4. BÖLÜM

1926 Words
* * * * * * * * * * * * * * * ŞU AN * * * * * * * * * * * * * * * Ense kökümdeki keskin ağrı tüm duyularımı kör edecek kadar fazlaydı. Gözlerim, açmak için beynimin verdiği komutları yerine getirmiyor; tenim bir felçliymişim gibi hiçbir şey hissetmiyordu. Kulaklarımda uğultu nabız misali artıp azalırken ağzımda iğrenç bir tat vardı. Bilincim açılmıştı ve düşünebilme yetimi geri kazanmıştım. Beynim, vücuduma bana verdikleri artık her neyse vücudum üzerindeki etkisi azaldığı için bedenimin işlevselliğini geri kazanmaya çalışıyordu. Bana her ne yaptılarsa etkisi geçmek üzeydi. Ayak parmaklarımı kıpırdatmaya çalışırken gözkapaklarımla büyük bir savaş veriyordum. Bedenime iğneler batmaya başlayınca nerede olduğumu anladım. Ceza odasındaydım. İğne batması hissi tanıdıktı. Ceza odasındaki hava bedeni uyuşturacak kadar soğuktu. Havalandırmadan üflenen soğuk hava tenimi ısırırken uyanmamı geciktirmek için odanın havası bilerek ayarlanmıştı. Hep böyle yaparlardı zaten. Gözkapaklarımı açmayı başardığımda ani ışık yüzünden tekrar kapattım. Gözlerimi kırpıştırırken bedenimin işlevini geri kazandığım için elimi gözlerime siper etmek için kaldırdım. Çıplak kolum görüş alanıma bulanık bir şekilde girerken zihnimde çakan şimşeklerin ardından korkuyla gözlerimi irice açtım. Biz avamların; ellerimiz, ayaklarımız ve boynumuzdan yukarısı hariç herhangi bir yerimizin gözükmesi yasaktı. Yerimden hızla doğrulurken bedenimdeki tüm hissizliğin, uyuşukluğun gittiğini fark edemeyecek kadar korkmuştum. Üstümde hiçbir şey yoktu. Kıyafetlerimi odada ararken gri metallikten başka hiçbir şey göremedim. Ayaklarımı metal tabakadan kaldırıp pürüzsüz zemine koyarken ayak tabanımdan vücuduma yayılan titremeyle sırtımı gerdim. Oturduğum metal tabakadan ellerimden güç alarak kalkarken çıplaklığımı umursamamaya çalıştım. Beni Sam ile 'göz bebeği' adını verdiğimiz aletler sayesinde izlediklerini biliyordum, utanmam gerekirdi ama insan sahiplerinden utanır mıydı? Üstelik insan olarak sahip olduğumuz tüm şeylerden yaşamak için feragat etmişken? Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimi zihnimden uzaklaştırdım. Odaklanmalıydım. Beni buraya neden koyduklarını düşünmeliydim. Üstelik çırılçıplak bir şekilde? Bakışlarım vücuduma kayarken mahrem bölgelerimi saklama düşüncesi sivrilirken diğer düşüncelerim arasında; uzun süredir bu vaziyette baygın olduğumu hatırlayınca bu düşünceyi def ettim. Dikdörtgen cama bakışlarımı çevirip bu cezayı ne yapıp da hak ettiğimi düşünmeye başladım. Zihnimi hatırlamak için zorlarken cama ilerledim. Ceza odaları Horus'un en altında bulunan silindir şeklindeki kattaydı. Bu yüzden bu katta pembemsi bulutlar yerine daha koyu bir renge sahip bulutlar gözüküyordu. Ceza odalarını en alt kata yapmalarının sebebi kan kırmızısından daha koyu renkli bulutlarda dolaşan yeşil yıldırımlar, gök gürültüleri ve kalkana teğet geçen ürkütücü mavi ışık kümelerini görmemizi sağlamaktı. Bu bizi korkutacak ve hata yapmamızı engelleyecekti güya. Sam bir kere ben en az on kere cezaya çarptırılmıştım. Kimisi açlık cezası, kimisi su yoksunluğu, kimisi beni uykusuz bırakan cezalardı. Beni burası korkutmuyor tam tersi bende daha da çok merak uyandırıyordu. Yeşilimtırak yıldırımların sebebini, mavi ışık kümelerinin ne olduğunu merak ediyordum. Ayrıca hücre odalarının bulunduğu nokta eskiden insanların evi olan Dünyaya çok yakındı. Yani bir zamanlar benim de evimdi. Ben doğmadan; annemin annesinin ve onun da annesinin belki de. Ne kadardır bulutların üstünde olduğumuzu kimse tam olarak bilmiyordu. Tek bildiğimiz dünya insanlar için yaşanılamaz bir hale gelmişti. Yıllar önce bir tür meteor yağmuruna maruz kalan dünyada insanlar hastalanmaya ve ölmeye başlamıştı. Hikâyenin gerisini kimse anlatmadı bize. Aklımda kocaman bir soru işareti belirirken kaşlarımı çattım. Madem dünya yaşanılmaz bir haldeydi peki niye ölümcül gen taşıyan gençleri dünyaya gönderiyorlardı? Her genç on sekiz yaşına girdiğinde tıbbi ve psikolojik testlere tabi tutulurdu. Geçenler Horus'ta kalırlarken ölümcül gen hücresi bulunanları -artık nasıl bir gense? - dünyaya gönderiyorlardı. Güya orada hastalıklı gençleri topladıkları bir tecrit kampı varmış. Dünyada olan tehlikelere karşı askeri bir güvenlik ve sağlık merkezi. Orası var mı yok mu bilmiyorum ama tek bildiğim gidenin geri gelmediğiydi. Camdan dışarıya bakarken kalkanın bulutları dağıtarak ilerleyişini izledim. '' Deniz varmış bir zamanlar. Denizde giden metal yığınları. Aynı böyle iz bırakırlarmış denizin yüzeyinde. Dalga adı verilirmiş bu izlere. Horus'un bulutlarda bıraktığı izi, annemle babam denizdeki dalgaya benzediğini söylediler bana. '' derken, bana Horus'un pembe bulutları yararak ilerlerken arkamızda bıraktığımız izleri gösteriyordu Sam. '' Sence deniz görür müyüz Sam? '' diye sordum belindeki kollarımı sıkarak. Başını kafamın üstünden kaldırıp beni omuzlarımdan itti ve alaycı bir şekilde bana baktı. '' En son, teşhise iki yılın vardı? Benden habersiz testlerden negatif sonuç mu aldın? Dünyaya sürgün edilmediğin sürece deniz falan göremeyiz ki bu iyi bir şey. Bizim denizimiz Gökyüzü! '' diyerek eliyle başımızın üstünü gösterdi. Dudaklarıma bir gülümseme yayılırken bundan bir sene önce Sam ile, Horus'un tepesinde muhabbet ettiğimiz an canlandı gözlerimin önünde. Başımı yukarıya kaldırırken transporter gemisinin yanıp sönen ışığı takıldı gözüme. Kalkış için yakıt alırken yanıp sönen uyarı ışığıydı bu. '' Sam, '' diye bir fısıltı dökülürken dudaklarımdan bayılmadan önce olan olaylar bir film şeridi gibi akmaya başladı. Teşhis sabahına uyanmam, Sam'e destek olmak için Bayan McKennit'tan izin almam, Sam ve yaşıtlarının teste girişi, test sonuçlarının açıklanışı, 'Sam Lee Morris', Sam'e koşuşum ve ardından bilinçsizlik... '' Sam! '' diye haykırırken metal kapıya doğru koştum. '' Çıkarın beni buradan! '' diye bağırarak kapıyı yumruklamaya başladım. Sağ ayağımla tekme atarken çıplak tenim sızlıyordu ama ruhumdaki sızıyla kıyaslanamazdı bile. Ellerimi daha şiddetli vururken tıslamaya benzer bir ses doldurdu kulaklarımı. Kalbim teklerken bu sesin kapının açılma sesi olmadığını biliyordum ama ne olduğunu da bilmiyordum. Yumruklamaya devam ederken bir yandan beni çıkarmaları için bağırıp bir yandan da odada olacaklara karşı hazırlıklı olmak için odaya göz atıyordum. Gözlerime bir hareketlilik takılırken kapıyı daha hızlı yumruklamaya başladım. Odanın dört köşesinde bulunan havalandırmaların demir ızgarasından bir tür sıvıya benzeyen ama tam olarak da sıvı olmayan gaz gibi bir şey akıyordu. '' Çıkarın beni! Sam'in yanına gitmeliyim. Çıkarın lütfen. Bedeli her neyse sonra öderim. Lütfen, şu anda Sam'in yanında olmalıyım. Çıkarın! '' diye bağırıp kapıyı yumruklarken bakışlarım, çapraz bir şekilde odanın merkezine doğru ilerleyen maddedeydi. Havalandırmadan akan şey düzgün bir şekilde akarak odanın merkezinde birleşiyor ve birikiyordu. Herhangi bir destek olmadan sıvı silindirik bir şekilde yükselirken afallayarak ona bakmaya başladım. Kapıyı yumruklamaya ara vermiş, merak, şaşkınlık ve korkuyla yükselen sıvıya ve onu çevreleyen gaza bakmaya başlamıştım. Simsiyah sıvı benim boyumu geçerken havalandırmalardan bir tıslama sesi geldi. Havalandırmadan daha fazla sıvı gelmezken tüm sıvı silindir bir şekilde karşımda toplanıyordu. Siyah sıvı ve gaz tam karşımda sabit bir şekilde dururken; yüzey, birden dalgalanmaya başladı. Vücudum harekete geçerken kendimi ona yaklaşırken buldum. 'Bu ne böyle?' diye düşünürken; gazın genzimi yakan kokusunu alınca yüzümü buruşturdum. Daha önce hiç böyle bir koku almamıştım. Elimi dalgalanan yüzeye değdirme isteğiyle savaşırken gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Boğazıma değen şeyle dudaklarımdan bir çığlık koparken gözlerimi hızla açtım. Boğazımı saran şeye bakışlarım kayarken daha da şiddetli bir çığlık attım. Siyah silindirden boğazımı saran bir el ve kol şekillenmişti. Nefes almamı engelleyen baskıdan kurtulmak için boğazımdaki şekillenmiş maddeden ellerimle kurtulmaya çalıştım ama ellerim içinden geçip gitti. Tekrar tekrar denerken gözlerimin önünde gerçekleşen şeye anlam veremiyordum. ' Madem ellerim geçiyor boynumu çekersem kurtulurum. ' düşüncesiyle boğazımı geri çekmeye çalıştım ama hareket bile edemedim. Boğazımdaki baskı nefesimi kesecek kadar artarken düşünme yetimi kaybedip son nefesimi de çığlık atarak harcadım. Gözlerimde siyah benekler belirip uçuşmaya başlarken silindir şekildeki maddenin üzerinde bir yüz belirlemeye başladı. Nefessizlikten ciğerlerim yanarken kalbimin atışını kulaklarımda hissediyordum. Göğsüm yanarken gözlerim sulanmaya başlamıştı. '' Bedel ödetme zamanı! '' Duyduğum birçok farklı tınıdan oluşan sesle, tüm madde vücuduma çullanırken gözlerimi ve nefes almaya çalışırken açtığım ağzımı kapatmaya çalıştım. Sıvı vücudumu sararken burun deliklerimden, kulaklarımdan içeriye girdiğini hissedebiliyordum. Sanki bir çift el dudaklarımı ayırıp parmaklarını, birbirine sıkıca bastırdığım dişlerimin arasına soktu ve ağzımı açtı. Sıvı ağzıma dolarken dilimde bıraktığı tat bakırımsıydı. Yemek borumdan aşağıya sıvı hızla akarken öğürmeye başladım. Bedenim kasılırken öne doğru eğilmeye çalıştım ama bedenimi saran madde buna engel oluyordu. Kaskatı kesilmiştim. Ellerim kapıyı yumrukladığım için acıyordu ama maddeyle bu acı daha da katlanılmaz bir hale gelmişti. Tüm vücudumu bir ateşin sardığını hissederken organlarımın parçalanıp ufalandığını hissediyordum. Gaz ve sıvı akciğerlerimi yakıp kavururken sıvı gözkapaklarımı istila etmeye başladığında; bedenimdeki tüm hücrelerin infilak ettiğini, alev aldığını hissederken içten içe öldüğümü hissettim. '' Hayır, asıl şimdi yaşamaya başlıyorsun! '' Kulaklarımı birçok ağızdan yükselir gibi ama aynı zamanda da tek bir ağızdan çıkıyormuş gibi gelen ses doldurdu. İçim boşalırken aynı istifra ederken ki gibi safra tadının vücuduma yayıldığını hissettim. Madde bedenimden ayrılırken tenimde her ay bize yapılan ağda etkisi bırakıyordu. Tüm vücudum acıyla kasılırken bedenimdeki tüm gücün çekildiğini hissettim. Dizlerim titreyerek bedenimi taşıyamaz hale geldiğinde yere yığıldım. Yerde titrerken dişlerim birbirine çarpıyor yanan gözlerimden yaşlar hızla boşalıyordu. Ağzımdan, burnumdan ve kulaklarımdan çıkmaya devam eden sıvı her bir zerresiyle vücudumdaki yaşam enerjisini alıyordu. Bedenime giren kramplarla yerde titrerken gözlerimi açmaya korkuyordum. Acı her bir hücreme yayılmış bedenim üzerinde olan kontrolümü yitirmeme sebep olmuştu. Başıma iki taraftan baskı uygulayarak kafatasımı eziyorlarmış gibi hissediyordum. Kafatasım baskı sonucu kırılacak ve beynim dışarıya fırlayacaktı. '' Bu nasıl bir hayal gücüdür? Sevdim seni küçüğüm. Şimdi üzerini giy ve yoldaşına yetiş. '' diyen ses kulaklarıma ulaşırken vücudumdaki tüm hislerin birden kesilmesiyle gözlerimi açtım. Soğuk zeminde çıplak bir şekilde yatarken az önce duyduğum acının, hissettiğim korkunun yerinde yeller esiyordu. Bedenimde daha önce hiç hissetmediğim bir güç peyda olurken yerden hızla kalktım. Bakışlarımı maddeyi bulmak amacıyla odada gezdirirken hiçbir şey görememenin verdiği şaşkınlıkla gözlerim irileşti. ' Az önce kâbus mu gördüm? Kâbus olamayacak kadar gerçekçiydi. ' diye düşünürken bir süre önce üzerinde uyandığım tabakanın üstünde bulunan beyaz üniforma dikkatimi çekti. Hızlı ve güçlü adımlarla tabakanın yanına gittim ve üniforma, beyaz ayakkabılar ve altında bulunan iç çamaşırlarını giymeye başladım. Az önce ne olmuştu ya da olmuş muydu hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim daha önce hiç hissetmediğim kadar dinç ve güçlü hissediyordum. Giyindiğimde sesin bana son söylediği sözlerin anlamını düşündüm. 'Yoldaşına yetiş' diyerek, Sam'e dünyaya transporter gemisiyle gönderilmeden önce yetişmem gerektiğini mi demek istemişti? Halüsinasyon olsun, kabus olsun, gerçek olsun şu an önemli olan Sam idi. Kapıya yönelip tekrar yumruklamak için parmaklarımı avcuma bastırırken kapının üzerindeki yeşil ışık yanıp kapı kayarak açıldı. Şaşkınlıkla bir an duraklasam da buna ayıracak zamanım yoktu. Kulaklarımı dolduran avamları toplama alarmıyla dört ya da beş dakika içinde transporter gemisinin harekete geçeceğini anladım. Hızla taşıma tüplerine ilerlerken; enerji tasarrufu için Horus'un eksi katlarında bulunan tüplerin çalışmadığını hatırlamamla merdivenlere yöneldim. Arkamdan gelen bipleme sesiyle taşıma tüpüne döndüğümde aktif olduğunu belirten mavi ışığın yanıp söndüğünü gördüm. Neler olduğunu daha sonra düşünmeye karar verip tüpe koştum ve kapı kapanırken son anda içeriye girdim. Eksi kırk katı hızla çıkarken zemin katta duran tüpün aynalı camından dışarıya baktım. Beyazlar içindeki güruh transporter gemisine binecek olan gençleri yüzlerinde acı dolu bir ifadeyle izliyordu. Gençlere, aileleriyle veda etmek için verilen dakikalarda herkesin gözleri onların üstündeydi. Transporter gemisi onların tersi istikamette kalıyordu. Tüpün kapıları her zamanki sinyalle açılmak yerine sessizce iki yana açıldığında kendime durma izni vermeden gemiye doğru dikkat çekmeden ilerledim. Geminin açık kapısından içeriye süzülürken metal donanımlardan uzak durarak yolcu taşıma birimini geçtim ve yük ambarına gittim. İki metal dolabın arkasında kalan boşluğa diz çöküp yerleşirken geminin Horus'tan ayrılacağını bildiren sirenlerin çalmasıyla yerime sindim. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken kalbim göğüs kafesimi delip geçmek istercesine atıyordu. Soluklanma için kendime izin verdiğim sürede geminin harekete geçmesiyle kollarımı sağ bacağıma dolayıp çenemi dizime koydum. Geminin şiddetle sarsılması ve ışıkların yanıp sönmesiyle gözlerimi sımsıkı kapadım. '' Pistten kalktınız. Kalkandan geçerken mideniz bulanabilir, başınız dönebilir, bayılabilir ve kalp krizi geçirebilirsiniz. Kalkandan geçerken geminin infilak etmesini önlemek için yolcu taşıma birimi dışındaki diğer birimlerdeki solunum sistemi kapatılacaktır. Kalkandan geçene kadar yolcu taşıma biriminde kalırsanız bu etkileri görmezsiniz. Bu süre üç dakika sürecektir. '' Mekanik, tekdüze ses yankılanırken duyduklarımla yerimden fırlayıp yolcu taşıma birimine koşmaya başladım. Her birimin kapıları tek tek kapanırken geminin kuyruk tarafından baş tarafına doğru koşuyordum. Arkamdan kapanan kapılar benden çok daha hızlı ve seriydi. Hızımı arttırıp yolcu birimi kapısının üstündeki geri sayım simülatörüne baktım. 3... On metre. 2... Yedi metre. 1... Üç metre. 0... Kapı kapanırken tüm gücümü bacaklarımın arkasında toplayıp kendimi öne doğru attım. Güm! Kapı arkamdan kapanırken gözlerimi ellerimle kapatıp hissettiğim rahatlama duygusuyla ağlamaya başladım kendimi yere bırakıp. Yerde nefes nefese yüz üstü yatarken, yerinden heyecan, korku ve adrenalin yüzünden fırlayacak gibi olan kalbimi sakinleştirmeye çalıştım. '' Angelina? ''  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD