2.Bölüm- Staj Meselesi

4946 Words
Ezgi, işi gereği sürekli aynı saatte yatıp kalkması sonucu alışkanlık kazanan zihni ona uyanması gerektiğini hatırlatmıştı. Yatağını düzenleyip toplayana kadar biraz oyalansa da erkenden uyanmış, üstüne günlük kıyafetlerinden birini geçirerek kısmen de olsa hazır sayılırdı. Yanlardan aldığı birkaç saç tutamını ortada topladığında, renkli taşlarla süslenmiş çiçek motifli kıskaçlı tokasıyla sabitlemişti. Ufak tefek bakımını da tamamladığında odasından çıkarak mutfağa yöneldi. Aslı da Güneş de henüz uyanmamışken buzdolabından kahvaltılıkları çıkartarak bir kısmı mutfak tezgahına monte edilmiş dikdörtgen masaya dizmeye başladı. Su bardaklarının bulunduğu camlı dolabı kaldırarak üst raftan ince belli çay bardaklarını beyaz granit tezgaha indirip dolabı geri kapatmıştı. Güneş, prestijli mutfağının rengini kendi odasında kullandığı perdelere yakın tonlarda kullanırken, tezgah altındaki dolaplarını açık füme renginde seçmişti. Duvardaki bazı rafları ve üst dolapları kırık beyaz tercih ederek güzel bir ton uyumu yakalamıştı. Armatürünü bahçeye bakan kare formundaki etrafı siyah şeritlerle çevrilmiş bombeli penceresinin önünde konumlandırmıştı. Güneş ışıklarının mutfak tarafına döndüğü vakitlerde uçlarında boncuklardan süslemesi olan şeritli stor perdeyi tepeye kadar çekerek içeriyi aydınlatmasına izin veriliyordu. Önlem almak amaçlı pencereleri dışarıdan demir parmaklıklarla çevirttirmişti. Ezgi doğrama tahtasında kestiği domatesi ve salatalıkları ince uzun dalgalı porselen tabaklara aktarırken ankastre ocağın üstünde de çay da kaynıyordu. Dilimlenmiş ekmekleri sırayla ekmek kızartma makinasına yerleştirerek kızarmalarını bekledi. Kızarmış ekmekler de hasır sepette yerleştirildiğinde zeytin karesinin gerisinde, masanın kenarında yerini almıştı. L şeklini andıran tezgahın bitimindeki masanın üstü tamamıyla donaltığında sıra kızları uyandırmaya gelmişti. Öncesinde Güneş'i uyandırmak için merdivenleri çıkarak odasının önüne geldi. Güneş, odasının kapısını her daim yarım bırakırdı. Pencereyi ya da kapıyı yarı açık bırakmadığı sürece hava gelmesinden ziyade odasında darlanmak istemediğinden ferah ve geniş alanlarda bulunmak onun için hayati önem taşıyordu. Başını yarı açık kapıdan uzatan Ezgi usulca kapıyı duvara itekledi. Yatağında yüz üstü uyuyan Güneş'e bakındı. Güneş'in Aslı'dan önce uyanmasının sebebi; Ezgi'yle yapabilecekleri kavgayı ortadan kaldırırken etten duvar vazifesi görüyor olmasıyla beraber Güneş'in kullandığı ses tonu, olgun davranışları ikna kabiliyetini olduğunca yükseltiyordu. Aslı'yı uyandırmaya Ezgi gitseydi kesinlikle aralarındaki anlaşmazlıktan birbirlerine saç baş girişebilirlerdi. Çözümün Güneş'te olduğunu bildiğinden yatağın kenarına kadar gelerek arkadaşının omzunu hafiften dürttü. Yaşadığı sarsıntıyla tilki uykusundaki Güneş, tek gözünü açarak tepesinde dikilen Ezgi'yle bakışıyordu. Çatallaşmış sesiyle "günaydınlar Ezgi hanım" derken geniş yatağında sırt üstü dönerek kendini toplayabildiğinde sırtını yatak başlığına yaslayarak bağdaş kurmuştu. "Sana da günaydın Güneş'im. Kahvaltı yapacak mısın? Aslı'da yapacaksa gözünü seveyim sen kaldırıversen. Beni biliyorsun, pek de iyi anlaştığımız söylenemez kendileriyle. Gelirsen hakkından ancak sen gelirsin. Ayrıca Aslı'nın açılan çenesiyle uğraşamayacak kadar vaktimin olduğunu sanmıyorum. Kahvaltımı yapıp hemen çıkacağım. Butiği açmazsam kendi başına açılıp, kendi kendine işletecek hali yok ya. Hepsi benim elime bakar malumun." "Ezgi'cim! Tekrar tekrar anlatmana gerek var mı canım benim. Ne demek istediği anladım ben. Hadi git sen kahvaltını yapmaya başla, ben de elimi yüzümü yıkayıp ayılayım, üstümü giyinip aşağıya inince sorarım kendisine... Canı kahvaltı yapmak istiyorsa uyandırmaya yöntemlerini sırasıyla uygularız uyku düşkününe." "Bana her türlü uyar. Yeter ki Aslı'yla karşı karşıya getirtme beni, o kadarı kafi. Mutfağa iniyorum, seni de kahvaltıya bekliyorum!" Ezgi'nin gidişinin ardından gardırobunun alt çekmecesinden iç çamaşırı alarak yatağın üstüne bırakmıştı Güneş. Kıyafet almak için dolabın kapağını açarak günlük kıyafetlerinden birini seçip, öteki çamaşırların yanına yollamıştı. Elbiselerin altında kalan raflara göz atarken çantasının kulpunu bileğine geçirerek kıyafetiyle uyumlu mu diye bakışları ikisinin arasında gidip geliyordu. Omzuna gelen kısmı deriyken, kulpunun geri kalanı zincir olan siyah çantasında karar kılmıştı. Odasındaki makul boyuttaki banyoya girdiğinde kısa duşunu alır almaz günlük hayatına devam etmek istiyordu. Bara gittiği günlerde ortamdaki yoğun hava üstündekilere de sindiğinden kendini rahat hissedemiyordu. Bu yüzdendir ki bazı zamanlarda barın kalabalığından kaçmak istediği de oluyordu. Duşa kabinin kapaklarını yanlara açtığında bornozunu üstüne alarak kemerini sıktı. Çıplak ayaklarıyla yatağa yaklaşırken, başını yana yatırarak uzun saçlarını küçük havlunun arasında gezdirerek ıslaklığını almıştı. İç çamaşırlarını giydiğinde bisiklet yaka, dizlerinin biraz üzerinde kalan kolsuz düz kesim lacivertin koyu tonlarındaki elbisesini giyindi. Makyaj masasının pufuna oturarak nemli saçlarını fırça tarakla tarayarak serbest bıraktığında kendiliğinden şekil alıyordu. Fön makinasıyla kurutmayı sevmiyordu, saç diplerini kuruturken saç tellerinin de kırılması sinirlerini bozuyordu. Nasıl olsa dışarıya çıktığında hemencecik kuruyup, uç kısımları doğal dalga şeklinde kıvrılacağından fazla uğraşmak istememişti. Çantalarının sağında kalan rafların birinden acelece ayakkabısını seçerek ayağına geçirdi. Dolabının yanında duran üç ayaklı boy aynasında kendini incelediğinde hazır olduğuna kanaat getirerek, aşağıya inip Ezgi'nin dediğini yapacaktı. Merdivenlerin son basamağını da bitirdiğinde uyuyan Aslı'yı uyandırma metotları başlıyor demekti. Ezgi mutfakta kahvaltısına başlarken, Güneş de Aslı'nın yatağının ucuna oturarak ayağının altını gıdıkladığında hızlıca dizlerini karnına çekerek boğuklaşmış sesiyle homurdanmıştı. Güneş, yerinden kalkmazken öteki seçeneğe geçmişti. Eğlenceli olsa da, yapacağı Aslı için moral bozukluğu yaşatabilirdi. "Aslı kalkar mısın, sabah oldu. Yeter uyuduğun. Gece benden sonra gelsen de bu kadar uzun süreli uyuman baş ağrısı yapabileceğini kaç kez anlatacağım sana? Ondan sonra yanıma gelip, oram buram ağrıyor diye sızlanırsan eğer üstüne bir de ben dayak atarım bilmiş ol." "Hı-hı kalkarım birazdan." Dese de ağzını oynatmaktan başka harekette bulunmamıştı. "Aslı kızıyorum ama... Bağırmamı istemiyorsan kalk hadi." "Beş dakika daha anne. Söz kalkacağım." "Ben kibarca uyarımı yaptım. Günah benden gitti. Yapacaklarımın sorumlusu ben değilim. Görürsün şimdi sen. Sadece annenin değil babanın adını duyunca nasıl kalkarmışsın göreceğiz?" Güneş başını geriye sarkıtarak Ezgi'ye gözüktüğünde havaya kaldırdığı baş parmağını gösterdi. Anlamıştı Ezgi, ufak tiyatroları kesinlikle işe yaracaktı. Güneş'i taklit ederek Ezgi de baş parmağını kaldırarak oyunu başlatmıştı. "Duydun mu sende Güneş? Kapı çaldı sanki. Birini mi bekliyordun yoksa?" "Ezgi'cim, Mehmet amcayla Kadriye teyze gelecekti, koş kapıyı aç çabuk. Bekletmeyelim insanları." "Ne!? Annemle babam mı gelmiş? Hani neredeler?" Üstündeki örtüyü yere fırlatarak yatağının içinde doğrulan Aslı, panik olmuşçasına hareketlerde bulunduğunda ne yaptığını bilmez hallere kapılınca kahkaha atarak gülüşen arkadaşlarına sitemle baktı. "Aman ya, sürekli aynı şey yapılır mı insana? Ayıp ya ayıp. Ayrıca neresi komik bunun sorabilir miyim? Hain arkadaşlar sizi. Elbet intikamımı alırım sizden. Yazdım bunu bir kenara." "Alırsın alırsın dert etme. Ayıksan da üç arkadaş karşılıklı güzelce kahvaltımızı etsek. Uğraştırmasan bizi de masaya gelsen diyorum hani..." Omzunu silkerek yüzünü asan Aslı'nın sesi net duyulmasa da, homurtuları devam ediyordu. Kızdırmayı sevdiğinden arkadaşının üstüne giderek kışkırtmak istemişti Güneş. Başarıyla da yerine getiriyordu hakikaten de. "Uyandırma yöntemlerinin arasında ancak bununla fal taşı gibi büyütüyorsun gözlerini. Her defasında işe yarıyorsa biz ne yapabiliriz canikom?" "Siz de bunu fırsata çevirmekten hoşlanıyorsunuz. Arkadaş dedik bağrımıza bastık. Vay anasını, ne günlere kaldık vay vay vay." Örtüyü kafasına kadar çekerek gerisin geriye yatağında kıvrılıp sırtını Güneş'e dönmüştü. Tipik Aslı'nın nazlanma ritüellerindendi yaptığı hareket. Uykuya düşkünlüğü nedeniyle yatağından ayrılması biraz güç oluyordu. Güneş mutfaktaki sandalyesini masayla kendi arasına çekerek otururken Aslı'ya duyurabileceği kadar yüksek sesle laflarına devam ediyordu. "Kalk hadi kalk. Kahvaltını yap, aç aç uyuma, miden bulanır hasta olursun sonra. Benden söylemesi, seni düşünüyorum da söylüyorum." "Hı-hı ne demezsin. Hasta olup başınıza kalacağım diye diyon biliyorum ben." "He Aslı he. Ne duymak istiyorsan o biçim telaffuz et kendince. Ezgi işine gidecek, benim de okula uğramam gerekiyor... Kahvaltını yaptıktan sonra geri mi uyursun, canının istediğini mi yaparsın bilmem." Nasıl olsa bir süre sonra onun hakkında konuşulmadığını duyunca tıpış tıpış gelecegini bilerek Aslı'yla atışmayı bırakıp kahvaltı tabağına odaklandı. Aradan gecen on dakikanın ardından, Aslı kendine seslenilmediğini anladığında giydiği terliklerle paldır küldür yürüyerek merdivenlerin çaprazında kalan lavaboya girmişti. Yıkadığı ellerini havluyla kurulayıp kızların yanına adımladı. Beli lastikli pijamasını yukarı çekerek yönünü düzeltmişti. Aslı, Ezgi'nin yanındaki sandalyede yerini alırken Güneş de karşılarına denk gelmişti. "Oh oh ne güzel hazırlamışsınız kahvaltıyı. Bir kuş sütü eksik mübarek. Hazırlayıp yapanın eline sağlık." Kalkmamak için o kadar da inat edince eline ne geçti? Mis gibi kahvaltıyı kaçıracaktın az kalsın. Hem biz değil, Ezgi hazırlamış kahvaltıyı. Aramızdan kim erken uyanırsa, hazırlayan kişi de o olmuyor mu? Geri kalan işleri de ortaklaşa paylaşıyoruz zaten. 3 kız aynı evin içinde yaşıyorsak, düzenli, tertipli şekilde gereken temizlik işlerini de paylaşmalıyız. Olması gereken de bu değil mi?" "Haklısın valla. Dediklerinin hepsine yüzde yüz katılıyorum güzelim. Ayılamadım ya, ondan şey oldum..." "Tamam Aslı, abartıp dozajını kaçırma. Ağzına bir şeyler tıkıştır da çenen sussun. Ütü yapmakta beceriksiz olup elbiselerimizi yaktığın için sana da bulaşıkları çöpe sıyırıp makinaya dizme ve paspas yapma görevini veriyoruz. Ezgi de çamaşırla toz alma görevini üstlenmişken yemek türlerinin hepsi bende. Barda çalışırken temiz paspas yaptığını görünce en kolayını sana verdik anlayacağın. Hatırlamışken gecen gün bor camın biri kırılmış, parçaları da çöpteydi. Etrafa saçılan parçaları iyice alaydın, kırıklar ayağımızın altına batmasın sonradan." Aslı oturduğu sandalyede sırtını doğrultarak sınıfta söz almak isteyen öğrenci misali elini havaya kaldırıp lafa atılmıştı anında. Hak yemediği kadar, yalan söylemeyi de beceremezdi katiyen. "O tamamen benim hatamdı kabul ediyorum. Raftan temiz tabak alayım derken kolumun değip düşebileceğini hesaba katamamışım. Altı üstü bor cam değil mi? Güzelimin canı sağ olsun yeter ki. Yenisini alırız olur biter. Kaç para ki sonuçta? Allaha şükür, aç değiliz, açıkta değiliz. Yettiği kadar ekmek paramızı da kazanıyoruz." Aslı'nın konuşması iki kızın da hoşuna giderken başını tabağından kaldırmadan göz ucuyla arkadaşına bakmıştı Güneş. Ezgi'nin kaşı hayretler içinde kalırken "bak sen bizim kıza" dercesine mimik yapmıştı. İbiğinden buhar çıkan çaydanlık yeterince kaynadığını belirtirken çayı ocaktan almak istemişti Ezgi. Sandalyesini geriye itekleyerek kalkabildiğinde sırasıyla bardaklara çayı dökerken fark etmeden fazladan Güneş'e de doldurmuştu. Mermer tezgaha serdiği bezin üstüne çaydanlığı bıraktığında sandalyesine oturmak yerine ayakta dikilerek kahvaltısına devam ediyordu. Güneş'in dikkatinden kaçmazken Ezgi'ye hitaben sahteden kızarak sitemlice söylenmeden edemedi. "Aslı'yı boşladım, kızmak için sıranın sana gelmesini mi beliyorsun Ezgi? Adam akıllı sandalyene oturur musun? Kızmaya başlıyorum bak, ayaküstü kahvaltı yapıldığı da nerede görüşmüş? Eski köye yeni adetler çıkartıp sarmayın benim başıma. Kahvaltını bitirince gidersin işine. Bir kaç dakika geç gittin diye müşteri kaybetmezsin. Hem kim sabah sabah kıyafet almak için erkenden gelir ki?" Ses tonunu baskın çıksa da kızdığında sözünü ikiletmeden yerine getiriyorlardı. Yetişkin insan olsalar da arada çocuklar kazar azar yemeleri de gerekiyordu. Anca o zaman anlatabiliyordu derdini. Yarıladığı bardağını dudaklarına götürerek çiğnediği lokmasını ıslatırken Güneş'in sorunu yanıtlamıştı Ezgi. "Olsun belli mi olur gelen gidene? Erkenden açayım da ben dükkanımı, almak isteyen varsa buyursun gelsin, kapım her vakit açık. Müşteri her daim veli nimetininizdir. Masaya sizden önce yerleştiğim için gerektiği kadar yemiştim yiyeceğimi. Sende bilirsin ki fazla yemek de mideye zararlı, hazmı da zayıflatıyor. Miden doysa da gözün asla doymaz diyen insan oğlu her şeye doyumsuz gözüyle bakıyor." diyerek Aslı'ya gönderme yapmıştı. Güneş, beyaz peynirini çatalının kenarıyla bölerken bir kısmını ağzının içinde, dilinin de yardımıyla ezerek kolaylıkla boğazından aşağı indirmişti. Eli solunda kalan çay bardağına uzandı. Parmaklarını saran sıcaklıkla bardağı tuttuğunu görünce almasıyla çay tabağıyla gerisin geriye buluşturması bir olmuştu. Isınan parmaklarını boşlukta sallayarak soğutarak sızısını dindirmeye çalıştı. "Ben çay istememiştim. Ayrıca çay içmeyi de sevmem. Çaydan çok kahveye olan düşkünlüğümü unuttunuz sanırım." "Kusuruma bakma, dalgınlığıma gelmiş Güneş'im. Acele edince aklımdan çıkıvermiş, senin çay sevmediğini biliyoruz bilmez miyiz?" İkinci kez sazan misali lafa atlayan Aslı; "içmiyorsan ben içerim, ziyan olmasın. Benimki de bitmişti zaten" diyerek Güneş'in ileri sürdüğü çay bardağını kendi önüne çekmişti. Biraz önceki denilenlere kulak asmayarak homini gırtlak tabağındakileri bitirmek için adeta efor sarf ediyordu. "Kime den, kime duyurun? Kulağının birinden giriyor, ötekinden çıkıyor. Onu geçtim, gerek görülmeyen yerde üstüne alınır, görülen yerde umursamaz bile." "Lafın arasında adım geçti sanki. Bana mı seslendiniz kızlar?" "Yok canım, yoldan gecen adamın tekine dedik. Şekil a da göründüğü gibi... Kendini yemeğe odaklamadıysa ben de Güneş değilim. Ayaktasın madem Ezgi, dolabın kapağında taze sıktığım meyve suyum vardı, uzatabilir misin sana zahmet?" Ağzı kapaklı cam şişelerden birini dolap kapağından alarak Güneş'e uzatan Ezgi sevdiği kupa bardağını da meyve suyunun yanına bırakmıştı. "Kızlar ben çıkıyorum sizlere afiyet olsun. Akşam görüşürüz." Demesiyle dış kapıya yöneldiği kısa sürede kapanma sesi duyulmuştu. Güneş böldüğü diğer peynirini ekmeğinin üstüne ezerek yayarken tadını çıkara çıkara dilimini bitiriyordu. Bakışları Aslı'nın yemek isteyip de bir türlü yiyemediği zeytiniyle cebelleşen hallerine gözünü ayırmadan takip ediyordu. Zavallı Aslı tabağındaki zeytini çatalına batırıp iştahla yemek yerine sürekli çabasının boşa çıkmasıyla giderek kırışan yüzünün aldığı şekilden anlaşıldığı üzere küplere binmesi yakındı. Hedefine ulaşamaması imtihanların en büyüğünü yaşatıyor olmalıydı. "Aman be seninle mi uğraşacağım? Bildiğin zeytinle köşe kapmaca oynuyoruz, ne sinir bozucu şeymişsin sen. Bozuk musun nesin? Yemiyorum ulan, yemiyorum işte zorla mı? Moralimi bozdun, iştahım kesildi senin yüzünden. Hangi firma ürettiyse seni, bizzat kendim şikayet edeceğim, bozuk malı bize kakalamışlar kerizler." Zeytin tanesiyle çekişen arkadaşının hallerine gülmemek için yüzünü başka yöne çevirerek fark edilmek istenmese de geç kalmıştı. Komik davranılları nedeniyle dalga geçilmesi yüzünü düşürmüştü. Sandalyesinin ayağını parke zeminde sürterek sinir bozucu sesi çıkartırken Aslı çoktan ayaklanarak kalkıp gitmişti. Masada tek başına otururken gerçekten de zeytinde mi bir maharet vardı, yoksa Aslı mı beceriksizlikle yenilmişti ufacık zeytin parçasına sorusunu kanıtlamak isteyince 'deneyelim bakalım, bende de aynısı olacak mı acaba?' diyerek hareketle geçerken tek seferde Aslı'nın tabağında kalan zeytine çatalını geçirdiğinde dudakları genişlese de 'tövbe tövbe' çekerek ağzına atmıştı. Sorusunu teyitlerken peçeteyle dudaklarını silmişti. Ağzındaki çekirdeği tabağının kenarına çıkartırken kupasıyla beraber lavaboya koydu. Salondaki geniş koltukta oturarak televizyon izleyen Aslı'nın hâlâ aynı yüz ifadesini takındığını anlayınca kendine hakim olamayarak üstüne gitmeden edememişti. Gerçekten de bozulabileceğini düşünmüyordu. Şaka yapayım derken arkadaşının kırılmasına sebep olunca, neşesini yerine getirerek güldürmek istemişti. Başka sefer olsa kulak asmayı bırakın vurdum duymazlığıyla nam salardı Aslı. Çoğu vakitlerde evdeki tek eğlenceleri Aslı'nın sevmediği ne varsa inadına inadına üzerine giderek delirtmekten mutluluk duyuyorlardı. Aslı'nın da işine gelmiyor değildi. Ara sıra yaptıkları kaçık halleriyle ortamı ısıtarak kendilerine eğlence çıkartıyorlardı. Bir nevi moral toplama seansları da denilebilirdi. "Senin yiyemediğin zeytinini ben yedim, haberin olsun." İstifini bozmadan açtığı kanala odaklanırken "umurumda olmayan zeytinden banane. İster ye, ister çöpe at, yeter ki bugün gözüm zeytin meytin görmesin. Ne pis illet bir şeymiş ya o. Benim gibi kızı bile çileden çıkarmayı başardı." "Güneş içinden 'senin deli olman için herhangi mazerete gerek görülmüyor ki? Genel olarak da deliliğin mevcut.' Diyerek kıkırdamıştı ayakta dikilirken. "Güzelim merak ettim de, senin şu staj işini halledeceğim demiştin halledebildin mi ya?" "Hatırlatman ne hoş Aslı. Artı olarak olmayan derdime staj işini de ekledin. Halletmeye gidiyorum ya zaten. Elim boş, burkulmuş ruh halimle geri dönmek zahmetinde bulunmak istemiyorum. Az biraz da reddedilme korkusu var içimde." "Ha, sen ondan bu kadar hazır ve nazır giyindin? Şimdi anladım. Korkma, neyden korkuyorsun? Allah'ın izniyle güzel haberlerini alırız. Ama ya! Sen gidince ben sıkıntıdan patlarım. Gitmesen mi acep? Evde tek başına oturmak da insanın strese sokuyor. Gün boyu vakit geçirmek niyetine abuk sabuk videolar izliyorum YouTub'da. Bakıyorum bakıyorum sürekli benzer videolar olunca izlemekten de bıkıyorum." "Geceleri çalışıyorsan gündüzleri de kendine dinlenme payı vermelisin. Her şeyi aynı anda yapamazsın. Hayatınızı güzel yaşayabilelim diye çalışırken üstümüzdeki yorgunluğu atamayıp eğlencenin tadını çıkartamaz hale geliyoruz." "Ayrıca staj işini okulumuz kendisi mi belirliyor, yoksa bizim mi gerekli yerlere müraacat etmemiz lazım. Sorup soruşturayım, ona göre erkenden önlemimi alayım. Geç kalır da stajımı tamamlayamazsan okuduğum seneler boşa giderse heba olur. Yazık olmaz mı emeklerime? Okulumu birincilikle temsil ederken kazandığım 100%'lük bursum hiçbir şey ifade etmez. Bir hafta sonra staja başlamam lazım. Ne kadar erken başlarsam benim için o kadar avantajlı olacaktır." "Zaman sorunum olmadığı sürece fazla sıkıntı da yaşamayacağımı düşünüyorum büyük ihtimalle. Bölümüm ile ilgili gerçekten ilgilerini çekebileceğim bir projede çalışır da sınıfı geçtiğime dair yüksek notum verilirse, işte o zaman gerçek iç mimar olduğum kanıtlanacak. Kendimi geliştirip ilerleyebileceğim, mesleğimi icra ettirebileceğim iyi bir yerde stajımı tamamladım mı yüzümün akıyla bir sorundan daha tertemiz kurtulacağım. Kafama göre iş yapmaktansa tecrübe sahibi büyüğümden akıl almak mantıklı geliyor. Bunun için de yapmam gereken belli. Gidip dekan hocamdan gerekli bilgileri edinmek olacak." "Kaçta gideceksin ya?" Kolundaki saate baktığında 9:18 geçiyordu. "Hemen çıkmam gerekiyor. Ben okula gidiyorum, anca işim biter. Akşam barda görüşürüz. Masayı toplama ihalesi yine sana kaldı ne yazık ki. Biz yedik Allah arttırdı, masayı toplamak da sana kaldı Aslı'cım. " "Haklısın. Git tabi git. Üçüncü senen ne de olsa, her şey istediğin gibi olsun. Gönlüne göre iş yeri bulursun inşallah." Dudaklarını kıpırdatıp elini yüzüne sürdüğünde Güneş için en iyi dilekleriyle dua ediyordu. "Amin inşallah kuzun amin. Akşamda barda olurum. İşin bitince Ezgi'ye mesaj at veya ara, olmazsa bende ararım. Uykun ağır basabilir kim bilebilir? Dediğimi anladın demi? İş çıkışı bara yanımıza gelsin, yalnız başına evde takılmasın biz gelene kadar. Birlikte gelir, birlikte evimize döneriz. Onun için de değişiklik olmuş olur. Evden işe, işten eve... Başka yapacak aktivite bulunmayınca üzülüyorum kendi adına. İnsan içine karışıp aktifleşsin istiyorum biraz." Arkadaşına minnetle gülücüğünü sunan Aslı; "Kendinden çok bizleri düşünüyorsun. Eyvallah arkadaşlığımız hep baki kalsın isterim de, azıcıkta kendin için bir şeyler istesen ya güzelim. Sürekli boşluyorsun, derdin nedir necidir, sıkıntılarını da açıkça anlatmıyorsun. Ne vakit görsem seni, ya çalışıyorsun ya da bahçenin bakımıyla ilgileniyorsun. Asıl Emir'in yapması gereken işleri de sen yapıyorsun. Tamam yanımızda olmayabilir, o açıdan laf ettiğim de yok. Fakat benim kızdığım bara gelmediğin günlerde evdesindir diyerek dinleniyorsun sanıyordum seni sürekli. Meğerse her arayışımda çiçeklerin başında elinde bahçe makasıyla buluyorum güzelimi. Bizlere diyorsun ama kendine eğlenecek vakit ayırmıyorsun. Arkadaşlar birbirlerini desteklemek, onların iyiliğini sağlamak için vardır. Ben senin, sen Ezgi'nin arkasını kollamayacaksak ne diye tek çatı altında toplanıyoruz? Bu kadarını yapamayacaksak ne anlamı kaldı arkadaşlığımızın?" Saf temiz kalpli, kötülük nedir düşünmeyen arkadaşına sarılarak kendine doğru çekmişti. Çenesini kapalı tutmakta zorlandığı gibi lafını uzata uzata bitirememişti yine. Bu dünyada Güneş için paradan daha değerli bir şey varsa o da kurduğu en güzel arkadaşlıklarıydı. Öyle her önüne gelenle laubali olup haşir neşir olan birisi olamazdı. Ne konuda olursa olsun seçimlerinde dikkatliydi. Yaşadığı hayatın getirdiği zorluklar sayesinde kimin ne şekilde yaklaşım göstereceğine, yaptığı mimiğinden tutun bakışlarından, konuşma şekline kadar takipte kalarak sınardı. Eğer ki güvenini kazanmayı başarabilirlerse ancak o zaman arkadaş bağını koparmazdı. Şimdiye dek nasıl temkinli yaklaşımlar sağlıyorsa bundan sonra da aynı düzey devam edecekti. Dışarıdan görenler dubleks bir evde yaşadığını söylese de, Güneş kendisiyle beraber yaşayan insanlarla ilgileniyordu çoğunlukla. Kimin ne dediği, arkasından neler konuştukları umurunda olmamıştı. Evinin büyüklüğü küçüklüğü önemli değildi ona göre. Yanındaki insanlar dürüst, sadakatli oldukları sürece sıkıntı yaşamazdı. Şu an kardeşi başka ülkede tahsilini devan ettirse de okul yıllarından beridir yanında olup her daim destek çıkan arkadaşlarıyla beraber tek çatı altında toplanarak mutlu mesut yaşamalarını sürdürüyorlardı bir şekilde. Bazı kayıpları olsa da yanındakiler yeter de artardı Güneş'e. Ellerini sıkıca bağladığı belinden çözüp uzaklaşmıştı Aslı'dan. "En kısa sürede ettiğin duan yerini bulur inşallah cancağazım." Derken yanağından öperek koşar adım kapıya ulaşmıştı. Çantasını boynuna asıp ceketini kolunun üstüne atarken "ben kaçtım" der demez kaşla göz arasında kaybolmuştu. Güneş'in acelece evden çıkmasıyla "görüşürüz cancağazım" demesinin ardından masayı toplayan Aslı, kahvaltılıkları dolaba yerleştiriyordu. Artıkları çöpe sıyırdığında yıkanacakları bulaşık makinasına dizmeye başlamıştı. Boşalan masanın üstünü elindeki nemli bezle etraflıca silerek yüzeyini temizlemişti. Sabah kalktığından beridir evin içinde üstündeki pijamalarıyla gezindiğini görünce kendi haline güldü. Televizyonda olsa tablet de olsa kendine oyalanacak programlar bulamayınca çözümü uyumakta bulmuştu. Sabah Güneş'in söylemleriyle düzeltmek mecburiyetinde kaldığı yatağının örtüsünü kaldırarak içine girmişti. Ne zaman fikir almak isteseler Güneş'e danıştıklarında söyledikleriyle mutlaka olumlu sonuç alıyorlardı. Başını yastığına koyan Aslı esnemeye başladığında gelen uykusuna kaldığı yerden devam etmek istiyordu. İşini severek ve layıkıyla yerine getirmiş olsa da, geceleri ortamın kalabalıklaşmasıyla müşterilere hizmette kusur etmemek isterken saatlerdir ayakta dikilmekten kemikleri sızlar olmuştu. İnsan bedeni ne zaman enerjisini tüketirse geri kazanabilmesi için ağırlaşan gövdeyi boş bulduğu herhangi bir yere atıveriyordu. ~?~?~?~?~?~?~?~ Sokağın karşı kaldırımına geçerek boş taksilerden birinin gelmesini beklerken fazla sürmeden yaklaşan taksiye binerek okulunun yolunu tutmuştu. Yüksek merdivenleri hızlı hızlı çıkarken tesadüfen koridorda gördüğü ders hocasına selam vermeden geçmemişti. Rektör hocasının kapısının önünde dikilirken ümit ederek kapıyı çalmıştı. İçeriden gelen 'gel' komutuyla kapı kulpunu indirerek odaya girince eski öğrencisini görmesi memnun etmişti kırkarının başındaki adamı. Hoşnutlukla gülümseyen adamın söylemleriyle o da gülerek tepkisini göstermişti. "Oturmaz mısın?" diyen rektör masasının önüne konumlandırılmış karşılıklı koltukları göstererek öğrencisinin derdini anlatmasını bekledi "Buyur Güneş'cim seni dinliyorum." Merdivenleri jet hızıyla çıkınca hızla inip kalkan göğsünü dindirmek adına sandalyelerden birinde kendine yer bulabilmişti nihayetinde. "Öncelikle merhaba hocam. Umarım soracağın soru için müsaitsinizdir. Lafı uzatmadan konuya geçmek istiyorum." Avcunun içini göstererek ileriye uzattığında 'söyle' dercesine harekette ettirerek bakışlarını heyecanlı öğrencisine çevirmişti. "Biliyorsunuz ki bu sene üçüncü senem ve henüz mezun olamamış bir öğrenci bireyiyim. Staj dersimiz de var. Benim öğrenmek istediğim; staj yerimizi okulumuz mu belirleyecek, yoksa biz kendi imkanlarımızla mı arayıp bulacağız? Kendimce yanlış bilgi edinip göz göre göre sınıfta kalmak istemem. Gelip doğrudan size sorarak net cevap edinmek istedim." Rektörün dudaklarının arasından çıkacağı cevabı olumlu olmasını dileyip, sabırla beklerken hayal kırıklığıyla çabucak karşı karşıya kalacağını düşünmemişti. Yüz ifadesi değişen adamın anlatmasına gerek kalmadan alacağı cevabı anlasa da bozuntuya vermeden yerinden kalkmamıştı. "Güneş'cim severim seni bilirsin. Öncelikle okulumuzu üstün başarılarınla temsil ettiğin için tebrik ederim seni. Hem bizi, hem okulunuzu gururlandırdın. Ne kadar teşekkür etsek azdır. İsterdim ki dediğin gerçekleşmiş olsaydı... Sana yardımcı olmayı elbette isterim. Tanıdığın herhangi bir yer var mı stajını tamamlayabileceğin?" "Hayır yok hocam." "Tahmin ediyorum ki Cv'ni özenle hazırlamışsındır. İşveren firmalar alacakları stajyerlerin öz geçmişine önem verirken hassas davranırlar. Hazırladığım öz geçmişinde; bulunduğun ilgili alanları, tecrübelerini, eğitim durumunu, bilgi sahibi olduğum konuları vb. Kısımlar mutlak yer almalı. Bunun sebebine gelirsek Güneş; Firma sahibi kişi eğittikleri stajyerleri eğitim sonunda işe almak istemeleri muhtemeldir. Yani stajyerin iş yeri deneyiminden faydalandığı gibi, iş yeri de stajyeri deneyimleyip kendi firması için düşünebiliyor. Örneğin yeni bir dil bilmen staj yapacağım kurum için cazibeli olabilir. Unutma ki bilişim teknolojileri derya denizidir. Ne kadar biliyorum desen de her zaman eksik kaldığımız bir tarafımız mutlaka olur . Geri kalan boşlukları da kendi azminle tamamlanabilirsin." Sosyal ağlardan da faydalanabilirsin. Bu konularla ilgili uzmanlaşmış siteler var. Sen de sana önereceğim ağları veya siteleri sürekli kurcalamam yararına olur. Eğer hazırladığım özgeçmişini bu ağlarda bulundurursan ilanları, başvuruları ve gelen teklifleri kolayca takip edebilirsin. Önerdiğim sitelere göz armanı tavsiye ederim Güneş. Yardım edebileceğim başka konu var mı? "Yeterince bilgi topladım sanırım hocam. Yardımlarınız için teşekkür ederim." "Başlamak bitirmenin yarısıdır Güneş, bu sözü asla unutma." Beklediği net cevap bu değildi aslında. İtiraz etme şansı da yoktu. Mecburen bir yolunu bulup okulunu en iyi dereceyle bitirmeliydi. Söz vermişti babasına. " Yemin ederim ki baba; okulumu başarıyla bitirdiğim kadar, mesleğimi de takdir edilir kılacağım. Sana yakışır biçimde tamamlayarak işimi gururla elime alacağım." Demişti. Oturduğu koltuktan zorlanarak da olsa ayaklanarak "anlıyorum hocan. Bilgilendirdiğiniz için sağ olun. Sizi de meşkûl ettim kusuruma bakmayın, iyi günler dilerim." Geldiği gibi aynı şekilde çıkmıştı rektörün odasından. Okulun bahçesinden çıkarak taksiyle geldiği yolu gerisin geriye yayan yürüyordu. Kaldırıma çıkarak arabaların çarpma ihtimalinden kurtulmuştu. Rektörün söyledikleriyle içini huzursuzluk kaplasa da umutsuzluğa kapılmamayı diledi. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öteki gün mutlaka uygun bir yer bulacaktı. Keşkelere, imkansızlıklara inancı kalmamıştı. Keşke kelimesi pişmanlıklarımız kadar zaman kaybı anlamına da geliyordu Güneş açısından. Birine karşı yaşadığı negatif durumdan ötürü güvensizlik artık içine işlenmişti. Korkusuzca sırtını dayayabildiği bazı kişiler de ondan uzaklaşmıştı. Tekrar affedebilir miydi? Orası oldukça karışıktı işte. Bir buçuk saate aşkındır hem yürümeye devam ediyor, hem de kendi kendine konuşarak serzenişlerde bulunuyordu. Binlerce olumlu düşünce yığını hücum etmektense beynine, kötüyü çağırmak gibi bir eylemi barındırmayı sevmeyenlerdendi. Olumsuz düşüncelere kapılmak istemiyordu. İyi düşünürse iyi dileklerinin de onunla olacağına, yol yöntem göstereceğinin düşüncesiyle hareket etmeyi hedef alıyordu kendine. Hangi düşünceye kapılırsa kapılsın mutlaka tek taraflı düşünmek yerine, her iki tarafı da eşit biçimde eğrisiyle doğrusuyla tartarak onun hayrına olacağını fikre sığınmayı tercih ederdi her halükarda. Çünkü öyle alıştırılmıştı. İllaki bu seçenek sunuldu, tesir edebilir mantığıyla yürütülemeyeceğini hükmetmişti. Bilgiye aç zihni durmaksızın sünger misali yeni yeni edindiği tecrübeleri hızlıca emerken, saklı hazinesinde barındırdıkları da vardı. Yeri geldiğinde kullanmaktan geri kalmazdı. İnsafsız yüzünü takınır, yine de kendinden taviz vermezdi. Kötülere karşı beni üzeni üzer, kıranı kırarım fıtratı yatıyordu içerisinde. Sahile varabildiğinde bedeninden çok, dolu beynini başka şeylerle meşgul ederek karamsarlıktan sıyrılmak niyetiyle salına salına adımlarını küçültmüştü. Denize karşı bakan boş banklardan birine külçeleşen gövdesini hunharca devirivermişti. Yürümekten zonklayan ayaklarını öne uzatarak kan dolaşımının hızlanmasını sağladı. Topuğundan itibaren ayak parmaklarına kadar sızlıyordu ayak tabanı. Hava yavaştan kararmaya yüz tutarken gökyüzündeki renk cümbüşü görülmeye değer görsel şölen bahşediyordu. Ufuk çizgisinden başlayarak kırmızının sarıyla karışarak turuncuya çalan rengiyle uyum içinde devam ederken, acık mavinin yerini koyu mavi almıştı. Renklerin tonu birbirleriyle nakşederken insanın ister istemez ressam olası geliyordu. Bir elinde fırçası, öteki elinde boya paletiyle eşsiz manzarasını tuvalle buluşturduğunu hayal etmişti kısa süreliğine. Kalçasını bankın ortasına kadar kaydırırken kollarını iki yandan açarak başının yanında konumlandırmıştı. Hafiften kıstığı gözlerini usulca dalgalanan denize diktiğinde göz bebekleri milim yerinden oynamaz olmuştu. Takibindeki odak noktası ise dağların ardından kısım kısım ayrılan güneşken, yerini zifiri karanlığa bürünen geceye bırakmıştı. Sırası geldiğinde vazifesini yerine getirmesiyle birlikte yıldızlarda baş gösterecekti beraberinde. İlk baş aşığı olduğu yıldız belirecekti karanlığıyla sarmalayan gökyüzünde. Vakit aldıkça diğer yıldızlarda kaplayacaktı gök kubbeyi. İhtişamıyla kendini diğerlerinden ayıran kutup yıldızı, lanse ederken ışığını güneşten alan ayın varlığı daha bi belirginleşecekti. Varoluşun kanununda süregelen devir yerini kimseye bırakmayacağına yemin içmişti. Olmasını istemediği halde korktuğu başına gelirken rektörün söylediği sözler tekrardan kulağına çalınmıştı. "Başlamak bitirmenin yarısıdır Güneş, bu sözü asla unutma!" Kurduğu cümleyle olduğu yerde dona kalırken oysa ne büyük ümitlerle doldurmuştu kendini. Vazgeçme niyetine karşı çıkarken "bunda da vardır bir hayır" diyerek söylemlerde bulunuyordu kendince. "Bakarsın bilmediğin etmediğin bambaşka çevreleri keşfetme imkanı yakalarken bulursun kendini. Fena mı olurdu sanki? Fikirlere açıkken tezat, anlaşılır yaklaşımlarda bulunmak mantıken doğru görünüyordu. Haşir neşir olunacak iş hayatı için de geçerliydi aynı düşünce yapısı. İnsan yapacağı mesleğinin zorluklarına başka türlü ısınamazdı. "Pekala Güneş! Madem iş başa düştü, bizde işimizin gereğini yapmaya hazırız. Herkes yapabiliyorsa eğer bende hayli hayli başarabilirim. Diğerlerine bakaraktan kimseden noksanlığım yok. İnsan isterse yapamayacağı, başaramayacağı şey yoktur. Elinde hırs, azim, cesaret olduğu sürece başarının anahtarını elinde tutuyorsundur demektir. Önüne çıkan engeller seni durdurmak için değil, üzerine basıp yükselebilmen için varlar. Sayısız aksaklıklar da olacak elbet. Dostundan ziyade düşmanın çoğalacak. Kusur arayanların, iktidarına leke sürmek isteyenler eksik olmayacak çevrende..." "Fakat o engebeli tümseklerin seni durdurmasına asla izin verme! Güçsüzlüğe kapılmayıp, hırsınla motivasyonunu yüksek tutacaksın ki, kaybedenlerin zayıf kişiliklere sahip olduğunu görebilesin. Ne de olsa başarılı insan sürekli kazanan değil, kaybetse bile ümidini yitirmeyendir. Sanma ki zorsunmasan kolay yoldan geçerim derken tolerans gösterecekler. Sen sen ol, ufak tefek şeylerin canını sıkmasına izin vermeyi bırak. Gerçekten büyük hayallerinin olduğunu ve onlara odaklanman gerektiğini hatırla artık. Yapman istediğin her şeyi yapabilene kadar, yapman gerekenlerin hepsini yap. Büyük hayallerimi gerçekleştirebilmem mümkün mü? Evet mümkün. Ama öncesinde benliğime sormam gereken soru şu; sen buna karar verdin mi? Karar vermişim ki o düzlüğe girmeyi göze almışım. Savaşırken ya öğrenirsin, ya da kazanırsın. Ama kaybetmezsin! Benim payıma hangisi düşecekmiş yaşayıp göreceğiz Güneş hanım, yaşayıp göreceğiz! İyi belle bunları. Yakında çok lazım olacaklar ne de olsa." Boynunu öne eğmiş, bakışlarını elinin üstünden çekmezken parmaklarını sırasıyla bükerek tek tek edindiği kararları sıralıyordu. Kaşları çatılmış, ancak kendi dediğini duyar olmuştu. Hayatındaki gayesi sadece mesleğiyle toplumuna fayda sağlayarak yararlı bir vatandaş olmak istemesiydi. İş çıkışı beyaz yakalı, şık giyinimli insanlar sıcak yuvalarına kavuşmak isterken karaya yaklaşan vapurun kapılarının açılmasıyla sağlı sollu dağılıyorlardı. Bankta oturan Güneş'in tuhaf halleri gelen gecenin dikkatlerini çekmiş olmalı ki yürüdükleri sırada arkalarına dönüp bakmaktan geri kalmıyorlardı. Kimilerine göre sıra dışı gelse de hal ve hareketleri normal sayılamayacak kadar göze çarpıyordu. Elinin biri dizinin üstünde sabit kalırken başının ileri geri hareket etmesiyle, öteki elinin parmakları durmaksızın kıpırdatırken kıyaslayan sessiz dudakları da eşlik ediyordu ona. "Disiplin; şimdi istediğimiz şey ile en çok istediğimiz şey arasında seçim yapmaksa eğer, ben ikinci şıkkı seçiyorum. Küçüklüğümden beridir istediğim bu değil miydi? Eee, daha neyin sorgu sualini yapıyorsun? Bunca zaman beklemedin mi sen o günün gelip çatmasını? Bekledin. Ha bugün, ha yarın diye diye günleri sayan kimdi? Değindiğim kişi ben isem eğer kararım kesindir ve dönmeye de niyetim olacağını sanmıyorum. Konu kapanmıştır nokta. " Ağzına mühür vuruyormuşçasına işaret parmağıyla baş parmağını kullanıp dudaklarının çizgisini takip ederek referans aldığında, verdiği kararın değişmeyeceğine dair ant içmişti. Kolundaki saat kontrol etti. Telefonundan yükselen melodik ses de olmadığına göre vakti de bolken rahatça dinlenmesine devam edebilirdi. Açık bıraktığı saçları dalgalı formunu aldığında dolgun gözükmesi için başını etraflıca sallamıştı. El yordamıyla omuzlarına doğru savurduğunda yüzünün güzelliğini öne çıkarmıştı. Şezlongda güneşlenirmişçesine rahat pozisyon alırken göz kapaklarını aşağıya indirerek başını bankın sırt kısmına dayamıştı. Parmaklarını iç içe geçirerek başının altına alıp yastık görevi görmesini sağladı. Yüzündeki memnuniyet kanını ısıtırken, severek yapacağı mesleğinin getirileri sayesinde hayallerine kavuşması zor olmasa gerekti. Denizden gelen tuzlu, yosunsu koku burun deliklerine dolarken, aklına kazınan, babasıyla balık tuttukları gün canlanmıştı hayalinde. Annesinden öğrendikleri, babasından aldığı tavsiyeler... Hangi birini unutabilirdi? Geçmiş geçmişte kalsa da yaşanmış anılar hiçbir zaman unutulmuyordu, unutulmayacaktı da. Gel zaman git zaman anılmaya devam edilecekti. Dizlerini öne sürerken başını yasladığı yerden kaldırarak bedenini dikleştirdi. Dirseklerini dizlerine dayandığında başını avuçları arasına almıştı. Tek sıkıntısı vardı; o da bir kaç gün içerisinde stajını tamamlayabileceği firmayı bulabilmekti. Bulamazsa işinin yaş gözüktüğü kesindi. Tam virajı aştı, düzlüğe çıktı diye sevinirken kaçırdığı minik ayrıntıyı hatırlamasıyla moral seviyesi düşüş yaşadığında durağanlaşmıştı hepten. Hayat terazisinin kefesi ne vakit eşitleyecekti? Bir kolu ötekine nazaran ağır bastığında dengesi ister istemez şaşıyordu. Eşit seviyede kalmasını sağlamak ise, güç ve çaba sarf ettireceği kadar ağır yükler de bindirecekti omuzlarına. Yüklendiği ağırlıkları altında kalmadan güçlükle kaldırabilecek miydi orası bilinmezliklerle sırlanmıştı? Sorunun cevabını alabilmek için tepeye uzanan basamakları teker teker tırmanması gerekiyordu. Ortada ne bir iş yeri mevcuttu, ne de başlayacağı işinin günü belirginleşmişti. Yüzü gülmeye başlamışsa, kesin kes zayiat hüznü de peşinden sürüklenmekle yükümlüydü sanki. Sürekli payına aynı şey mi denk düşüyordu, yoksa şansına düşen kısım mı orantısızlık sorununa pay biçiyordu?.. Çözümlenememiş soru işaretine benziyordu. Aslına bakılırsa bu biraz da çatalla çorba içmeye benziyordu. İmkansızlıktan farklı olarak deneme yanılma yöntemleriyle çözüme kavuşmak gibi bir şeydi. Yeteri kadar karışan kafası, artık derin düşüncelere daldıkça bulanıklaşırken her an patlamaya hazır balona dönüşmüştü. Alacağı ufak bir darbeyle yırtılması muhtemeldi. Deyim yerindeyse; böğrüne öküz oturmuş da hacı yatmaz misali durmaksızın sallandıkça sallanıyordu olduğu yerde. Çantasının kilidini açtığında sabırsız parmakları içine dalarken aradığını bulduğunda avcuyla içe büktüğü parmaklarının arasında esir etmişti. Paketi henüz açılmamış tablet çikolatanın sarı folyosunu üstünden soyduğunda, kopardığı parçanın birini bütün çikolatadan ayırarak dilinin üzerine memnuniyetle yerleştirmişti. Ağzının sıcaklığıyla yavaş yavaş eriyen bitter çikolata insana hazzın en güzelini yaşatıyordu. Damakta bırakan acımtırak tadı boğazından aşağıya inerken, mutluluk hormonu olarak biline serotonin salgılarken hücreleri tetiğe geçirip verdiği enerji sayesinde atom karınca kadar hızlı koşucuya dönüştürebiliyordu. Bünyesine iyi gelmediğini düşündüğü ilaçları kullanmak yerine, bitter çikolatası bütün varsayımları sıfırlıyordu kısa süreliğine. Dilinin üzerindeki çikolatası erimeye devam ederken gırtlağından 'hımmm' gibisinden çıkan ses volümü yükseldikçe yükseliyordu. Gözleri perdelenmiş, dudakları iki yandan belli belirsiz yukarıya kıvrılmıştı. Yanında eşlik edeceği içeceği eksik kalsa da, moral bozukluğuna, hayal kırıklığına birebir kesin çözümdü. Tanıdık melodik ses durmaksızın çalmaya devam ederken düşüncelerinden çabucak sıyrılarak uzaklaşmıştı. Kapattığı gözlerini araladığında elindeki çikolatasının açık kısmını folyo parçasıyla kapatarak çantasına atarken susmayan telefonunu eline aldı. Arayan kişinin ne isteyeceğini adı kadar bilse de açma taraftarı değildi. Karşı tarafa net cevap vermediği sürece susmak bilmeyecekti biliyordu. . "Acaba açsam mı, açmasam mı?" Diye ikilemde kalsa da el mahkum açacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD