bc

Yan Odada Biri Var

book_age16+
1.0K
FOLLOW
3.0K
READ
kickass heroine
drama
comedy
sweet
humorous
childhood crush
twink
spiritual
love at the first sight
stubborn
like
intro-logo
Blurb

Peri Akay; okuduğu okulda sevilen, arkadaşlarının göz bebeği öğretmenlerinin korkulu rüyası haylaz, umursamaz bir lise öğrencisiyken aniden yurtdışındaki uçuk kaçık 3 teyzesinin yanına gitmek zorunda kalır ve sıradan olan hayatı bir anda tersine döner. Peri, güvenli bir arkadaş ortamını kucağından çıkıp gittiğinde kendini hiç bilmediği bir yerde, kurtlar sofrasında bulur. Acaba bu kurtlar sofrasından kimler doyarak kalkacaktır?

chap-preview
Free preview
1. Bölüm
Bu hikaye, esas kızın lise ya da üniversite koridorunda biriyle çarpışması ve sonucunda kitaplarını yere düşürmesiyle başlamıyor çünkü bu hikayedeki esas kız matematik dersinde sınıfındaki maymun arkadaşlarını göz devirerek izlemekle meşgul... Hikayedeki tek doğru lise koridoru. Bir lisedeyiz ve bu lise, öğretmenlerinin otoriterliğiyle meşhur Evren Lisesi. Fakat koridorda çarpışma ve gerçek aşkı bulma hikayesi külliyen yalan. Filmlerde, dizilerde, kitaplarda böyle öğretildi hepimize... Onları izleyip okuduktan sonra gerçek aşkı çok büyülü bir şekilde bulacağımıza inandık. Ama gerçek hayatta beyaz atlı prensler yoktu. Haylaz, komik olmayan şakalar yapıp bunlara anıran, birine saygı göstermek kavramından çok uzak erkekler vardı. Bu sebeple Peri, gerçek aşkın dizilerde göründüğü gibi olmadığını biliyordu. Bu sebeple pek haz etmediği erkek ırkından uzaklaşmış, sevgili potansiyelinde biri olmamıştı. O, genelde "dünya ahiret bacımsın" kategorisine girmeyi seviyordu. Ek olarak bir devrimciydi. Matematik derslerini sabote etmeyi sever, öğle arasında dışarıdan okula gizlice yemek sokar, beden eğitimi dersinde tüm sınıfa top dağıtırdı. Arkadaşlarının göz bebeği, öğretmenlerinin korkulu rüyasıydı Peri. "Peri Akay!" Matematik hocası Morg İsmail'in sesine kulak vererek kapandığım sıradan kalktım ve gözlerimi kırpıştırarak sırıttım. "Efendim Hocam." "Ders hariç her şeyle ilgilisin yine, kafanı kaldır da bak şu soruya." Tahtaya bakıp midemin bulanmaması elde değildi. Yine X'ler, Y'ler havada uçuşuyordu. Ayağa kalkarak umursamaz bir gülüş takındım. "Şimdi hocam, öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak'tan tüm dünyaya selamlar." Zonguldak'ta değiliz, İstanbul'dayız ama bu şakasını yapmayacağımız anlamına gelmez. Sınıf kahkahalara boğulurken İsmail hocanın kaşları daha da çatık bir hal aldı ve homurdanarak konuştu. "Zevzeklik etmeden yanıtla şu soruyu!" "Hocam ben bu soruyu yanıtlayamam," dedim üzgün bir ses tonuyla dudak bükerken. "Nedenmiş o?" "Hocam çünkü değer vermeyi çok yanlış buluyorum. En son ona değer verdiğimde çok pişman olmuştum. Artık bu X, Y 'de olsa değer veremem hocam yeminim var." Sınıf deli gibi kahkahalara boğulurken İsmail Hoca'nın bile bahçeye çıkıp bu sözlerimin üzerine bir sigara yakmak istediğine emindim ama bozuntuya vermedi. "Kes otur yerine." Aslında hep böyle değilimdir ama şu an böyle olmamı tetikleyen acı gerçekler vardı. Bazen sadece son iki dersin matematiktir ve her sene aynı programı yapan kel müdüre sinirlisindir. Hep aynı şey! Bıktım ben bu Morg İsmail ve yandaşlarından. Her hafta arasam zombilerde bulamayacağım tipi ile bizler için tabutundan kalkıyor, dersi anlatıyor ve sanki zombi gibi görünen o değilde dedemmiş gibi rahat bir tavırla evine dönüyordu. Her ders bu düşüncelerle beyin egzersizi yaparak Morg İsmail'in soyunun Sümerliler'e dayanıp dayanmadığı üzerine düşünüyordum. Dört işlemi bulan Sümerliler'di sonuçta. Öyle ya da böyle! Bizim Morg İsmail ile uzaktan yakından bir akrabalık bağları olmalı. Morg İsmail ve tükenmek bilmeyen soyunu bir kenara bırakarak, sıraya koyduğum kafamı kaldırdım ve uykulu bakışlarla sınıfı süzdüm. Allahım hiçbiri ders kaynatma konusunda yardımcı olmuyordu, tüm yük omuzlarımdaydı, tüm yük. Bir yanım sıranın tepesine çıkıp 'mööö' diye bağırmak istesede, inek öğrencilere saygıda kusur etmemek gerekirdi. Yazılılarda işimize yarıyorlardı sonuçta. Biraz daha esneme hareketleri yaptıktan sonra gerindim ve önümde oturan Ceyda'ya odaklandım. Sonra ise sadece bakmakla olmaz düşüncesinden yola çıkarak elimdeki silgiyi ufak parçalara ayırıp, kafasına fırlattım. Seni pislik seni demek Morg İsmail gibi bir belanın dersinde telefonunla oynuyorsun. Atarlı bir ifadeyle bana döndü ve fısıldayarak konuştu. "Napıyorsun sen kızım, yaklatacaksın beni." Görende önemli bir şey yapıyor sanacak. İşi gücü sosyal medya bu kızın. Sosyal medyayı ve çağın getirdiği teknolojik ayrıcalıkları Morg İsmail'in dersine taşımanın ne ceza getireceğini hiçbir zaman bilemezsiniz. Morg İsmail'in verdiği cezalar en az Mısır piramitleri kadar gizemlidir. Düşündükçe eskiye indiğimin farkındaydım. Sümerliler'den sonra birde Mısırlılar ile de uğraşmamak adına Morg İsmail döndüm. "Hocam Ceyda arkadaşımız teknolojik aygıtıyla oynuyor." Ah evet bizim Morg İsmail biraz geri kafalı, telefona normal bir şekilde telefon demezdi, teknolojik aygıt derdi. Televizyona da dediği bir şeyler vardı... Mesela aptal kutusu. Ceyda'nın elinden telefonu aldı ve bana gurur duyan bakışlar attı. Bir yanım bu duruma sevinirken diğer yanım anlamsızca vicdan azabı çekiyordu. En yakın arkadaşımı dersi kaynatmak adına kurban etmiştim. Her ne kadar vicdan azabı çeksem de yapacak bir şey yoktu ve herkes halinden memnun gibiydi. Bu dersi kaynatma kurbanımız da Ceyda olmuştu. Morg İsmail ile kol kola sınıftan çıktıklarında gülmemek için zor duruyordum. Derin bir nefes aldıktan sonra gülmeye başladım ve sınıftaki sessizliği çekinmeden bozdum. "Ruhuna el fatiha." Morg İsmail'in gitmesiyle sınıfımız boş ders havasına girerek Maymunlar Cehennemi'nin film setine dönüşmüştü. Gülüşüp konuşan ve istisna olarak halay çeken gruplardan ayrılarak kulaklıklarımı taktım ve elimdeki kitaba gömüldüm. Boleyn Kızı'nın üçüncü kitabındaydım ve oldukça sürükleyiciydi. Elime bir klasik verseler 1 ayda bitirirdim ama 700 sayfalık kitabı 2 günde yalayıp yutuyordum. Kitaba dalmış halde Marry ve Anne'in tartışmalarını hararetle okuyordum. Sanki onların yerindeydim. Hatta biraz daha havaya girersem sınıftan bir kızı Anne'e benzetip yumruğu gömebilirim. Kitaba girdap misali dalmışken yanıma birinin oturmasıyla kafamı kaldırdım ve kulaklığımı çıkardım. Dışarıdan bakılınca düzgün bir eylemmiş gibi görünse de kitap okumamı bölen şahsa iç sesimi dinleyerekten sövüyordum. İçimden uygunsuz sözler sarfettiğim kişi sınıfımızın yere bakan, yürek yakan, mavi gözlü delikanlısı Arda'ydı. Normalde erkeklere karşı genel bir tutumum vardı, kanka muhabbetindeyim ve farklı şeyler olmasına izin vermezdim fakat kalpti bu... Tamamen beton döküp kapatmak olmazdı. Beton döküp kapatamadığım için Arda'ya inceden inceden bir şeyler besliyordum. "Yine yaptın yapacağını, Cimbomlu." Dalgalar halinde belime kadar dökülen saçlarımı geriye attım ve gayet kaba görünen bir tavır sergileyerek konuştum. "Yılların tecrübesi aslanım." İç sesim her ne kadar 'Yapma böyle şeyler Aslı o senin sevdiğin çocuk.' desede, dış sesim haylazlık yapıyor, insanlara karşı kaba davranıyordu. Gür saçlı, mavi gözlü, güzel, narin bir kız olabilirdim. Ama yaptığım haylazlıklar yüzünden erkeklerin gözünde bir numaralı dünya ahiret bacımsın potansiyelindeydim. Aman sanki onların gözünün ne önemi varsa? Bacı muhabbetini bir kenara bırakarak çantamı toplamaya başladım. Matematik dersini kaynattığım için birkaç 'Allah razı olsun Peri kardaş' gibi övgülerden sonra zil çaldı ve çantamı alıp sınıftan çıktım. Zilin çalmasına saniyeler kala kapıda durup eve gideceğimizi belirten zil sesini, yani o kurtuluş müjdesini vermeyi görev edinmiştim kendime. Her zamanki gibi hem haylaz hem havalı tavrımı sergileyerek çıkışa doğru yürüyordum. En yakın dostun arkandan vurur derler ya. İşte bu sözün anlam bulduğu yerdeydim. Ceyda arkamdan sırtıma atladı ve hiçbir şekilde çekinmeden tüm ağırlığını üzerime verdi. "Alacağın olsun Peri, insan kankasına yapar mı bunu? Kanka dedik bağrımıza bastık hain çıktın kızım!" Omuz silktim ve onu üzerimden attım. Hiçbir şey yokmuş gibi gülüyor olmam sinirlerini bozuyordu. "Kankası matematik dersini kaynatmak için kurban aradığı sırada, Ceyda'nın yanlışını gördü mü yapar kanka." Surat astı ve yanımda yürümeye devam etti. Yaptığım şey yanlış olsa da matematik dersini kaynatmak fedakarlık gerektiriyordu. Bunun için kesinlikle gurur duymalıydı ve ileride anlayacağından emindim. Tam okuldan çıkacağımız sırada Arda'nın yanımızda belirmesine kesinlikle şaşırmıştım. Siyah dağınık saçlarını yana doğru attı. "Selam Peri." "Selam Ardacım." dedim salak salak sırıtarak. Sonda kullandığım 'cım" eki gülümsemesine neden olurken, konuşmasına devam etti. "Koyu bir cimbomlu olduğunu biliyorum. Bu akşam derbiye gelmek ister misin?" Alayına cimbom lan tabii ki isterim diye içimden aslan gibi kükrüyordum. Ama dışarıya çıkan "Ah tabii ki gelirim, çok mutlu oldum!" oldu. Sevinçle konuşmuştum. Gülümsemesini bozmadan sempatik bir tavır sergiliyordu. "Tamam o zaman akşam tam altıda alırım seni." Saat konusunda da anlaştıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Benim cimbomlu olduğumu bilmeyen yoktu sanırım. Bir kadının futbolla ilgilenmesi genelde çevreme tuhaf geliyordu ama insanların bu saçma cinsiyet duvarlarını aşıp yıkmaları, artık garipsememeleri lazımdı. Ceyda ile okulun ön tarafındaki yol ayrımında ayrıldık ve durağa doğru yürüyüp, bu sefer tam vaktinde yetiştiğim otobüse bindim. 'Allahım ya bir gün ter kokmayın Allah'ın cezaları' İç sesim aynen bu şekilde sitem ederken, mantıklı tarafım otobüse binmek zorunda olmadığımı hatırlatıyordu. Çünkü oldukça zengin bir annem vardı ve ben onunla yaşıyordum. Annem ve babam ben çok küçükken şiddetli anlaşmazlıktan boşanma yoluna gitmişlerdi. Babam Fransa'daydı ve en son 2 sene önce görmeye gelmişti beni. Orada evlenmiş, yeni bir aile kurmuştu. Annemin ise şu an evlilik yoluna gitmeye yakın bir ilişkisi vardı. Bir yanım bundan deli gibi korkuyordu çünkü tamamen ailesiz kalmak istemiyordum. Annemde babamın yaptığı şeyi yapardı çünkü... Bunu hissedebiliyordum. Eskileri düşünmek yüzümün düşmesine neden olurken babamın yokluğunu hiç hissettirmemeye çalışan annemi düşündüm. Acaba kendine yeni bir aile kurduğu zaman nasıl olacaktı bana karşı? Bu çok ucu açık sonu her yere çıkabilecek bir şeydi. Otobüs ineceğim semte gelince düğmeye bastım ve durduktan sonra indim. Yürümeyi seven tarafım daha ağır bassa da maça yetişmek için acele ediyordum. Oldukça büyük olan evin bahçesinden içeriye girdim ve anahtarlarla kapıyı açtıktan sonra cırtlak ses tonumu gizleme gereği duymadan seslendim. İkimiz tek yaşadığımız için ev gereksi büyüktü. "Anneee! Evde misin?" Ses gelmeyince evde olmadığını anladım. Evde pek durmazdı zaten. Hem genç hem de oldukça sosyaldi. Bazı konularda çok rahattı ve onun rahat olması çoğu zaman işime yarıyordu. Her konuda fikirlerimi destekliyor, istediğim her türlü imkanı önüme sunuyordu. Bunun için fazlasıyla şanslı olduğumu biliyordum. Hayat bir şeyler kaybettirirken başka şeyler kazandırırdı ya. Bana kazandırdığı en güzel hediye annemdi. Bir arkadaş, hem anne hem baba olabilir miydi? Benim annem bunu kesinlikle başarmıştı. Duygusal bir kişilik olmadığımdan düşüncelerimden uzaklaşarak giysi dolabıma odaklandım. Yarım saat içinde hazır olmalıydım ve hoşlandığım yakışıklıyı kapıda bekletmemeliydim. Bir kız bekletmeyi sevebilirdi fakat ben beklemekten de bekletilmekten de nefret ederdim. Arda beni az çok bildiği için örnek bir damat adayı gibi davranarak tamda dediği gibi saat altıda geldi. Sınıfça çok tanındığımdan neleri sevip neleri sevmeyeceğimi bilirlerdi. Birbirimizi gördüğümüzde oluşan 'selam' içerikli aptalca konuşma geleneğini sürdürerek güldüm. "Selam Arda." "Selam Aslı, çok tatlı görünüyorsun bayıldım formana. Hazırsan çıkalım mı?" Gülümsedim ve içeriye yönelirken konuştum. "Ah tabii çıkalım ama önce anneme not bırakayım sonra çıkarız." Hızla mutfağa geçtim ve kağıda doktor yazısını aratmayan yazımla bir şeyler karaladım. -Anniş ben maça gidiyorum korkma bu sefer kavga etmeyeceğim. Arda ile birlikte gidiyorum/ Anneme notu yazdıktan sonra yapışkanlı kağıdı buzdolabına yapıştırdım ve ayakkabılarımı giydim. Dışarıya çıktığımda taksi hazır bir şekilde bekliyordu. Arda ile birlikte taksiye bindiğimizde muhteşem gülümsemesiyle bana döndü. "Benimle geldiğin için teşekkürler Aslı." Bu çocukta deli mi ne? Teşekkür etmeye meyilli gibi ama her şeyi gamzelerden kurtarıyor. Maça tabii ki de giderdim bunun için teşekküre gerek yoktu. 'Lan ben senin gülünce yanağında çıkan çukurları yerim aptal şey.' İç ses yine farklı alemlere dalmışken, dışımdan hanım hanımcık gülümsedim. "Galatasaray maçlarına hayır demediğimi biliyorsun." Ne? Bir dakika, başa saralım. Daha yeni jetonum düştü. Ben Arda ile maça gidiyordum. Allah belanı versin Arda davet edecek bir cimbom maçı mı vardı? Allah'ım bana yardım et çocuk bana ilk defa açıldı. Onda da tirübünde coşan holigan tarafımı görecek. Napacağım ben ya? Çocuk daha ilk buluşmadan cici kız yüzümü değil, doblocu yüzümü görecekti. İç sesim farklı alemlere dalmış, kurtuluş yolu arıyordu ama kaçmak için çok geçti. Çünkü Arena'ya gelmiştik. Kalabalık içerisinden zorlukla geçerek yerlerimizi aldığımızda tezahürata başlamıştım bile. İç ses haklı çıkmıştı ve maç boyunca kendimi rezil etmek adına her şeyi yapmıştım. Gerçekten dur durak bilmemiştim kahretsin. "Lan oğlum Sabri at topu, bak geliyor şişe kafana" diye bağırdım. Son üç dakika maç bir bir devam ediyordu ve kafamı sinirden bir yerlere vurmak istiyordum. Arda beklenmedik bir şey yapıp, birden elimi tuttu ve beni kendine çevirdi. Düşünsenize ben sinirden kafamı bir yerlere vurmak üzereyken Arda romantik bir şekilde ellerimi tutuyordu. "Peri, sana bir şey söylemeliyim. Beni dinler misin?" Ah Allah'ım çocuk bana açılıyor. Benden ses gelmeyince devam etti. Çünkü tutulup kaldığım için içimden konuşuyordum. Nefesimi tutmuş halde ona bakıyordum. "Peri ben seni..." derin bir nefes alıp yeniden konuştu. "Ben seni..." Ve o anda tirübünlerden "Goool!" diye sesler duyuldu. Sabri son dakika atağa geçmişti. Ama atağa geçmesi Arda'ya yaramamıştı çünkü surat ifafesi bozuldu. Lan yoksa bu çocuk fenerli mi? Gol sevinciyle Arda'nın boynuna atladığımda belime sarılarak karşılık verdi. Galatasaray yenmişti ve Arda'ya sarılıyordum. En mutlu günüm olmalıydı. Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Telefonumun titremesiyle ondan ayrılmak zorunda kaldım. Annem mesaj atmıştı. Oysaki nerede olacağımın haberini vermiştim, normalde ısrarla aramazdı ve telefona baktığımda mesajın yanında aramalarda görmüştüm. -Peri bebeğim hemen eve gelmelisin. Yelda Akay... Yani annem... Beni neden maçtan eve çağırıyordu acaba? Bir saat sonra Arena'nın kalabalığından ve İstanbul trafiğinden arınarak eve gelebildim. Arda beni kapıya kadar bırakmıştı ve ayrılmadan önce tam eve gireceğim sırada durdurup sarılmıştı. Bu hamlesi kafamı allak bullak ederken ona gülümseyip ayrılarak eve girdim. Annem geniş kanepede oturuyor ve bana sırıtarak bakıyordu. Muzip bir sırıtmayla bakıyordu hem de... Bu sanki bir şeyler yaptım sırıtmasıydı. Ne yapmıştı acaba? Yan tarafına yayılırken, merakla konuştum. "Ne oldu anne önemli olan ne? Maçta yazmazsın sen normalde." Gülümsedi. "Almanya'daki teyzelerini hatırlıyor musun?" Çok küçükken gördüğüm için çok hatırlayamıyordum ama ara ara mesajlaşıp görüntülü konuşuyorduk ama çok uzun zaman önce onu da bırakmıştık. Herkes kendi hayatına bakıyordu ve yoğunluktan uzaktaki akrabalarla iletişimimiz devam etmemişti. Almanya'da üç teyzem vardı. Zelda, Melda ve Verda teyzem... Hayatlarını orada kurmuşlardı. "Hatırlıyorum az çok... Neden sordun anne?" "Kızım ben bunu nasıl söyleyeceğimi çok uzun zamandır düşünüyorum. Ama bir süre teyzenlerle yaşamak zorundasın. Almanya'ya gidiyorsun." Söylediklerini anlamakta zorlanıyordum, idrak edemiyordum ve zihnimdeki iki kelime yankı yapıyordu. Almanya'ya gidiyorsun... *** Her şey çok çabuk gelişmişti. Annem ben daha iyi bir eğitim göreyim diye beni bir öğrenci değişim programına yazdırmıştı ve gideceğim kesinleşmişti. Beni Almanya'da okutmakta kararlıydı ve kalacağım aileye kadar her şeyi ayarlamıştı. Olaylar benim dışımda gelişirken nerede olduğumu merak ediyordum doğrusu. Bana kalsa Almanya'ya hoplaya zıplaya giderdim zaten uçak biletiyle uğraşmaya gerek yoktu. Dışımdan 'Heyo! Almanya'ya gidiyorum' diye bağırıyordum. Ama bir yanım arkadaşlarımı bırakmak istemiyordu. Diğer yanım daha ağır basarak bana sert bakışlar attı ve onun bu bakışından korktum. İçimdeki şeytanı tatmin edecek tek şey bu durumu olumlu karşılıyor olmamdı. Arkadaşları önemseyen tarafımı susturarak dış sesime kulak verdim. Almanya'ya gidiyordum, kesinlikle sevinmeliydim. Akşam uçak yolculuğuna çıkacaktım ve arkadaşlarım benim için parti düzenlemişlerdi. Parti Ceyda'nın evinde olacaktı. Bir kıza göre kısa sürede hazırlanıp, evden çıktım. İstanbul'un lanet giresice trafiğini bile özleyecektim. Türkiye'deki hayatımda heyecan, macera, aksiyon yoktu. Ama özleyeceğim şeylerde vardı. Türkiye bu boru değil tabiki özlenir. Kebapçısından tut ciğercisine üç tarafı denizlerle çevrili kocaman bir cennet. *** Parti evine vardığımda kulağımın dibinde çalan ıslıkları yok sayarak Ceyda'nın yanına doğru ilerledim. Gideceğim için fazlasıyla üzüntülüydü. Onlara göre daha sevinçliydim. Ayrılığın hüznünü profesyonel bir şekilde gizleyebiliyordum. Arkadaşlarım benim için ciddi değerler taşıyorlardı ama yenilik seven bir insandım. O yüzden pek bozuntuya vermiyordum. Saatler sonrasında gurbete gidecek olan şahıs ben değilmişim gibi davranıyordum. Onların aksine geniş bir tavırla gülümsedim. "Hadi ama üzülmeyin artık temelli gitmiyorum ya." Ortamı yumuşatmak adına devam ettim. "Hem benim adıma parti veriyorsunuz, hemde partimde Zombi Hanife yok. Çok darıldım size arkadaşlar." Bu sözlerimin üzerine etrafımda toplandılar. En az Ceyda kadar yakın arkadaşım olan Dicle yanıma geldi. "Özleyeceğiz seni be Cimbomlu" Gülümsedim. "Bende sizi, ama temelli gitmiyorum ya. Gömdünüz hemen beni." Tüm canlı tavrıyla boynuma sarıldı. Yemin ederim boğuluyordum. Arkadaş biraz hiperaktifte, kumral saçlarını geriye attı ve gamzelerini sergileyerek gülümsedi, havasından geçilmiyor arkadaşın. Valla ben olsam bende hava atardım. Kız Barbara'nın türk versiyonu. Evet evet Barbara herhalde Barbara manken olan. "Bak Peri oraya gidince ara, unutma bizi" "Tamam kanka siz unutmadığınız sürece sorun yok." "Oğlum biz unutur muyuz hiç mal insan?" Ah söylemeyi unuttum. Barbara'nın küfürbaz Haydo ile karışımını düşünün ortaya bizim Dicle çıkıyor. Bu düşüncelerle aptalca sırıtırken Arda yanıma belirdi. Ona bakarak 'selam' içerikli geleneği sürdürecektim ki muhteşem gamzelerini sergileyerek gülümsedi. Lan Arda sen gülümseme gamzelerin çok dayanılmaz. "Seni özleyeceğim Peri, enerjini gülüşünü çok özleyeceğim." Katıksız odun bu şimdi mi söylenir? Neden daha önce bana böyle şeyler söylemedin neden? Gösterdiği duygusal tavır karşısında holigan kişiliğimden ödün vermeden sırıtıyordum. Çünkü okulun popüler erkeği Arda benim yollarımı gözlemezdi. Çocuğa yere bakan yürek yakan diyoruz. Mesafeli aşklara gelebilecek bir tip değildi ama nedense karakteri ufak bir dönmeye uğramıştı ve 'seni bekleyeceğim Gülo' triplerine girmişti. Daha fazla kazık çakmış gibi dikilemezdim. Ona döndüm ve içtenlikle gülümsedim. "Bende seni..." Ağzımdan kaçırdığım sözcükle bir an dondum ve toparlamaya çalıştım. "Yani hepinizi özleyeceğim. Özellikle Morg İsmail'i, kel müdürü ve Cuma günleri son iki saatimizi süsleyen matematik dersini." Bunu söylemem bile ondan önceki cümlemi unutturmamıştı. "Oooooo" sesleri yükselirken atarlı ergenlere bağladım ve öfkelenerek konuştum. "Kesin lan sesinizi ota böceğe 'ooooo' yapıyosunuz." Bunun üzerine sınıfımızın abaza kimliği Berk arka taraftan komik bir ifadeyle bağırdı. "Peri! Sen gidince dersleri kim kaynatacak?" Kıkırdadım ve gayet havalı bir tavır sergileyerek konuştum. "Bunu size miras olarak bırakıyorum kardolar bunca zaman benden bir şeyler kapmışsınızdır." Saatler geçmesine rağmen sıkılmadan muhabbete devam ettik ve 12/F aşireti'ne yakışır bir partiye damgamızı vurduk. Parti sona erdikten sonra evime geçtim ve hazırlıkları tamamladıktan sonra bavullarımla birlikte havaalanına vardım. Ceyda, Dicle ve annem benim için gelmişlerdi ve salya sümük ağlıyorlardı. Abartısız bir saat süren vedalaşma faslından sonra uçağa binerken kendimden beklenecek bir şey yaptım ve gülerek bağırdım. İnsanlara rezil olmak umrumda değildi. Yaşamayı seviyordum ve gerçekten yaşamak adına rezillikler göze alınmalıydı. "Almanya'ya gidiyorum hüloooooğğ." Annem bir yandan ağlıyor diğer yandan gülüyordu. Benden kurtulduğu için davul zurna getirseydi bile alınmazdım. Aksine kalkar oynardım. Asker uğurlar gibi öğrenci uğurlamış sayılırlardı. Hiç olmazsa havaalanını otobüs garına çeviren öğrenci olarak namım yürürdü okulda. Olsun, ben Almanya'ya gitmeyi vatani görev sayıyordum. Gidip başarıyla tamamlayacaktım ve ülkeme geri dönecektim. Onlara son kez el salladıktan sonra içeriye geçecektimki Aygül'ün bağırmasıyla tekrardan onlara döndüm. "Varınca ara bizi." Onlara son bir bakış attıktan sonra haince gülümsedim. "Almanya'dan buraya çok yazar kanka." Mizacımı bildikleri için gülüp geçmişlerdi ve karakterim gereği ciddi olamıyordum. Her şeyi dalgaya alan umursamaz bir kişiliğe sahip olmak kesinlikle güzeldi ve bu durumun tadınını çıkarmayı biliyordum. Şu an takacağım tek şey kalacağım yerim konforu ve uyku düzenimi bozacak olan yolculuğumdu. Ama onu da takmaktan yana değildim. Gerekirse 3 gün uyur, Türkiye'deki düzenimi yakalardım. Dil konusunda da sorun yaşamayacağımı biliyordum çünkü gideceğim okul Türkçe eğitim veriyordu. Teyzemlerin nasıl olduğunu çok merak ediyordum ama uyum sağlayacağımdam emindim. Cimbomlu lakabımdan sonra ikinci lakabım bukalemun Peri'ydi sonuçta. Bunun hakkını vermeliydim. O kadar umursamaz davrandığım ayrılık faslı sonrası minik bir hüzün hissediyordum. Sol yanıma orangutan misali oturmuştu ve kalkmıyordu. Beni en çok düşündüren şey teyzemlerin beni nasıl karşılayacağıydı. Üç ayrı teyzem vardı ve karakterleri birbirinden çok farklıydı. Hangisi ile kalacağımı bile bilmiyordum. Zelda ve Melda teyzem evliydi. Zelda, yabancı bir adamla evlenmişti. Melda ise Türk biriyle... Verda teyzeme gelince evlenmemişti ev evlenmezdi de... Resmi şeyler hiç ama hiç onluk değildi. Ek olarak Zerda teyzemin bir kızı vardı, isminin Lena olduğunu biliyordum, yaşıt olduğumuzu da biliyordum ama daha önce hiç tanışmamıştık. Çok tuhaftı. Yakın akrabalarımla hiçbir şekilde yakın değilken şimdi onların yanına yaşamaya gidiyordum ve yaklaştıkça umursama karakterim benden çok uzaklara gidiyordu, onun yerini ise endişe kaplıyordu. Gözlerimi kapattım ve her şeyin benim için iyi olmasını diledim. Biliyordum. Almanya benim için gerçekten iyi olacaktı... *** "Gideceğim tek yer havaalanı. Bana lazım yeni yaşam alanı." "La la la la nasıl söndürdüm senin havanı." Kendimden geçmiş bir halde dilime taktığım şarkıyı mırıldanarak, insanlara mal bakışlar atıyordum. Çünkü onlarda bana öyle bakıyorlardı. Şarkının bir kısmını unutup sadece mırıldanarak atlıyordum ve bu söylememe engel değildi. Aralara sıkıştırdığım la' lar gayet iyi duruyordu.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.3K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
6.0K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.8K
bc

Leyl Tutkusu

read
308.8K
bc

HÜKÜM

read
137.9K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.2K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook