"Ah Seçkin, ah. Sen ne biliyorsun ki ağzına geleni söylüyorsun. At ağızlı herifin tekisin. Aldığım söze sadık kalmak için mecburdum, kimseye tek kelime etmemem gerekiyordu. Sadece zamanı gelinceye kadar bana emanet diye verilen mektuplara gözüm gibi bakmalıydım. Ağzımı sıkı tuttuğum kadar, elimi kolumu da geri çekmem icap edilmişti. Bana güvenmişse eğer bir bildiği olmalıydı...
Emanetini en iyi şekilde muhafıza edeceğim, gönlün rahat olsun!.."
~?~?~?~?~?~?~?~?~
Ne zaman sıkıntıya girse, göğsü daralsa geniş alana çıkıma gereksinimi duyuyordu. Küçük alanlar, kalabalık ortam hiçte ona göre değildi. Bol oksijenli, rahat edebileceği ortamı bulduğu sürece etrafındakilerden uzaklaşarak kendini rahatlatmaya çalışırdı. Geldiği yoldan tekrardan sahile doğru yürüyüşünü sürdürdü. Saatler önce oturduğu banka dinlenmek adına tekrardan oturdu. En uğrak yeri haline getirmişti sahilleri. "Afakanlar bastı" bahanesiyle kaçamak yaparak kalabalık toplumdan uzaklaştığında, her defasında sanki sadece ona ayrılmış banka oturarak canının istediği vakitte kalkar evine giderdi. Gündüzün insan yığını ile araba gürültüsünden se akşamın dinginliğini tercih ediyordu.
Gece bastığında sakin görünen denizin dalgaları yükselip alçaldıkça, ayla birlikte yıldızların da yardımıyla parıltılar saçarak muhteşem görseller sunuyordu gecenin asil karanlığında.
İnsanın hayran olmaması elde değildi. Güneş'e kalsa tüm gün bulunduğu yerden ayrılmadan dalgaları izlemeye devam edebilirdi. Yaprakların arasından geçen rüzgarın esintisiyle çıkan hışırtı sesleri, kayalıklara vuran dalgaların sesine karışıyordu. Başını omzuna yatırıp bakışlarıyla etrafı kolaçan ederken birden oturduğu bankın üstüne sıçrayan kediyle göz göze geldi. Doğanın sesini işitirken yumuşak patilerinin üstünde yürüyen kedinin adımlarını duymamıştı. Geldiğini haberdar etmek isteyen kedi, miyavladığında tebessüm etti. Ürkütmemek adına minik hareketlerle elini kediye uzattığında bunu bekliyormuş gibi kedi de başını avucunun içine sürtmeye başlamıştı. Başını okşadıkça kedi biraz daha yaklaştığında sanki ondan zarar gelmeyeceğini sezmişe benziyordu.
"Korkma kedicik, benden sana zarar gelmez. İzin ver seveyim biraz seni. Sende istemez misin okşanmayı? Biliyor musun kedicik, sizin kadar sevgiye aç canlılar var oldukça biz insanlar streslerimizi azaltarak moral motivasyonlarımızı dengeleyebiliyormuşuz. Bu değerli bilgiyi bana kız kardeşim bildiğim can dostum söylemişti. Ne güzel bir his değil mi? Sen benim tarafından seviliyorsun, ben de senin sayende sıkıntılarımı ekmek kırıntısı kadar da olsa azaltabiliyorum. Denedik gördük... Kısacık sürede de tanışmamızın yararını almış gibiyim. Konuşmadığımız halde bile beden dillinizle bizlere bir şeyler anlatmak isterken acep konuşma kabiliyetiniz olsaydı neler anlatırdınız? Bizlere isyan eder miydiniz, yoksa sevgimizden beslenmeye devam eder miydiniz? Gerçi iyilik timsali insanların sayısı azınlıkta olduğu sürece kötü niyetliler yaptıklarıyla yapacaklarından vazgeçmeyecekler. Olsun, bizlere yandaş olmanız çok çoğun art niyetli insanlardan bin kat daha iyi. Eğer korkup da kaçmazsan seni kucağıma almak istiyorum mümkünse? Gel hadi korkma..."
Sevmeye devam ettiği kediyle göz teması kurunca kedinin tepkisi açıp kapadığı gözlerinden açıkça anlaşılıyordu. Bir zamanlar dostuyla sokak kedilerini beslerken karşılıklı temas kurabilmek için gözlerini sakinlikle kırpıştırması gerektiğini öğrenince işe yaraması hayli mutlu etmişti. Aynısını turuncu kedi üzerinde deniyordu. Koca gözleriyle Güneş'i inceleyen kedinin de tepkileri şüphesiz aynıydı. Aralarındaki yakın temasa güvenerek kedinin ön patilerini kavradığında canını acıtmayacak biçimde yanına çekmek isterken, aniden kucağında kendine yer bulan kediye bir süre dokunmak istemedi. "Nasıl rahat etmek istiyorsan pozisyonunu al kedicik...
Karışmıyorum ben!"
Dizlerinin üstüne yatan kedi, ön patilerini karnına doğru bükerek ısıtmaya çalışıyordu. Üşümese de ılık meltemin etkisiyle sırtını Güneş'in karnına dayayarak sıcaklığına sığınmıştı. Başından itibaren başlayıp kuyruğuna kadar tüylerini okşadıkça hırıltılar çıkarıyordu. Elini kedinin üstünden çekmezken kürek kemiklerini bankın sırtına yaslayarak dört ayaklı arkadaşının yaptığını yaparak kirpiklerini indirmişti. " İşte hızır bu" demesiyle aklına üşüşen binlerce kelime haznesi zincirinden sağılarak uzunca satırlar oluşturmuştu. Dert ortağı saydığı kediyle sohbete başladığında, anlamasını beklemese de, en azından sözlerine karşılık kaba beklentilerle karşılanmıyordu.
"İnsanların seni anlamadığı halde ne anlatmış olursan ol, o konuyla alakasız istemediğin kadar saçmalığı zırvalıyorlar ya...
İşte ben o kişilere acayip kıl oluyorum. Bilgileri olmayan şeylere ne diye burunlarını sokarlarsa?.. Sadece sana yöneltilmiş ne ise işinin gereğini yeri getir de mi? Ama Yok, illaki etrafta gezinen bilinçsiz insanlar sana musallat olacak, ondan sonra ne sinir kalır ne de stres. Olan yine sana olmasıyla kalıyor. En güzeli kendinle muhatap olmak. Başkasını seni ırgalamayacak. Merhametin ağır gelir de, iyilik yapayım derken başına iş alırsan, ömür billah peşini bırakmazlar. Şekil a da görüldüğü üzere Seçkin mesela? Tamam çocukluktan beri tanırız birbirimizi, çoğuna nasip olmuş mudur bilmem de, kaç yılı birlikte geçirdiğimiz halde halinden anlamayana daha nasıl açıklayabilirsin kendini? Bu biraz da şeye benziyor. Nasıl desem?.. Anlamayan birine dil dökmek, karada kürek çekmeye benziyor ya, o hesap işte. Benim naçizane düşüncem böyle. Sen ne düşünüyorsun bu konuda kedicik?"
Esnediğinde pembe dilini dışarı çıkartan kedinin tepkisine; "Sen de benimle aynı fikirdesin sanırım. Olursan zaten sadece sen ol, başkası olmasın. Anlamadıkları yere etrafımda olmamalarını tercih ederim. Senin kadar sakin dinleyicim olsun yeter de artar bana."
"Örnek veriyorum, mesela ben! Bir ben varım, bir de beni anlayan yine ben. Beni bilenler bilir. Çekeni de var, çekemeyeni de. Kaldıranı da var, kaldıramayanı da... Dışarıdan bakılınca çok konuşan, onu da yapayım bunu da yapayım, şu eksik kalmasın diye her halükarda sazanlık yapmam. Üstüme düşen görevim ne ise
yerine getirerek işimin gereğini tamamlamışsam köşeme çekilirim demektir. Yengeç burcunun baskın gelen özelliği inatçılığımın başı çekmesi. Haksızlığa asla gelemem. Hakkımda yalan yanlış konuşulmasından nefret ederim. Bazı zamanlar deli damarım çıkar ortaya. Kafamın tası attığında sataştığım, ters davrananlara karşıt ağzının payını vermek için dilimin ucuna geleni saydırdığım gün de olur. Sakin kalıp kendi halime bürünüp düşünce havuzunda aralık kapı bulmaya gayret ettiğim günleri saymayı unuttuğum gün de vardır. Velhasıl kelam tatlı dilli, güler yüzlü anlayışlı kişilere de gerektiği gibi davranırım. Gün gelir ağzımı bıçak açmaz. Konuşmak istemeyip susma tercihimi kullanıyorsam bir sebebi var ki, o kişi her kimse, muhatap olmak istemediğimdendir. O an umursamam, ilgimi başka türlü şeylere yönlendirerek görüş açımdan uzaklaştırırım. Bunun gibi saymakla bitiremediğim birçok takıntılarım olduğu doğrudur.
Her insanın nasıl düşünce yapısı bir olamıyorsa karakteri de aynı şekilde değişim gösterir. Bazenleri bana da diyorlar. 'Güneş sen çözülmesi zor karakterlerden birisin... Bukalemun benziyorsun, dakikasında değişim gösteriyorsun... Gibisinden söylenip duruyorlar. Aradan ne kadar süre geçtiğini kavrayamadan kaşla göz arasında metaformoz sergiliyorsun. Demeleri eksik olmaz.
İnsanlar, dünya ve hayat hakkında düşüncelerini ileri sürerken, karakterlerini de ortaya koyduklarının farkına varamazlar çoğu zaman. Bir hareket yaratırsanız, bir alışkanlık yaratırsınız. Bir alışkanlık yaratırsanız, bir karakterinizi ortaya çıkartırsınız. Bir karaktere sahip olursanız da kendi kaderinizi yaratırsınız.
Gerçek yaşamın içinde de görüldüğü üzere aynı kana sahip, aynı anneden doğan kardeşlerin bile karakterleri bam başka değişimler gösterebilir. Aynı olmak zorundadır diye kaide de yoktur. Bu tabir her türden canlı için gereksinim göstermektedir. Nasıl dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak, evvela biz kendi benliğimize ve milletimize bu saygıyı duyguda, düşüncede, bütün davranış ve tutumumuzda aynısını göstermemiz gerekir. Hemen herkes sıkıntıya göğüs gerebilir ama, insanın asıl karakteri eline kuvvet geçtiğinde ortaya çıkarmış.
Kendini işine adarsan, en azından kariyerinde istediğin mertebeye şüphe çekmeden ulaşabilirsin. Başarıya giden yolda seçimlerimiz doğru ise, başlangıçlarımızı kesin görüşlerimizle yaptığımız sürece sizleri zirveye götürür. İnce düşünerek bakış açınızı sunduğunuzda ve deneyimlerinizde dahi hata yapa yapa gerçeğini öğrenerek kesinlikle başarıya giden tümsekleri arşınlarız. Adımladıkça, yorulmak nedir bilmeyen biri olmakla beraber, kat ederek hedefinize zorlanmadan ulaşmış görürsünüz kendinizi.
Başarı artık bir parçanız olmuştur. Kendinize kazandırdığınız öz güveninizle ayaklarınız yere sağlam basmaya başlar.
Başarının ilk adımı başarısızlıktan geçer. Çoğumuz biliriz ki çevremizin söylemleriyle başarı hakkındaki öğretilenlerle kendimize yer bulmaya çalışırız. Öncesinde bir alanda deneme yaparsın ve senin önüne iki seçenek sunulur. Ya başarılı olursun, ya da olamazsın. O alanda hemen başarılı olamamanın yegâne kaynağı çalıştığın mevkide yetenekli doğmamışsındır yahut başka ilgi alanına yönelmem gerekebilir.
Gerçek şudur ki;
Dünyada alanlarında en başarılı insanlar kimlerdir biliyor musun kedicik? O alanda en fazla başarısız olanlardır, en fazla deneyimleyendir, en fazla hata yapanlar gibi...
Ancak bize her hangi bir alanda başarının doğuştan yetenek, doğuştan eğilim gibi şeylerle geldiği ile öğretilmesi çok yanlış bir kanıdır aslında. Doğarken hiç bir alanda yetenekli, hiç bir alana karşı eğilimli doğmayız. Severek yaptığımız her şeyi sonradan öğreniriz. Yeteneklerimizin tamamını pratik yaparak kazanırız. Doğuştan gelen özelliklerimiz çok ama çok küçük farklar yaratır. Dünyada tüm alanlarda sporda, işte, bilinde, teknolojide en başarılı insanlar alanlarında en çok çalışmış insanlardır.
Asıl en önemli kısma geldik kedicik. Kulaklarını iyi aç, dikkatle dinlemelisin beni. Çıt çıkarmadığını var sayarsam dinlediğini kabul ediyorum. Nerede kalmıştık? Hah hatırladım...
Rönesans'ın en ünlü sanatçılarından biri olan Mikelanjelo'nun bu konu hakkında bir sözü vardır. "Ne kadar çok çalıştığımı bilseydiniz, yaptıklarım size o kadar mucizevi gelmezdi." Demiş.
Anlatılmak istenense;
Başarılı kişilerin arka planda ne kadar çalıştığını görme şansınız olsaydı:
'O kadar bende çalışsam, bende yaparım' dersiniz ki, bu doğrudur. Her hangi alanda birinin sizden daha başarılı olmasının tek sebebi vardır. O alanda sizden daha çok çalışmış, daha çok denemiş dolayısıyla daha çok hata yapmış olmasıdır. Belli bir seviyeye gelen hiç kimse bunu kolay bir şekilde elde etmez. İş adamı, boksör, futbolcu, ressam...
Doğuştan yetenekli olarak ya da sizden üstün olarak başlamaz. Bu başarının arkasında çok büyük bir çalışma ve hata yapıp öğrenme döngüsü vardır. Sizden daha zengin olması, daha şanslı, daha zeki olduğu anlamına gelmez. Basitçe anlatmak gerekirse eğer, çok çalışmak ve çok araştırmak başarının temel ataklarıdır.
Kendini bir amaca bağladığın andan itibaren sıradan birisi olmanın ötesine geçersin. Anlarsın ki bambaşka kişilik kazanmışsındır. Göremediğin şeyleri çabucak görerek kavrar duruma gelirsin. Doğruyu yanlışı kolayca ayırt etmeye başlarsın. Bir nevi ergenlikte yaşadığın cahil dönemlerini bir kenara iterek olgunlaşmaya başlarsın. Neyi ne zaman ve nerede yapman gerektiğini otomatikman kuşkusuz yerine getirirsin.
"Ne demişler? Kader sen planlar yaparken başından geçenlerdir. Demiş ünlü bir yazar."
Her insan hayatına yön vermek için plan, program yapmaz mı? Kimler yapmıyor ki? Hele ki yoğun tempoda çalışan iş adamları...
Çalışma saatleri, günleri...
Hatta toplantıları bile dakikalar öncesinden belirleniyor...
Görüşmeler yapılıyor, iş hakkında fikirler toplanılıyor, gerekçe gösterilirse uygulanmaya başlanılıyor."
Görerek ve beceri kazanarak elde edemeyeceğimiz hiç bir şey yoktur. Başarı basamaklarını kat etme konusunda önce kendinizi takdir etmeli, sonrasında size destek sağlayanlara minnet duygularımızı sunmaktan geri kalmamalıydık.
Benim başarılarımda pes etmemek ve güçlü irademin yıkılamayacağına inanmamdan kaynaklanıyor. Ben bunu yapabilirim diyebiliyorsanız var olan inancınızı yitirmemişsinizdir.
Kendi kararlarımı kendim almak istiyorsam, noksansız yerine getirmem şarttı. Çocukluk yaşımı geçeli yıllar olmuştu. Yanisi, benim büyük sorumluluk sahibi kişi sıfatına bürünmem zahir ömrüme çoktan eklenmişti kedicik."
Bunca bilgi birikiminin ardında büyük katkı sağlaması vakti zamanında babasının sayesinde ona öğrettiklerini kullanırken faydasını da görmüştü. Dizili düzene sokarak zihnindeki gizli hazinesinden dışarı çıkardığında kendine hayret etmişti. Yılların birikiminin varlığıyla öğrenmesi gerekenin birazını algılamış olsa da, hâlen ders alması gereken yığınla şey vardı. Neyin ne geçireceği bilinmezdi, amma velakin üstüne düşeni yerine getirmekle beraber, yararı kadar zararlarını da bizzat yaşamak istiyordu.
"Aşırı uzun konuştum de mi? Vallahi ben de şoklardayım. Demek ki nasıl dertlenip içimde biriktirdiysem, dışarı çıkmasıyla durmak nedir bilememişim. İşe yaradı da ha! İlk kez sen varken takır takır saydırdım. Normalde aşırı konuşkan birisi değilimdir. Az ama özden konuşmak beni tecelli ediyor. Gereksiz yere laf cambazlığı yapmayı sevmem. Arada seninle terapi niyetine buluşsak mı ne dersin kedicik? Ciğerdir, tavuktur isterim dersen elim boldur sakın ha, kuşkun olmasın. Bu konuştuklarımız ikimizin arasında kalsın ama tamam mı? Hoş gör beni oldu mu? Kafanın içindekileri bir görebilsen, neler yapacağım da önüme engeller çıkıyor devamlı. Müsade etmiyorlar ki bir türlü. Bir salsalar, rahatça yaşasam zamanın bana getirdiklerini...
Ne yazık ki bazenleri elden bir şey gelmiyor. Ne kadar çırpınsak da sadece izlemekle yetiniyoruz.
Düşünmeden edemiyorum kedicik. Aklım hayalim almıyor. Hiçbir mantığa sığdıramıyorum. Kim ne isterdi ki bizden, ailemden...
Sakin, etliye sütlüye karışmayan normal bir aileydik biz. Düşman edinecek kişiler değildik, kimsenin tekerine çomak sokmuşluğumuz yoktu . Anımsadığım, sadece o tırın üzerimize kasıtlı olarak sürülmesi kafamı kurcalıyor. Suikast amaçlı mı yapılmıştı, yoksa gerçekten fireni boşalıp karşı şeride yanlışlıkla geçen tırda mıydı sorun, anlamak güç. O hızla ilerleyen bir aracı zaptedebilmek çeviklik istese de direksiyonu kırmayıp bile isteye anne babamın ölmesine sebebiyet vermeleri zoruma gidiyor. Can almak, canice birilerine zarar vermek o kadar kolay mıydı gerçekten? Göz göre göre yaygınlaşmasına izin verilmemeli. Dünya hali giderek sapıtıyor ya, sonumuz hayırlara vesile kılsın başka ne diyeyim?"
Olay anını birebir yaşaması sonucunda unutmakta güçlük çekiyordu. Zihnini tazelemek amaçlı oyalanarak uğraş edindiği aktivitelerle negatif enerjiden uzaklaşmanın derdindeydi. Tamamıyla unutamasa da, sürekli düşünmektense başka şeylere yönelerek üstünü örtmeyi tercih etmişti. Geceleri yatmadan önce kitap okumak olsun, bahçesindeki çiçeklerle ilgilenmek ya da bara gidip kaygılarından sıyrılmak istediğinde özgürce şarkı söylemek vaz geçilmezleriydi. Mikrofonu eline aldığında adeta dünyadan soyutlayarak kendinden geçiyordu. Etrafındakileri ne gözü görürdü, ne de kulağı duyardı. Sağır dilsiz moduna bürünürdü. Arkadaşları bilirdi hangi duygularla cebelleştiğini. O kapsamdan yargınızca kabullenir, kendi haline bırakarak karışmazlardı.
Kalkıp var olan işinin başına geçmesi gerekirken, yoğun içki kokusu bunalmasına sebebiyet verdikçe hoşuna gitmese de mecburiyetten gitmek zorunda kalıyordu bara.
Ablalık görevini yerine getirmesi dışında, anne babası kadar özen göstererek kardeşi için kendinden ödün vermekle yükümlü tutmuştu kendisini. Anne babasını kaybetmesi sonucunda büyük buhranlar geçirmişti. Kardeşini de kaybetseydi yaşama tutunacak dalı kalmazken ölmeyi ilk seçenekler listesine eklerdi. Kardeşi sayesinde sorumluluklarına sıkı sıkıya bağlı kalıyordu. "Unutma Güneş, ne yapmış olursan ol Emir'i düşünerek hareket et." Tavrıyla kendisine moral motive vererek güçlü durmaya çalışıyordu.
Çantasının büyük gözünü açtığında altını üstüne getirirken aradığını bulduğunda suratını ekşitse de, söylenmeden edememişti. "Çantaya atarken karman çorman olma diye düzelteyim, sen her seferinde inadına dolanmaya meğillen dur. Dua et şanslı günüme denk geldin. Müzik dinleyesim gelmeseydi parça pinçik edip çöpe attığımda görecektin günümü. Yoksa senden eser kalmazdı ortalıkta."
Karma karışık olmuş kulaklığı sabırla açarken, misafirine rahatsızlık vermemek için bankın oturak kısmına genişçe yaydığı karışmış kabloları açabildiğinde metal ucunu telefonun girişine takmıştı. Kulaklık başlıklarını kulağına yerleştirdiğinde sıklıkla dinlediği şarkı listesinden rastgele herhangi birinin üzerine basarak çalmasını sağladığında, dayanamamış şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı.
"Ne istesem olmuyor kapandı kapılar
Bela bir aşktan kurtulamadım
Yan yan sen de sar bin derde
Düşsen bile kaldıramam kal yerlerde
Ben tükendim bak sayende
Seni hala seviyorsam kabahat bende."
Başını geriye atarak uzun saçlarımı şelale misali serbest bırakmıştı. Kulaklıktan yayılan müziğe güzel sesiyle eşlik etmeye başladığında melodilere kulak vererek yalnızlığın tadını çıkartıyordu. Geninde vardı, var olmaya da devam edecekti müzik aşkı. Aldığı pozisyonda kıpırtısız duruşunu sürdürürken oynayan sadece dudaklarıydı.
"Müzik ruhun gıdasıdır diye boşuna demiyorlar. O anlık ruh halin birden müzikle bütünleşince başka bir kavrama boyut kazandırıyor otomatikman seni. Bu yüzdendir ya şarkılara olan sevdam."
Arka planda çalan hareketli fon müziğine kapılması olağan bir durumdu. İleri uzattığı sağ bacağı sabit kalırken, sol bacağını diz kapağından itibaren bükerek düz duran bacağının üstüne atmış vaziyette oturuyordu. Üstte kalan yarım büktüğü ayağını sallayarak ayakkabısının burnunu ritmik hareketlerle oynatmaya devam ediyordu. Başını varla yok arasında indirip kaldırarak coşkunun dibini yaşadığı gerçekti. Tanımlayamadığı, yabancısı olduğu koku havayı kaplarken solumadan edememişti. Tarif edemedi, çevresinde yayılmaya devam eden bilinmedik o hoş kokuyu. Çiceklerden, ağaçlardan geliyor dese de benliğine yabancı gelmişti bu koku. Bulmakla uğraşmaktansa nasıl olsa hatırlarım bir yerden fikriyle arayışını bıraksa da burun deliklerinin kenarları genişleyerek açılıp yeniden kapamıyordu. Nedense üstüne pek düşmek istememişti. Odaklandığı, kulaklıktan yükselen bangır bangır sesin yoğunluğundan mütevellitken, bankın boş kısmına oturanın kişinin varlığından bile bir haberdi. İstifini bozmayan turuncu renkli kedi, yaklaşan yabancıyı görmesinden değil de, yaptığı gürültüden dolayı ürkmesiyle yattığı yerden korkuyla koşarak uzaklaşması bir olmuştu.
Güneş dizlerinin üzerinde yatan kedinin hareketlendiğini hisseder hissetmez kıvrımlı kirpiklerini kırpıştırırken, giderek gözden kaybolan kedinin arkasından baka kalmakla yetinirken söylense de nafileydi. Kedi çoktan uzaklaşarak gözden kaybolmuştu.
?~?~?~?~?~?~?~?
Bankın öteki ucunda kendine yer bularak oturan adam, varlığını hatırlatmak istercesine sahteden bir kaç kez öksürürken bedenini öne eğerek genç kızın yüzünü görebilmek maksadıyla eğilmişti. Önüne düşen gölgeyle dikkati dağılırken, dibinde oturan adamın konuşmasıyla bakışlarını o yöne kaydırmıştı Güneş. Kulaklığından yayılan yüksek müziğin baskısıyla başta tepki vermezken, donuk ifadesini silip, çalmaya devam eden şarkının bitmesini beklemeden acelece kapatarak kulaklıklarını kulağından çıkartarak boynunda sallandırmıştı. Adamın kuvvetli alkışı devam ederken, yavaşlayarak hızını düşürme mecburiyetinde kalmıştı.
Gördüğü maviliklerle kesişen gözleri, bir müddet kızın üzerinde asılı kalırken; "Rüyada mıyım ben?" diyerek kendisini sorgularken olduğu yerde heykel misali dona kalmıştı. Gerçekliğine inanamıyormuşcasına boynunu kısa aralıklarla denize doğru çevirip tekrar tekrar gözlerini Güneş'in gözleriyle kesişmişti. İnsanın aklını başından alacak kadar güzelliğe sahip olması dışında, hayran kalınası sesi, katbekat müptelalığa sürüklüyordu. Adam halen kendisini henüz uyanamadığı rüyada zannederken, kızın rüyadan çok gerçekteki varlığını idrak etmeye çalışırken nasıl davranacağını bilmez bir haldeydi. Elini yüzüne götürerek sakallarını çekiştirirken gerçek olmasını diliyordu. Gözlerini gözlerinden ayırmak sızın bakmaya devam ederken "kesinlikle gökten dünyaya düşen melek olmalısın" diyerek içinden geçirdi.
Tanımadığı yabancı adamla karşı karşıya geldiğinde biraz önceki tepkisini şaşkınlığa bırakan Güneş, tam ağzını açmış konuşacaktı ki, ilk atak karşı taraftan gelmişti.
"İzin almadan oturduğum için kusuruma bakmayın bayan. Eğer rahatsızlık verdiysem şimdiden özür dilerim. Kabalığımı maruz görün. Kadife sesinizin güzelliğine kapılırken dayanamamışım. Nasıl olduysa burada oturur buldum kendimi. Gerçi benim yerimde kim olsaydı aynı tepkiyi vermesi normaldir. Hayatımda işittiğim, tarif edilmesi imkansız denilecek kadar harkulade performansınıza diyecek kelime bulamıyorum."
Konuştuğunda titreyen sesi adamın mahcubiyet duyduğunu, suratındaki ifade ise tarumar olduğunu gösteriyordu. Duruşu ne çekingenlik gösteriyordu ne de yakın temas kurma taraftarıydı. Aradaki mesafeyi korumak ister gibiydi hal ve hareketleri. Yabani ceylanını ürkütmemek istercesine ağırdan alırken aceleci davranmıyordu.
"Hayır rahatsızlık vermediniz. Ben sadece sizi karşında aniden görünce afalladım o kadar. Ayrıca burası halka açık bir yer. İnanın rahatsız olmam, sıkıntı etmeyin lütfen."
Normalde kolay kolay taviz vermeyen Güneş yabancı adama karşı yanlış anlaşılmak istemediğinden açıklama yapma gereği duymuştu. Nedenini adlandıramadığı şekilde yabancı adama kendisini cevap verme zorunluluğunda hissetmişti. Sıklıkla yaptığı hareketlerden biri olmazken garipsemişti davranışını. İfadesini sürdürmeye devam ederken, adamın tepkisizce ona baktığını görünce hafiften ileri uzattığı başını yana büktüğünde alttan yukarı süzerek elini gözünün önünde sallandırarak "beyefendi, iyi misiniz?" demesiyle paniklemesi bir olmuştu. Duyduklarıyla kendine gelen adamın ani hareketi, genç kızın refleks olarak geri çekilmesine sebebiyet sağlamıştı.
"Korkuttuysam özür dilerim. Nasıl oldu ben de anlayamadım, daldığımın farkına varamamışım."
" Siz iyiyseniz sorun yok. Özür dilenecek durum da yok ortada."
"Var aslında."
"Var mı? Nasıl var? Şifreli konuşmaktansa konuyu açıklığa kavuşturursanız bende aydınlanmak isterim."
"Biraz öncesinde kedinizle olan konforunuzu böldüm, üstüne üstelik kedinizi korkutup kaçırdım. Eğer yakalamakta zorlanırsanız yardımcı olabilirim."
"Şey, siz Portakaldan bahsediyorsunuz. Açıkçası benim hiç kedim olmadı. Sokakta beslemiştim bir vakitler. Evimize alamadığımız çoğu sokak hayvanlarını yaz kış her gün aksatmadan karınlarını doyurmuştuk lise yıllarında. Aşinalığım vardır geçmiş zamanlarda. Günün yorgunluğu üstüme çökünce bankta otururken kedinin dibine kadar yaklaştığını gördüm. Sokakta yaşayan tekir kedilerden birisiydi sanırım. Çevredeki esnaf sürekli yemek artıklarını verince zarar vermeyeceğimi anlamış ve insanlardan korkmaz olmuş. Bizzat kendi isteğiyle yakınlık kurdu. Kaçmasın diye müdahale bile edemedim...
Sevgiyle yaklaşınca o da anında sevmeme izin verdi garibim. Ben de gelen misafirimi geri çevirmek istemeyince arkadaşlığımız pekişti. İsim konusuna gelince, turuncu renginden dolayı o sebepten Portakal dedim. O bana, ben ona arkadaş olduk kısaca özetlersek."
"Benim paldır küldür gelişim hepsini bozdu sanırım. Arkadaşınız adına üzüldüm gerçekten de."
"Önemli değil, canı istediğinde tekrar gelebilir. Sürekli buralarda dolaşırım, mesken tuttum diyebilirim sahili.
Yanlış anlamayın, sizi ilk defa görüyorum burada. Adres felan mi soracaktınız?"
"Hayır adres sormayacaktım. İş çıkışı kasvet basınca bunalmıştım. Hava almak istedim, sahile gelirken sizin şarkı söylediğinizi duyunca ayaklarım benden bağımsız buraya kadar geldi. Gerçekten nutkum tutuldu. Kusursuz söylediğinizi itiraf etmeliyim. Şimdiye kadar duyduğum en güzel ses di diyebilirim."
"Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim. Tabi iltifatınız için de. Zor bir mesleğiniz olmalı, baya bitkin gözüküyorsunuz. Uykusuz gibisiniz de..."
"Aynen öyle. Çok haklısınız. Mesleğinde zamanla yarışıyorum desen açıklayıcı olur mu bilmem. İnşaat mühendisiyim ben. Hastane, Alışveriş Merkezi, Otel, üniversite ve Eğitim binaları, Toplu konut işleri gibi yapılar inşa ediyoruz. Tek başıma bütün her şeye yetişemiyorum. Projeleri bitirebilmek için gece geç saatlere kadar uyanık kalmaya çalışsam da uyku düzenim bozulunca altından kalkmakta zorlanır oldum. İş dünyasının insanın peltesini çıkardığı gerçeğini yansıtıyormuş. Dedim ya zamanla uğraşıyoruz diye. Görseniz başımızı kaşıyacak zaman bulamıyoruz. Bir yerden sonra kopma noktasına gelebiliyoruz."
"Yardımcınız yok mu yanınızda? Bir miktar da olsa iş yükünüzü hafifletecek, kolaylık sağlayacak birileri olmalı nihayetinde. Olmaz ki böyle, sağlık başta gelir. Sağlığınız yerinde olmadı mı imkanı yok bardağı dahi kaldıramazsınız."
"Malesef işten ayrıldı. Ağır geldi sanırsam bizim çalışa metodumuz. Her önüme geleni de işe alamıyorum ne yazık ki? Ya okuduğu meslek bizim iş dünyamızla uyum sağlamalı, ya da tecrübe edinmiş birisini almayı yeğlerim.
Sizin mesleğiniz de güzel bir meslek. Nefes yönünden yorucu geçiyordur mutlaka. Artı olarak insanlar size hayran oluyorlardır kesin. Güzelliğinize ayrıca hayran kaldıklarına da eminim."
Mirza'nın ağzından çıkanı kulağı duymazken ne dediğinin farkında değildi. Son cümleyi kurduğunda afallarken toparlamakta geç kalsa da, cümleler ait olduğu yere çoktan ulaşmıştı. Vücuduna sıcak basmaya başladığında, elini ensesine atarak parmaklarıyla baskı uygulayarak ovuşturuyordu. Bu tarz anlarda paniklerse veya sinirlenirse çözümü ensesini karşımakta buluyordu. Bir nevi sakinleşme metodu haline dönüştürmüştü. Genç kızın göz temasını sürdürmesiyle merakını gidermek isteğiyle sorusunu yönetmekten geri kalamamıştı.
"Peki çalıştığınız yer neresi? Tarif ederseniz müsait olduğum bir gün ziyaret etmek isterim. Sizi canlı dinlemek ayrı keyif verici olmalı."
Güneş gözlerini adamın üzerinde dakikalardır boşuna gezdirmemişti. Dinliyor gözükse de sezgilerine her zaman güvenip yanılmayacağından emindi. Şu içer gibi okurdu karşısındakinin ifadesini. Öncesinde tartar, biçer, kararınca bir kanıyı açıklığa kavuştururken fikir sahibi olurdu. Geçmişte yaşadığı talihsiz olayların açtığı bir takım davalarda tecrübe sahibi kazanarak kişiliğine üst takım rütbesini de eklemişti. Sağ kolunu kaldırıp, ileriyi gösterdiğinde tarif etmesi zor olmamıştı.
"Yolun ilerisindeki, kırmızı ışıklara hakim mekanı gördünüz mü? Çalıştığım yer, işte orası. Adı kızıl! Çocukluk arkadaşımın mekanı. Ev arkadaşının biri de bizimle çalışıyor. Bazı zamanlar onun mesaisi uzar, eve geldiği saat belirsizdir. Benim çalışma tarzım değişiktir. Belirli bir süre sahne alırım, çalışma saatim sona erince evimin yolunu tutarım. Her gün aynı rutin hayatı yaşıyorum diyebilirim. Arada sıra okula uğramam gerektiğinde sahneyi boş bırakınca sizin de tabir ettiğiniz üzere hayranlarımı üzüyormuşum. Yeri gelince telafi de ediyorum. Bazı günler de istek parçalarını seslendirince gönüllerini hoş ediyorum. Onların mutluluğu bana da yansıyor doğal olarak. Bu da beni fazlaca motive ediyor. Hırsım arttıkça enerjimde tavan yapabiliyor. Tabiri caizse okul ile bar arasında mekik dokuyup duruyorum."
"Okul derken ne okulu? Ben sizi tanınmış ünlülerden sanmıştım. Öğrenciliğinizin devam ettiğini tahmin etmemiştim."
"Şarkıcı mı? Ünlü bir de! Güldürmeyin beni. Ünlü olsam burada işim neydi? Bildiğim kadarıyla oyuncular olsun, şarkıcılar olsun toplum içine karıştıklarını sanmam. Tanınmış birisi olmaya da çalışmıyorum. Sabit seyreden normal bir hayat sürdürüyorum. Geçimimi solistlik yaparak sağlıyorum. Aç kalmayacak kadar kendi yağımda kavrulsam da hayatımdan şikayetçi değilim. Solistliği geçici süreliğine yapıyorum. Zamanı gelince asıl mesleğimi yapacağım. Mega kentte yaşayacaksan işinin devamlı olması şart. Hazıra dağ mı dayanır? Ekmek alacak paran olmadı mı, arasına katıl edeceğiniz kuru soğanı da alamazsın. Hayat şartları zorlarken çalışmanın ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Boşa dememiş atalar. Emek olmadan yemek olmaz diye. Mecbur çalışmak gerek. Dua ederken; Allah'ım bana bol keseden para ver diyerek niyet etsen de gökten tomarla para yağacak değil ya... Öyle böyle derken geçimini sağlanan gerekir."
Hem anlayışlı hem de esprili yanını sevdim düşüncesi aklına sirayet ederken tavrından hoşlanan Mirza istemsizce dudak bükmüştü.
"Merakımdan soruyorum...
Ne kadar kazanıyorsun şarkı söylemenin karşılığında?"
Güneş, diktiği keskin bakışlarıyla ister istemez insanın bilinç altına yerleşen "ne var" dercesine algıyı yansıtmayı başarıyordu karşı cinse. Normal bir konuşma yerine kavgalı bir ortamda bulunsaydı, kesin kes sağ çıkan sadece Güneş iken geri kalanların vay haline denilecek derecede pimi çekilmiş bomba kadar gerilmişti. Özel hayatına karışılmasından hoşlaşmazdı. Hafiften çattığı kaşlarıyla tepkisini açıkça göstermekle kalmamış, diline de vurmuştu fütursuzluğu.
"Belli belli baya meraklı çıktınız. Öğrenince elinize ne geçecek gerçekten? Beni de sizin sorunuz meraklandırıyor desem... Ayrıca merak iyi bir şey değildir, insanın başını belaya sokabilir."
"Hiç. Merak işte. Söylerseniz inanın tatmin olunca konuyu kapatacağım. Şarkıcılığınızla ilgili tek kelime sormayacağıma söz veriyorum. "
Mirza'nın baygın bakışları Güneş'in tuhafına giderken pek de hoşlandığı söylenemezdi. Seçkin'in üzerinde deneyimlerini gibi adamın istediğini verirsem belki boşlar diyerek mecburi kısa da olsa açıklamasını yapmıştı.
"Sabit kalmıyor. 4-5 bin tl arasında değişiyor. Özel partilerde fiyat yükselebiliyor. 7.500'e kadar çıkabiliyor. Tatmin olmanız için yeterli mi bu kadarı size?"
Başlarda açıklamak istemese de ısrarı üzerine sorulan sorulara takılmadan düz cevaplar vermesi dobralığını açığa çıkartıyordu. Mirza'nın hoşnutluğu giderek artarken sıradaki sorusunu yöneltmişti.
" Anlıyorum, bir bayana sorulmaması gereken kilitli kelimeleri kullanmam kabalıktı kabul ediyorum. Alçak gönüllülüğünüz kayda değer biçimdeyken sizce de az sayılmaz mı emeğinin karşılığı?
" Yapacak bir şey yok, hayat şartları zor. Hiç olmamasından iyidir sonuçta. Severek şarkı söylediğim için de gayet huzurluyum. Seçkin'in yerinde başka birisi olsaydı bu kadar bonkör olmazdı sanırım. Gerçi o benim sesime bayıldıkları için insanların geldiklerini söylüyor. Hiç amatör şarkıcı olmayı düşünmemiştim, Allah vergisi neyse söylüyordum. Okuluma devam edebilmek için çalışmam şart. Çalışabileyim ki paramı kazandıkça kimselere muhtaç kalmadan geleceğimi yönlendirebilmeyi amaçlayabileyim. Çabalayışımın nedeni, ileride rahat edebileceğim işimin olması. Bu devirde insanlar iş bulmakta zorlanırken benim işime burun kıvırmamı kulak ardı edemem. Nice insan evine sıcak lokma götürebilmek için ne tür şartlar altında çalışıyor görmelisiniz. Ne asıl mesleğim kolay, ne de şarkıcılık. İşini severek yaptığın sürece o dağ gibi gözüken zorluklar ufak tümseklere dönüşüyor. Elbet ayağınız takılıp düşüşler yaşamışızdır, maksat yaşananlara rağmen inatla sapasağlam devam edebilmeyi bilmekten geçer. Herkesin mesleği kendine kolay gelirken, başkasının devr almasıyla noksansız olması imkansızdır. Ha, şu da var ki, elinde mesleğine dair hiçbir şeyin yok iken çıraklıktan başladığın mesleğinde yılların verdiği emeğin karşılığında ustalığını kanıtlarsın. Herkes anadan doğma zengin doğmuyor ne yazık ki. Varsa aileden kalan iş yerin o başka bir ayrıntıdır. Benim ailemden kaptığım en güzel şey, müzik kulağımın olması dışında birçok meslekle haşir neşir olmam ayrıcalıklarımı arttırdı. Yeri geldi öğrencilik yıllarımda tercümanlık yaptım, barmen oldum, solist oldum, bebeklerle haşir neşirken bilmediğim bir çok şeyi tecrübe edindim..."
"Bir saniye durun lütfen. Onca cümle kurdunuz ki kafam karıştı. Normalde şarkıcılık yapmıyor musunuz siz? Okulunuz dışında üstüne üstelik şarkı da mı söylüyorsunuz?
"Pardon." Diyerek elimi havaya kaldırdığında konuşma sınırının üstüne çıktığının bilincindeydi. Sakinleşebildiğinde kendisini frenleyebilmişti. Boğazını temizleyip konuşmasına devam etti. "Gerek görmediğim sürece aşırı konuşmayı sevmem normalde. Nedenini çözemediğim bir sebepten ötürü aklıma üşüşenlerle dilim durmak nedir bilmiyor bugün. Şarkı söylerken konuşmak yerine devrik cümleleri birden fazla kullanırken, mesleğimin getirdiği zorunlulukla müşterilerin isteğine göre hareket etmek mecburiyetindeyiz. Övünmeyi sevmem ama, işimi de çocukken erbabından öğrendim için sürdürmekte sorun yaşayacağımı sanmıyorum. Nasipse inşallah azıcık daha dişimi sıkarsam sabrının karşılığını kısa sürede alabilir, asıl mesleğimin başına geçebilirim. Senenin sonunda mezun olmayı dört gözle bekliyorum Allah nasip ederse."
"Anlattıklarınızı duyunca adeta şaşırdım. Gerçek mesleğiniz nedir ya..?"
"İç mimar son sınıf öğrencisiyim ben. Mezun olabilmem için belirli bir süre staj göremem gerekiyor. Yarıyıl sonundan başlayarak mezuniyete kadar olan sürede, kamu ya da özel iş yerlerinde uygulamalı olarak çalışmalar yapmalıyım. Sınıfta kalmamak için staj yapabileceğim yeri hızlıca bulmalıyım. Onca emeğimin telef olmasını istemem. Kendi işimi icra etmek istiyorum. Solistliği bu sıralar ara vereceğim mecburen. Önceliğim baba mesleğim. Vaktim kalırsa veya aşırı bunalırsam şarkıların kollarına teslim edebilirim kendimi. Huzuru şarkılarda buluyorum diyelim. Kafamdaki olumsuz yönlerimi anlık da olsa unutuyorum."
Fırsatı lehine çevirmek isteyen Mirza duyduklarıyla gözlerinin içi parlarken, pratiklikle hesaplama yaparak asistan aramaktan kurtulmuştu. İş için baş vuranlar kuyruk sırasına girerken, aradaki boş boğazların anlatımlarıyla patronun sıkı tutumunu duyanların bir çoğu görüşmeye katılmadan geri vaz geçiyorlardı. İkna edebilirse yardımları sayesinde hayatını dizili düzene sokabilecekti. Yetişmeyecek diyerek tasa çekerken projeleri gününde teslim edebilecekti. Düşünmeye gerek duymadan teklifini etme kararı aldı saniyesinde.
"Benimle birlikte SAYGINER Holding'de çalışmak ister misin? Senin stajını tamamlayabileceğin bir yere, benim de işlerimde yardımcı olacak asistana ihtiyacım var. Mantıklı düşünürsen bu teklifimden ikimizde karlı çıkarız. Eğer kabul edersen yanımda asistanlık yaparsın. Hemen karar vermeni istemiyorum. Zorlayarak da evet demeni beklemem, kararından eminsen bildirirsin açıkça. İstemem dersen de vereceğin karara saygı duyarım."
Damdan düşercesine kurduğu cümleyle Güneş de durağanlaşmıştı. Yanlış duymamıştı kulakları.
Aradığı fırsat ayağına gelmişti. Geri çeviremeyecek kadar kulağa hoş geliyordu önüne sunulan seçenekler. Birden şimşek çakmış da ardından gökkuşağı çıkmış kadar sevince boğulmuştu.
"Pardon, ben doğru mu duydum? Siz şimdi bana iş mi teklif ediyorsunuz? Hem de adını yurt dışına kadar duyurarak ün kazanmış SAYGINER Holding de? Sanırım bu bir rüya olmalı. Rica etsem cimcikleyebilir misiniz beni? Hayal diyarındayım sanki. Adınızı o kadar duymuştum ki, katılım için katı şartlarınızın ne tür ihtimallere dayandığını ezbere biliyorum." Diyerek cümlesini yarıda kesip, derin soluklar alırken kaldığı yerden devam etmişti konuşmasına. "Ben şimdiye kadar Seçkin'in yanında çalıştığımdan henüz o kadar tecrübe sahibi olamadım. Ofis işlerine aşina değilim. Çevremden işittiğim kadarıyla tecrübe sahibi kişileri kabul ediyormuşsunuz sadece. Biraz önce kendiniz de ayan beyan belirttiniz. İstediğiniz kriterler bende bulunmuyor malesef." Derken bir ümit arar gibiydi adamın yüzünde dolanan gözleri.
"Doğru duymuşsunuz. Evet bu bir iş teklifi. Sizin işe, benim ise iradeli bir çalışana ihtiyacım var. Gelin anlaşalım. Stajınızı Holding'imde tamamlarken bana dosyalarda ve çizimlerde yardımcı olursunuz. Maksat karşılıklı işimizi görelim. Zamanla performansınızdan memnun kalırsam işe de alabilirim sizi. Maaşınız da fazlasıyla yüklü miktarda olur. Ne düşünüyorsunuz teklifime? Adil bir anlaşma bence. Bana kalırsa kabul etmenizi tavsiye ederim."
Güneş gelen teklifle ne diyeceğini bilemezken kararsız kalkışa benziyordu. Hocasının önerdiği siteleri araştırıp kararını ona göre vermekti başta niyeti. Teklif kaçırılmayacak kadar değerliyken çalışacağı holding hakkında değerlendirme yaşamaktansa öncesinde başka kurumlarla karşılaştırma yaptığında başarının zirvesindeki Holding'den teklif alması öteki seçenekleri geride bırakmıştı şimdiden. Aklı bulansa da eline geçen fırsatı değerlendirmek isterken aynı fırsatı yakalayamayacağını sağduyulu biçimde düşünüyordu. Aradan geçen dakikalar kadar süre akıp giderken alacağı cevabı merakla bekleyen adam sorusunu bir kez daha tekrarlamıştı.
"Eee ne diyorsunuz teklifime? Bir karara varabildiniz mi bari? Sohbet ederken konu konuyu açtı, kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Mirza! Teklifime evet dersen patronunuz olacak kişiyim."
Siyah ceketinin iç cebinden çıkardığı dikdörtgen kağıdı işaret ve baş parmağını arasına sıkıştırırken Güneş'e uzatmıştı.
"Henüz karar veremediniz sanırım. Bu benim kartım, üstünde yazan numaradan bana ulaşabilirsiniz. Hemen karar veremem derseniz de acele etmeyin. Seçim yapacak kişi de sizsiniz, çalışacak da sizsiniz. Vereceğiniz karardan kuşku duymayana dek aramanızı bekleyebilirim. Israrcılığım, kararlı oluşunuz ve hırslı iradeniz derinden etkiledi beni diyebilirim. Seni ofisimde çalışanım olarak görmek aşırı mutlu edecektir inanın."
Uzatılan kartı parmaklarının arasına sıkıştıran Güneş, kartvizitin yüzüne bile bakmadan çantasına atmıştı. Teşekkür babında kolunu uzattığında kibarca el sıkışırken ismini de o ara zikretmişti. "Güneş, ben de..."
"Tanıştığımız memnun oldum Güneş. Umarım seni kısa sürede aramızda görürüz. Çalışmanın ardındaki başarılarını görmeyi çok isterim."
İnsanın eline binde bir geçerdi böyle bir fırsat. Parmaklarıyla oynarken ayaklarını bankın altına çekerek oturuşunu dikleştirmişti. Bu kadar çabuk karar verebileceğini beklemeyen Mirza kendisine uzatılan eli görünce içten içe mutluydu. Samimi ve kibarca kızla tokalaşırken, Güneş iş teklifine olumlu cevap vermişti.
"Peki kabul ediyorum teklifinizi."
Mirza'nın duymak istediği tam da buydu.
"Hayırlı olsun diyelim o zaman yeni işin. Yarın gelir imzalarsın sözleşmeyi. Sonra da işinin başına geçersin."
"Hemen mi?" Dediğinde bu kadar hızlı başlayacağını beklemiyordu.
"Evet işe hemen başlamanı istiyorum. Ben yoğun bir adamıyım, işimin aksamasını sevmem. Ayrıca ne kadar erken başlarsan ikimizin lehine olur."
"Madem işi kabul ettim bu saatten sonra size Mirza bey demeliyim. Uygun olanı da bu. Yanlış mıyım yoksa?"
Sorusuna karşılık sadece gülümsemekle yetinirken başıyla onaylamıştı Mirza.
"Hani bir söz vardır ya... Kul sıkışmayınca hızır yetişmezmiş diye... İşte o cümle buraya tamamıyla uyuyor. Nereden çıktınız, nasıl buldunuz beni orasını bilemem ama, çaresiz derdime derman oldunuz. Sizi nasıl teşekkür edeceğini bilmiyorum inanın. Sabahtan beridir bunu düşünüyordum. İyi ki karşıma çıktınız, ne diyeyim size, Allah yolunuza taş koymasın. Stajımı yapamayacağım diye çok telaşlanmıştım."
"Amin amin. İşe başlayarak teşekkürünü edebilirsin mesela. Sabah sekizde mesainin başında olsan yeterli gelecektir. Bütün samiyetimle söylüyorum, beni ne kadar mutlu ettinin farkında değilsin Güneş. Yarın görüşmek üzere, kendine dikkat et!"
.