşten yaşamıyoruz hiç birimiz. Sandığın kadar kolay değil hayat şartları kendin de bilirsin. Kendimi kurtardığım kadar kardeşimin geleceği de söz konusu. Ailemden geriye sadece o kaldı. Anne babamın gidişinin ardından kardeşim bana emanet artık. Gözümün nuru o benim. Her şeyim. Omuzlarına binen yüküm ne kadar ağır olursa olsun, büyüğü olarak maddi, manevi her şekilde gerektiği kadarını yapmaya devam edeceğim. Ben var oldukça kimselere medet ummazken, gücümün el verdiği kadarıyla bulup buluşturup denkleştirdiğimde parayı mutlak yardım etmeliyim. Hem anne, hem baba, hem de abla olmak ne kadar yorucu ve meşakat gösterse de Emir için yapamayacağım şey yok sen de biliyorsun. Kulaklarını aç, beni dikkatle dinle çünkü tekrar ikaz etmeyeceğim. Benim staj meselesini sakın ha sakın Sertaç'a duyurayım deme. Benimle irtibatını kesen adamdan ne yardımı isteyecek mişim? Anladın değil mi ne demek istediğimi?"
"Deli inandın yok mu? He desen öleceksin sanki? Ne diye yanındayız biz senin? Yardımımız dokunmayacaksa dostluğumuz ötede kalsın. Bizler ta çocuk yaşta el ele, sırt sırta vererek neyin ne anlama geldiğini öğrendik. Bari izin ver düştüğünde kalkmana yardım edeyim. Derdine derman olamasam da destekleyebileyim."
"Bende bunu istiyorum ya zaten. Nasıl düştüysem o şekilde kalkmasını da bilmeliyim. Destek alırsam nasıl öğrenebilirim? Sen de bunu o kalın kafana soksan iyi edersin."
Bıkkınlıkla yanındaki gereksiz söz israfı yapan adama çatık kaşlarıyla bakmayı sürdürdü. Hepten böyleydiler bunlar. Ne kadar didişseler de ilk fırsatta birbirlerinin dibinde biterlerdi. Adam akıllı birilerini bulsalar madalya takılacak raddeye gelirlerdi. Sağlam karakterleri sayesinde her biri kafalarının dikine gitmeye bayılırlardı. Güneş'i sinirlendiren bir konu daha meydana gelmişti. Adeta açmıştı ağzını, yummuştu gözünü. Kendini tutamadığı kadar ağzına geleni sayıştırmıştı. Onun istediği sadece başarabileceğini, başkalarına karşı
güçlü iradesiyle kolay kolay yıkılamayacağını göstermek istiyordu. İllaki birilerine muhtaç kalarak yaşam sürdürülemezdi. Kaç yıllık arkadaşın da olsa, sevdiğin saydığın güvenebileceğim dediğin kişi gün gelir o da terk ederdi seni. O yüzdendir ki, sana sadece sen lazımsın bu hayat döngüsünde.
"İnadım varsa ne olmuş yani? Sen Adanalı inadı nedir görmemişsin henüz. Damarıma basma derim, yapabileceklerimi görmek istemezsin çünkü. Beş yaşındaki çocuk gibi sürekli tembihlememi istemezsin de mi? Sertaç'a staj meselemden katiyen çınlatmıyorsun. Eğer ki en ufak kısmından dahi bahsedersen ve benim kulağıma gelirse...
Yeminim olsun işte o zaman yakarım çıranı, kimse de alamaz seni elimden emin ol!"
Kızgın yüzünü takınmış, ciddiyetini göstermişti. Kocaman adam olmaları fark etmezken üzerlerine korkuyu salmadıkça lastik misali gevşiyorlardı.
"Anlaşıldı. Olay başarıyla intikal edilmiştir cadıların kraliçesi. Senin dediğin olsun bakalım. Yeri geldi mi susmasını da biliriz, kafana tokadan başkasını takmanı önermem. Vallahi de billahi de boyumun ölçüsünü aldım. Yeter ki yüzündeki korkunç ifadeyi sil yalvarırım. İnan ki tırsmaya başlıyorum. Kaç yaşına gelmiş adamım, yapma etme...
Birileri görüp de dalga geçerse rezil rüsva olurum.
Bildiğin halde o tür mimiklerden hoşlanmıyorum, senin de beni uzaklaştırmak için yaptığını anlıyorum haklısın da...
Rüyalarıma girdiler mi kaç gün kendime gelemez duruma düşüyorum. Sen düşün gerisini. Sil hadi yüzündeki ifadeyi tatlış kardeşim benim."
Seçkin oldu bitti korku filmlerinden nefret eden bir adamdı. Yüzüne bakmayı bırakın, karşısında yapılan mimiklere bile tahammül edemiyordu. Güneş'in anlattığı paranormal sahneler sayesinde hücrelerine kadar tir tir titrerdi. "Biraz daha sürdürmeye devam edersen ayağının dibine yığılıp kalacağım. Ölürsem eğer demez misin zavallı Seçkin'in vebaline girdim diye?"
Baktı cadısının dediğini yapacağa benzemeyince mecburi isteksizlikle sırtını Güneş'e dönerken konuyu başka tarafa çekmek adına anında fikir türetti. "Cadım istersen boşu boşuna bekleme, tamirat bitmeyecek sanırsam. Bitirdiklerinde ben haberdar ederim seni, sende müşteriler mekanı doldurmadan gelirsin işinin başına."
Ne hayırsa mantıklı cümlesi boşuna gitmişti Güneş'in. Boşa vakit öldürmekten se kendini programa hazırlama fırsatı yakalayabilirdi. "Dışarı çıkıyorum, fazla uzaklaşmam. Sahilde biraz oyalanırım, gelince de programa başlarız."
Yanağını sulu sulu öptüğünde elinin tersiyle tiksinerek silmişti saniyesinde. Her seferinde gıcıklığına yapıyordu. Abartılı öpülmekten hoşlanmazdı Güneş. Aradığı fırsatı yakalamasıyla elinden kaçırmak istemezken, bardan ziyade Seçkin'in gevezeliğine katlanamadığı için kaçarcasına dışarı atmıştı kendini.
Hızla başını sallayarak onaylarken "şükür ki hayır demedi" diyerek kulisine adımlamaya başlamıştı. Neler hissettiğini anlamasını istemiyordu. Kırk takla atarken sezecek diye ödü kopmadı denilemezdi. Geveze ağzını tutabilmesi büyük nimet sayılıyordu ona göre.
~?~?~?~?~?~?~?~
Kulisinin kapısının aralık kıyısından bakışlarıyla Güneş'i takip ederken, bardan çıkıp uzaklaştığına tamamıyla emin olduğunda parmaklarının arasındaki kapının kilidini çevirerek odaya kimsenin girmesine izin vermemişti. Kot pantolonun cebinden çıkardığı telefonunu ters çevirip siyah ekranı yüzüyle aynı hizaya getirirken güç tuşuna basarak kapalı ekranı aydınlatmıştı. Kişiler listesine girerek büyük harflerle yazılmış "DAKTIR" yazan arama tuşuna dokunarak kulağına götürürken karşı tarafın açmasını medet umuyordu. Devamlı çalan telefona kimse bakmazken açana dek üst üste aramaya devam etmişti.
"Kim bilir kimlerlesin de telefonunu açma zahmetinde bulunmuyorsun. Oh ne güzel dünya, bir tek Sertaç beyimize güzel çünkü. Oralarda kimlerle fink atıyorsundur Allah bilir. Ne vardı sanki? Gelseydin yanına da, ardında küs bırakmasaydın kızı. Kız seni istiyor işte, bilmiyorsun sanki sana olan düşkünlüğünü. Sen oralarda, bu kız burada ne gerek var kardeşin kardeşi üzmesine. Biriniz darda kaldı mı hızır gibi yetişirdiniz hani? Nerede kaldı onca söz verişler, hanginiz yerine getirdi? Hayal olup bilinmezliğe mi karıştılar?"
Karşısında canlı birisi varmışçasına el kol hareketleri yaparak çekişirken kendi kendine konuşma serüvenini dördüncü arayışında açılan telefon bölmüştü. Aranan kişinin alo demesini bile bekleyemeden sıralamıştı yine.
"Hele şükür be Sertaç. Neredesin, n'apoyorsun da açmıyorsun telefonlarımı? Beşinci çalışımda da açmasaydın hepten vazgeçecektim aramaktan. Adı üstünde telefon, açıp konuşmak için icat edilmiş alet. Belki başımıza bin bir türlü bela geldi, adam hiç mi merak edip sormaz?"
Önden homurdanma sesleri gelmişti. Fazla sürmeden dişlerinin arasından tıslarcasına konuşmaya başladı doktor beyimiz.
"Hayvan herif. Başa belasın. Kimin tavuğuna kış dedin de seni bize zimmetlediler. Arkadaş ayağına yaklaşayım dediklerinin yanında ne elin ayağın durur, ne gözün, kaşın...
Üstünde ne tür tılsım varsa gelenler arkalarına bakmadan kaçtıkları günyüzü kadar ortada. Sabit seviyede kalamıyorsun ki, topuzun ayarını kaçırmakta üstüne tanımam seni. Her neyse...
Ne diye ağzımı yoruyorsam, tekrar ede ede dilimde tüy bitti, bi sen algılayamadın. Ya da algılamak işine gelmiyor. Hem sanane ne yaptığımdan, yapacağımdan. Ebeveynim misin oğlum ben senin, hesap vermek zorunda mıyım? Hayat benim hayatım, istediğim şekilde yaşarım kime neymiş? Bu seferki karın ağrın neydi de peş peşe zırlattın telefonu? Eğer ki önemli olmayan saçma sapan sudan sebeplerden aradıysan, var ya sırf senin o kafatasında ağırlık niyetine kullandığın beynini dağıtmak için üşenmem, Amerika'dan kalkar gelirim haberin olsun."
Görüştüğü kişinin söylemlerine kulak asmayıp, gözlerini kısarak kafa sallaması onu alaya aldığının belirtisiydi. Ne dese boştu. Kulağının birinden girip ötekinden çıkması muhtemeldi. Başına buyruk işleri kendine iş edinmeyi severdi Seçkin.
"Önemli olmasaydı ne diye arayayım seni. Keyfimden aramadım herhalde, az biraz dinlesen neler demek istediğimi işitirsin. Sorunun kaynağı Güneş. Asıl önemli kısımlar bundan sonra başlıyor. Geçinki gibi yüzüme kapatma telefonu sakın! Bugün erkenden gelince bara şüphelendim. Düşünceli gördüm, ifadesi düzdü, aklına takılan bişeyler vardı sanırım. Sordum başta söylemek istemedi, biraz üsteleyince konu açıklığa kavuştu. Sabah evden çıkıp okula uğradığını anlattı. Biliyorsundur belki, unuttuysan hatırlatayım istedim. Cadımın bir senesi daha var ve bu sene stajını tamamlayamazsa kalabilirmiş."
Sınıfı gecebilmesi için zorunlu staj görmesi şartmış. Hocasıyla da görüşmüş, danışmış. Olumlu cevap beklerken aldığı karşılıkla yüzü düşmüş sanırım. Staj yapacağı yeri öğretmeni önersede kendilerinin başvurup kabul edilmesi gerekiyormuş. Dediğine göre çoğu iş yeri hemen kabul etmeyebilimiyormuş. Zamanı da kısıtlıymış, bulamayacağım derdiyle kafasını yoruyor sanırım. Sonuca gelirsek ne yapacaksın ya dedim; "şimdilik zamana bırakacağım" dedi. Hava alsın, kafasında kurup durmasın, başka şeylerle meşkûl etsin zihnini diyerek gönderdim. Gidişine emin olunca da peşinden hemen seni aradım. Muhakkak vardır senin tanıdığım ettiğin birileri, araya sokamaz mısın? Rica etsen de cadımın işini görsen...
Göz göre göre ziyan olmasın kızın emekleri. Hatta okula gitmek istemediğinde evde sen çalıştırmıştın dersinden geri kalmasın diye. Üzerinde onca emeğim varken abisi olarak yapsan ya bir güzellik."
"Şaka felan mısın sen? Ben Güneş'e yardım edeceğim ve onun bu dediklerinden haberi olmayacak mı sanıyorsun?" Şuh kahkahasını atarken aslında gülmüyor Seçkin'in bir araba laf etmesine kızıyordu. Sesi gerekenden de fazlaca yüksek çıkmıştı. Oysa bile isteye kendisini geri planda tutuyordu, elinden gelse neden yarsım etmek istemesindi ki küçük cadısına. Göz görse de dil susarmış bazı zayiatlara. Gönül razı gelmese de, acısına katlanmak mecburiyetindeydi. Doğru günün gelmesini beklemekten başka çaresi kalmıyordu. İtici davranışı sayesinde asıl meselenin içeriğini bilmezlerken, yüzeysel görüşlerle masumane haline tepeden bakar olmuşlardı. Gerek kalmadığı halde müdahalede bulunmazken asla herhangi konuda katkıda sağlamayacaktı.
Derdine derman olmayan çaresizlikle yüzleşmişken sükunetine kavuşamazsa işte o gün yardımına koşardı. Sürekli aramalara çıkmayıp, başka şeyleri bahane ederek görüşmeleri ertelemesinin de sebeplerinin kaynağı bundandı. Kötü birisi değildi, asla da olmazdı sevdiklerine karşı. Hayata sıkı sıkıya bağlanabilmesi adına şarttı. İsteksiz yaptırımları iğrenç gözükse de hayatın zorluklarına tek başına katlanabileceğine inanarak bağımsız yaşamayı öğrenmesini istiyordu aslına bakılırsa. Güneş için Sertaç ne kadar değerliyse, aynı şekilde Sertaç için de Güneş bir o kadar değerliydi. Aramalarına geri dönüş yapmadığında anlaşılması zor olmasa gerekti. Güneş için iki şey var olmuştu yaşamı sürece. Birincisi; tek seferde 'sildim' demişse eğer, ağzımdan çıkan kelimenin hükmü kalmamıştır. İkincisi ise; küskünlüğünü sürdürse de abartıya kaçmadan soğuyan kalbi tek lafa tâbi kalırdı.
"Sabretmelisin cadım! Az daha sabır dilemekten başkası gelmiyor elimden. Aklım fikrim sürekli sendeyken kılımı kıpırdatmam ne demek bilemezsin. Abi deyişini duyamamak, sarılışınla varlığını hissedememek kahrediyor beni. Akıllı kızsın, anlaman uzun sürmese de bu süreçte galeyana düşmeni, veyahut hayattaki gerçeklerin kaba taslak da olsa bilincine varmışsındır. Anlaşıldığı üzere bize bahşedilen hayat dersini, laylaylom maratonundan oluştuğunu sanalar var ya bir de...
Onların yaptıkları sadece günlerini heba etmek...
Onun gibiler tırnaklarının ucu kadar çok zor engebeli yaşam koşullarını yaşamazlarken, bazılarımız da hayat dersi niteliğindeki sınavlardan geçerek görünmeyen gizemli sırları çözüme kavuşturmuşuzdur. Benim cadım da o güçlü, iradesi sağlam kişiliğe sahip iken, yerine başkasını koyamadığım kız kardeşim! Bir gün mutlak yüz yüze geldiğimizde nasıl davranacaksın bilmem de, kararına saygı duyacağım kesindir."
Derin düşüncelere dalan Sertaç, Seçkin'e tahammül edemezken tanzim vermek adına öfkesini bastıramazken kuyruğuna basılmış kedi misali haykırmasıyla aklını almıştı.
"Bozuk plak gibisin, aynı konulara takılıp başa sararak tekrarlamaktan bıkmazken ben usandım senin beynimi s*ken çenenden. Bıktırdın lan, bıktırdın. Yaka silker duruma geldin senin sayenden. Anlatma bana bir şey, dinleyecek modda değilim."
"Ne demek neden anlatıyorum? Kafan yerinde mi senin Sertaç? Homurdanmayı boşla da diyeceklerimi işitsin kulağın. Dedim ki; söyleyelim Sertaç'a, o mutlaka staj konusunda yardımcı olur, uygun işini de ayarladı mı rahatça görüsüsün dersini demeye kalmadan dövmeye kalktı. Nasıl bir düşünce yapısı var çözemedim, kabul etse keşke. Söylemeye kalkıştığım anda lafımı ağzıma tıkıyor. Yardım etmek kötülük sayılır oldu da benim mi geç haberdar oldum?"
"Öyle bir heyecanla anlatıyordu ki, dediklerini hemencecik yapacağıma emin olmuşçasına konuşuyordu. Sanırsın 'he yaparım, yapmam mı?' desem ışınlanarak oraya geleceğimi ümit bile edebilirdi manyak herif. Yüzümde soyut bir gülümseme belirdi. İyi yapmış, döveymiş bari. En azından benim hırsım geçerdi, onun da siniri. İstese de yardım etmeyecektim zaten. Baksın kendi başının çaresine. Abisiyim diye yardımcı olmaktansa, gerçekleri bizzat kendisi tecrübe edinerek zararlı kişiliklerden korunup kollamayı öğrensin. Önceden nasıl başa çıkmış ise şimdi de başarabilir. Emindim ben..."
Duyduklarıyla şoke olmuştu. Telefonunu kulağından indirerek ekrana baksa da "yanlış kişiyi de aramamışım" demesi üzerine atağa geçmişti.
"Nasıl nasıl? Sen 'Sertaç YAMAN' kendi kanından olmasa da kız kardeşim dediğin, canından sakınmadığın kıza yardım etmeyecek misin gerçekten? Kesinlikle dünya tersine dönüyor olmalı. Ya çok içmişsin sarhoşken ne dediğini bilmiyorsun, ya da kafasına koca bir saksı düşmüş hafızanı yitirmiş olmalısın. O lafların senin ağzından çıktığına inanmam, inanmak da istemiyorum."
"Evet yardım etmeyeceğim dedim ya... Duyacağını duydun işte. Neyi uzatıyorsun hâlâ? Duymanda sıkıntı varsa kulak burun boğaza gitmelisin. Dur dur vaz geçtim. Sen en iyisi nörolojiye gözük. Gitmişken de sulanmış beynini aldırırsan kökten çözüm olur, bizlere de iyilik edersin."
"Onu bunu bilmem de, senin kesinlikle kafan yerinde değil, ney içtin sen harbiden? Kafa mı buluyorsun benimle?" Sertaç'ın sert çıkışmalarına karşıt Seçkin de atarlanmıştı. "Dediklerine bak ya neler neler diyor? Benim tanıdığım, yıllarca birlikte okul yolunu arşınladığım arkadaşım olamazsın. Cadısını bile benden sakınan adam, şimdi apayrı şeyler söylüyordu? Yanlış işitmiş olamazdı kulaklarım söylediklerini. Amerika'ya gidince asıl senin aklın hepten gitmiş."
"Hâlâ açık durumda telefonun, duyuyorum dediklerinin hepsi. Yeterince dinledim seni Seçkin, sana ve gereksiz çenene daha fazla maruz kalmak istemiyorum."
"İyi, sen yardım etmezsen ben yardım ederim Güneş'e." Kulağındaki telefonu oldukça uzağa tutarken Sertaç'ın bam telinden vurmayı başarmıştı Seçkin.
Kırmızı rengi görmüş kızgın boğa misali burnundan solurken ağzından geri vermeye devam ediyordu nefesini. "Sinirlenmiyorum, sinirlenmiyorum...
Sakinle Sertaç! Derin nefesler al ve rahatla!"
Öfkesini bastırabilmek isterken Seçkin'e kızmak yerine onunla naifçe konuşmayı deneyecekti. Madem sert konuşmak işe yaramıyorsa, laflarını yumuşatarak telaffuz etmek olumlu sonuç verebilir maksadıyla ters tepki taktiğini uygulamaya karar vermişti.
"Sakın Seçkin sakın, öyle bir şey yapayım deme. Geri zekâlılığı bir boşlayabilsen, olaylara düz mantıkla algılayabilirdin.
Sanki ben bilmiyorum ne yapmam gerektiğini. Karışma Güneşe, nasıl yapmak istiyorsa canının isteğini şekilde davransın. Elim kolum bağı olmasa bir dakika durmaz yanına varmış olurdum. Gerçeklerin nedenini bilmezken bilip bilmeden konuşma beyinsiz herif."
"Nasıl bir abisin sen ya, üstelik kıza söz verdin, seni asla bırakmayacağım diye... Şimdi ne değişti de sözünü tutmaz oldun? Abiymiş pabucumun abisi. Vereceğin sözün ben senin...
Tövbe estağfurullah tövbe..."
"Adam akıllı konuşmayı denedim, yine sonuç değişmedi. Ne türlü anlatsam anlarsın acep desem de ilerleme kaydedemiyoruz seninle. Uslanmayacaksan baştan söyle boşuna yorma beni de. Sinirlenmeyeyim sakince konuşuruz belki dedim ama sen alzaymır hastası gibi geciktiriyorsun işleri. Az kaldı ağzını yüzünü yamultmam gerekiyor aslın da da, şimdi zamanı değil Seçkin, hem de hiç değil. Borcum olsun döndüğümde icabına bakacağım senin beyin yoksunu herif." Kendimi toparlamak istese de öfkesine yenik düşüp telefonun ucundaki herife söylenip durmuştu.
"Başka anlatacak hikayen yoksa kapat şu s*kik telefonu, meşkûl etme beni, işim gücüm var lan!"
"Vardır bilmem mi? Senin işin gücün anca kızlar." Aynı okulda okuduğumuzda bu kadar kavgacı değildik. Arada sırada olsa da itişip kakışmalarımız haricinde iyi anlaşırdık. Şimdiki arkadaşımı tanıyamıyorum. Ne ara bu kadar hissiz birisine dönüşebildin? Düşünceli, ihtiyacı olana yardım eli uzatan karakterine ne oldu? Söylesene ne yaptın ona?"
"Benimle tartışma istersen. Seni tanımasam kızlara ilim irfan öğretiyorsun diyeceğim de görünen köy kılavuz gerektirmiyor işte. Kirli çıkınını ortaya dökersem sittin sene içinden çıkabilir misin göt herif?"
"Demek karşılıklı paslaşıyoruz öyle mi? Sidik yarışı niyetine kirlilerimizi ortaya saçacaksak, tartışmaya devam etmeden konuyu kapatıp konuşmayı sonlandıralım. Çünkü zararlı sen çıkarsın. Ne de olsa senin sayende ün kazanmışlayım mevcut. Senin kadar benimde işim gücüm var. Oralarda çalışıyorum diye söylenirken biz burada boşuna mı kürek çekiyoruz? Madem külahlar değişildi ne halin varsa gör. Senden yardım isteyende asil kabahat." Derken sınırını koymasıyla küsen mızıkçı çocuklara benzemişti.
"Bekle biraz, bekle kapatma."
İşaret parmağı tam da kırmızı ikonun üzerine götürürken kapatmaya yakın sesini işitmesiyle vaz geçmişti aramayı sonlandırmaktan.
"Ne var yine? Az önce demediğini bırakmamıştın Sertaç. Azarlayacaksan, vaatlerini başka sefere ertele, tek çalışan sen değilsin sonuçta."
"Bana rapor ver Güneş hakkında, olumlu ya da olumsuz fark etmez."
"Yardım mı edeceksin? Kararını değiştireceğini biliyordum. Dayanamadın değil mi?" Desem de aldığın 'hayır!' cevabıyla sevinemeden düşüncelerim önce uçurumdan aşağıya, sonra da denize düşerek karaya vurmuştu malesef. Nasıl da ümitlenmiştim oysa. Hem yardım etmiyordu, üstüne üstelik benim yardım etmeme de izin vermiyordu. Bu adamın amacı neydi tam olarak? Ne olmuş olabilirdi de bunca yıllık arkadaşımın huyu suyu aniden değişmişti? Elbet geleceksin buraya, sorgulamadan vazifelerimin başında yer kapmıştı. Bir şekilde öğrenecektim elbet saklı sırrını."
"Nasıl bir abisin sen diyorsun ya, ciğerine kadar tanırım cadımı. Şimdilik onun yanında olmasam da kilometrelerce uzakta birbirimize sarılamasak da sevgim asla azalmayacak anladın mı? Zamana bırak, karıştırma ortalığı. Ne dediysem yerine getir sorgusuz sualsiz. Benim açımdan büyük bir iyilik yapmış olursun."
"Anladım Sertaç, anladım. Peki neden Güneş hakkında benden rapor vermemi istiyorsun? Yardım etmeye yanaşmazken hakkında en ufak gelişmede bile olan biteni iletmemi bekliyorsun. Aklında ne var senin gerçekten çok merak ediyorum."
"Orası seni ilgilendirmez, ben gelene kadar kıza göz kulak ol. Deli damarı tutuşturup ortalığı ayağa kaldırmasın sakın. Tek dileğim bu..."
"Oldu canım bizzat harfi harfine iletirim. Bizzat kendisinin göz kulak olacağı yerde oradan buyurmak kolayına kaçıyor beyefendinin. Baş çavuşun eşeği var çünkü burada."
Neymiş efendim, gelene kadar göz kulak olacakmışım. Bizler ailesiysek sen necisin acaba? Kızlara takılmaktan başka kötü alışkanlığı da bulunmazken tuhaf hareketler sergilemesi garibime gitti. Beynimin içi arap çorbasına döndü yemin ederim. Oradan çözün üreteyim, buradan icabına bakarım desem de çıkışa ulaşamıyordum ne hayırsa."
"Seçkin! Arkamdan atıp tutma. Gelirsem oraya seni mahvederim, kapat dediysem kapat telefonu."
"Uğraşamayacağım. Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az demişler." Konu uzadıkça birbirine girmiş, çözülmez hale giriyordu durumlar. Bir yandan mesleğinin getirdiği koşuşturmaca, bir yandan kafasında dönüp duran soru işaretleriyle çok rahat bir hayat yaşadığı söylenemezdi. Arkası kesilmez kavgaların devam edeceğe benziyor diyerekten konuşmasına izin vermeden telefonu yüzüne kapatmıştı.
"Gerzek herif, suratıma kapattı." Bugünde telefonu yüzüme kapatan kapatana. Anlamadığım yanı, ben söylenince dönüp dolaşıp suçlu yine ben oluyorum. Neler dönüyordu ortada böyle? Benim bilmediğim, kaçırdığım ne olabilirdi ki? Ya bir şeyler ters gidiyordu, ya da ortada saklanan dolaplar süregelen zaman diliminde dönüp duruyordu."