7.Bölüm- İlk İş Günü

4201 Words
"Stiletto ayakkabılarını ayağına geçirip, kolundan sarkan çantasını omzuna astığında kapıyı çekip çıkabilmişti sokağa. Caddenin ilerisinde taksilerin geçmesini beklerken şansına boş taksi denk gelmişti. Arka koltuğa yerleşip, taksi şoförüne gideceği yeri tarif etti. Kısa sürede adrese ulaştığında ücretini ödeyip taksiden inmişti. Yolun karşısında kalırken orta refüjü geçmeden önce fırından yeni çıkmış, dumanı üstünde tüten simidini yerken araçların arasından geçerek karşı kaldırıma çıkmıştı. Aç karnına şekerinin düşeceğini bildiği için acelece elindeki simidini bitirip midesine indirdiğinde parmaklarına yapışan susamı çırpmıştı. Heyecanını bastırmak adına derin nefesler alarak ciğerlerine temiz havayı doldururken hızlı atan kalbini sakinleştirmeye çalışıyordu. Başını gökyüzüne kaldırıp çalışacağı binanın oldukça büyük ve yüksekliğine kanaat getirirken, yapıyı bir de dışarıdan incelemek istemişti. Gözüne çarpan güneş ışınlarından korunmak için elini alnına siper ederek görüşünü kolaylaştırdı. Saatini yeniden kontrol ettiğinde on beş dakikasının kaldığını gördü. Evden erken çıkacağım diye kızlara ne kadar telaş ettirmişti oysa. "Neyse geç olsun da güç olmasın" demesiyle birlikte büyük yazılarla "SAYGINER MİMARLIK" yazan holdingin kapısında sabit bir şekilde heykel misali dikilen yarma ve Kocabaş kadar iri yarı adamların koruma olduklarını düşünüyordu. Adamlara başıyla hafiften selam verdiğinde onlar da aynı tepkiyle karşılamışlardı. Sağ ayağını ileri atarak holdinge giriş yapmıştı. Yıllardır aşinası olduğu bardan ayrılıp insanın gözüne dev gibi gözüken binanın içinde yer almak başlarda korkutmadı değildi Güneş'i. Eliyle gelişi güzel elbisesini düzeltti. Binanın içerisinin dışarıdan daha iç açıcı ve görkemli olduğunu gördüğünde kuşkusuz hayran kalmıştı. Girişin çaprazında kalan 'RECEPTİON' yazan masaya ilerlediğinde esmer tenli, kahverengi gözlerini çevrelen kırmızı çerçeveli gözlükleriyle Güneş'in gelişini karşıladı kibar konuşmasıyla. "Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim hanım efendi?" "Kolay gelsin. Ben stajyerlik görüşmesi için Mirza bey'in talimatıyla iş görüşmesine gelmiştim. Kendisiyle görüşmem mümkün mü?" "Bir saniye bekleteceğim sizi." Telefonu kulağına dayayan kadın tuşlardan birine basarak aramanın açılmasını bekledi. Uzun sürmemişti ki karşı taraf açmıştı telefonu. "Evet efendim aşağıda bekliyorlar kendileri. Peki efendim dediklerinizi hemen iletiyorum." Kısa kesilen konuşmanın bitmesiyle kırmızı gözlüklü kadın; "Fatih bey birazdan burada olacağını söyledi, Mirza bey'in odasına kadar size eşlik edeceğini iletmem istenildi. Ayakta kalmayın lütfen, isterseniz koltukta bekleyebilirsiniz." "Teşekkür ederim." Güneş bahsedilen koltuğa oturduğunda yapılan tasarıma göz gezdirdi. Mesleği gereği dekorasyonları incelemeyi seviyordu. Mozaik taşlarla kaplanmış sütunun etrafını çevreleyen daire formundaki koltuk oldukça hoş görüntüsüyle dikkatleri üzerine çekiyordu. Fatih cep telefonunu cebinden çıkartıp rehberin en üstünde kayıtlı bulunan Mirza abisinin numarasını tuşladı. Dakikasında araması cevaplanmıştı. "Abi misafirin zemin katta girişte bekliyormuş..." Mirza, Fatih'in verdiği haberle yerinde dikleşirken neden se yüzündeki simayı silemiyordu. "Misafirimizi fazla bekletmeden yanına in! Odamın kapısına kadar yaklaştığınızda işinin başına geri dönebilirsin Fatih." "Tamamdır abi..." Fatih vakit kaybetmeden zemin kata indiğinde beklenen kişinin meraklı gözlerle etrafı izlediğini gördü. Adımlarını hızlandırıp hemen yanında durduğunda nazikçe omzuna dokunmuştu. Dalgınlaşan Güneş omzuna dokunan el ile, oturduğu yerde ufak çaplı sıçrama yaşarken "Güneş hanım?.." Kendisine seslenilen sesin sahibine döndüğünde, siyah takım elbiseli adam dibinde dikilmeye devam ederken karşı karşıya gelmişlerdi. "Buyurun benim." "Mirza abinin odasına kadar size ben eşlik edeceğim." "Eliyle ileriyi işaret ederek; Beni takip edin lütfen." Diyen Fatih yolu göstererek adımlarını ilerletmişti. Güneş de ayaklanarak adamın komutuna ayak uydurmaya başladığında annesini takip eden yavru ördek misali adamın peşine takılmıştı. Üstüne tam oturan takım elbisesi onu oldukça ciddi birisi gibi yansıtsa da, yüzünün aldığı mimikler hiç de öyle birisi olduğunu göstermiyordu. Adımlarıyla adamın adımlarını izlerken gözleri sürekli etrafı incelemekle meşguldü. Yerler parlak karo fayanslarla kaplanmış, tavandan zemine doğru uzanan iç içe geçmiş halka lambalar simetrik bir şekilde uzanıyordu. Beyaz fayanslar lambaların yansıttığı parlaklık ile ışıl ışıllardı. Tavan diplerinde yine beyaz renk spot ışıklar yer almıştı. Girişin başında olduğu gibi ileriki kısımlarda da aynı tarz halka lambalar mevcuttu. Duvarların bazı yerlerinde ahşap görünüm yer alırken, ara ara zeminde kullanılan parkelerin duvarlarda da kullanılan versiyonundan vardı. Böylelikle ortamın daha ferah görünmesini sağlanılmıştı. Dinlenme yeri olarak ayrılan, sırt sırta verilmiş mavinin acık tonlarında oturma grubu orta kısımda yerini almıştı. Sağında ve solunda bulunan, çalışanlar için ayrılmış camdan ofislerden birkaçına gözü takıldığında, saksılardaki canlı çiçeklerin cam kenarına konulmaları doğru bir tercihti. Hem ortama canlılık katıyordu, hem de cam kenarında oldukları sürece güneş ışığını rahatlıkla alarak yeşil renklerini koruyabiliyorlardı. Uzun koridorun sonunda, yukarı katlara çıkan mat siyah metal merdivenlerle uyumlu korkuluklar bulunuyordu. Basamakların altında boş alanı değerlendirmek için bodur çalılıkların aralarında yer alan, ince yapraklı bitkilerle dekor edilmişti. Şık olduğu kadar ahşabın ve metalin uyumu iç içeyken, renk tonları özenle seçildiği aşikardı. "Holdingimizi nasıl buldunuz?" Fatih dip dibe yürümelerine rağmen kıza yönelttiği soruyu duymadığını anlasa da bozuntuya vermemişti. Yanıt almak amacıyla tekrardan sormak istediğinde bu sefer ses tonunu bir tık daha yükseltmişti. "Güneş hanım beni duyuyor musunuz acaba?" "Ah pardon. Özür dilerim sizi duymamışım ne yazık ki. Alışkanlık işte. Gözüm bir yere dalınca etrafımdakileri duyamıyorum, odak noktam sadece orası oluyor. Rica etsem sorunuzu tekrarlayabilir misiniz?" "Holdingimizi nasıl buldunuz, beğendiniz mi demek isterken anladığım kadarıyla beğeni notunuz yükseklerde sanırım. Ayrıca size ufak bir sorun daha olacaktı." "Sorun lütfen çekinmeyin. Ben de merak ettim şimdi." "Siz olsaydınız burayı, yani holdingin genelini nasıl tasarlamak isterdiniz?" "Üst katlarda nasıl bir tasarım çalışması yapılmış henüz görme şansım olmadı ama, girişini görünce bu kadar har kulada bulmuşken gerisini düşünemiyorum. Usta bir mimarın dokunuşuyla şekillenen holdingi benim tasarlamamı isteselerdi bende bu tarzda, sadeliğin ve modern çizgilerin hakim olduğu bir çalışma yapardım galiba." Dudağını düz çizgi haline getiren Fatih; "Demek ki mimarların çoğu buna benzer fikirlerle doğaçlama yaparak tasarımlarında kullanmayı seviyorlar. Yanlış mı düşünüyorum sizce?" "Yoo hayır... Çok doğru bir yere parmak bastınız aslında. Evet biz mimarlar çok kez doğadan ilham alırken, mekanlarda da o değişik tarzı yakalamaya çalışırız. Mesela, deniz kenarında ise mekan, oradaki ortama uyabilecek aksesuarları kullanmayı tercih ederiz." "Baya bilgi sahibisiniz iç mekan deklarasyonuyla." "Geçmişten kalma sağlam kaynaklarım var diyebilirim. Henüz mezun olamasam da, stajımla beraber okulumu bitirdiğimde aklımda tahmin edemeyeceğiniz kadar değişik, akla hayale sığmayan uçuk kaçık fikirlerim taslak halinde zihnimde saklı desem inanır mısınız?" "Siz öyle diyorsanız öyledir. Herkesin fikri kendine özgüdür sonuçta." "Fikrime ortak olduğunuz için ayrıca teşekkür ederim. Çoğu kişi sizin gibi düşünmüyor ne yazık ki Fatih bey." Merdivenlerin yanında bulunan geniş kabinli asansöre adımladılar. Asansörü çağırıp düğmeye basarken, bir müddet kabinin gelmesini beklemeye başladılar. Zemin kata ulaşan asansörün kapısı açıldığında; "Önden buyurun" diyerek öncelik tanıdığında kibarca centilmenliğini gösterdi. Fatih, Güneş'in yanına binerek yirminci katın düğmesine basmıştı. "Fatih bey yanlış anlamazsınız bir sorum olacaktı." "Neden yanlış anlayayım, sorabilirsiniz tabi." "Mirza bey'e abi dediğinizi duydum..." Kendisine yöneltilen soru komik gelmiş olmalı ki güldü Fatih. "Yıllardır Mirza abinin yanındayım. Yurtta büyüdüm ben, ailemi hiç tanımadım. Reşit olduğumda ne kalacak yerim vardı ne de iş bulacak imkanım. Binlerce kez razı olsun, sokaklarda yatmaktan kurtardı beni abim. Ne yapsam borcunu ödeyemem anlayacağın." "Sizden böyle bir hikaye dinleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Dışarıdan gördüğüm kadarıyla yüz ifadeniz hayattan zevk almayı sevdiğinizi, sevgi dolu halleriniz, işinizde başarılar yakaladığınızı anlamak zor değil." "Henüz tanışalı saatler olurken nasıl bu kadar eminsiniz söylediklerinizde?" "Düşüncelerimde şimdiye kadar yanılmadım. Sayısız insan tanıdım. Tanıdıkça kimin ne tür ifade sergilediğini, anlayarak niyetlerini analiz etmeye başladığımdan beri telaffuzlarımda haklı çıktın." "Tanımlamalarınızda haklı çıkmanıza sevinmeli miyim, şaşırmalı mıyım bilemedim." Yukarı katlara çıktıkça dijital göstergedeki sayılar binanın kaç katlı olduğunu gösteriyordu. Asansörün geldiğine dair o bilindik ses duyulduğunda, Mirza anlamlandıramadığı şekilde kalbimin hızlandığını fark etti. Geleceğini duyması heyecanlandırmış mıydı? Normal miydi bu? Duyulan tın sesiyle birlikte, asansörün kapısı otomatikman kenara kayarak aynı anda kabinden çıktılar. Uzun koridoru yürüyen Fatih, masanın birine yaklaşınca adımlarını yavaşlatmasıyla Güneş de duraksamıştı. "Günaydın Eylül, abi müsait mi?" Şen çıkan sesiyle Güneş'in düşüncelerini yanıltmamıştı. Fatih'in ve diğer çalışanların gerek görülmedikçe konuşmamaları, iş camiasında katı kurallardan birisiydi. "Odasında. O da sizi bekliyordu zaten." Fatih ezbere bildiği yolu izleyerek koyu renk kapının önüne vardıklarında, kapıyı elinin tersiyle usulca iki kere tıklattı. Tok çıkan erkek sesinin 'gir' komutu duyulmuştu. Kapı kulpunu aşağıya çekerek, açılan kapıdan başını içeriye uzatırken, eğdiği başıyla "tamamdır" hareketini yapar yapmaz geri çekilip Güneş'in geçmesine müsaade etti. "Güneş hanım?.. Benim vazifem sizi buraya kadar getirmekti. Umarım hakkınızda hayırlısı olur. İzninizle işimin başına dönmeliyim." "Yardımınız için sağ olun." Çoktan merdivenlere ulaşan Fatih'in onu duyabileceğini sanmıyordu. Burnundan aldığı derin nefesi, ağzıyla dışarı verdi. Her zaman olduğu gibi söz geçirmediği iç sesi yine devreye girmişti. "Hadi bakalım Güneş hanım, yolun geri kalanında tek başınasın. Kendin ol, sakin davran... İnanırsan başarırsın!" "Allah'ım sen beni utandırma." Aralık bırakılan kapıdan içeriye girdiğinde önünde yığınla evrakların saçıldığı masanın öteki tarafındaki patronu, sandalyesine oturmuş misafirini ağırlamayı bekliyordu. Sahilde tanıştığı adamla, şu anki takım elbisesinin içinde jilet gibi giyinişiyle holding yönetiyor oluşu, ayrı bir tepki bırakıyordu. Barda çalışmayı bırakıp, patron asistanlığını yapacağını bilmesine rağmen bastıramadığı heyecanı kat be kat artmıştı. Sakinliğini korumak adına olduğu yerde sabit kalırken, herhangi bir yanlış harekette bulunmaktan kaçınmak istemesine rağmen, sanki elbisesi düz değilmiş gibi sürekli eli elbisesinin üzerinde gezinmişti. "Otur lütfen." İşittiği kelimelerle dalgınlığını üzerinden atması saniyelerini almıştı. "Ayakta dikilmeye devam etmeyi düşünmüyorsundur umarım." Mirza otoriter çıkan ses tonuyla konunca, Güneş yüzünü o yana çevirerek adamın yüzüne bakındı. Gösterilen deri koltuğa oturmasını beklendiğinde, Güneş konuşacağı kişiyle göz teması kurmak için bedenin üst kısmını masaya çevirdi. Yaşayacaklarını bilmeden, gelişigüzel söze giriş yapmıştı. "Adın Güneş'ti değil mi?" "Güneş AKSOY." Diyerek düzeltme gereği duymuştu. Mirza kızın adını tekrarlayarak; "Peki Güneş AKSOY! Mimarlık son sınıf öğrencisiyim demiştin. Doğru hatırlıyorumdur umarım." "İç mimarlık." Lafını bir kez daha düzeltmeden edemedi. Çaktırmadan elinin biriyle yanağının ısısını kontrol ederek ateşi olup olmadığına baktı. "Deli misin, divane misin kızım? Adamın lafını ne diye dakikada bir düzeltip duruyorsun? Çenene hakim olmalı ve sakinleşmelisin!" Bunların hepsi mümkün mertebe kabul edilemeyeceğinden kaynaklanırken saçmalaması o yüzdendi. İç sesine hak verse de bir yere kadar dayanabiliyordu. "Pardon haklısın, iç mimarlık dediğini hatırladım şimdi. Benim hatam. Bardan başka yerde çalışmadığını söylemiştin. Sen mi istememiştin, yoksa başka bir sebebi mi vardı?" "Şimdiye kadar Seçkin'in yanından başka yerlerde çalışmayı düşünmedim. İsteseydim kolayca bulabileceğimi biliyordum. Bilerek ve isteyerek barda çalışmayı tercih ettim." "Ailenle mi yaşıyorsun?" "Hayır. Ev arkadaşlarımla birlikte yaşıyorum." "Ailen nerede peki?" İş görüşmesine diye gelmişti güya, ahiret sorusuna tutmak da neyin nesiydi? Her şeyi sorması hiç de hoşuna gitmemişti. Sorulan sorunun üstüne yaptıkları kaza anını hatırlayınca yüzü istem dışı asılmıştı. "İyi misin?" "Iımm şey; evet iyiyim sanırım. Annem babam hayatta değiller maalesef." Üzerine çöken huzursuz etkiyi bir an önce def etmek istiyordu. "Başın sağ olsun. Bilmiyordum kusuruma bakma, pat diye sormam kabalık oldu." "Teşekkür ederim. Nereden bilebilecektiniz ki..." Ailevi meselelere önem verse de kızın rengi atınca sitemkar havayı dağıtmak için sorusunu değiştirmişti Mirza. "Stajın ne zaman başlıyordu?" İşte bu güzel haber Gündeş'in solan yüzünün gülmesine büyük katkı sağlamıştı. "Ne kadar erken başlarsam benim açımdan sorunsuz olacaktır inanın. Benim okuduğum üniversitede toplam staj süresi 48 iş günü olarak belirtilmiş. Bazı kurumlarda 24 günlük de stajını tamamlayan varmış. Yanlış hatırlamıyorsam 70 gün çalışanları da duymuştum. Ama siz sakın telaşlanmayın. Kısa sürede harika iş çıkaracağım kadar kendimden eminim ben. Projemi bitirir bitirmez okula teslim ettiğimde üzerimden koca bir yük kalkacak. Ayrıca sınıfımı geçip, elime diplomamı aldığımda gerçekten mimarlık sertifikamı da almış olacağım. Böylece yapabileceklerimi tüm dünyaya kanıtlayabilirim." "Ofis tecrüben ilk bizimle olacak desene. Anlattıklarından sonra ben de senin kadar heyecanlandım doğrusu. Göreceğiz, stajyerim olduğunda emirlerimi yerine getirebilecek misin? Gelgitlerime ayak uydurabilecek misin zamanla anlarız." "Aslına bakılırsa iki seçeneğim vardı. Şantiye ve büro alanlarında... Yani size göre ofis, bizim tabirimizle büro diye geçiyor... Şansımı şantiyelerde denesem de, ya bana uygununu bulamadım, ya da stajyer öğrenci alımı doldu denilerek geri çevriliyordum. Allah'ın hikmeti bu ya, o gece sahildeki bankta oturmuş stajımı nerede yapacağımı kara kara düşünürken karşıma siz çıktınız. Teklifinizi ilk duyduğumda bu kesinlikle mucize olmalı dedim kendi kendime." "Bir laf vardır bilir misin Güneş? Kısmetinde varsa yiyeceğin lokma döner dolaşır seni bulurmuş. Senin kısmetinde burası vardır bilemezsin." "Çok haklısınız Mirza bey. Benim de çoğunlukla kullandığım bir laf vardır. İsterseniz sizinle paylaşabilirim." "Tabi ki, dinlemek isterim." "Çok konuşmak bilgelik ise, sessizlik erdenliktir." Sözüne uyarlama getirirken saniyesinde zihninden geçirdiklerini ortaya dökmüştü. "Gerçekten, yerinde ve zamanında susmasını bilmek, kişiyi konuşmanın tuzaklarına düşmekten kurtarır. Sessizlikte esenlik vardır. Susan aklını başına alır, daha derin ve dingin düşünür. Kendini daha iyi denetleyebilir. İnsan ilişkilerini, yaşam sorunlarını, planlarını olumlu ve doğru çözmek, gerçekleştirmek yolunda kararlarını daha gerçekçi alabilir. Doğru kararlar alma olasılığı her zamankinden fazladır." Bu sözleri kendimle o kadar benimsemişim ki... Yaptığım, yapacağım ne varsa derinlemesine düşünerek kararlar almaktan vaz geçemeyen birisine dönüştüm resmen." "Aldaldığın emin kararlardan etkilendim, davranışlarındaki ciddiyetini görmem şu an itibariyle beni seninle çalışabileceğimize kolayca ikna etti diyebilirim. Eylül sana nasıl çalışman konusunda yardımcı olacaktır." "Yanlış anlamadıysam işe alındım mı yani?" Dün ben teklif etmiştim, sen de kabul etmiştin hatırlarsan. Evet bugünden itibaren stajyerliğe kabul edildin. Patron-çalışan olarak anlaşırsak eğer tekrarında başka stajyerler aramama gerek kalmayacak sayende. Şunu da belirteyim, benim yurt dışına da seyahatlerim oluyor, yardımcım olarak senin de benimle gelmen gerekeceği için bunları göze alabilecek misin?" "Her koşulda sizin yanınızda bulunacağına söz verebilirim." Ofis telefonunu kaldırarak bir kaç tuşa bastı. Karşı tarafa talimatlarını sıralarken "bekliyorum" der demez yerine yerleştirdi telefonu. Kapı tıklatılıp, Eylül odaya giriş yaptı. "Nasıl yardımcı olabilirim Mirza bey?" "Eylül, Güneş hanımı Veli beyin odasına kadar eşlik eder misiniz? Kendileri bu günden itibaren benimle beraber çalışmaya başlayacak. Otoriter konuşmasıyla noktayı koymuştu. "Peki deneme süreci vermeyecek misiniz? Filmlerde hep öyle olur ya. Ondan sormuştum." Merakıma yenik düşerek sorsa da patavatsız bir soru olmuştu. "Sen çok film izliyorsun galiba. Her gördüğüne inanmamalısın. Adı üstünde, film! Filmlerde gördüklerimiz hiçbir zaman gerçek olmamıştır, gerçek hayattan uyarlanarak ekrana yansıtılmıştır. Unutma bunu. Duruma göre bakacağız. Memnun kalırsam tamamen kadrolu çalışanım olarak işine devam edebilirsin. Yine de kararı en son sen vereceksin. İşlemler için Eylül seni yönlendirecektir. Çıkabilirsiniz." "Beni takip et Güneş!" Eylül ile odadan çıkmaya hazırlanırken Mirza tarafından durduruldular. "Bir saniye bekleyin hanımlar. Güneş! Görüşmeyi bitirince seni evine gönderecektim aslında. Maksadım öyleydi ama, ne yazık ki önemli bir toplantım çıktı. Senin de benimle toplantıya girmeni istiyorum. Ufak çaplı ön görüşme diye düşünebilirsin. Fazla süreceğini sanmıyorum zaten. Toplantı bitince evine gidebileceksin. Yarın mesai saatinde işinin başında olursun." Asansöre yaklaştıklarında Güneş Kendi kendine konuştuğunu sanırken, sesinin dışarı duyulduğunu bilmeden konuşunca Eylül dediklerini net bir şekilde duymuştu. "Sayende ilk günden küçük çaplı azarımı da yemiş bulunuyorum Aslı. Aklıma tüküreyim, seninle filim izlersem iki olsun emi." "Kendinle mi konuşuyorsun sen?" Eylül'ün sorusuyla Güneş duraksama yaşarken merakla bakan gözleri görünce yanıtlamak zorunda kaldı. "Ben dışıma mı konuştum? Hadi ya... Susturamadığım iç sesim ev arkadaşıma kızıyordu da... Olur olmadık şeyleri kafama sokuyor sürekli. Neyse boşver, takılma sen benim deli hallerime. Genelim böyle benim. İç sesimle konuşmam meşhurdur, arada duyarsan bu tarz konuşmalarımı şaşırma sakın." "Komik kızsın Güneş! Sevdim seni şimdiden. İyi anlaşırız inşallah, yanımda yoldaş olursun. Molalarda sohbet eder, kahvemizi içeriz sende istersen?" "İsterim istemem mi? Öncesinde şu başvuru evraklarını halledelim de gerisi kolaylaşır. Benim de kanım ısındı sana Eylül. Kolay kolay arkadaş edinmem. Nedense iç sesim güzel günlerin bizi beklediğini söylüyor." "Madem iç sesin öyle düşünüyor haydi işlemleri bir an önce tamamlayalım." İki kat aşağıya inerek tekrardan uzun koridoru geçip, başla bir kapının açılmasıyla içeriye buyur edildiler. "Hoş geldiniz hanımlar, buyurun oturun lütfen." Orta yaşlarda olduğunu düşündükleri beyefendi hanımların koltuklara geçmesiyle kendisi de sandalyesine oturmuştu. "Ben Veli SÖNMEZ, Holdingin başta gelen insan kaynakları ve muhasebe departmanıyla ilgileniyorum. Size nasıl yardımcı olabilirim bayanlar?" "Kolay gelsin Veli bey. Güneş hanım bugünden itibaren Mirza Bey'in asistanı olarak çalışacak. Size bilgi ulaşmıştır, ona göre evrakları hazırlamışsınızdır umarım?" "Evet bilgim var. Evrakları önden hazır etmiştim zaten. Öncelikle yeni işiniz hayırlı olsun, umarım uzun süre bizimle çalışmaya devam edersiniz Güneş hanım." "Güzel düşünceleriniz için teşekkür ederim, ben de sizin gibi uzun bir süre burada çalışmayı isterim." Masanın sağ çekmecesini çekerek içerisinden evrakları çıkartıp Güneş'in alması için öne uzatmıştı. "Buyurun istediğiniz evraklar burada. Gösterdiğim yerlere adınızı soyadınızı ve imzanızı atmanız gerekiyor. Bir de yaşadığınız evin adresini ve belirtilen bazı maddeleri dikkatle okuyup doldurursanız yeterli olacaktır. En kısa sürede işleme koyacağım." Dedi tebessümünü göstererek Veli bey. Bir kaç sayfadan oluşan kağıt yığınını eline aldığında, beyaz kağıdın üzerinde yazanları okumaya başlamıştı Güneş. Maddeleri okuyup sırayla boşlukları doldururken, beklenmedik anda kapı gürültüyle açılınca asistanlığını yapacağı Mirza bey belirdi kapının pervazında. Hazırladıysanız işlemleri Güneş gidelim mi artık toplantıya? Akşama kadar ilgilenmem gereken tonlarca işim var. Bekletilmekten katiyen hoşlanmam. Asistanım hangi konularda başarıymış görmek isterim. Başka türlü hepsine tek tek yetişemeyeceğim." Otoriterliğini her halükarda konuşturuyordu. Başta da belirttiği gibi yoğun çalışan birisiydi patronu. Mirza bey aklıma takılan bir sorum vardı? Her konuda emin olmak istediği için ayrıntıları kaçırma gibi lüksü yoktu. "Sorabilirsin Güneş, içinde kalmasın." Veli beyin odasından çıkmış, toplantı odasına ilerlemek için üçüncü ve son kez asansöre doğru hareketlenmişlerdi. "Doğru görmüşsün. Bahsettiğim maddeyi ben koymalarını istedim. Senden önceki asistanlarımdan memnun kalamadığım gibi çoktan teslim edilmesi gereken projelerimde aksaklıklar yaşadım. Erken konuşmak istemiyorum ama, yeterince zaman kaybetmişken tekrarında asistan değişikliğine katlanabileceğimi sanmıyorum. Kırmızı çizgilerimi aşmadığın sürece iyi anlaşacağımıza eminim." Güneş "öyle mi?" demek istercesine tek kaşını havalandırdı. "Kırmızı çizgileriniz derken nelerden bahsediyorsunuz mesela?" "Mesela; Aynı işlerin tekrardan yapılmasını, yaptırılmasını sevmem. Baştan düzgün yaparsan sonradan düzeltme ihtiyacı hissetmezsin. Zamanla diğer kuralları kolayca öğrenirsin merak etme." Çağrılan asansörün kabini bekledikleri katta dururken, üçü birlikte bindiklerinde Eylül ile Güneş yan yanaydılar. Saygıdan ötürü olsa gerek Mirzadan biraz geride duruyorlardı. Dikkatini çekmiş olacak ki Güneş'in dalgın halini soramadan edemedi. "Düşüncelisin! Aklımdan neler geçiyor, anlatmak ister misin yeni asistan?" "Bir günün içinde hayatımın değişeceğini düşününce yadırgadım galiba. Barda çalışırken onca insan kalabalığı olmasına rağmen hiç de yabancılık hissetmiyordum. Alışmıştım, sürekli beni dinlemeye gelenler olunca sorun yaşamıyordum. Şimdi ise her katta durmadan koşturan insanları gördekçe ve bunu her gün yaşayacağımı düşünmek tuhaf hissettirdi." "Yadırgamana gerek yok. Devamlı yanımda çalışacağın için diğer karlarla pek alakan olmayacaktır. Olsa bile yığınla insan varken elbet başka birisi yapacaktır. Onları düşünmek senin işin değil, senin asli görevin benim günlük raporlarımı sunmak ve diğer ufak tefek sorumluluklarına sadık kalmak..." "Eylül; Sekreter masasına ulaştıklarında yapılması gerekenlerle ilgili bütün bilgileri anlatıp, eline not defterini ve kalemini tutuşturduğunda gösterilen toplantı salonuna gitmesini söyledi. "Tekrardan yeni işin hayırlı olsun tatlım..." Eylül'e minnettarlığını sunup, toplantı salonundan içeriye girmişti. Oturması için yanındaki sandalyeyi işaret eden patronun istediğini şüphesiz yerine getirmişti. Hızlıca etrafa göz attığımda toplantı salonunun tavanın tam ortasında kenarları sarı ledlerle bezenmiş, ortası yine mat siyah tercih edilmiş asma tavan vardı. Tavandan sarkan iki adet içleri boş dikdörtgen çerçeveler yer alırken uç kısımlarındaki ışıklar toplantı masasını yeterince aydınlatıyordu. Yerlerde hali fileks ile döşeliydi. Patronun sandalyesinin arkasındaki duvarda uzun gövdeli köstekli bir saat yerini almıştı. Dikkatini çeken bir diğer husus da, danışman masanın bulunduğu yerde, toplantı salonunda ve holdingin birkaç yerinde de saatlerin olduğunu görmüştü. "Demek ki patronum dakik birisiyse, benim de dakik olmam şart!" İşittiği ayak sesleriyle sandalyesini hafiften geriye çevirdi. Takım elbiseli adamlar sırayla salonu doldurmaya başladıklarında, onların sözleşmedeki istekleri de göz önüne alınarak kanıya varmak istemeleri aşikardı. Arkada kalan adamlar da boş sandalyelerden birisini çektiklerinde herkes yerini almıştı. Güneş'in yapması gereken ise konuşulan bazı önemli hususları defterine not almasıydı. Öyle de yapmıştı. Patronu masanın başındaki sandalyesinde oturmuş, konuyla alakalı görüşlerini belirtiyordu. Havada uçuşan tartışma öğelerini cımbızla tek tek yakalarken, aksatmaksızın konuşulanlara yetişmek için var gücüyle önündeki defterinin sayfasını doldurmaya başlamıştı. Önemli gördüğü yerlerde iş adamalarının görüşlerini de not almaktan geri kalmıyordu. Eli hızlı olduğu kadar, yazısı da kusursuzluğunu konuşturuyordu. Tahmini kırk beş dakika kadar süren toplantıları sona erdiğinde adamlar sandalyelerinden kalkmıştı. Ayakta dikilen patronu, sırayla salonu boşaltan adamların elini sıkarak; "Geldiğiniz için teşekkürler, inşaat alanında görüşmek üzere..." Demesiyle çıkışa ilerlediler. Herkes işinin başına geçmiş, sakin geçen zaman diliminde yeni projelere hazırlık aşamasındaydı. İsim ve tarihlere göre ayrılmış klasörlerin içinden çıkardığı, kırmızı telli dosyadaki yarım bırakılmış evrakları sırasını bozmadan bilgisayara geçiriyordu. Patronun tahsis ettiklerini yazıcıdan çıkartıp, fotokopileri üst üste istiflediğinde ayrı bir dosyada biriktirmişti. Eylül ona ayrılan, patronun hemen yanındaki odayı verdiklerinde açık da olsa kapısını çalmadan rahatsız etmek istememişti. "Güneş! Ne durumdasın tatlım?" "Gelsene Eylül, kapıda kaldın." "Yok gelmeyeyim. Zorlandığın yer oldu mu hiç?" "Olmadı. Hatta dosyalamalarını yapıp yerlerine yerleştirdim." "Bitirmene sevindim. Eline sağlık. Mirza bey işini bitirince çıkabileceğini iletmemi istedi. Yarın sabah sekizde mesaimiz başlıyor. Akşam çıkış saatimiz normalde yedide, ama yoğunluktan uzayabiliyor. Çıkacaksan arkadaşları arayayım taksi çağırsınlar sana." "Yürüsem iyi olur. Eve gitmeden uğramam gereken yerler vardı. Ondan sonra yoldan taksi çevirir binerim." "Sen nasıl istersen tatlım. Yarın görüşürüz." "Görüşürüz. İyi akşamlar Eylül." Güneş holdingden ayrıldığında, kaldırımda sakince yürürken nöbetçi eczane arayışındaydı. Zamanında içine kapanıp, iştahı kesilince kullandığı bir ilaç vardı. Yorgunluk gideren takviye vitamin ilacını herkesin rahatlıkla kullanabileceği için Ezgi'nin de almasında sakınca görmüyordu. Yolda oyalanırken tabelasında nöbetçi eczane yazan dükkanın merdivenlerini çıkıp, istediği ilacı görevli adama sordu. "Hanımefendi dediğiniz marka elimizde bulunmuyor maalesef. Ama isterseniz önerebileceğim başka marka da var. İçerikleri hemen hemen aynı etkiyi verir." Adam ilacı poşetleyip parasını ödediğinde eczaneden çıkan Güneş, şansına hemen yanındaki açık markete uğrayarak akşam yapacağı yemeğin eksik malzemesini alarak oradan da ayrıldı. Topuklularla yürümek zor gelince beklemeden çevirdiği taksiye binerek evine ulaşabilmişti. Anahtarını çıkartıp açtığı kapıyla antreye girer girmez atağındakileri gelişi güzel portmantonun önüne savurdu. Ezgi'nin odasındaki komodinin üzerine ilaç poşetini bırakınca kızların severek yedikleri yemeği yapmaya başladı. Tenceredeki su kaynarken haşlayacağı spagetti paketini açarak hazır etti. Mantarlı kremalı beşamel sos için doğrama tahtasında mantarların önce üstündeki zarı bıçağın ucuyla soyarak, hızlıca doğramaya başladı. Yayvan tavaya döktüğü yağ kızarırken, doğranan mantarları da ilave edip pişmeye bıraktı. Buzdolabını açtı. Alt raftan sarı, kırmızı, yeşil kapya biberlerden birer tane alırken kremayı çıkardı. Sudan geçirdiği biberleri julyen doğrayarak pişen mantarların yanına attı. Kremanın yarsını kullanarak malzemelerin üzerinde gezdirdi güzelce. Tavayı ileri geri hareket ettirerek homojen halinde sotelenmesini sağlarken, lezzetleri birbirine geçmişti. Başka bir tavaya da tavuk göğsünü kızarmak için ayçiçek yağını bolca döktü. Bütün göğüsü kelebek şeklinde dilimleyip eşit parçalara ayırdığında kızaran yağa sıçratmadan dikkatlice yolladı. Metal maşayla kızaran tavuğun öteki yüzünü çevirip, altın sarısı olana dek kızarttı. Fazla yağını emsin diye tavukları kağıt havlu serilmiş tabağa çıkarttı. Spagettiyi kaynayan suya bırakırken, uyuyan Aslı'nın odasına girip yemeğin neredeyse hazır olduğunu haber edecekti. Geceleri çalıştığı için ancak gündüzleri uyuyarak enerjisini toplayabiliyordu Aslı. Yatağın ayak ucuna oturup Aslı'nın uyanması için ikna etmeliydi. Çünkü arkadaşı kolay kolay yatağından ayrılmayı sevmeyenlerdendi. "Aslı!" "Hıımm." "Bara gitmeden yeriştim gördün mi? Hem o çok sevdiğin yemekten de yaptım. Kalkmazsan sana kalmaz demedi deme. Aç kalırsan zırlamak yok baştan diyim." Yatağının içinde kıpırdanan Aslı gözlerini ovuşturarak ayılmaya çalışıyordu. Dibinde oturan arkadaşın yalan söylemediğini bilse de yüzüne bakındı durdu. Mutfaktan yayılan kokuları yakalayan burun delikleri genişlerken, havayı kokladığında söylenenlere haklıydı Güneş. Üzerinden örtüyü bir hışımla atan Aslı, ayaklarını yataktan sarkıtıp terliklerini giydi. "Elini yüzünü yıka mutfağa gel. Salataya bari yardım et. Avanak abdi gibi sallanma." "Kimse var mı? Ben geldim kızlar." "Buradayız Ezgi. Aslı hanımı ikna etmekle uğraşıyordum. Neyse ki koku almakta usta... İnandıramasaydım saatlerdir uğraştıracaktı. Makarnayı süzdüm mü yemek neredeyse hazır kızlar. Sadece salatayı yapmak kaldı." "Dışarıdan geldim. Ellerimi yıkayayım Aslı'yla hallederiz biz onu. De mi Aslı?" "Yaparız yaparız... Salata dediğin nedir ki?" "Bu kızın vurdum duymazlığı öldürecek bir gün beni." "Kafana tokadan başkasını takma Ezgi'cim. Güneş'im ne güzel en sevdiğimiz yemekten yapmış. Boşver gerisini." Aslı yeşillikleri ince ince doğrarken, Ezgi domates salatalığı kesip kaseye doldurdu. Yeşillikleri de kasedekilere ilave edip tuzunu, pul biberini, sumağını, ince kıyım maydanozunu da serpiştirip zeytin yağını da ekledi. Limonu ortadan ikiye bölüp salataya sıktığında kasedeki bütün malzemeyi İyice karıştırdı. Yeşil biber salatada sevilmeyince eklenilmemişti. "Durun durun bir saniye bekleyin kızlar. Aslı aklına gelen fikirle orta sehpanın üzerindeki telefonunu acelece kaparak kızların yanında belirdi. "Haydin toplaşıyoruz. Güzelimin yeni işini kutlayalım bu yemek vasıtasıyla. Hem fena mı olur? Anısı kalır. Baktıkça başarının seni nerelere getirdiğini hatırlarsın. " "Başımıza iş açma Aslı. Aklından neler geçiyor da pire gibi etrafta sıçrayıp duruyorsun?" "Ya çekinelim işte, ne zararım var sanki Ezgi? Lütfen lütfen lütfen çekinelim... İddia ediyorum harika olacak yemin ederim. Sadece on dakikanızı ayıracaksınız ya... İyi ki Aslı'yı dinledik diye teşekkür bile edeceksiniz." "Ezgi bilmiyor musun sanki. Kabul ettirene kadar çenesini silah niyetine kullanıyor. Çekeceği bir kaç fotoğraf... He deyiver olsun bitsin bir an önce." "İyi tamam. Elini çabuk tut ama. Aç karnım yemeğin adını duyunca iyice acıktı." Aslı'nın isteği üzerine kızlar bir araya gelince telefonun kamerasını açarak durmaksızın ard arda kameranın tuşuna bastı. "Güzelim tek iken poz verir misin." "Bıkkınlıkla gözlerini devirirken zoraki pozları verdi Güneş." "Bittiyse masaya geçelim, açıktım diyorum size." "Aslı bence de yeter. Suyunu çıkarma." "Aman ya... Size de ne yapsam yaranılmıyor." Aslı hazır olan salatayı masanın ortasına koyarken, Güneş süzdüğü makarnayı beş dakika daha harlı ateşte çevirerek mantarlı sosa bulayıp tabaklara servisini yapmıştı. Üzerine kaşıkla sosundan gezdirip tavuklarını ekledi. Suplalar da masada yerini alırken sandalyelerine geçen kızlar tabaklarındakileri bayılarak yemişlerdi. Hele ki Aslı'nın doymak bilmeyen hali ortamı neşelendirmişti. "Başka var mı Güneş?" "Var tabi, olmaz mı? Seviyorsunuz diye bolca yapmıştım." Aslı ikinci tabağını da silip süpürürken Ezgi'nin gözü sürekli Aslı'ya takılıyordu. "Anlamıyorum arkadaş!.. Kız tabak tabak yemek yiyor ama ne hikmetse kilo almıyor. Aynı evde yaşıyoruz, aynı gıdaları tüketiyoruz, aynı havayı soluyoruz... Eee burada yanlış olan ne? Bende mi bir rahatsızlık var?" "Hayır Ezgi. Rahatsız falan değilsin. Sadece Aslı'nın metabolizması bizimkine nazaran hızlı çalışıyor. Haliyle yediklerini çabucak yakıyor. Ayrıca gelirken sana ilaç almıştım. Odanda, komodinin üstünde. Günde bir tane alman yeterli. Vakti zamanında ben de kullanmıştım. Bununkinin adı değişik ama, içeriği hemen hemen aynı dedi eczacı. Rahatlıkla kullanabilirsin takviye vitamin ilacı. Yorgunluğunu da alır. Düzenli kullanırsan fayda edecektir." "Çok sağ ol Güneş'im. Ah bir de başkalarını düşüneceğine azıcık ta kendini düşünsen olmaz mı?" "Ben halimden memnunum kızlar dokunmayın bana... Yemeklerimizi yediğimize göre bana müsaade." "Günün nasıl geçti anlatmayacak mısın?" "Aslı inan ki anlatacak konuşacak halim kalmadı. Yarın veya başka gün anlatayım. Gidip yatağıma sokulmak istiyorum." Odasına çekilen Güneş yatağının hemen dibindeki komodinin çekmecesini aralayıp o çok sevdiği ajandalarından birisini çıkardı. Güzel yazısıyla satırları süslemeye başladı. Unutulmaya yüz tutmasına izin vermeyerek bugünün tarihini atmakla başladı başta. Yazmaya devam ettikçe her satırda yazdıkları ruhuna dokunurken duygularına hakim olamayıp ağladığında gözlerinin çevresi kırmızıya dönmüştü. Yanağından aşağı yuvarlanan damlalar süzülürken çenesine inerek örtüsüne damladılar. Ağladıkça kızaran gözünün çevresini elinin tersiyle silerek yaşları yüzünden def etmek istese de, ardından yenileri geliyordu. Satırın bitiminde son cümlelerini ezgince yazarak noktayla sonlandırmıştı. Ajandanın arasına ipini yerleştirip eski yerine kaldırdı. Günün yorgunluğuyla huzurlu bir uyku çekmeyi dileyerek, örtünün arasına girmişti. Güneş için yarın yeni bir gün, yeni bir deneyim olacaktı nelerle karşılaşacağını bilmeden. *Ehemmiyet= (Önem)
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD