VİVİAN & VI & HAYATTA KALMA SAVAŞI &

3268 Words
Kemal, Aradia ile o konuşmayı yaptıktan sonra hızla kimseye görünmeden evine dönmüştü. Karısı Ayşe'den ve diğer köy halkından onları koruyamayacağının farkındaydı. Fakat bu onlara hiçbir şekilde yardım etmeyeceği anlamına gelmiyordu. Evine geldiği gibi hızla kiler yerine kullandıkları kurluğa daldı. Bir kadının ve çocuğun taşıyabileceği kadar erzağı toparlamaya çalışırken nefes nefeseydi. Genç adamın vicdanı hiç rahat değildi ama kendi topluluğunun kalkıştığı bu işe tamamen karşı duracak cesareti de yoktu. Cesareti olmayan herkes gibi sessiz kalmayı da tercih edebilirdi ama yapmamıştı. İnsanoğlu, Aradia'nın gözünde yine her zamanki gibiydi. Kendi kötü emellerini elde etmek için her şeyi yapanlar ve buna sessiz kalanlar. İçten içe her zaman sessiz kalanları harekete geçenlerden daha suçlu bulmuştu. Onlar bu savaşı durdurma gücü olmasına rağmen yapmayı tercih etmeyenlerdi. Uzun zamandır kendisinin de o sessiz kalanlardan bir farkı kalmamıştı ama sırf o yetim kız için, ona verilen görev için, sırf bir halkı zulümden kurtarmak için bu sefer sessiz kalmayacaktı. Evde kendisi için değerli ne varsa hepsini hızla toplamaya başlamıştı. Daha fazla orada durmayacaktı ama sessiz sedasız da ayrılmayacaktı oradan. Onun kim olduğunu herkes anlayacaktı. Ömürleri boyunca o günü hiçbir köylü unutmayacaktı. Kemal'in kısa sürede geri döneceğini daha o evden çıkmadan önce görmüştü. Tıpkı o akşam kendi evini yakmaya gelecek olan köy halkını gördüğü gibi... Kemal'in gelmesini beklerken sadece toplanmıyordu. Bir yandan da kazanında değişik katran gibi bir sıvı kaynatıyordu. İnsanlar bunu görse cadı, büyücü laflarına delil olarak kullanırdı ama bu sadece bilimdi. Küçük kız ise etrafından olup biteni artık takip edemez olmuştu. Onu o gemide en iyi karşılayan adam biraz önce kaldığı yere gelmiş ve tutunduğu son dal olan kadına bağırıp çağırmıştı. Söylediklerinden tam olarak bir şey anlamamıştı ama başlarına gelecek şeyi hissetmişti. Aradia'yı takip eden gözleri hiç sabit durmuyordu. Kadın küçücük kulübenin içinde bir kitapları bir bitkileri topluyor bir yandan da kazanda garip kokulu bir şey kaynatıyordu. Yine olduğu yeri terk edip uzaklara gideceğini var olan telaştan anlamıştı ama bu sefer içinde tarif edemediği bir korku vardı. Şimdiye kadar terk ettiği hiçbir yere dönememişti. Yine dönemeyeceğini içten içe hissediyordu. Aslınada esas korktuğu şey geri dönememk değildi. Yine yola çıktığı kişiyi kaybetmekti. Nadya, Vasili, Arthur... Hepsini geride bırakmıştı o gemiye binerken. En çokta kendini emanet ettiği Helena, o da geleceğim deyip geri dönmeyenlerdendi. Kimse ona dönmüyordu. O her şeye herkese rağmen ilerliyor ama sevdiği herkesi geride bırakıyordu. Sanki mütemadiyen terk ediliyordu. Tek başına kalma korkusu artık iyiden iyiye içinde yer etmişti. Genç kadını takip eden gözleri artık net görmüyordu. İçindeki korkudan titremeye başladığının farkında bile değildi. Tıpkı kadının onun yaşadığı korkuyu fark etmediği gibi. Kendini daha fazla tutamayan küçük bedeninden ufak hıçkırık gibi ağlama sesleri gelmeye başlamıştı. Artık gözünde tutunamayan yaşlar hayatından çıkan insanlar gibi bir bir göz pınarlarında boşalıyordu. İçine düştüğü telaştan bir rüyadan uyanır gibi sıçramıştı genç kadın. Kendi düşüncelerine o kadar dalmıştı ki küçük kızın içinde yaşadığı şeyleri düşünememişti. Elinde ne tuttuğunu umursamadan kenara bir çöp bırakır gibi bırakıp hızla küçük kızın karşısına çömelmişti. O saniye çocuktan hiç beklemediği bir hareket gelmişti. Vivian ince kollarını hızla kadının boynuna dolamıştı. Her ikisi de biliyordu ki bazen duyguların kelimelerle ifade edilmesine gerek olmazdı. Bazen tek bir hareketle bile kelimeler hatta paragraflar anlatılırdı. O an da öyle bir andı. Küçük kız o sarılma ile beni bırakma diyordu adeta çığlık çığlığa. Genç kadın küçük bedeni kendi bedenine bastırırken bırakmayacağını haykırıyordu ona. Oysa kader bizim verdiğimiz sözlerin çok dışında işleyen bir sistemdi. Geleceği görmesine rağmen Aradia bile buna müdahale edemezdi. Edemeyecekti... Kızın yüzünü görmek için kollarını hafif gevşetmişti ki o daha çok sıkı sarılmıştı boynuna. Sanki bırakırsa o da gidecek gibiydi. Kalan son dalını da keseceklerdi. Boynundaki ince kollarını ufak bir güçle kendinden ayırdı. "Gitmiyorum!" onu ikna etmek istercesine naif bir kuş tüyü gibi yumuşaktı ses tonu. "Beraber gideceğiz." Kızın yüzünü iki avcunun arasına alıp devam etti, "Bundan sonra sen ve ben... Sadece ikimiz!" Vivian onu cevaplayacak sesini bulamamıştı ama usulca başını sallarken bir yandan da burnunu çekiyordu. O gün o saniye ikisi birbirine gözleri ile söz vermişlerdi. Ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın birbirilerine sarılan o kollar ayrılmamak için her şeyi yapacaktı. Hangisi daha önce kalktı ikisi de bilmiyordu ama birden sanki bunu defalarca yapmış gibi bir uyumla alınacakları toplamaya başlamışlardı. Aradia, bir kavanozu kazana döküyorsa üç kavanozu büyük tahta çantasına diğerlerinin yanına koyuyordu. Küçük kız her boşaltılan kavanozdan sonra sanki işin ehli gibi kazanı karıştırıyor sonra da alacakları giysileri katlamaya dönüyordu. Toparlama işi dakikalar içerisinde bitmişti ama kazanda kaynayan şey hala bitmemişti. Aradia, bitmek tükenmek bilmeyen bir güçle büyük kazanı karıştırırken küçük kız onun verdiği kepçe ile minik kavanozlara içindeki katran gibi olan sıvıyı dolduruyordu. Onları kamçılayan yaşadıkların intikamını alacak olmak mıydı yoksa yaşayacaklarına ilk defa tepki verecek olmaları mıydı bilinmez sessizce içlerindeki duyguları körüklüyorlardı. Bitirdiklerinde Vivian kaç şişe doldurduğunu bilmiyordu. Sayı saymayı bilmediğinden değil saymakla vakit kaybedemeyeceğinden. Onlar hazırladıkları kumaş çantalara minik kavanozları dizerken kapıları art arda güçlü yumruk ile çalınmıştı. Aradia gelenin kim olduğunu bildiği için telaşe yapmamıştı ama küçük kız irkilmişti. Kulübenin içinde hızla gözlerini gezdirerek son kez kontrol ettikten sonra kapıyı açtı. O kapıyı açana kadar kapının menteşelerinden sökülüp odanın içine düşmemesi bir mucizeydi. Genç kadın kapıyı açtığında adamın el az kalsın kapı yerine ona inecekti ki son anda gelen bir refleksle kendini durdurabilmişti. O kadına vurma ihtimalinden korkmuştu ama kadın ondan gelecek bir darbeden korkmamıştı. Birkaç saniye ikisi de bir şey söylemeden birbirlerine bakmıştı. Adam, kadından neden geldin, ne istiyorsun, belki birkaç hakaret duyacağını bile düşünmüştü ama beklediği bu sessizlik değildi. Yaşadığı ani şaşkınlıktan hızla sıyrıldı. "Uzun süre yetmez belki ama bir süre sizi idare eder!" Adamın uzattığı iki kumaş poşette ağırlığını belli edercesine yere doğru sarkmıştı. Aradia'nın bir girdabı andıran gözleri birkaç saniye kumaş üzerinde oyalandıktan sonra adamın yüzüne çıkmıştı. "Gerek yok!" adamın iyilik yaptığını düşünerek vicdanını rahatlamasına izin vermeyecekti. "Ne olacağı belli olmaz. Lazım olur, al!" dedi erzağı kadının eline tutuşturmaya çalışırken. Genç kadın onun bu çabasını boşa çıkardı. "O gözünü kapatıp görmeyi reddettiğin şeye karşı çıkarak yardım et. Bu şekilde değil!" Aradia, hayatının ilk döneminde de insanlara anlatmaya çalışmıştı. Doğruyu gösterirsen herkes o yolda yürür sanmıştı. Ama öyle olmuyordu. O da anlatmayı bırakmış onların yozlaşmasına izin vermişti. Belki pes etmese her şey daha farklı olabilirdi. Belki o eski çaba kıvılcımları hala içinde olsa insanlığı değiştirebilirdi. Belki o değil de başkası olsa bunu yapabilirdi. Ama geçmiş hatalar geri alınamayacak kadar uzaktalardı. Gelecek ise şekillendirilmek üzere önlerinde bekliyordu. "Elimden gelen bu kadarı!" "Hayır! Çabalamadan başarabileceğin bu kadarı!" kadının öfkesi ona değil bütün insanlığa, onların sahip olduğu hırsa, öfkeye, kineydi. "Çabalamak mı? Ne yapayım kendi karımı, çocuklarımın annesini mi öldüreyim? Benden ne istediğinin farkında mısın kadın!" Artık tek öfkeli olan Aradia değildi. "Peki sen onların yapmak üzere olduğu şeyin farkında mısın?" Zorlarına giden de buydu ya... İkisi de haklıydı ama haklı olmak zafer vermiyordu. Haklı olmak onları kurtarmıyordu. Haklı olmak biraz sonra kapılarına dayanacak olan köylüleri durdurmuyordu. Her ikisi de derin derin nefes alıyordu. Gezegendeki bütün oksijenle ciğerlerini yıkasalar yine de öfkeleri geçmeyecek gibiydi. Genç adam bu şekilde konuşmanın faydasız olabileceğini anlayabilecek olgunluktaydı. Kararlı bir şekilde elindeki çantayı kapının yarına bıraktı. "Kendinize dikkat edin!" Söyleyecek başka bir kelimesi yoktu. Yaşanan şeye söylenecek bir şeyde yoktu. Aradia'nın da arkasını dönüp gitmekte olan adama söyleyecek çok şey bulabilirdi ama ne öfkesinin sebebi oydu ne de söyleyeceği şeyleri esas hak eden kişiydi. Onun bıraktığı çantayı ayağı ile odanın içine doğru çekip kapıyı kapattı arkasından. Geriye dönüp baktığında iri gözleri ile dikkatlice her hareketini izleyen küçük kızla göz göze geldi. Vivian kendisinin bile farkında olmadığı bir şekilde kadının her bir hareketini her bir mimiğini bilinç altına kaydediyordu. Hiç farkında olmadan onu kendine model edinmişti. Kadın hazırladıkları çantalardan birine uzandığı sırada küçük kız sordu, "Nereye gideceğiz?" Kadın bir iki saniyeliğine durakmış olsa da kaldığı yerden devam edip evden çıkarken cevapladı onu. "Eve, ait olduğumuz yere..." Ev neydi? Dört duvarın üzerinde bir çatı varsa orası ev olur muydu? Yoksa ev ebeveynlerin yaşadığı yer miydi? O zaman onun anne ve babası neredeydi? Oysa babası ona sütünü içirmeden asla yatmazdı, annesi üzerini örtmeden uyumasına izin vermezdi. Şimdi neredelerdi? Gidecekleri yer; geldikleri, köklerinin bağlı olduğu yerdi. Aradia ne çok özlemişti orayı! İnsanların ruhlarının daha katran bağlamadığı o gezegeni... Aslında o da bilmiyordu, insan denen varlığın her yerde yozlaşmayı başarabildiğini. Neyse ki deneyimleyecek kişi de o değildi. Sadece bunlarla baş edecek olan kişiyi yetiştirmekle görevliydi. Yetiştirmesi için önce onu hayatta tutması gerekiyordu. Vivian düşüncelerinde kaybolduğu sırada kadına erzakları taşımada yardım ediyordu. Dakikalar içerisinde iki atın çektiği küçük arabayı yüklemişlerdi bile. Oradan ayrıldıkları sırada ikisi de dönüp terk ettikleri eve bakmamışlardı. Normalde köyden onların yaşadığı kulübeye gelen dik ama düzgün bir patika yol vardı. Köylülerin evlerini basmaya oradan geleceğini tahmin ettiklerinden dağın içinde ormandan geçen köyün büyüklerinin bile bilmediği bir yoldan köye inmeye başlamışlardı. Köylü onlar yola çıktığı sırada neredeyse kulübeye varmışlardı. Biraz daha oyalanmış olsalardı hiç istemedikleri şeyler yaşanabilirdi. Aradia atları olabildiğince hızlı kullanmaya çalışıyordu. Bir an önce bu ruhu katran bağlamış insanlardan uzaklaşmak istiyordu. Köy halkı evlerini talan ettikleri sırada onlar köyün girişine çoktan varmışlardı. İlk gördükleri binalar köyün dışındaki birkaç evin ahırlarıydı. Hayvanlar bile o an o kadar sessizleşmişti ki sanki iki Sabie'den yaşanan şeyler için özür diliyorlardı. Biraz daha ilerledikten sonra köyün dışında kalan evlerin yanına gelmişlerdi. Aradia arabayı o zaman kadar hızlı sürmeleri için atları zorlarken birden adım adım ilerlemeye başlamışlardı. İlk evin hizasına geldiklerinde genç kadın hazırladığı ufak kavanozlardan birini hızla evin eşiğine fırlatmıştı. Cam kavanoz gürültü eşliğinde kırılan cam parçaları yere saçılırken siyah katran sıvısı eşikte an be an yayılıyordu. Köyün girişindeki birkaç evi geçtikten sonra karşılarına büyük mezarlık çıkmıştı. Orda biraz daha hızlanıp köyün içine kavanozları kıra kıra ilerlemişlerdi. İlk başlarda sadece Aradia atıyordu ama birkaç ev geçtikten sonra Vivian da ona katılmıştı. İlk attıkları hedefi tutturmaktan çok uzak olsa da birkaç ev geçtikten sonra alışmıştı. Hatta bir noktadan sonra yaptıkları şeyi oyuna dönüştürmüştü. Onlar işlerini bitirip köyden çıktıkları sırada ormandan gelen dumanlar gökyüzünde çoktan gri bulutlara sebep olmuştu. Köylünün bazılarının elinde odunlarla bazıları da buldukları kazma kürek ile öfkeli homurtularla kulübeye gelmişlerdi. Yaptıkları şeyin farkında bile olmayacak kadar gözleri dönmüştü. Bir kadın ve çocuğa saldırmak birlik olunduğunda normal miydi? Ele başı muhtar ile kardeşi Ayşe kadın defalarca dışarıdan bağırmışlardı. Eve girmeden genç kadını dışarı çekip linç etmek istiyorlardı. Bazı hakaretler fısıltı ile başlayıp aralarında sesler yükseliyordu. İstedikleri karşılığı alamadıklarında daha da öfkelenen halk aslında ne yapacaklarını bilmiyordu ama başı çeken muhtar ne yapacağını çok iyi biliyordu. İçeriden çıkan kimse olmadığında bir tekme ile kapıyı menteşelerinden sökmüştü. Köylünün arasında birkaç kişi işin geldiği noktadan korkmaya başlamış olsa da söyleyecekleri herhangi bir şeyde linç edilen kendileri olacağını düşünerek sessizce muhtarı takip etmeye başlamışlardı. Bozuk ti niyetinin öfkesi ile evi talan etmeye başlamıştı muhtar. Ufacık alanda sanki saklanacak çok yer varmış gibi en ufak bir örtünün bile altına bakmıştı. Dışardan köylülerin birkaçı ona katılmış olsa da çoğunluğu korkulu gözlerle yaptığı şeyi izliyordu. Kısa sürede kulübeyi yıkılacak hale getirmişlerdi. Bununla da yetinemeyen Ayşe kadın son noktayı koyup evi ateşe vermişti. Yine de bu ateş içinde yanan şeytan ateşini söndürmemişti. Birbirinin içindeki haysiyetsizliği körükleyen iki kardeşin eşliğinde köylü ormanda kadın le küçük çocuğu aramaya başlamışlardı. Birini öldürmek bu kadar kolay mıydı? Buna karar vermek için nasıl bir düşünceye sahip olmak gerekiyordu? Bunu yapmak için neleri göze almış olmalıydı ki? Korkunun bir insana neler yaptıracağını o akşam bütün köylü anlamıştı. İki kardeşin gazabından korkan herkes onlar ne diyorsa yapıyordu. Bilmiyorlardı ki birlik olunduğunda kimse onların karşısında duramazdı. Lakin birlik olup karşı çıkmak güdülmekten daha zorluydu. Gece yavaş yavaş çökmeye başladığında köylü artık yorulmuştu. Aramalara ertesi gün devam etmek için köye dönme kararı almışlardı. Aradıkları kişiler çoktan onlardan uzaklaşmıştı. Köyden çıktıkları sırada küçük kız yaptıkları şeyi nihayet sorgulayabilmişti. "Neden böyle bir şey yaptık?" Ondan bu kadar geç gelen sorgudan hoşlanmamıştı genç kadın. Bir işin yapıldıktan sonra sorgulanmasının bir anlamı yoktu ona göre. "Onlara zarar vermek için!" Küçük kız o zaman farkına varmıştı. Kadın birilerine zarar verebilecek biriydi. Annesi her zaman birine zarar vermenin kötü olduğunu söylerdi. Konu kendini savunmak bile olsa sözlü olarak kendini savunabileceği anlatılmıştı hep ona. Şaşkındı. Şaşkınlığı içindeki korkuyu ateşlemişti. Bir gün bu kadın ona da zarar verebilir miydi? "Neden böyle bir şey yaptık?" Aradia başını bile çevirmeden yandan ters bir bakış attı kıza, "Yaptığından pişman olsan telafi edebilecek misin?" Çocuk aklıyla geri dönüp herkesin evinin önünü temizlemeyi düşünmüştü. Farkında olmadan hafifçe geriye dönüp geldikleri yolu düşündü. Köyden oldukça uzaklaşmışlardı ve hava çoktan kararmıştı. Geri dönemezdi. "Edemem!" Farkında olduğu şey pişmanlıktı. O akşam, o atın üzerinde ufak bir ders almıştı. Soruları sormak değildi önemli olan... Önemli olan doğru soruyu doğru zamanda sormaktı. "Sence o sıvı onlara ne yapacak?" Aradia merak ediyordu. Çocuğun hayal gücü, algıları ne yönde gelişiyordu öğrenmek istiyordu. Vivian, o kadar sessiz biriydi ki aklından geçen şeyleri anlayamıyordu. Düşünce yapısını bilmeden birini ileride yönetici olması için eğitemezdi. Küçük kız farkında değildi ama genç kadın ile tanıştığı andan itibaren eğitimi başlamıştı. "Canlarını yaktık sanırım!" sesi o kadar kısıktı ki koca ormanda yalnız olmasalar söylediğini duyamazdı. "Biri senin canını yakacaksa karşılık verip sende onun canını mı yakarsın yoksa canının yanmasına izin mi verir?" Kadın, kızın tepkilerini görmek istercesine ona dönmüştü ama orman o kadar karanlıktı ki kızın mimiklerini çok zor ayırt ediliyordu. "Birinin bana zarar vermesini sağlayacak bir şey yapmam ki ben!" Çocukça bir tonda söylemişti bunu. Masumluğu sadece yüzünden ya da kelimelerinden okunmuyordu. Düşünceleri de masumdu. Aradia bunun açıklamasını yapmadı, kızda başka bir şey söylemeye çekindi. Karanlıkta o fark etmemiş olsa da kadın onu sakin bakışları ile süzmüştü. Gelecekte başına gelebilecek şeyleri düşünmek içini acıtıyordu. Yıldızların; köylünün yaptıkları hatayı bilir gibi köşesine çekildiği, ayın; gezegeni aydınlatmaktan vazgeçercesine ışığını vermediği o karanlık gece hayatın bir özeti gibiydi. Genç kadının yapabileceği tek şey kıza kendi ışığını yaratana kadar o karanlıkta yol göstermekti. Ormanın derinliklerine girdikçe yol daha engebeli ve dar hale gelmeye başlamıştı. Artık atların çektiği araba patikaya sığamaz olmuştu. Yolun geri kalanında sadece atlarla devam edebileceklerinden arabayı bırakmak zorunda kalmışlardı. Küçük kız bedeninin bütün sınırlarını zorlayarak o zamana kadar dayanmıştı ama Aradia arabayı atların üzerine boşaltırken kenarda uyuya kalmıştı. Son birkaç gündür yatağı dışında her yerde yorgunluktan yığılıp kalıyordu adeta. Bu kadar yorulmuyor olsa evini özleyecek daha çok vakti olacaktı ama hayat o kadar hızlı ilerliyordu ki durup düşünmesine müsaade etmiyordu. Kadın eşyaları atların üzerine eşit bir şekilde böldükten sonra arabayı el yordamı ile yol kenarına itip kendince saklamaya çalışmıştı. Üzerine de birkaç çalı çırpı koyup ilk bakışta fark edilmeyecek hale getirmişti. "Tamam, devam ediyoruz!" Arkasını döner dönmez ağacın kenarına oturmuş, başı sol tarafına düşmüş, düzenli nefes alıp verdiği sakince inip kalkan omuzlarından belli olan kızı gördü. Ciğerlerini derin bir nefes ile doldurdu. Bakışlarını yıldızları görmek istercesine gökyüzüne çıkarmıştı. Aslında o da kendini yorgun hissediyordu ama bu bedensel bir yorgunluk değildi. Sanki ruhu günden güne daralan bir odada yaşamaya çalışıyor gibiydi. Onun kadar uzun yaşayan biri için bir noktadan sonra yaşamanın kavramı değişiyordu. Bakışları tekrar yerde uyuklayan kıza döndü. O hayata daha yeni adım atmıştı. Şimdiden hayat denen kavram ile tanışmış ve alacağı her nefes için savaşmaya başlamıştı. Bunun tam olarak bilincinde değildi ama atın üzerindeki dik duruşu bile inatçılığını azmini gösteriyordu. Elleri küçük kıza uzanmak istemiyordu ama yapmak zorundaydı. Daha fazla burada bekleyemezlerdi. Köy halkının gözünü ne kadar karartabileceğini bilmiyordu. Hala peşlerinde olma ihtimalini düşünmek öfkesini körüklüyordu. "Uyan hadi küçük!" Vivian sesine uyanmamıştı ama omzuna kuş kadar hafif dokunan parmaklarla adeta yerinde sıçramıştı. Bedeni dışardan gelebilecek tehlikelere açık olmayı o zaman öğrenmeye başlamıştı. Uyku sersemi adımlarını birbirine karıştırmamaya çalışarak atın yanına doğru ilerlemişti. Atın yanına gelmişti gelmesine ama nasıl bineceğini unutmuştu. Şimdi sağ ayağını kaldırsa sol ayağının üzerinde duramayacaktı. Onun atın yanında dikildiğini fark eden Aradia sorunu anlamıştı. Kıza yardımcı olmak için iki kolunun altından tutup onu atın üzerine çıkması için kaldırmıştı. Neredeyse atın hizasına geldiğinde bacağının birini diğer taraf atıp iki eliyle de atın yularını tutmayı başarabilmişti. Onun yerini sabitlediğinden emin olunca kadın ellerini çekip kendi atına bindi. Bir süre daha Aradia önde Vivian arkada dar patika yolda ilerlemeye devam etmişlerdi. Gecenin ilerleyen saatlerinde düz gibi gözüken patika giderek dikleşmeye başlamıştı. Karanlıkta bunu bile fark edememişti çocuk. En sonunda dağın ortalarına doğru, önündeki kayalıklar sayesinde girişinin görülmediği mağaraya gelmişlerdi. Aradia önce kendi attan inip sonra da çocuğu indirmişti. Gecenin karanlığında girişi bile tam belli olmayan içerisi zifiri karanlık olan mağaraya girmişlerdi. Aradia görülerinde sürekli gördüğü bu mağarayı gecenin zifiri karanlığında avcunun içinde hareket eder gibi ilerliyordu. Peşinden gelen çocukta onun adım seslerini takip ediyordu. Annesini takip eden ördekler gibi atların üzerinden aldıkları erzakları mağaranın içine taşıyorlardı. Vivian bir yerden sonra adım seslerini takip etmek yerine kendi attığı adımları saymaya başlamıştı. Kırk beş büyük adımdan sonra erzakların olduğu yere geliyorlardı. Ama adımlarını küçük atarsa elli üç adımda dönebiliyordu. Erzakları taşıma işi bittikten sonra Kadının atları taşa nasıl bağladığını karanlıkta görmeye çalışarak izlemişti. Tam olarak görememişti ama çok önemli bir iş izlediğini düşünmüştü. Tekrar mağaraya girdiklerinde bu sefer uzun kırk beş adım atmış ama durmamışlardı. Ufacık bir an duraksamış sonra devam etmişti. O kadar çok ilerlemişlerdi ki küçük kız artık saymayı bırakmıştı. Bir noktadan sonra saymasına da gerek kalmamıştı. İlerledikleri taşların arasında bir yerlerden ışık hüzmeleri gelmeye başlamış önlerindeki yol loş bir hal almıştı. Attıkları her adımda ışığın kaynağına biraz daha yaklaşıyorlardı. En sonunda geldikleri açıklık cennetten bir parça gibiydi. Mağaranın içinde başını kaldırıp baktığında bile tavanını göremediği kadar büyük bir açıklık vardı. Ortasında büyük bir ağacın etrafında ufak bir su birikintisi vardı. Ağacın dallarında çiçeklerin arasında uçuşan ateş böcekleri sayesinde aydınlanıyordu içerisi. Ateş böceklerinin biri yanarken biri sönüyordu. Bu ağacın üzerinde dalgalanan bir ışık huzmesi oluşmasını sağlıyordu. Ağacın çiçeklerinin renkleri ile hayranlık uyandıran görsel şölenden gözlerini alamıyordu. Hayatında ilk defa böyle bir şey görüyordu. Ayakları sanki yere yapıştırılmış gibi girişte kalmıştı. Aradia bir süredir gördüğü bu görüntüye onun kadar tepki verememişti. Kızı arkasında bırakıp biraz sağda duran suyu üzerindeki taş basamaklara yönelmişti. Vivian o yönelmeden orada öyle bir basamak olduğunu dahi fark etmemişti. Taş basamaklar ağacın olduğu yerdeki taşların arasından bir sürü otun filizlendiği yere adım atmıştı. Onun attığı adımla ateş böceklerinin her biri kendince sevincini belli etmek istercesine ses çıkarmaya başlamışlardı. Toplu bir şekilde oluşturdukları uğultu da en az sundukları görsel şölen kadar güzeldi. Duyduğu ses gürültü olmaktan çok uzak küçük kızın duyduğu en güzel ses olma yolunda ilerliyordu. Ateş böceklerinden bazıları yuvaları olan ağaçtan uzaklaşıp kadının etrafında dönmeye ilk Kadim'i selamlamaya başlamışlardı. Mağara yılar öncesinden kalma Sabie yuvalarından biriydi. Galia da kalan, eski tarihten haberdar olan nadir canlıları barındırıyordu. Orada bulunan her bir ot, her bir ateş böceği, ağacın her bir yaprağı, suyun her bir damlası ilk Kadim Sabie'ye bağlılıklarını sunarcasına kendini beğendirme, onun onayını alma isteğindeydi. Ufak ufak çekingen adımlarla kadının kendinden emin adımlarla yürüdüğü taş basamakları kızda çıkmaya başlamıştı. İkinci bir kadimin varlığını daha yeni fark eden canlılar bu seferde kendilerini kıza beğendirmeye çalışmış dallar ona yönelmiş ateş böcekleri etrafını sarmıştı. Tenine değen ufak ateş böcekleri onu biraz huylandırmış çokça gıdıklandırmıştı. Ağzından çıkan ufak kıkırdama ile durgun su hafif hafif dalgalanmış insanın ruhuna dinginlik veren bir ses oluşturmuştu. O gece uyuyana kadar ateş böcekleri ile oradan oraya koşum kendince onları kovalamıştı. Yorgunluktan kendini kaybedene kadar uçan yıldızları yakalamaya çalışmış, yakaladıklarını da parmak uçları ile sevip uçmalarına izin vermişti. O gerçek dünya da değil kalbinde cenneti taşıyanlardandı. Ruhu o bahçedeki su kadar temiz, hava kadar çiçek kokuyordu. Geride bıraktıkları ruhlar ise bir şelale gibi öfkeyle çağlıyor, bir tezek kadar pis kokuyorlardı. Kapılarının önünde buldukları o katran sıvısı onların beton dökülmüş vicdanlarını temsil ediyordu ama hiçbiri bunu anlamamıştı. Buldukları şeye karşı düşündükleri tek şey kendilerine yapılan büyüydü. O günden sonra köylüler başta bu büyünün ne olduğunu defalarca konuşmuş kendilerini daha da öfkelendirmişlerdi. Zamanla içlerine yerleşen öfke korkuya dönüşmüştü. Yaşlılardan bazıları bu öfkeye dayanamayıp uykularında ölmüşlerdi. Her gün başlarına gelecek belayı beklemeye ruhları dayanamamış bedenlerinden ayrılmıştı. Başlayan ölümler köylüleri daha çok korkutmuştu. Yapılan büyünün ne olduğuna da o zaman karar vermişlerdi. Cadı, köylerinden gitmeden önce onlara ölüm büyüsü yapmış olmalıydı. Oysa onlara yapılan tek büyü korkuydu. İçlerinde hiç bitmek bilmeyen o korkuyu biraz daha körüklemişti Aradia. Zaten o korku yüzünden de kapısına dayanmamışlar mıydı? Yine aynı korku yüzünden başlarına gelebilecek şeyleri daha yeni deneyimlemeye başlamışlardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD