1.Bölüm- Geçmişin silinmeyen izleri

4605 Words
 Boş kalmayan masalar... Tıklım tıklım bir ortam. Kulağı sağır eden yüksek ses müzik... Dans etmekten bıkmayan çılgın insanlar. Alkollü alkolsüz içecekler... Müziğin ritmine göre desen değiştiren sahne ışıkları. "Kızıl" adıyla kendini hayran bırakan, insanların meraklarını teşvik ederek çoğu yerde adını duyurarak ünlenmeyi başarmış... Büyük boyutlarda itibar gören saygın bir işletmeydi Seçkin'in barı. Normalde saat 6 da kapılarını açsa da önden rutin temizlik, ortamın düzenlenmesi, barın ve içkilerin müşterilere hazır hale getirilmesi derken asıl açılış saati olan 7 de misafirlerini hoş görüyle içeriye davet ediyordu şimdi de olduğu gibi. "Seri olalım çocuklar, seri olalım. Müşteri memnuniyeti önemli sonuçta. Sallanmayın." Elindeki tepsiyle bir köşeden diğerine yetişmek için uğraşan Aslı içinden "ya sabır" çekerek müşterilerin siparişlerini ulaştırma eylemindeydi. "Ne sanıyor bu adam beni ya? Kıçına motor takılmış robot mu? Gerçi günü birlik çalışanlar da olsa, haftalık çalışanlar da olsa yeri geldi mi yetiştiremiyoruz siparişleri. Olsun canım. Kışın rağbet düşüyor. Elimizdekileri iyi değerlendirmek gerek. Yaz gelince mesaimiz baya uzuyor. Gece yarısını çoktan geçerken 1'i 2'yi hatta 3'ü bulurken başımızı kaşıyacak vakit bulamıyoruz. Buna da şükür de kızım. İşin olmasa nasıl geçinecektin yoksa? " Diyerek kalan son içecekleri de teslim ettiğinde, medet umarak bar masasına doğru yönelip boş tepsiyi tahta tezgahın üstüne koymuştu. Kendini de bar taburelerinden birine atarak zonklayan ayaklarını önündeki boş taburenin metal üçgen ayağına dayayarak dinlenebilmeyi diledi. Önlüğünün cebinden telefonunu çıkartıp saatine baktı. Oturduğu yerden etrafı tarayan gözleri Güneş'i bulduğunda hayretle aralanmıştı. Telefonun ekranına dönerek bir kez daha kontrol etti. "Hayret. Saat 12: 58 geçiyor. Şunun şurasında 1 olmasına ne kadar kaldı ki? Normalde 12 oldu mu paydos der eve giderdi. Nesi var bu kızın? En iyisi yanına gidip saatin kaç olduğunu hatırlatayım, zaten gereğinden çok istek şarkı seslendirdi. Boğazları inerse işimiz yaş demektir."Arkadaşının iyiliğini düşünerek istemeye istemeye rahatını bozarak tabureden indiğinde kendilerinden geçmişcesine çılgınca eğlenen kalabalık insan yığının arasından sıyrılmayı başardığında Güneş'in yanına varabilmişti. Önünde iki geniş basamağı bulunan yuvarlak sahnede şimdilik tekli koltuğunda kendine yer bulan Güneş, Aslı'nın bu tarafa doğru geldiğini görünce hızlanarak şarkının nakarat kısmını tamamlayarak sonlandırmıştı. Dinleyicisinden tam not alırken alışık olduğu alkış sesleri hoşnutça çalınan coşkulu ıslıklara karışıyordu. Enerjisi bitmeyen insan yığını "bir daha bir daha" diyerek tezahürat etseler de, metal ayaklı mikrofonluktan çıkardığı mikrofonu eline aldı."Bu gecelik benden bu kadar arkadaşlar, başka bir gün deli dolu, enerjimiz tavan olmuş şekilde görüşmek üzere." Demesiyle hayran kitlesini selamlayarak sahneden inmişti. Aslı'nın yaklaştığını gördükçe yerinde sabit kalırken "yine ne yumurtlayacak acaba?" Sorusunu kendine sormadan edemedi. "Ay aman... Sana geleceğim diye kendinden geçmiş insanların arasından sıyrılmak kolay olmadı. Kurtlarını dökmek isteyen ne çok kişi varmış? Hayret ettim valla." "Aslı!" "Söyle güzelim." "Uzatmadan neden geldiğini anlatsan mı artık diyorum. Açıklama yapsan da derdini anlayabilsem ben de." Aslı, Güneş'in koluna girerek sahnenin arkasında kalan küçük kıyafet odasına kadar sürüklerken, etrafını da kolaçan edemeden duramadı. İçeri girmeden kapı önünde konuşmaya başladı. "Güzelim saatten haberin var mı? Gece yarısını çoktan geçmişiz, senin çoktan paydos vermen gerekmiyor muydu?" "Öncesinde kolumu serbest bırakırsan kan dolaşımını sağlasın. İnsanım ya sonuçta. Sıkmaktan kangren edeceksin kolumu." Güneş'in çatılmış kaşlarını görünce hafiften sırıtarak yarım büktüğü kolunu kolunun arasından çekerek önünde birleştirdi. "Çektim işte kolumu kolundan. İstediğiniz oldu mu? Neden hâlâ gitmedin eve, kötü be şey mi yaşadın? Eğer öyleyse bak anlatabilirsin bana. Kimse seni üzen, kıralım ağzını burnunu, çekelim paçasını alaşağı ede-" "Hemen celallenmez misin? Yok, olmadı o dediğinden. Olsaydı senden önce ben izin verir miyim sanıyorsun? Seçkin ısrar etti, bende biraz uzun kaldım bu kadar sadece." İnanmadığını belli ederek kaşlarını havalandırıp, kıstığı gözleriyle birlikte hafiften belli belirsiz başını da sallamıştı Aslı. "Gözlerimin içine bakar mısın? Sence ben o dediklerine inanmışa benziyor muyum? Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum ama, bana geçerli bir gerekçe sunmadığın sürece hayatta bırakmam seni." Hayretle yüzünü oynatarak Aslı'yı taklit ederken, Güneş sadece tek kaşını havalandırmıştı. Anlatmazsa Aslı'nın susmadığı kadar başından da savamayacağını bildiği için "anlatırsam gider" düşüncesiyle yüz yüze gelerek konuşmaya başladı. "Mikrofonun başına otururken Seçkin geldi yanıma. Bunca insan senin güzel sesini duymak için gelmişken yarım bırakmak olur mu? Sende görüyorsun içerinin nasıl kalabalıklaştığını, ana baba günü kadar yoğunken hünerlerini sergile ki müşteriler kaldıkları memnuniyetin karşısında kasamızı doldursun dedi. Yazın çok şükür kazancımız bereketli oluyor. Kışın da elimizden geldiğince fazla fazla insan toplamaya çalışıyoruz. Önümüzdeki ay havalar iyice ısındı mı, ortamın halini tahmin etmemek zor olmasa gerek diye düşünmüştüm. Anlayacağın bende barın kazancı için ne kadar çalışırsak kârdır dedim. Fikrini haklı bularak kalmayı istemiştim." a sabır Allah'ım, ya sabır. Hadi Seçkin manyağın tekidir, hepten biliyoruz da, sen ne diye onun sözüne uyarsın ki? Aramızda en aklı başında seni bilirken, ne diye inanırsın söylediklerine? Zaten Mayıs bitmek üzere. Haziran dedin mi barın tıka basa coştuğu günler değil mi? Gelenlere hizmet edeceğiz diye adım atılacak yer bulamıyoruz, üstüne eleman eksikliği yaşarken sen hâlen barın kazancını düşünüyorsun. Düşünme. Biz gayet iyi kazanıyoruz, kendini yormana değer mi hiç? Benim gibi sürekli çalışan da değilsin, okulun var bir kere. Ona odaklanır mısın? Mesleğini eline alınca arada sırada kendini hatırlatmaya gelirsin yanımıza. Telafini de etmiş olursun. Bana bak yoksa kafanın içinde kuruntu yaptığın mevzu var da benden, bizden mi saklıyorsun? Eğer öyleyse feci cırlarım bilirsin." "Cırlayabileceğin mevzu da yok, konu da yok Aslı. Hemen eve gitmek istemedim. Geç gidersem oyalanır, kafa dağıtırım demiştim ama düşündüğüm gerçekleşmedi ne yazık ki. Kafam gürültüyü kaldıramayacak kadar ağrımaya başladı. Anladım ki yanlış karar vermişim." "Geç de olsa anlamana sevindim. Fazla mesai yaramıyormuş sana. Demek ki neymiş? Eve gitmeme bahanesiyle kulak çınlatan seslere maruz kalmak yerine, temiz hava alarak da rahatlana biliniyormuş." El uzatmazsa Aslı'nın aynı konuları dön derip dön derip tekrarlayacağını anladığında müdahale etmesini gerek görerek lafa giriş yapma gereği duymuştu Güneş. "Dediklerini harfi harfine onaylıyorum." Deyip elini havaya kaldırarak durmasını istedi. Bıraksa sabaha kadar anlatacağı aşikardı Aslı'nın. "Tamam tamam sen haklısın. Kafamın içi o kadar bulanık ki, Emir'e ne kadar erken para gönderirsem benim açımdan faydalı diye düşünerek hareket ettim. Yeminle bu sefer çok haklısın, Mayısı bitirdiğimizi bile senden duydum. İçim ferahladı. Sağ ol canım arkadaşım." "Yahu seni düşünmeyeceğim de, ne yapacağım? Seçkin'in dediğine ne bakıyorsun? O her zamanki değişmeyen Seçkin. Ağzından bir kere duymuşluğun var mı? Yeterli bugünlük arkadaşlar, paydos veriyoruz, dinlenin biraz! Demişliğini işittin mi hiç? Ben şahsen işitmedim şimdiye kadar. Hem sen bizim değerli solistimizsin. Senin sesinin kısılması demek, Seçkin'in küme düşmesi demek. Kendine dikkat edeceksin, dinleneceksin, uykunu güzelce alacaksın ki, yarına dinç hazırlanabilesin. Yalansa yalan de hadi?" Pür dikkatle çenesi düşük arkadaşını dinlerken hak vermeden edemedi Güneş. Baştan sona doğru konuşmuştu aslında. Elini arkadaşının omzuna atarak yüzeysel olarak sıvazladı. "Aslı gayet açıkça anlıyorum seni. Yavaşlayabilirsin... Ayrıca hatırlattığın için teşekkür ederim. Gidip Seçkin'le konuşup söyleyeceğim hepsini. Harbiden de baya yorulmuşum. Ayaklanınca kemiklerimin birbirine girip sızladığını hissettim. Uzun süreli sürekli oturmak da sağlıklı değilmiş, tecrübe edinerek öğrenmiş olduk bu sayede. Çalışıp para kazanacağım diye saatin kaç olduğundan haberim olmamış. Söylemeseydin kim bilir kaça kadar aynı yerimde sayacaktım. İyi ki varsın canım benim. Arada kısamadığın çenen yüzünden sinir etsen de, seviyorum seni." "Güzel düşüncelerini telaffuz etmen inan ruhunu okşamadı diyemem. Sen de iyi ki varsın. İyi ki ev arkadaşıyız. Sizinle yaşamaktan aşırı mutluluk duyuyorum..." Dünyada bir ilk yaşanmıştı. Lafını bitiremeden yarıda kesen Aslı, Güneş'in gözleriyle kestiği noktayı takip ettiğinde, Seçkin'i hedef tahtası niyetine işaret alıp, kavga edeceklerini anlamıştı. "Hay ben senin vereceğin akla tüküreyim Aslı! Kıza akıl vereyim derken işler giderek sarpa sarmadan önlemelisin." Eğer araya girip Güneş'i uzaklaştırmayı başaramazsa, çıkacak kavga yüzünden ortalığın karışacağı tahmin etmek zor değildi. Aniden Güneş'in önüne geçerek durdurabilmeyi diledi. Tepesi attığında gözü kimseyi görmezken etrafındakileri yakıp yıkabilirdi güzel arkadaşı. Parmaklarını omzunun biraz aşağısına yerleştirirken, etini avcunun içine alıp canını yakmadan sıktı. "Sakin güzelim sakin. Bir anlık sinirle kavga edeceksiniz, müşteriler de huzursuz olacaklar. Durup dururken ortalığı karıştırmaya değer mi? Sen en iyisi eve git. Zaten bizde fazla durmaz 1-2 saate kalmadan boşaltmaya başlarız buraları. Ezgi uyuduysa da sen uyumadan eve varmış olurum ben." "Emin misin?" "Emin değilim, Aslı'yım ben. Git diyorsam git hadi. Bu sefer dinler misin lütfen beni?" Soğuk esprisine yumuşak gülüşüyle karşılık verirken kafasını sallayarak onayladı Aslı'yı. Kavga edemeyecek kadar yorgun hissediyordu zaten kendini. Arkadaşını dinlemek en mantıklısıydı. "Peki bu seferlik dediğin gibi olsun, gidiyorum ben." Çantasını ve ceketini alarak çıkış kapısına adımlamıştı Güneş. Dışarı çıkmasına 7-8 adım kala omzunun üstünden bakarak Aslı'yı bulduğunda gözleri; "Unutma ha sakın demeyi. Aklımdayken söyleyeyim. Deki ona, sahne ışıklarının arasına kırmızı haricinde başka renklerde eklesin. Ortamın havası yumuşasın biraz. Tek renk insanın gözünü yoruyor..." "Olur unutmam derim. Aklın kalmasın, hemen demeye gidiyorum, meraklanma sen." Elini havaya kaldırıp avcunu göstererek selamlarken; "Görüşürüz o zaman." Demesiyle önüne dönerek adımları kapıya ulaşmıştı. Kapının dışında duran korumalara baş hareketiyle selamını vererek hal hatır sorarak iki kelam etmek istedi. Gerçek isimlerini kullanmak yerine lakaplarını kullanmayı tercih ediyorlardı korumalar. Lakapları da kendileri gibi iri bedene, kaya kadar sağlam, dirençli olmalarından geliyordu. Koca baş; 35 yaşında gayet te işinde tecrübe sahibi birisiydi. Farklı ve oldukça gizemli... Değişik alışkanlıkları kadar aksanı da farklılık gösterse de, Türkçe'mizi düzgün telaffuz ederek kullanmaya dikkat ederdi. Yarma, ise koca baştan hallice, atletik ama aynı zamanda disiplinli, duruşuyla hemen göze çarpan bir erkekti. Hatta yüz vermediği halde kızın birinin sarhoşken asıldığına da şahit olmuşlardı. 32 yaşında gözükse de yüzünde mimik oynamayan, sert mizaçlı görünüşü onu yaşından büyük gösteriyordu. Yarma sessizliğini korurken koca baş konuşmasını kısa tutar, uzatmak istemezdi diyeceğini. İkisi de yapılması gerekeni kusursuzca yerine getirir, icabında görülmesi gereken işlerini sorunsuz halletmekten yanayken görevlerini *tenzih ederlerdi. Gece olmasına rağmen esen rüzgarın üşütmesiyle ceketini giyinip, çantasını başından geçirerek karnının yan tarafına gelecek şekilde, çaprazlamasına takmıştı. Taksi durağına ilerleyerek gece mesaisi yapan boş taksilerden birine bakındı. Gündüz vakti olsa üşenmeden yürüyerek evine giderdi sakin adımlarla. Bazı geceler sırf yürüyüş yapmak adına sakinlemiş sokaklardan geçerek gitse de, karşısına çıkan sarhoşlardan, it kopuktan korkacak birisi olmamıştı Güneş. Karşılaşacağı zorluklarla başa çıkabileceğine adı kadar emindi. Yorgunluktan ziyade uykusuzluktan gözü yayan yürümeyi kesmeyince yatağına kavuşana kadar takside uyuklamayı diledi.. Hasır taburede oturmuş çayını yudumlayan orta yaşlardaki beyefendiye seslendi. "Pardon. Taksiniz boş mu?" İşittiği cümlelerle oturduğu yerden kalkan adam, dibinde çay yaprakları kalan bardağını durağın penceresine koyarak müşterisiyle ilgilenmeye başladı. "Boşuz. Buyurun gidelim dilediğiniz yere." Taksinin arka kapısını açarak koltukta yerini alırken, şoför de direksiyonun başına geçmişti. Evinin adresini tarif ettiğinde sırtını koltuğa yaslamış, başını da cama dayayarak kısa süreliğine de olsa, gözlerini dinlendirmek adına kapatmıştı. Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmezken şoförün; "Geldik abla" demesi üzerine ağırlaşmış göz kapaklarını aralamıştı. Başını omzuna yatırarak camdan dışarıya baktığında evinin önüne geldiğini görmüştü. Kısa süreliğine taksimetreye kayan gözleri gerisin geriye çantasına döndü. Cüzdanından gerekli miktardaki parayı çıkartarak adama uzatmıştı. "İyi geceler, hayırlı işler abi." Başını önüne eğip tekrardan doğrulan şoför; "Size de iyi geceler, iyi günler." Demesiyle Güneş, taksiden inerek evinin girişindeki ince uzun taşlı yolu adımlıyordu. Hızlanan teker sesiyle taksi çoktan gözden kaybolmuştu. Çelik kapının önüne gelince parmağı zile gitse de, Ezgi'nin uyuyor oluşunu düşünerek vaz geçip, elini çantasının arkasında bulunan küçük fermuara yönlendirerek, anahtarını parmaklarının arasına almıştı. Kolay bulabilmek için sürekli aynı yerde bulundururdu anahtarını. Kendi evi dahi olsa, sessiz olma kaidesiyle hırsız misali anahtarını kapı deliğine yerleştirmişti. Çıt çıkarmadan anahtarı içerisinde çevirdiğinde aralanan kapıdan adımını attığında, karşısına direkt portmanto çıkıyordu. Boydan boya beyaz renkli, bir bölmesi tamamen kıyafet asmak için ayrılırken kapağı da aynı şekilde baştan sona aynayla kaplıydı. Alt kısmında iki kapaklı ayakkabılık bulunuyordu. Üst kısmında yan yana vidalanmış askılıklar yer alırken, şemsiye, çanta gibi eşyalarını asıyorlardı. Ayakkabısını çıkarmak isterken eğilme gereği duymadan, topuğunun yardımıyla baskı uygulayarak ayağını içinden çıkartmıştı. Diğer ayağını da aynı hareketle ayakkabıdan kurtarırken, ayakkabılığın tek kapağını açarak üstteki boşluğa yerleştirmişti sporlarını. Ceketini aynalı dolabın içine asıp, çantasını boynundan çıkartarak çengelli askılıklardan birine asmıştı. Eline aldığı telefonun ışığını yaktığında geniş salonundaki oturma gurubu ve duvara monte edilmiş televizyonu gözükmüştü. Oturma gurubunun geride kalan kısmında ise, yemek masası yer alıyordu. Televizyonun bulunduğu duvarın hemen yanında, sürgülü bahçe kapısı mevcuttu. Mutfak, bahçe kapısıyla merdivenlerin arasında kalırken, yarım oval şeklindeki kemerli kapısız mutfaktan hemen salon görüne biliniyordu. Merdivenlere çıkmadan sağda Ezgi ile Aslı'nın odası bulunuyordu. Ezgi'nin odası merdivenlere yakınken, Aslı'nın odası da dış kapıya yakındı. Aradaki duvarın büyük göreviyse kızların odasını ikiye bölmesiydi. Gerek görülseydi eğer aradaki duvar yıkılıp, tek oda da yapılabilirdi. Lakin ikisinin aynı oda içerisinde kalamayıp anlaşamayacaklarından ötürü, duvarı yıkmaktan vaz geçip, aynı şekilde kızlara tahsis etmşti. Ayrı odalarda kalmaları en iyisiydi. Her dakika da bir didişmeleri yüzünden, huzursuzluk çıkabilirdi. Rahatsız etmeden Ezgi'yi kontrol ettiğinde, sırtını duvara dönmüş yüzü kapıya bakarken, yatağında mışıl mışıl uyuyor görünüyordu. Oysa Ezgi uykuya henüz dalmazken, Güneş'in arkasını dönüp, odasından çıkarken kendisini kontrol etmeye geldiğini net bir şekilde biliyordu. Ne kadar sessiz olmuş olsa da adımlarının tıkırtılarını duymuştu. Güneş'in fikriyle merdivenin başında yer alan lamba anahtarını açarken, yukarıya çıkıp koridoru dönünce aynı şekilde anahtara basarak lamba söndürüle biliniyordu. Hem pratik di, hem de kolaylık sağlıyordu. Kendi odasında da kullanmıştı aynı fikri. Üst kata çıkıldığında baştaki oda şimdilik kullanılmasa da dayalı döşeliydi. Kendisi koridorun sonundaki odasında kalıyordu. Kapıdan içeriye adımladığında eli alışık olduğu odasının iç duvarında gezinirken lamba anahtarına basarak içeriyi aydınlatmıştı. Alal acele pantolonunu bacaklarından sıyırdığında kıyafet dolabının çekmecesinden şortunu ve sıfır yaka ince badisini alarak üstüne geçirmişti. Uyumaya hazırdı. Bedenini çuval gibi yatağının üstüne devirdiğinde bacaklarını kendine doğru çekerek yatak başlığına yaslanırken başını, güzel bir uyku çekmek istiyordu. Aradan yıllar geçmesine rağmen unutamıyordu kaza anını. Sürekli olmasa da arada sırada gözünün önüne geldiğinde, aynı sahneleri tekrar tekrar başa sararak çıkış yolu arıyordu. Arabanın içinde bilinci açık sadece kendisi olunca, anne babasının ölümüne birebir şahit oluşu da unutamayacağı kadar zordu. Zaten ne olduysa o kaza sonrasında, yaşananlar yüzünden psikolojisini toplamak kolay olmamıştı. Çevresindekilere; "Ben iyileştim, kendimi iyi hissediyorum. Korkmanızı gerektirecek problemlerimi aştım ben" dese de yaşadığı sorunlar hafife alınmayacak kadar ağırdı. Görünüşte aynı kişi olması dışında ruhen büyük çaplı değişimler geçirmişti. Bu sebeptendir ki, bazı günlerde uykusuz kaldığı da olmuştu. Şu an da diğer günlerde olduğu gibi yine hayal kırıklığıyla baş başaydı. Uzun zamandır olduğu gibi bugün de uyku tutmamıştı. Beynine üşüşen düşünceler sayesinde açık kalan bilinci, uyku serüvenini bir türlü düzeye sokamıyordu. Sürekli düşünce yapısında olan beyin lobu, kaygı seviyesinin tavan yapması sonucunda vücudu üzerindeki etkileri uyuma yetisine baskı yapmaktaydı, ve genelde uykuya dalma, uykuyu sürdürme problemleri olarak kendisini gösteriyordu. Anksiyete sorunlarıyla baş edemeyeceğinden mütevellit, görünen o ki bu gece de uykular haram kılmıştı bedenine. Kısa süreliğine gözlerini açıp kapatırken seslice nefesini dışarı bıraktı. Hem canının sıkkın olması, hem de barın diğer günlere nazaran fazlaca kalabalık olması bütün enerjisini tüketmişti neredeyse. Gözleri ne kadar uyumaya teşvik etse de, inatlaşıyordu adeta uyumamak konusunda. Uyuyamayacağını anlayınca sırtını yasladığı yatak başlığından usulca ayırmış, geniş yatağından sakinlikle kalkıp çıplak ayaklarını parke zemin üzerine yerleştirerek bedenini ayağa dikmişti. Dayanamayıp füme rengindeki fon perdeyi usulca araladı. Gece karanlığa bürünürken, trilyonlarca yıldızların arasından gözü hemencecik onu bulmuştu. İşte her zamanki gibi aynı yerinde konumlanmıştı. Bütün ihtişamıyla pas parlak, kendini bes belli ederek göz kırpıyordu uzaklardan. Perdeyi kendi yönüne doğru çekerek ahşap doğrama pencereyi tamamen açıp duvarla birleştirdi. Penceresinin karşına dek gelen, duvar dibine ekilmiş akşam sefası ahenkle dans ediyordu bahçenin içinde. Gecenin serinliğinde inceden inceye esen rüzgarın da yardımıyla öteki çiçekleri bile kıskandıran güzelim eşsiz kokusuyla beraber, havaya dağılırken mis kokusu buram buram ulaşmıştı burnuna. İçine çektiği derin nefesle huzur bulmuştu ciğerleri. İmkanı olsa akşam sefasını saksıda büyütüp canının istediği her yere giderken beraberinde onu da götürmek di tek temennisi. Dirseklerini pencere pervazına dayamış, başını havaya kaldırırken parmaklarını yanaklarına yerleştirerek gecenin karanlığında gözalıcığyla parıl parıl parlayan yıldızları seyre dalmıştı. Sık sık tekrarladığı gibi, mutluluğuna mutluluk katarken... Beklediği görüntü yine şaşılmaz aynı duyguyu yaşatmıştı. Bir yandan gök yüzüne serpiştirilmiş yıldızları seyretmeye doyamazken, diğer yandan has kokusuyla insanları hayran bırakan güzel kokulu... Mirabilis jalapa adıyla da bilinen, akşam sefası... Ne de çok severdi bu ikiliyi. İnsanın aşık olası geliyordu adeta yaşadığı şu ana. Hele bir de gözünün içini güldüren yegane pusulası yok muydu? Baktıkça bakası geliyor, doyamıyordu sadeliğinin kendini uçsuz bucaksız diyarlara kaptırmasına. Ayın dolunaydan hilal haline bürünmesi, etrafına serpiştirilmiş trilyonlarca yıldızın eşlik etmesi... Sanki dev bir tablonun üzerine nakşedilmiş gibiydi. Fırsatı olsa eşsiz manzarasını her gün izlese asla sıkılmayacağı kesindi. Hava kararır kararmaz diğerlerine nazaran erkenden baş gösteren Kuzey yıldızı! Gezegendeki en parlak yıldız! Nereye gidersen git, asla yönünü değiştirmeyen, sana yoldaşlık eden gerçek bir pusulaydı o. Başını gök yüzüne kaldırdığından beri gözlerini aynı noktaya dikmesi dakikalarca sürmüştü. "Karanlık gökyüzünün ışıkları yıldızlardır." Diyerek işaret parmağını havaya kaldırmıştı babası. "Aralarından seçsene bir tane. Denesene... Elini uzattığında dokunabileceğin kadar yakınlar aslında değil mi? Ama şunu da asla unutma kızım. Büyüyüp yaş aldıkça anlayacaksın, yıldızların istesen de hiçbir zaman ulaşılabir olamadıklarını. Yapabileceğin tek şey ise onları karanlık bastığında görebilmen olacaktır" demişti. Dudaklarından dökülen her cümle bir zamanlar babasıyla yaptığı yıldızlara duyulan ilgiden doğmaydı. Çocukken bahçelerinde baba-kız bir araya gelip yere serdikleri kilimin üstüne sırt üstü uzanarak gökyüzündeki yıldızlar hakkında konuşarak kendilerince fikir yürütürlerdi. Kuvvetliydi hafızası. Kolay kolay unutmazdı çoğu şeyi. Hatta kırık plak misali sürekli tekrar ettiği süreçlerde olmuyor değildi. "Belki de gökyüzü, insanlardan uzak olduğu için bu kadar güzeldir... Ha babacım!? Hakız mıyım?" Babasının ona sorduğu soruyu çocukken kavrayamasa da gerçekten de yaş aldıkça babasının haklı çıktığına şahit oluyordu. "Sanırım sadece el değmemiş, kirletilmemiş şaheserler senin de dediğin gibi gök yüzünün ışıkları bildiğimiz yıldızlarmış babacım. Senin anlatmak isteyip de, benim anlamanı beklemen ise... İşte o zamanı geldiğinde dediğini anlayabilmem yıllarımı aldı babacım. Ama gayet net anladım gerçeği." Söylediği her harfi, her kelimesi altından değerliydi. Nasihat niteliğindeydi onun için. Özünde tükenmeyen koca bir miras da denilebilirdi. O anda zamanı geriye sardı. Geçmişe yolculuk serüveni tüm hızıyla beyninin içindeki hücrelere nüfus ederek yüzü genişlemiş, dudaklarına da tatlı gülücüğünü kondurmuştu. Saniyesinde düştü aklına geçmişin silinmeyen izleri. Babasının ona masal niyetine anlattıkları geldi aklına bir bir. İstemeyerek de olsa yüzünü yasladığı avuçlarından yanaklarını ayırdı. Kolunun birini geriye atarak duvara yaslanan açık pencerenin kulpunu yakalamıştı. Menteşesiyle buluşturduğunda kulpunu aşağıya indirerek tamamen kapatmamış, üstten açık bırakmıştı pencereyi. Odaya hava girmediğinde bunalıp darlanıyor, sıkıntıdan nefessiz kalacağını hissediyordu. Fon perdeyi süratla kornişin üzerinde kaydırarak duvarla arasına santimler kala serbest bırakarak eski haline getirmişti. Aynı süre zarfı içerisinde aklına gelenle kırk metre kareye yakın odasında, sanki uzak mesafedeymişçesine koca adımlarıyla hızla hareket ediyordu. Sıralı düzene soktuğu, yatağının karşısına konumlandırılmış altmışa yakın rafları bulunan kitaplığına nihayetinde ulaşabilmişti. Orta rafın başından başlayarak parmaklarını kitapların üzerinde gezdirirken kendince söylenmeye başladı. "Nerde ya bu, nereye koydum ben?" Ağzının içinde huysuzca söylenirken rahat durmayan parmakları arayışına devam ediyordu. Her boyutta kitap mutlaka bulunurdu küçük kütüphanesinde. Büyüğünden küçüğüne, kalınından incesine kadar çeşitli türlerde kitapları mevcuttu. Kaybettiği oyuncağını arayan çocuk misali aceleciydi tavırları. Sonuncu rafa ulaştığında gözleri anında aradığını bulmanın sevinciyle dudakları gerildi. Nasıl unuturdu koyduğu yeri? Basitti aslında... Pencere kenarında biten son rafın en ücra köşesine iliştirilmişti oysaki. Beyaz kapaklı, üzerinde birkaç yıldızla birlikte yuvarlak dairenin üstünde küçük çocuğun da bulunduğu orta boy bir kitaptı. Oysa onun için en değerli hazineydi. Vazgeçilmezi haline gelen, babasının ona aldığı ilk kitabıydı. Sayfasının az olmasından mütevellit içinde barındırdığı bilgiler hayatına kattıkları kadar yaşamında da başarılara imza attırmıştı aslında. Kitap kurdu olmanın faydalarından birisi de buydu. Yeniliklere açık, aklına koydukları kadar cesaretli. İnsanın özünde olması gerektiği gibi. Kitabını eline alarak yatağına adımlarken adımları artık sakinlemişti. İnce parmakları kitabın bitiş sayfasıyla birlikte bütün yapraklarını teker teker hızla çevirirken burnuna yaklaştırmasıyla özlediği kokuyu kesik kesik içine çekiyordu. Hissetmek adına gözlerini kapatarak yeniden ve yeniden kitabın sayfalarını hunharca çevirdi. Şortunun açıkta bıraktığı kaba eti yatağın metal kenarına çarptığında aniden kendini frenleyerek durabilmiş, üst bedenini boşluğa bırakırmışçasına yatağının üstüne sırt üstü serilmişti. Zemine değen ayaklarını yukarıya toplayarak bağdaş kurdu yatağının ortasında. Sıkıca kavradığı kitabının ön yüzünü çevirdi önce. Elinin dışarıya bakan kenar kısmıyla üsten aşağıya doğru tozlanmış kabarık yüzeyini sildi. Sonrasında kitabın arkasını çevirerek aynı işlemi tekrarladı. Parmaklarına bulaşmış tozlu eline baktığında, umursamadan öteki eliyle birlikte parkenin üstüne silkelemişti. Gövdesini yarım vaziyette çevirerek yatak başlığının yanında konumlandırılan lambanım tuşuna bastı. Genelde yatmadan önce kitap okuyacağı sıralarda yakardı aplik lambayı. Evinin bir çok yönünü seviyordu. Başlarda zorlanacağını düşünürken pratik fikirleri sayesinde istediğini kolayca elde edebildiğinde yaptıklarından hoşnut duyuyordu. Sadece kendisi değil çevresindeki onu sevenleri de gurur duymuştu.Rahmetli babası ölmeden önce kızının ve oğlunun eğitimi için açtığı hesaptan ayrı olarak içi para dolu çantayı alması gerektiğini söyleyerek rahatça hayatlarını sürdürebilecekleri bir ev satın almasını söylemişti kızına. Evini almadan önce bir çok ev gezse de... Güneş, okuluna yakın olsun diye gezip gördüğü öteki evleri beğenmezken, yeteri kadar genişlikteki bahçesinin olması nedeniyle bir önceki evlerden avantajlı kılmıştı. Şansının da yardımıyla mevlam yüzüne gülüp burada oturmayı nasip etmişti. İçine sinerek satın aldığı bu evde kalmaya karar verdiğinde ufak tefek tadilatlara gerek duyduğunda üşenmeden işe koyulmuştu. Kendi zevkine göre de dayayıp döşemişti. Sadeliği seviyordu. Açık renkleri kullanarak ortamı ferah göstermek onun için önem arz ediyordu. Odasına girerken lambayı yakıp yatağına girdiğinde de aynı şekilde aplik lambanın altında yer alan ikinci bir tuşla odasını aydınlatan avizenin ışığını söndürmüştü. Böylece tekrar kapıya kadar gidip lambasını söndürmek durumunda kalmıyordu. Kitabın sayfalarını karıştırırken göz gezdirerek ezberindeki kısımları baştan okuyarak zihnini tazelemişti. Ortamı saran loş ışığı da söndürerek yatağın üstüne yüz üstü uzanmıştı. Katiyen elinden düşürmediği kitabını bağrına bastırarak cenin pozisyonunu aldığında yatağında kıvrılmıştı. Uyumamıştı tamamen, sadece kucağındaki kitabına odaklanırken mazide yolculuğa çıkmıştı. Ne zaman düşüncelere dalsa ortamın karanlık olmasını sağlar, mevcut pozisyonuna bürünürdü. O zamanlar çocuk da olsa aklında kalanları hatırlamaya çalıştı. Bir kez daha gözlerini kapayarak düşüncelerine odaklanarak parça parça da olsa hayal meyal zihninde canlandırabilmişti. Sevdiği satırların içinde en kıymetlisi, hatta çok değer vererek tekrar tekrar okuduğu sözcükler tıpkı onun gelecekteki hayatını birebir anlatıyordu. Ezbere bildiği satırları tekrarladı zihninde. "Bütün insanların bir yıldızı vardır" diyerek başladı cümlesine. "Bir çok insan için yıldızlar bir değildir." Demesinin ardından unutmaya yüz tutmuş satırları eksiksiz okumaya devam etti. "Mesela gezginler için yıldızlar rehberdir. Başka insanlar için yıldızlar gökyüzündeki küçük ışıklardan başka bir şey değildir. Bilginler için yıldızlar problemdir. İş adamları için zenginliktir. Ama tüm bu yıldızlar sessizdir. Sen, bir tek sen, kimsenin sahip olamadığı gibi sahip olacaksın yıldızlara." Diyerek usanmadan okumuştu babasının duymaktan hoşlandığı satırları. Elinde tuttuğu kitaptan bir kaç satırdı sadece bunlar. Başlarda neyi anlatmak istediğini kavrayamamıştı doğal olarak. Henüz çocuktu o zamanlar. Güneş için kitap demek bilgi hazinesi demekti, hayal diyarı demekti, mutlu sonlarla biten hikayeler demekti en çokta. Mutlu sonarın sadece kitaplarda var olduğunu sanırdı. Bir gün mutlaka o da gerçek mutluluğu tadacağına inanıyordu ve inanmaktan asla vaz geçmeyecekti. "Olamaz mı? Ufacık bir ümit dahi olsa içimizde sevginin tadına varmayı, ilelebet yaşamayı kim istemezdi? Bütün hayatın zorluklarına inat bunun için çabalayan, didinen kaç kişi vardı dünyada? Tabi onlar da şanslıysa ne ala." Düşüncesini zihninden geçirmeden edemedi. Haklıydı da. İnsan oğlu içinde barındırdığı ümit ile hayatına sıkı sıkıya bağlanmıştı. Geleceğine dair güzel hayaller kurarak kendinde başarının yollarını arşınlıyordu. Ve arşınladığı yollar sayesinde basamakları tırmanmayı kendine hedef edinmişti. Bu da hırsın ve azimin baş göstermesinden kaynaklanıyordu. Babasından feyz alarak alışkanlık haline getirmişti kitap okuma serüvenini. O gündür bu gündür kitaplara olan düşkünlüğü hiç azalmamıştı. Çocukken öğrendiğim ne varsa şimdi de aynı şekilde devam ettiriyordu. Artık bir çocuk değil, kendi ayaklarının üstünde durabilen bir yetişkindi. Kendi kendine yetebilecek kadar, biraz hayattan, biraz da yakın gördüğüm insanlardan çok şey öğrenmişti. Yarı açık pencereden içeriye süzülen havanın bedenini üşüttüğünü hissettiğinde, yatağından kalkıp pencereyi kapatmak yerine üstü açık halde boşa yatarken gözlerini açmak istememişti. Uykusunu bölerse uzun süre uykuya dalmakta zorlanacağını bildiğinden sezgilerini kullanarak elini yatağının etrafında gezdirerek örtünün ucunu bulduğunda karnının üstüne kadar çekerek üşüyen bedenini örtebilmişti. Gündüzün sıcaklığı, gecenin soğuk olması nedeniyle değişen hava, uyku dengesini de bozmaktaydı. ~?~?~?~?~?~?~?~ Aslı, bardaki işlerini bitirip eve döndüğünde anahtarını çantasından çıkartıp kapı deliğine soktuğunda avucunun içinde nazikçe çevirmişti. Kapının kilitli dili geriye çekilmesiyle içeriye doğru aralanmıştı. Spot ışıkların girişten salona olan kısmından, kızların odasına kadar aydınlatmasıyla önünü rahatlıkla görebiliyordu. Ceketini çıkartıp asarken çantasını da portmantonun aynasının önüne bırakmıştı. Altın yaldızlı dolap kapağını kavrayarak açtığında raflar gözlerinin önüne serilmişti. Ayakkabılarını çıkartıp üsteki iki rafın dolu olmasına göz devirirken işaret ve orta parmağıyla kavradığı ayakkabısını en alta yerleştirdi. "Aslı sen mi geldin?" Kendisine seslenildiğini anlayınca dolabın kapağını gürültüyle kapatarak başını sağa döndüğünde Ezgi'yle göz göze geldi. "Sen hâlâ yatmadın mı?" "Su içmeye diye kalkmıştım. Kapı sesini duyunca bakınayım derken bide kimi göreyim?" Diyerek şakayla karışık sitemlenmişti. "Hani erken gelecektin? Kaldım tek başıma kukuma kuşu gibi. Güneş desen... Geldiğiyle, var la yok arasında odasına çekilmesi bir oldu. Yüzü asıktı sanki. Yani ben öyle hissettim. Bilmediğim be şey mi oldu Aslı?" "Bende sana Güneş eve geldi mi diye soracaktım. Neyse ki oyalanmadan eve varmış. Sen biraz önce su istemiştin değil mi? Dur sen, bende susadım. Suyumu içeyim sana da bir bardak getiririm. Konuşuruz biraz da." Odasının kapısında dikilen Ezgi başıyla Aslı'yı onaylayarak odasından içeri girip yatağının içine sokuldu. Aslı mutfağın ışığını yakarak önünü görmesini sağladı. Malum sakarlığı pek meşhurdu. Cam kapaklı, yukarıya açılan mutfak dolabından önce kendi için su bardağı aldı. Çeşmeden suyu doldurup içerken tek dikişte bitirmişti hepsini. "Oradan oraya müşterilerin isteğine yetişeceğim diye koştururken kendi sağlığını ihmal ediyorsun Aslı haberin yok. Kız susuzluktan ciğerlerim kurumuş, çöle dönmüş. Yazık valla bana ha. Kimsenin değerimi anladığı mı var gerçi? Aslı'yı takan kim ki?" "Aslı! Ne konuşuyorsun mutfakta yine kendi kendine? Güya bir bardak su getirecektin, onu da mı unuttun? Getirmeyeceğini bilseydim sana kalmadan gidip suyumu içer, mis gibi yatağıma devrilirdim Güneş'in tabiriyle." Ezgi'nin söylenmesiyle ne yapacağını hatırlayınca aynı dolaptan temiz bardak alarak suyla doldurmuştu. Adımları mutfak kapısına ulaştığında boştaki eliyle omzunun hizasına denk gelen lambanın anahtarına basarak ışığı kapatmıştı. Mutfak kapısından direk denk gelen Ezgi'nin odasına yönelmeye başladı. "Getirdim suyunu. Huysuz teyzeler gibi söylenmeye başlama hemen." "Söylenmeyim de ne yapayım? Bilmiyor muyum sanki seni? Girdin mutfağa, kendi kendine neyi takıntılı hale getirdiysen artık, kafanın içinde kim bilir neler geçiyor? Ciğerini bilirim ben senin ciğerini." "He valla doğru diyorsun. Su içmeye diye gittim çenem hemen gevşer gevşemez-..." "Yayı düştü. Biliyoruz, bilmez miyiz? Her zamanki değişmeyen Aslı'sın işte." Ezgi, Aslı'nın uzattığı su dolu bardağı kavrayarak yudumlarken Aslı da yatağının ayak ucuna oturmuştu çoktan. Yarıladığı suyu dolu bardağı komodinin üstüne koyarak yüzünü arkadaşına çevirmişti tamamen. "Anlatmamak için boşuna kedini sıkma. Görüyorum, ağzını kapatsan da çenen seğiriyor. Normalde kim olursa olsun çenen susmaz, bana gelince mi kapanır bi? "Çok konuştum diye kızıp saçımı çekiştiriyorsun. Yolup kafamda saçım kalmayacak diye korkuyorum. Ondan sana açamıyorum ağzımı. Gerçi lisenin ilk dönemlerinde cesaretli değildin. Sonradan Güneş'ten falan kaparak kendini korur oldun. Bende nasıl olsa siz varsınız yanımda diye pek heves etmemiştim kavga dövüş meselelerini." "İyi olmuş. Arada pısırık olman bizim de işimize gelir böylece. Ortalığı feci karıştırman büyük ihtimal... Kıçını nasıl toplardık yoksa? Ne diyeceğim asıl sana? Güneş'in nesi var tam olarak? Eve girer girmez yatağımda mıyım diye kontrol etti. İnandığından emin olamasam da uyuduğumu görünce sessizce yukarı odasına çıktı hemen. Sen bişeyler biliyor musun?" "Hayır bilmiyorum. Bilirsin canı isterse o zaman anlatmaya başlıyor. Ne zaman anlatacağı da muallak. Her neyse konudan sapmayalım biz. Yani ben... Bugün bar baya kalabalıktı aslında. Müşteriler de biliyor Güneş'imin güzel sesine hayran kalanlar istiyorlar da istiyorlar istek şarkıları. Kız da ne yapsın, elinden geldiğince söylüyor bara katkısı olsun diye. Bardayken gözümden kaçmadı diyemem. Yüzü çöküktü, birazda yorgun gözüküyordu benim gördüğüm kadarıyla. Acaba ondan mı bu durumda dersin? Aklıma başka bir şey gelmiyor açıkçası." "Yorulmuşsun sesin kısılacak neredeyse diye sahteden kızıp söylenince benden önce göndermek istedim eve. Başlarda istemedi, yok gitmem falan diye diretse de git sen biz hallederiz buraları deyince duraksadı biraz. Ne yapacak diye beklerken Seçkin'le saç baş girişeceklerdi araya girmeseydim. Meğerse kendini tilki zanneden Seçkin beyimiz kıza kalkmış ne demiş dersin?" "Sormaya korkuyorum ama yine de meraktan soracağım Aslı. Ne demiş Seçkin?" "Güneş, mikrofonun başına otururken Seçkin gelmiş yanına. 'Bunca insan senin güzel sesini duymak için gelmişken yarım bırakmak olur mu? Sende görüyorsun içerinin nasıl kalabalıklaştığını, ana baba günü kadar tıklım tıklım, hünerlerini sergile ki müşteriler kaldıkları memnuniyetin karşılığında kasamızı doldursun' demiş hödük beyimiz. Sinirlenip Seçkin'e diş bilediğini görmemle önüne geçerek engellemeye çalıştım. Neyse ki arada çok konuşmam işe yarayıp bardan çıkmasına vesile oldu. Sen eve git ben müşteriler yavaştan yavaştan azalırken ortamı toparlayıp gelirim dediydim kendine. Sonrasını biliyorsun işte." "Tamam Aslı, anladım ben yeterli canım anlattıkların. Hadi yatalım, yorulmuşuz hepimiz... Uyuyalım da bedenlerimiz dinlenebilsin." "Hiç sorma hem de ne yorulma, ne yorulma." Ezgi içinden 'hiç sormayayım, sordum mu onu da uzattıkça uzatırsın maazallah' gibisinden şikayetleniyordu kendince. Esneyerek ağzını genişçe açan Aslı, dudaklarının üstünü elinin tersiyle kapatmıştı. "Kalkayım ben, erken yatamayınca uykumu iyi alamıyorum, serseme dönüyorum sonra biliyorsun. Hadi sana iyi geceler Ezgi'cim." Diyerek yan taraftaki odasına girip anında kendini yatağına teslim etmişti. Örtünün altına girer girmez yastığına sarılırken yirmi dakikaya yakın sürede uykuya çoktan dalıp gitmişti. *Durumundan ya da bir şeyden yakınan, yakınıcı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD