Mirza ayaklandığında Güneş de onunla birlikte ayaklanarak yeni patronuyla kısa süreliğine yollarını ayırmışlardı. Aldığı güzel haberi mutlaka birisine anlatmalıydı. O kadar sevinmişti ki, içi içine sığmıyor, adeta yerinde sabit kalamıyordu. Elini semaya açmış, Rabbine duyduğu minnetle duasını etmeye başlamıştı.
"Allah'ım sen nelere kadirsin? Ben burada dert yanarken sen karşıma neler çıkartıyorsun? Binlerce kez şükürler olsun, duam kabul oldu. Bundan sonra sadece önüme bakacağım ve inşallah hayırlısı neyse hakkımda onu kabul kıl.
"Her şey üst üste gelip,
seni dayanamayacağın bir
noktaya getirdiğinde;
sakın vazgeçme!
İşte orası kaderin değişeceği noktadır." Demiş Mevlana. Çokta doğru söylemiş.
Mecburdu insan oğlu çalışmaya... Sonuçta gereğinden çok ihtiyaçları olacaktı. Çevresindekiler, arkadaşı, sevdiği veya en yakını kardeşi varken bağımsızca muhtaç olmamak uğruna kendini her halükarda hazırlayıp, çınar gibi kolay kolay yıkılamayacağını öğrenecekti. Yoksa yaşamaya değer hiçbir şeyin kalmazdı yanında. Kimsenin hayatı göründüğü kadarıyla basit değildi. Herkesin hikâyesinin gizli bir tarafı vardı mutlaka. Onların su yüzeyine çıkması da bir vesileye bakardı.
"Gördün mü Güneş? Gün bitmeden neler doğarmış. Büyüklerin sözlerini şimdi şimdi anlarken hak vermeden edemeyeceğim. Ümidini yitirmediğin sürece ufak da olsa bir yerde filizlenmeyi bekleyen umut tohumun yeşermeye başlıyor. Ve sen yeniden ayaklanıp dirayetli olman konusunda bilgeliğini tazelemeye başlıyorsun..."
"Kendine inanıp yoluna devam etmesini bilen her şeyi başarabilendir...
Dünya hayatı, bi sınavdan ibarettir...
Ve yaşamakta, sabır işidir..." diyen annesinin sözleri geldiğinde aklına...
Yeni hayatında yepyeni başlangıçların kendisini beklediğini biliyordu bilmesine de, sonuçlarına katlanabilecek miydi?..
~?~?~?~?~?~?~?~?~
2 Saat Önce:
Mesaisi dolmasına rağmen epeyce geç saatlere kadar patronun isteklerini yerine getirmekle meşguldü. Bir aylık deneme sürecinin henüz 13. gününün son gecesini bitirmek üzereydi. Pes etmez de kuşkularını yenebilirse eğer, üzerine yapışan telaşeden kurtulduğunda ivedilik unvanını hak edebilecekti. Şimdiden ağır gelmeye başlamıştı çalışma süreci. Emeğine karşılık hakkını layıkıyla almaya çalışmasına rağmen, alışık olmayan biri için yüksek tempodaki koşuşturmanın içerisinde çabuk yıpranıyordu. Kırılma noktasının zirvesinde gezinirken, dayanabildiği kadar ayakta kalabilirse çetin zorluğu atlatabileceğinin fikrini yer edinmiş gibiydi.
Hem korkuyor hem de korkusunun üzerine giderek cesaretlendiriyordu kendini. Başarabileceğinin izlenimini vermenin, gururunu gözler önüne sermek istediği apaçık ortadaydı. Buzlarla dolu havuza cesurca atlayan gözü kara birisi olduğunu patronuna kanıtlamanın derdindeydi en çok da. Hevesliydi çalışma konusunda, ufak tefek aksaklıklardan ötürü tökezlese de geri adım atmayacağını göstermenin derdindeydi. Elbet patronu denilen adamın sinir yüklü gelgitlerine katlanabilirse, bu dediği ağır hareket etmesi yüzünden yakın zamanda gerçekleşir miydi bilinmezdi. İmkânsız gözükmüyordu, ama kesin gözle de bakılacağının garantisini de vermiyordu izlenimleri. Daha çok salaş, hantal görünümüyle istenileni şipşak yerine getirememesi nedeniyle kuşkulu çalışan durumuna düşüyordu çok çoğun.
Siyah döner sandalyesine kurulmuş, geniş masasının üzerine saçılmış kağıtlarla boğuşurken patronu, tamamıyla kapatmadığı yarı açık vaziyetteki laptopu da masanın öteki ucunda kendine yer bulmuştu. Dirseklerini masaya dayarken öne kırdığı beliyle evrakları incelemekle meşguldü. Yarıya kadar azalmış kahve fincanına uzandığında, tabağından ayırıp dudaklarına götürüp yudumlamak için eğdiğinde kolaylıkla sıvının akmasını sağladı. Aldığı taddan memnun kalmayıp yüzünü buruştururken iğrenerek fincanı sertçe tabağıyla buluşturdu.
Diline temas eden soğuk kahvenin verdiği hisle, ağzının tadının bozulduğu kesindi.
Yoğun çalışmaktan başına ağrılar saplanırken aciliyetten öncelik tanıdığı, önem arz eden projenin sabaha hazır olması gerekiyordu. Ara vermeksizin hem projenin çizimleriyle uğraşıyor, hem de gerekli evrakları hazırlayarak aksilik çıkmamasının önüne geçmek istiyordu.
Eve gidip yolda vakit harcamaktansa, aynı katta bulunan, sadece kendisinin kullandığı odada kalmayı tercih ediyordu. Günlerdir uykusuzluktan doğru dürüst uyuyamayınca holdingdeki odasında kalmak kolayına kaçıyordu. "Nasıl olsa her sabah aynı yere arabayla gidip geliyorum, ne diye kendimi yorayım" fikriyle burada yatıp kalkmak mantıklı geliyordu. Yedek kıyafetleri odasındaki dolabında diziliyken, ihtiyacı olan çoğu şey fazlasıyla mevcuttu. Oturduğu yerden kalkmadan bir kez daha seslendi asistanına.
"Işıl! Ah aptal kız ah! Söyleye söyleye dilimde tüy bitti!.. Bir sen anlayamadın. Ne zaman ihtiyacım olsa ortadan kayboluyorsun. İşini yapmayacaksan ne diye oyalarsın ki beni?"
Tahammülü kalmamıştı, sabırsızca döner sandalyesinden kalkıp kapıya vardığında seslenmek yerine adeta kükreyerek koridoru sesiyle inletmişti. Uzun vadeli çalışanları bunun gibi durumlarda sakinliklerini korurken bir nevi bağışıklık kazanmış gibiydiler. Asansörü kullanan, merdivenden inip çıkan, bir yerden başka yere yığınla dosya taşıyan, fotokopi makinasıyla uğraşanların tepkisi bile değişmezken, normal günlerden birisini yaşıyorlarmışcasına sesin kaynağına bakmalarıyla tepkisiz kalırken, işlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı.
Saçlarından az daha açık tondaki kızıla çalan sakallarını karşırken, kaanı arabasını andıran kızın hareketlerini gördükçe hasta oluyordu. Bazenleri kendi kendine; "Nerden de kabul ettiysem... İşime yarar derken aksini yaşayacağımı bilseydim kabul eder miydim başvurusunu? Adım atmayı bilmedik haliyle nasıl koşturacaksa hızıma?.." Diyen serzenişlerini sıralarken nihayet asistanı yaşadığına dair belirtileri göstermişti. Tam da aralıksız aldıkları tekliflerle verimli işlere imza atacaklarken, gün geçtikçe teslimat yapacakları günün gerisinde kalıyorlardı. Oyalanmayı sevmezken üstüne uyuşuk asistanı da tuz biber ekiyordu. Bu da sakinliğinden *¹istifade sinirli birine dönüştürüyordu. Onun yerinde kim olsa sabır taşına *²istinaden ortadan ikiye bölünmüş, çoktan kapıyı göstermişti.
"Işıl diyorum, duymuyor musun?"
Soluk soluğa merdivenleri tırmanan genç kız, nefesini düzene sokmak için dizlerinin üzerine eğilerek soluklanmak isterken, patronun sinir yüklü sesi fırsat kalmadan kulağına çarpıyordu. Son basamağı da tırmandığında sekreter masasının yanından geçerken Eylül kızın yüzünü görünce hayrete kapıldı.
"Işıl, iyi misin tatlım? Yüzün kirece dönmüş. İstersen ara ver diyeceğim ama biliyorsun bu aralar fazla yoğunuz ya..."
"Yetişemiyorum abla, ne yapsam olmuyor. Bundan önceki iş yerimde bu kadar yoğun tempoda çalışmamıştım. Onu da anlıyorum, yetişmesi gereken projeler var ve inan ki bir dediğini iki etmemeye çalıştıkça üstüme üstüme geliyor. Alışık değilim buncasına. Canıma okuyor resmen. Yemin ederim takatim kalmadı. Fazlasına dayanabilir miyim?..
İşte o kısmı düşündüğümden de karışık gözüküyor."
Kapıya dikilmiş kızgın gözlerle onu izleyen patronunu görünce adımlarını olduğunca hızlandırarak oyalanmadan yanına varabilmişti. Henüz nefesini yeterince düzene sokamazken, bakışlarını sinir yüklü gözlerden kaçırmayı başarabildiğinde patronunun yüzünden başka her yere gezdirdi gözlerini. Duyacağı hakaret yüklü sözlerden kendini kötü hissetmeye hazırlarken duyduklarıyla umduğu kadar kötüsü olmamıştı. Uyarı dolu bakışlar giderek dinginleşirken kuşkusu azalsa da yiyeceği azardan kurtulamamıştı.
"Işıl senden istediğim dosya nerede kızım? Kaç kere tembihlemem gerekiyor? Sana seslendiğimde yerinde neden bulamıyorum seni?"
Ne diyeceğini kestiremezken boğazında biriken tükürüğünü yutarak toparlanabildiğinde ağzını açıp zoraki de olsa ifade edebilmişti nihayet kendini.
"İstediğiniz dosyayı bulamayınca arşive inmiştim. Sırayla hepsini kontrol ettim ama bulamadım malesef..."
"Aferin sana, boşuna inmişsin arşive... Aradığın dosya odamdaki diğer dosyaların arasından çıktı. Dün kendi elinle koyduğun dosyanın yerini unutacak kadar aklın neredeydi senin? Böyle devam edeceksen anlaşamayacak gibiyiz seninle. Hareketlerini takip ettiğimde yavaş çekimdeymişsin gibi gözüküyor ve bir nevi hızlanmam gerekirken zamanımdan çalıyorsun. Fişek kadar atik, çita kadar da hızlı hareket kabiliyetinde olman gerekiyor. Aksi takdirde aldığımız teklifleri gününde teslim edemeden iflasa girebiliriz. Umarım anlatmak istediğimi net anlayabilmişsindir."
Yaptığı hatadan ötürü başını aşağı yukarı sallarken, utana sıkıla kaldıramadığı başını yere eğerken gelecek emirleri can kulağıyla dinliyordu. Bakışları sürekli ayakkabısında takılı kalırken, parmaklarını birbirine kenetlemiş karnının üzerinde sabitlemişti.
"Dikilmeye devam edeceğine gidip sert bir kahve yap da, sabaha projeyi bitirmiş olayım. Ayık kalamazsam elimdekilerin hiç bir önemi kalmaz, hepsi telef olurken çöpe atmak durumunda kalırız. Saatlerce uykusuz kalmamla çabalarım boşa giderken, sinirden önüme gelene çatmamı istemiyorsanız dediğimi hemen yerine getirmelisin. Aksi takdirde çekilmez birine dönüşebiliyorum."
İkazını bitirdiğinde arkasını dönüp odasına girerek sandalyesine tekrardan yerleşti. Rulo halinde dürülmüş, yarıdan fazlasının tamamlanmayı bekleyen proje çizimini bitirebilmek için etrafındaki dağılmış evrakları gelişi güzel toplayıp kalın kapaklı mavi dosyanın içine tıkıştırırken, diğerlerini üst üste yığarak önündekileri uzaklaştırdığında kendine alan açmıştı. Sıra tam projenin tamamlanması için harekete geçecekken yavaşlamak zorunda kaldı. Sürekli meşgul edilmesi, araya birilerinin girip imza istemesi... Konu hakkında fikir danışmak isteyenler derken bir şeylerin inadına yapılıyormuşçasına duraklamasına sebebiyet sağlaması, her defasında geçen saniyeler aleyhine işliyordu.
"Ya sabır" çekerek yanaklarını şişirip ağzına dolan havayı geri bıraksa da, sakinliğini korumasına katkı sağlamıyordu. Zonklayan başını koltuğunun başlığına yaslarken parmak uçlarıyla şakaklarına baskı uygulayarak ağrının bir an önce geçmesini diledi. Sert bir kahve hiç de fena olmazdı. Geçmeyeceğe benzeyen ağrının varlığını bir nebze de olsa, dindirebileceğini varsayarak medet ummuştu.
Mutfağa girip ocağın başında kahvenin pişmesini beklerken ayakta uyuduğunun bilincinde değildi Işıl. Gözleri kapanmak için adeta yalvarırken, yavaştan kayarak bir anlığına yatağında mışıl mışıl uyuyor hayal etmişti. Nasıl da çok isterdi yatağına kavuşmak, arasına girip huzurla uykuya dalmak... Ne yazık ki bu hayali baya uzak kalıyordu düşlerinden. Ocağın etrafına taşan kahvenin cızırtılı sesiyle irkilerek ayıkmayı başarabilmişti nihayet. Cezveyi ateşten almayı istese de, ısınan cezvenin kulpunu tutamayınca t-shirt'ünün ucuyla kavrayarak piştiğini sandığı kahveyi dalgınlıkla fincana ilave edivermişti. Taşan kahvenin köpüğü de kaçınca görüntüsü de tuhaf gözüküyordu.
Onu bile ayırt edemeyecek kadar yorgunluktan güçsüzleşmişken, aldırış etmeden fincanı tepsiye yerleştirip patronun odasına ilerledi. Kapıyı çalmadan dalınca içeriye, bir anlığına boş bulunan patronun çatmaktan birbirine değecek hale gelmiş kaşları, ne demek istediğini açıkça göstermişti. Uyarılmasına rağmen kapı çalma adetinden bin habermiş gibi davranıyordu. Bazen Mirza bunu kasıtlı olarak yaptığını düşünse de, önceki çalıştığı yerde serbest hareket etmesinden ötürü kaynaklandığını tahmin ediyordu. Suçun kızda değil de, yanlış eğitim veren veya verenlerden kaynaklandığını anlayabilmek için teyit ettirmesine gerek yoktu. Doğru düzgün verilmeyen eğitimler sonucunda istenilmeyen sorunlar avuç kadar kar topuyken, zamanla çığ kütlesine dönüşebiliyordu. Bu gibi sorunlarla kim olsa baş etmekle uğraşarak vakit kaybı yaşamak istemezdi.
Sabırsızca yapacaklarını izlerken asistanın getirdiği tepsideki kahve zelzele misali sallanırken, fincandan taştı taşacaktı. Müdahale etmezse bütün kahve masanın üstüne saçılırsa şayet, günlerdir gecesini gündüzüne kattığı çalışmaları zarar görmesiyle başa dönmesini sağlayabilirdi. Bedenini sandalyesinden ayırıp ileriye uzanırken Işıl'ın elindeki tepsideki kahvesini alarak olacakların önüne geçebilmişti. Yorgunluktan ayakta dikilmeye mecali kalmayan kızım hali hal değildi. Dokunsa ağlayacak, üflese yaprak misali savrulacak durumdaydı. Göründüğü üzere beti benzi akmış, gözleri bayık bakmaya başlamıştı. Çalışacak durumdan ziyade, ortalarda gezinen casper'ın hayaletine dönmüştü yüzü.
Mirza bir kızın yüzüne bakıp, bir de çamura benzeyen kahvenin görünümüne çevirdi bakışlarını. Zaten ayık kalmasını sağlayan sadece kahveyken, beklediği görüntüden rahatsız olunca küplere binerek sataşmıştı karşısında ürkekçe dikilen kıza. Niyeti ne kadar kötü olmasa da gerçekten çileden çıkacak raddeye getiriyorlardı. Beklentisini karşılamayınca sinirlenmesinden kaynaklı istemsizce çıkmıştı ağzından sözler.
"Kahve yap getir demiştim, sulandırıp önüme koymanı değil. Bu mu senin kahve yapma anlayışın? Kahve diye çamurdan bozma bulamaçla nasıl ayık kalabilirim sence?"
Duyduğu kaba ithamlarla Işıl'ın göz pınarları yaş ile dolmaya başlayınca, ağzının içinde dolandırdığı dilini konuşma yedisinde kullanamaz duruma getirmişti. Ağzını açsa da ne diyeceğini, kendini nasıl ifade edeceğini kestiremez haldeyken, olduğu yerde dona kalmıştı. Konuşursa ağlayacağını bildiğinden, kendini sıktığı o kadar belli olmasına rağmen taviz vermiyordu. İki lafı bir araya getiremezken, titreyen bedeniyle elinde kalan tepsinin varlığını unutup gitmişti çoktan. Parmaklarının arasından kayarak yere düşen tepsi, zeminle çarpınca metalin ince tiz sesi anında odayı kaplamıştı. "Yer yarılsa da içinde kaybolsam" dese de iş işten geçmişti bir kere. Asıl bundan sonraki atağı kestirmek zor gelmezken, istese de fare deliği kadar kaçacak yeri kalmamıştı. Katlanabilecek miydi sonu gelmez bezdiren hallerine? Sırf maaşı güzel diye de ağır şartlarda çalışmanın verdiği ruhsal yorgunluk, beden yorgunluğundan kat be kat daha ağır basıyordu. Seçimlerinin arasında kaba patronundan kaçıp kurtulmak varsa şayet, yapabileceği tek şey ayan beyan ortadaydı.
Dişlerini sıktığı her halinden anlaşılır kılıyordu. Sıkıca yumduğu gözleri sabrının son demlerini işaret ediyordu. Şakalarına bastırdığı parmakları gevşerken, geriye ittiği sandalyesini masaya yaklaştırdığında araladığı gözlerinden parıltılar belirgince göstermişti kendini. Bu parıltılar hiç de hayra alamet gözükmediği kadar, ürkütücü görünüyordu temas kurduğu kişilere. İster istemez insanın geri durmasını teşviklendirirken, tercihen Işıl'ın aldığı karar mantıklıydı. Kim olsa gördüğü o ürkünç gözlerden kaçmak isterdi. Işıl da aynen düşünüleni yapmıştı. Bir kaç adım gerilerken yere düşen tepsiyi alma bahanesiyle göz temasını kısıtlayarak iletişimini kestiğinde, akıllılık ettiğine bir kez daha şükretti. Bakmaya devam etseydi eğer, kesin kes korkudan oracıkta bayılması an meselesiydi. Zaten cansız mankenlere dönmüşken üstüne bayılma sorunu yaşamayı hiç istemezdi.
Anlık aldığı bir karardı o gün. Hür iradesiyle geceleri de çalışmak istediği belirtince patronuna, pişman olacağını hesaba katamamıştı. Mirza istekli asistanından pek de umut bağlamasa da "canıma minnet" dermişçesine memnuniyetini belirtirken, "istiyorsan kalabilirsin" diyerek fazla çalışanın onu sıkıntıya sokmayacağı düşüncesi cazip gelmişti başlarda. Günler ilerledikçe bezginlik tadı vermeye devam etmesiyle pişman olmuştu izin verdiğine. Nereden bilebilirdi ki gidişatın kötüye varabileceğini? Kötü amaçlı sorgulamasa da, bazı günler delirecek raddeye geldiğinde zoraki frenlemek istese de, elinde olmadan tarumar ettiği de görülmüştü. Asistanın yaptığı hatalarından ötürü özür dilemelerin ardı arkası kesişmezken "keş şunu" demesiyle istem dışı bağırması, zaman zaman asistanını yerinde hoplatmıştı. Defalarca saçmalıklarını sineye çekmek istedikçe, aykırı davranışlarından ziyade sıklaştırmıştı yapması gerekenleri. Sakinleyebildiğinde adam akıllı düşünüp, çözüm odaklı fikirler yürüttü.
"Her insan aynı kaidede olacak diye bir kural yok. O öyleymiş, bu böyleymiş diyerek yargılamak kimseye düşmez. Konu ne olursa olsun eleştiri yapmakta özgürsek, başkalarının kararlarına saygı duyarak hemen yargıya varmamak gerek.
Madem niyetliyse çalışmaya, benim açımdan da kolaylık sağlayabilir projelerin erken bitiminde yardım eder demekle erken davrandım. Nasıl olsa diğerleri aksilik çıkarsa müdahale ederler. O açıdan kafam rahat edecek sanmıştım. Asistanımdan memnun kalırsam ne ala devam ederiz, kalmazsam da uygun bir dille gerekeni açıklarım. Yardım etsin diye aldım güya işe. O mu bana yardımcı oluyor, ben mi onu eğitmek için yönlendirmek durumunda kalıyorum sürekli orası meçhul. Belki kızın paraya ihtiyacı vardır, bir de o taraftan bak Mirza... Aksini düşünme hemen, kaldı şunun şurasında bir kaç saat... Sonrasında gidecek evine ve sende dinlenmeye çekileceksin. Yeterince şartlarını yerine getirmemeye başladığında, seni yorduğuna kanaat getirirsen, kızmadan etmeden usulünce işten ayrılmasını söylersin olur biter.
Tamam konu işe gelince sinirli-ürkütücü birisi gibi gözüksem de, icabında yumuşak yüzümü de gösterdiğim zamanlar olmuştur. Gidecekse de benim zorlamamla değil, kendi isteğiyle gitmeliydi. Aksi takdirde yanımdan ayrılıp yeni işini bulduğunda sorun yaşasın istemem. Ben memnun kalamasam da kendisinden, başkaları belki geleceğine ışık tutabilir." Düşüncesiyle aksinin yaşanmamasına karşıt, destek vererek doğru insanlarla geleceğine kapı açarak umudunu yitirmemesini istiyordu. İnsan isterse iradesine karşı dayanak sağladığında önüne set kurulan engelleri de aşabilirdi. Yeter ki istesindi.
Güçlü duruşunu sürdürmeyi başaran kişiler, kolay kolay yıkılmazken, sert kabuklarını kırabildiklerinde ise işte gerçek hamlelerini sergilemekten geri çekinmezlerdi. Kafasına yatan, ziyadesiyle işinin ehli, planını programını eksiksiz noksansız yerine getiren birisini bulamaksa imkansızlıklarla boğuşmakla eş değerdi.
Başkalarını kendisiyle bir tutamazken, gün geçtikçe sınandığını varsayıyordu. Kendisinin de sayısını unuttuğu, asistanlarının biri giderken bir başkası yerini doldursa da, tamamıyla istediği performansı şimdiye kadar hiç birinde yakalayamamıştı. Dört dörtlük performans da beklemiyordu. İstediği sadece ona ayak uydurabilecek, kayıtsızca güvenebileceği birisinin işine sıkı sıkıya sarılması tatmin ederken, gözü arkada kalmayacaktı. Aradığı kriterlere uygun kişiyi bulmak ise, koca denizde inci tanesi arayışına çıkmaya benziyordu.
Mirza hiçbir zaman düşüncesiz, geri kafalı bir adam olmamıştı normal düzeyde seyreden hayatında. Aksine tanınmış kişiliğiyle çevresinden övgülerle karşılanan saygın birisiydi.
Sadece mevzu bahis iş olunca kaba tavrını takınarak çalışanlarının şımarıp, işlerinden kaytarmalarını istemiyordu. Aşırı baskıcı yanını kullanmak istemese de bazı zamanlarda topuzun ayarını kaçırmak gerekiyordu. Rakiplerine fark atmak istiyorsa, kuşkusuzca keskin kararlar alarak arayı açmalı, başarısının getirdiği güç ile gözlerini korkutmalıydı. Aksi takdirde akbaba edasıyla başına üşüşen leş yiyicilerden kurtulması imkansızdı.
Öğüt verircesine kararlı çıkan ses tonunun baskısını yükselterek konuşmasını sürdürdü asistanına hitaben.
"Ayağa kalk Işıl! İnsan yemiyorum sonuçta, nereye kadar yerde oyalanmayı planlıyorsun? Yoğun geçen günün getirisiyle streslenip, etraftakilerin korkutucu canavar gözüyle baktıklarının farkımdayım. Kalk ve işinin başına geç hemen!"
Kapıdan tarafa konumlanmış, masanın üstüne yığınla istiflediği, kapağından dışarı taşmış dosyaları gözleriyle işaret etse de, asistanının pek de anladığını sanmıyordu.
Boğazını temizleyip konuşacakken ses tonu kızgınlıktan çok, arkadaşça sohbet eder gibi orta düzeyde seyretmeye başlamıştı.
Kızın donuk bakan hallerinden herhangi bir hareketlilik görmeyince, sandalyesini yana kaydırarak gelişigüzel evraklarla dosyaları alıp Işıl'ın kucağına yığdı.
"En kısa sürede önce bilgisayara geçirilecek, peşi sıra da tarihlerine dikkat edilerek düzgünce sıraya sokulmalarını istiyorum. Ha bu arada kahveyi önümden alsan iyi edersin. Yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişken teknik çiziminin bitmesine azıcık kala planı bertaraf etmene müsaide edemem. Proje kağıdının üzerine kahve döküldüğünü düşünmek bile çileden çıkartırken, gerçeğine neler olacağını düşünmek dahi istemezsin. Sadece benim için söylemiyorum, holdingimiz açısından da büyük katkı sağlayacak antlaşmayı fest edemem. Sakarlığın denirse gözle görülür biçimde ortalarda kol geziyor. Kritik saatler içerisindeyken risk alamam. Ben çağırana kadar da odama gelme, kimseyi de alma. Bu gece bu proje ya bitecek, ya bitecek. Yoksa gözüme uyku girmeyecek."
Işıl kurmalı oyuncakları andırırken başıyla onaylamıştı denilenleri. Kucağındaki dağı andıran yığınların arasından kolunun birini kurtarabildiğinde, önce metal tepsiyi en üste koyarken uzatılan fincanı da alarak dikkatlice tepsiye yerleştirdi. Kapıya ulaştığında boştaki eliyle kulpu indirerek araladığı kapıdan çıkıp gitmişti. Mirza "nihayet gitti" derken, yalnız kalmanın mutluluğuyla arkasına yaslanıp, sorunsuzca içinin rahatlamasına seviniyordu. Bedenini de esneterek üstündeki gerginliği alabildiğinde huşu içinde çalışmasına devam edebilmişti.
Işıl patronun odasından dışarı çıktığında ilk hedefi mutfağa girmek oldu. Tepsiyi devirmeden tezgâhla buluşturduğunda "kolumdaki ağırlıklardan kurtulur kurtulmaz seni ve cezveyi yıkamak için geri geleceğim" fikrini öne sürerken, adımlarını kendi odasına çevirdi. Küçük masasını işkal altına alacak olan dosyalara külçe parçası muamelesi yaparak hepsini birden hunharca bırakıvermişti bilgisayarın yanına. "Son iş günü, son görevler" çağrışımında bulunarak zihnini tazeledi. Gerisin geri girdiği mutfakta yıkadığı fincanı kapaklı dolaba kaldırmış, cezveyi de tezgahın duvarındaki askılığına asmıştı.
Dili damağı kururken, su doldurduğu bardağı dudaklarına yaklaştırıp tatsız düşüncelerle yüzü düşer gibi olsa da mutsuz görünmüyordu.
Başvuru yaptığı günü hatırladığında bastıramadığı heyecanıyla, nasıl afalladığını gözünün önüne getirdiğinde dudaklarının kenarları belli belirsiz yukarı kıvrılmıştı.
Metini çoğu kez etrafındakilerden duysa da, yaşadıkça görmüştü zorluklarını . Her insanın harcı değildi. Dışarıdan kolay görünse de, tahmininden de ağır geldiğine kanaat getirince bazı aşamalar boyunu da geçiyordu. Bilmediği onca şeyi bizzat burada birebir yaşayıp öğrenmişti. Hayatına katkı sağladığı da bir gerçekti.
Herkesin belirli bir yere kadar kaldırabildiği güçle devam ettirebilmesi hayranlık kazandırıyordu bazılarına. İmrenerek bakıp da geride durmayı tercih edenlerin sayısı az değildi. Şu an burada çalıştığı yer kadar başka kurumların ağır baskıcı kurallara sahip olacağını düşünmüyordu. Yine de üzülmeden edememişti. Belki başka bir zaman diliminde, başka şartlarda karşılaşacaklardı. Hayat bu, insanın karşısına neyi, ne zaman çıkaracağı bilinmezliklerle saklıydı.
Mirza geçmeyen baş ağrısını dindirmenin derdindeyken, yalnız kalmanın keyfini kısacık da olsa yaşamak istiyordu. Omurgasını geriye esnettiğinde sandalyesi de beraberinde aynı formu almıştı. Mesleğini seviyordu. Dokunuşlarıyla, yeni fikirleri ve araya serpiştirdiği kendine has tarzıyla, inşasına ön ayak olduğu yapıtların eşsiz görünümleriyle memnuniyetini bir kez daha dile getirirken, yüzünde genişleyen sevinci yavaşça kaybolmaya yüz tutmuştu.
"Eh be Mirza! Peşi sıra gelen teklifleri kabul edersen olacağı buydu. Yardım etsin diye yanına aldığım kızdan da fayda göremedin.Ha bugün, ha yarın o da giderse ne yapacaksın? Kaldın mı ortada dımdızlak? Eylül desen ilgilenmesi gereken hanesi var. Boş kalamıyor haliyle kız.
Söz de verdim babama üstelik. Sağ salim buncasının altından kalkabilirsem, dediğine göre holdingi tamamıyla bana teslim edeceğini söylediğinde vakit kaybetmeksizin arayışa başlamıştım. Yalnızken kafam dingin ve çalışırken verimli oluyordum. Eksikliklerimi tamamlayacak ikinci kişinin varlığıyla artı olanak sağlayıp, projelerimin tamamlanmasıyla zevkten dört köşe olduğumda yüzümü koca bir gülümseme kaplıyordu. Verimli giden günlere tezat, sıkça değiştirdim asistanlarımın hiç birinden referansın yeterli gelmediğini, beklediğimin çok çok altında kaldığını görmüştüm. Kimisi koyduğum şartlardan ötürü yapamayacaklarını düşündüklerinden midir nedir, öcü görmüşler gibi arkalarına bakmadan kaçtılar. Onlar kendilerine güvenemeyecek kadar korkarlarsa ben ne yapabilirim? Özgüveni olmayan birini neden yanımda isteyeyim? Haksız mıyım yani?"
İş bulabilmek için canhıraş arayışa gecen çalışanların sanki soyu kurumuş da elde kala kala sadece Işıl kalmıştı. Onca başvurunun arasından teker teker incelemiş, yabancı dil bildiğinden tutun da deneyimi olup olmadığına kadar sorgulamıştı her birini. Elediklerinin çoğu çalışma şartlarına uymayınca, Işıl'ın kriterlerini doğrulasa da şüpheliydi bir yanı. Yapabileceklerini kanıtlaması için belirli bir süre tanıdığında, ithamlarına rağmen bocalamasını yaşının getirisi olan tecrübesizliğe bağlıyordu. Azmine hayrandı bir yandan da... Kaç kişinin arasından çıkıp gelmiş, şansını denemek istemişti. Sayısız kere takıldığı noktalara istinaden mangal yürekliliğiyle tam not alamasa da yıldızı kapmıştı.
Kendisine verilen emirleri titizlikle yerine getirdiğini sanan Işıl, görevlerini tamamladığını var sayarak bitmesinin verdiği rahatlamayla koltuğuna geçerek üstündeki yorgunluğu atmak için gözlerini kapatmış, aldığı kararla tamamıyla emin olmuştu. Kısa süreliğine de olsa toplayabildiği kadar bilgi toplamıştı kendince. Koltuğa yaydığı bedenini dikleştirerek toparlandığında, masasının üst gözündeki çekmeceyi çekerek boş a4 kağıdından birini aldı. Bölmeli kalemlikten tükenmez kalemi kavradığında aklındakileri unutmamak için hızlıca kağıda dökmüştü zihnindekileri. Süresinin dolduğuna kanaat getirerek sandalyesinden kalkıp adımlarını rotasını bildiği yöne çevirdi. O kısacık mesafe içerisinde ilerlemeye devam ederken birden geri dönme gereksinimi duyarak odasının kapısına varmıştı. İçeri girip girmemekle kayıtsız kalırken, yönünü yeniden patronunun odasına çevirmişti bu sefer de. Başını hızlıca sağa sola sallayarak tekrardan odasına dönmeyi istemişti. Bir türlü adımlarını kargaşalıkla doğru dürüst yönlendiremezken ikilemde kalmıştı. Sahi kaçıncı kez yarı yoldan dönmüştü? Her defasında patronun odasına varamadan kendi odasına dönüp durmuştu. Seçiminde karar kılamamasıyla arafta kalması baş döndürücü hal almıştı. Neyse ki etrafında onu gören kimselerin olmaması rezilliğini örtbas etmişti.
Elindeki kağıt parçasını verip vermemek arasında kararsız kalırken, sonunda fikrinden caymayıp kapı kulpunu sessizce indirmiş, çekinerek de olsa başını içeriye uzatabilmişti.
"Müsaadeniz var ise sizinle konuşmak istediğim önemli bir konu vardı da!"
Mirza elindekileri bitirebilmek için durmaksızın devam ettiği proje kağıdının üzerine işaret kalemini bırakarak dikkatini Işıl'ın üstünde topladı. "Sanırım kaçınılmaz ana geldik." Diyerekten ciddiyetini takınarak buyur etti asistanını içeri.
"Geç otur, çekinmeden anlat derdini. Çalışanlarımın sorunlarını dinlemek benim şahsi görevim. Bunu en başından beri bilmelisin."
Işıl patronunun karşısına denk gelen geniş koltuğa oturmak için bakınsa da onun yerine masaya yaklaşarak cam sehpanın ilerisine gidemedi. Dakikalar öncesinde kafasında tarttığı cümleler uçup giderken sessizliğini korudu bir müddet. İkiye katlanmış kağıdı masaya bırakıp nazikçe patronun önüne itekledi. Işıl'ın tepkisine bakmak isterken gözlerinin beyazının kızardığını görmüştü Mirza. Gideceği için üzgün olduğundan ağlamıştır büyük ihtimal dedi kendi kendine. Parmakları kağıda uzandığında katını açarak sayfanın yarısını dolduran satırları hızlıca okudu. Kızın kızarmış gözlerini kendilerininkine dikmeyi başardığında boğazını temizlemek istercesine hırıltılar çıkardı. Oturması adına kıza eliyle işaret yapsa da oturma taraftarı değildi Işıl. Ayakta dikilmeye devam ederken hakimin vereceği kararı bekleyen sanık rolüne bürünmüştü o dakikalarda.
"Peki maden oturmayacaksın sen bilirsin yine de. Verdiğin karardan emin misin? İyice düşünseydin. Sonradan pişman olma diye diyorum."
"Ben kararımdan gayet eminim Mirza bey. Günlerdir düşünmeme rağmen en doğrusunun bu olduğuna kararlıyım. Sizi başkalarına karşı mahcup duruma düşürdüysem özür dilerim. Gösterdiğiniz tepkilerden anladığım kadarıyla performansı yüksek, tuttuğunu kapatan birisini ararken ne yazık ki ben henüz çaylak sayılırım. Artı yönlerimden çok ekşi yönlerimin olduğuna eminim. Ve siz de bunların farkında olduğunuz halde yardımınızı esirgemediniz. Görünen o ki ayrılma vaktim bugünmüş, gönül isterdi ki size layık bir çalışan olayım ama ne yazık ki elimden gelenler bu kadar. Şu ana dek patronum olmanız dışında katı kurallarınızı görmezden gelsem de mesai saatleri içinde izin verdiniz ya da nasıl anladınız bilmiyorum ama paraya sıkıştığında çok büyük bir yükten kurtardınız beni. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. Hakkınızı helal edin lütfen. Bilmediğin onca şeyi siz öğrettiniz bana, üstümde emeğiniz çok. Ne yazık ki üzülerek söylüyorum istifa etmek istiyorum. Ortamın sıcaklığına diyecek sözüm yok, ama gel gelelim sizinle çalışma metotlarımız pek de uyuşmuyor Mirza bey. Ne ben üzüleyim, ne de siz olmadı diye sinirlerin. Ayrılırken kötü hatırlanmak istemem. Eski patronum olarak sizi de güzel anılarla anmak, kalp kırmadan helalleşelim istedim."
"Buradan ayrıldıktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun? Var mı aklında bir yer?"
"Yeni işimi bulmuştun zaten. Söyleyip söylememekte çekindim sanırım. Böyle öğrenmenizi istemezdim."
"Sevindim yeni işine, ortada kalıp iş aramakla uğraşmaktan sa çıkışını yaptırmadan bulabilmen beni sevindirdi şahsen. Umarım yeni iş yerinde mutlu bir çalışan olursun. Yolun her daim açık olsun, yapabileceğinin inancını da sakın kaybetme."
"İnanın ben çok denendim, yapabileceğimi kendime de inandırmak istedim hep... Olmayınca olmuyormuş işte. Demek ki yolumuz burada ayrılıyormuş."
"Tam da projelerin yoğun olduğu dönemde ayrılman benim açımdan baya kötü oldu. Kararın kesinse seni zoraki yanımda tutmam. En kısa sürede yeni bir asistan bulabilirim inşallah."
"Böyle olmasını bende istemezdim, umarım istediğiniz gibi birini bulabilirsiniz. İzninizle ben çıkabilir miyim?"
"Muhasebeye in, hesabını kesip çıkışını versinler. Güzel yerlere gelmen dileğiyle, kendine iyi bak Işıl."
"Siz de efendim."
Işıl üstüne yapışan gerginliği patronun odasına girdiğinden beri yaşarken karşılıklı aldığı olumlu tepkilerden ötürü rahatlamıştı. İstifa mektubunu verirken korkusunu kolayca atlatamaz sanırken yanılmıştı. Patronun bu kadar mülayim davranabileceğini tahmin etmemişti. Odadan çıktığı halde şaşkınlığını yaşamaya devam ediyordu. Kızaran gözlerine tezat ağlamayacağına söz verse de ister istemez damlalar yanaklarından yol çizmişti. İşaret parmağının tersiyle yaşlarını silse de ağladığını saklayamamıştı. Asansöre adımlayıp düğmeye bastığında açılan kapıdan beklenmeyen kişi, Taner bey çıkagelmişti. Işıl'ın ağladığını görünce "İyi misin kızım?" diyerek durumunu öğrenmek istemişti görür görmez.
"Evet efendim iyiyim, sorduğunuz için teşekkür ederim. Müsaadenizle iyi geceler, iyi günler dilerim. Güzel günlerde görüşmek üzere..."
Taner bey başıyla övgüleri kabul ederken, boşalan kabine binen Işıl muhasebenin katına basarak beklemeye başladı. Çıkışı verildiğinde bir yanı mutluyum dese de, öteki yanı böyle bir yerden ayrılacağı için üzülmüştü. Turnikelerin gerisinde dururken etrafında dönerek son kez etrafına bakınarak iç çekti. Giriş kartını güvenliğe teslim edip çıkışa ulaştığında derince nefes aldı. Çevirdiği taksiye binerek holdingin önünden uzaklaşarak gözden kaybolmuştu.
Eylül, Mirza'nın yanında kalırken giden asistanın arkasındaki dağınıklığı toplamakla meşguldü. Neyse ki çoğu belgeyi bilgisayara geçirmiş, bazı dosyaları tarihine göre sıralasa da ortada kalan dağınık dosyaları düzene sokmak onun işi değilken Eylül yapmak zorunda kalmıştı. Bir türlü içemediği kahvesini Eylül'den rica ederek yudumlarken çalışmalarına devam ediyordu. Arada sıkıp serbest bıraktığı gözlerini mümkün mertebe açık tutarak 'bitti bitiyor' temkinleriyle zaman kazanmanın derdindeydi.
"Sende olmasaydın bunca karmaşanın içinden çıkamayacaktım Eylül. Biliyorum aşırı yükleniyorum ama az daha dişini sık ne olursun. Yeni asistan geldiğinde inan rahatlayacaksın. Dua edelimde bana ayak uydurabilen biri çıksa... Senin de baştan sona öğretmek zorunda kalmazsın görevlerini. Aklı başında, zorluk çıkarmayan birisi gelse ne güzel olacak."
"Umuyorum ki dediğiniz gibi biri gelir. Çünkü hakikaten yoruldum, evde beni bekleyen eşimin ve evladımın ihtiyaçları oluyor. Bir an önce gelse de benim yüküm de hafiflese biraz."
Mirza sandalyesinde otururken Eylül'ün ne kadar haklı olduğunu düşündü. Tam o sırada kapısı aniden açılarak içeriye giren babasının geleceğinden habersizdi.
Taner bey oğlunu sandalyesinde bulacağını umarken, sekreter kızın hâlâ evine gitmediğini görünce öncesinde selamını verip merakını gidermek adına söze girdi.
"Kolay gelsin çocuklar. Geç saatlere kadar çalışacağınızı beklemezdim. Ben gelirken de asistanınız ağlayarak çıkıyordu. Sıkıntı mı var oğlum?"
"Hayır baba, Işıl işten ayrılmak istedi, bende istifasını kabul ettim. Pek de işinin ehli sayılmazdı gerçi. Beni yavaşlatıyordu, görüyorsun yarına teslim edeceğim projeyle saatlerdir uğraşıp duruyorum. Güya günler öncesinde bitip teslim edecektim ama gördüğün gibi bitirebilmek için eve bile gitmezken katımdaki odada yatıp kalkıyorum. Ben halimden şikayetci değilim, annemi biliyorsun baba eve gelmiyorum diye durmaksızın ya arıyor ya da mesaj atıyor."
"Her zamanki annen işte oğlum, idare ediver azıcık."
"Baba daha ne kadar idare edebilirim? Açıkça anlatsam da işimin uzun süreceğini anlamak istemiyor, biri uzaklara gitti, bari sen yanımda kal diyor, başkada bir şey demiyor."
"Annenize kalsa hepinizi dizinin dibinden ayırmayacak da... Annelik iç güdüsü işte, siz büyümüş saysanız da kendinizi ebeveynlerin gözünde hâlâ çocuksunuz."
"Eylül kızım senin evinde olman gerekmiyor mu? Bunca saate kadar kalmışsın sağ olasın da, sana da yazık kızım. Küçük çocuğun var sana muhtaç, hadi evine git sen. Olmazsa şoföre söyleyeyim evine bıraksın seni."
"Babam haklı Eylül, senlik bir şey kalmadı zaten."
"Şoföre gerek yok, Veysel'i ararım almaya gelir."
"Madem almaya gelecekmiş, ara eşini evinize gidin kızım, gözlerinden belli yorulmuşsun."
Taner beyin emrinin üstüne masasına gidip çantasını alarak çıkışa ulaşmıştı. Eşini beklerken oğlunun uyuyup uymadığının telaşesi vardı aklında. Gerçi ne zaman yatması gerektiğini öğrense de boş bırakılınca uyumak aklına gelmiyordu. İşi gücü tabet telefonla oynamakla geçerken anca olduğu yere başını koyu veriyordu.
Veysel'in geldiğini karşı şeritten görünce dönmesini beklerken kaldırımdan inerek hızlıca yolcu kapısını açarak araçlarına binerek evlerinin yolunu tutmuşlardı.
Emeline ulaşmıştı Mirza. Babasının tavsiyesini dinleyerek kimseyi kırmadan, üzmeden yollarını ayırmışlardı. Eski asistanlarına nasıl davrandıysa Işıl'a da aynı erdemle davranmıştı. Patron edasıyla ün salacaksa çevresine, yapması gereken de tam da buydu. Derince bir nefes aldı. Günlerce süren yetiştirme tedirginliğini atmayı başarmıştı omuzlarından. Emeline ulaşmanın verdiği gayeyle umduğuna kavuşabilecekti. Masasının üzerinde neyi var neyi yoksa toparlayarak gerekli yerlere yerleştirmişti. Sabah uyanır uyanmaz sandalyesine kurulduğundan beridir kalkmayı düşünmemişti. Devamlı oturmaktan yaşadığı rahatsızlıktan dolayı kısa yürüyüş molaları vermek mecburiyetinde kalıyordu. Ufak tefek atıştırmalıklar ve devamında bitmek bilmeyen kahve servisiyle kafein yüklemesi yaşamıştı. Neyse ki bütün görevlerini yerine getirdiğinde kafası rahatla boşaltabilirdi artık.
"Hadi bakalım Mirza, Işıl gitti, dosyalarda düzenlendi sıraya konuldu. Çok şükür proje de tamamlanıp ehemmiyete alındı. Kendini ödüllendirmen gerekiyor bence. Gün yüzü göremedim kaç gündür, sokaklarda sessizleşmişken dolaşıp gelsen nasıl olur? Kafamı da dinginleştirirsin fena mı olurdu?"
Taner bey ellerini arkadan bağlayıp boydan boya odanın yarısını kaplayan camdan gecenin karanlığını aydınlatılan şehrin şahane manzarasına dalmıştı. Oğlunun sandalyesinden kalkıp ceketini aldığının farkında değilken yanına yaklaştığını da görmemişti.
"Baba nerelere daldın yine?"
Oğlunun sorusuyla transtan çıkan adam yüzünü camdan ayırabildiğinde soru soran evladına çevirdi.
"Bilmem dalmışım evlat. Yaşlanıyoruz, gün geçtikçe kafa başka şeylerle meşgul oluyor. Hayırdır sen bir yere mi gideceksin? Ceketini almışsın hazırolda bekler haldesin."
"Projeyi bitirdim, tasam da kalmadı. Diyorum ki etrafta insan yığını, araba kornası yokken çıkıp yoğunluktan şişen başımı boşaltayım dedim. Sen ben gelene kadar durur musun? Fatih ile sahile gider biraz dolaşır geliriz."
Oğlunun omzunu ovalayıp "git oğlum gitme diyen mi var sana? Dönüşte berber eve gider annenin dırdırından da kurtuluruz. "
"Tamam baba gideriz."
Mirza; Fatih'i arayıp aşağıda çıkış kapısında buluşmalarını haber ederken, Fatih de toparlanmak üzereydi. Asansör kabininden çıkan Mirza telefonuna gelen mesajlara göz atarken 'çıkalım mı' diyen Fatih'e dönüş yaptığında telefonunu kilitleyip ceketinin iç cebine yerleştirmişti. Şoför koltuğuna Fatih geçerken, Mirza arka kapıyı açarak yerine yerleşebildiğinde aracın hareket etmesiyle şimdiden temiz havanın rahatlattığını hissedebiliyordu.
"Abi sence Araplarla kuracağımız işi tatlıya bağlar mıyız? Düşüncen nedir?"
"Bilmiyorum Fatih! Öncesinde tercüman bulabilirsek adamla rahatça konuyu konuşuruz da, bir yere kadar kısıtlı Türkçesiyle yarım yamalak anlatabiliyor. Elimizi çabuk tutmamızda yarar var. Kuş uçtu uçacak... Rakip firmalara kaptırırsak aleyhlerine oluşu bizi geri plana atarak ilk sıramızı kaptırmak hiç iyi sonuçlar doğurmaz."
"Var mı aklında bir şeyler abi? Şansımızı tekrar mı denesek stajyer alımı için?"
"Bu sefer uğraşamam stajyer katılımlarıyla. Işıl'dan önceki ve sonrakileri hatırlarsın ki, hiçbiri istediğim düzeyde çalışmazken üstüne üstelik yarar sağlamaktan ziyade zarara uğrattılar. Projeyi yetiştirip teslim edecekken on dört gündür eve uğramadım diye annem isyan bayrağını çekecek raddeye geldi. Haklı bir yerde kadın. Biri ayda, biri çayda dediği hesap evin yolunu unutacağız yakında. Koltuğun başlığına yasladığında başını, sonuna kadar açtığı camından içeri giren tek şey rüzgarın hışırtısından ayrıca bir şey daha vardı. Yumuşak melodi kulağına ulaştığında mesafe daraldıkça, bir o kadar hoş gelmeye başlanmıştı.
"Yavaşlasana biraz! Dinlesene sen de, benim duyduğumu duyuyor musun?"
"Neyi abi? Afedersin de ben duyamadım bir şeyler."
Kepenkleri kapatılmış büfenin önünde durduklarında Fırat'a seslendi.
"Motoru kapatsana. Dikkatle dinlersen duyabilirsin sende eşsiz sesin güzelliğini."
Mirza kapısını açıp araçtan indiğinde ayakları istem dışı sesin geldiği yöne doğru adımlamasına sebebiyet sağlıyordu. Kulağı etrafı dinliyor, gözleri görmek istediği gerçekle yüzleşmenin vereceği heyecana kapılmaktan çekiniyordu. Kaldırımı geçip, palmiye ağaçlarının arasında kala kalırken
kuşkusuz aralanmıştı sır perdesi. Yüreğine öylesine bir nakşetmişti ki o ses, ömür boyu silinmezdi ne kulağından ne de zihninden. Sırtını yasladığı koca ağaçtan ayıramıyordu bedenini. Saatlerce, günlerce hatta haftalarca sürse bile dinlemekten bıkmazdı güzel sesin sahibini. Gecenin esintisinde saçlarını yalayıp gecen rüzgar, sarı uzun saçları ahenkle dans ettirdikçe büyülenmişti. Yüzünü denize dönmüş, suyun üzerine düşen ay'ın ışığına kaptırmıştı melankolik bakışlarını. Yalnız başına oturduğu bankta, bu saatte neden orada oluşunu kendine sormadan edemedi. Adımını biraz daha yaklaştırdığında düşünceli hali bir derdi olduğunu açıkça belli ediyordu. Sormak istiyordu sormasına da, vereceği yanlış tepkiyle birlikte alacağı olumsuz karşılıktan korkmuyor da değildi.
Kıskanmıştı saçlarına dolanan rüzgarı. Dokunmak, hissetmek kokusuna hapsolmak düşüncesiyle yanıp tutuşmuştu. Hiç tanımadığı bir kıza bu derece sesini duyar duymaz hayranlık göstermesi normalin de üstündeydi.
"Gidip yanına otursam en fazla ne yaşarız ki? Çok çoğun rahatsız ettiğim için uzaklaşmamı isteyecektir. Ne kaybedebilirsin?.. Git ve şansını dene Mirza!"
*¹:İstifade- (Yararlanma)
*²:İstinaden- (Bir görüşe, gerekçeye) dayanarak, güvenerek, dayanılarak, dayandırarak.