VİVİAN & V & SEN VE ONLAR &

3794 Words
Gece siyah örtüyü üzerlerine serdiğinde kötüler gölgelerden çıkıp serbest kaldı. Sokaklarda rahatça dolaşmaya başladılar. Ayın parlak sarı ışığı bile onların fark edilmesini sağlayamadı. Ayın ışığının vurmadığı kuytuda dikilen kem gözler ilk kadim ile küçük kızın kaldığı eve dikilmişti. Şimdilik sadece izliyordu. Zamanı geldiğinde istediğini almak için harekete geçecekti. Küçük evin içinde ise sessizlik hakimdi. Aradia, eskiye ve soyuna dair anılarını hatırlamak ister gibi elindeki kitapta gözlerini gezdiriyordu. Sadece şöminedeki ateşin çıtırtılarının duyulduğu odada üzerindeki ağırlığın tek sebebinin hemen çaprazındaki mor gözlü kızdan kaynaklı olduğunu zannediyordu. Küçük Sabie ise başta kendini tutmaya çalışarak bakışlarını şömineye dikmişti ama her geçen saniye buna devam etmek zorlaşmıştı. Ara ara kaçamak bakışlar attığı kadının ilgi ile elindeki kitabın sayfalarını çevirmesi onu daha da cezbetmişti. Bir süre aklını meşgul etmek istercesine avucundaki parmakları ile oynamıştı. Sonuçta bütün çabaları sona ermiş dayanamamıştı. "Ne okuyorsun?" birkaç saniyeliğine kaldırdığı başını sanki bir suç işlemiş gibi hızla avucuna indirmişti. "Soruyu bana mı yoksa eline mi soruyorsun çocuk?" Duyduğu sert ses ile hareket eden parmakları kaskatı kesilmişti. "Sana." Kendi sesini kendisi bile zor duymuştu ama Sabie'nin keskin kulakları bu kedi mırıltısını kaçırmamıştı. "O zaman yüzüme bakarak konuş çocuk." Uyarı dolu sesi küçük evde yankılandığı sırada hareketsiz bir şekilde kızdan bir tepki bekliyordu. Vivian yavaşça başını kaldırmış olsa da sanki onunla göz göze gelmekten çekiniyor gibi bir süre oda da gezdirdi bakışlarını. En sonunda kendine başka bir kaçış bulamadığı için siyah gözlerle buluşmak zorunda kaldı. O a kendini dipsiz bir kuyuya atılmış gibi hissetmişti. Kasları heyecandan mı yoksa başka bir duygudan mı bilinmez kaskatı kesilmişti. "Sorunu tekrar et ufaklık." Duyduğu ses yine o ilk karşılaştıkları zamanki gibi bir dua gibi hatta uymak zorunda olduğu bir emir gibi gelmişti kulağına. Bütün hücreleri ağzını açıp tekrar etmesi için harekete geçmişti bile. "Ne okuduğunu merak etmiştim." Kadının dudakları belli belirsiz bir memnuniyet ile kıvrılmıştı ama bu o kadar kısa sürmüştü ki kız göz yanılsaması olduğunu sanmıştı. "Okumayı biliyor musun çocuğum." Biraz önce konuşmasını sağlayan sesi şimdi nereye kaybolmuştu bilmiyordu ama sadece başını sallamakla yetindi. "Tarih ile, geçmiş ile ilgilenir misin? Bizim gibi olup eskiden ama çok eskiden yaşamış kişiler ilgini çeker mi?" Aradia elindeki kitabın eskiliğini umursamadan dirsekleri ile üzerine bastırıp öne doğru eğilmişti. Sanki aralarındaki mesafe daha az olursa konuşması daha etkili olacak gibi geliyordu. "Severim." Aslında sevmiyor olsa bile hayır diyecek gücü yoktu ufaklığın. Neyse ki babasının ona anlattığı kahramanlık hikayelerini düşününce geçmişe dair bir şeyler öğrenmek onu heyecanlandırmıştı. Oysa biraz sonra öğreneceği şeyler ne hikayeydi ne de içinde kahramanlık yer alıyordu. Geçmiş safi acı, umut ve hayal kırıklığı doluydu. "Yaratıcıya inanır mısın küçüğüm?" Güneşe yönelen ayçiçekleri gibi kadına yönelmişti. Hatta birkaç adım atıp eteğinin dibine yerleşmişti. İri mor gözlerini aşağıdan ona dikmiş usulca başını sallamıştı. "Daha hiçbir kitabın yazılmadığı hiçbir kelimenin söylenmediği hiçbir savaşın yaşanmadığı bir zaman da büyük bir gezegen yaratıldı. Tanrı ilk olarak sonsuz mavi suları yarattı. Sonra aralarına etrafı sularla çevrili olacak şekilde beş kara parçası yerleştirdi." Söylenen her kelimeyi kendi hayal gücünde canlandırıyordu çocuk. Hatta onaylama istercesine hikâyeye dahil bile olmuştu. "Ada yani?" Adanın ne olduğunu biliyordu hatta yaşadığı yerde deniz kıyısından görebileceği birçok adanın olduğunu da biliyordu. İçten içe o beş adanın onlardan biri olabileceğini düşünmüştü. Oysa bahsedilen zaman yaşadığı gezegenin çok gerisindeydi. "Evet, ada." Genç kadın hafifçe gülümseyip anlatmaya devam etti. "Gezegenin her bir köşesi adeta cennetten bir parça gibi yaratılmıştı. Karalar değişik yeşilliklerle doluydu. Deniz ise hiç görülmemiş mücevherlerden daha parlaktı. Güzellik harikası birbiri ardına büyükten küçüğe sıralı yedi güneş yedi ay vardı. Biz kendi adamızda sonsuzmuş gibi gelen bir huzurla yaşıyorduk ama bu durum her adada aynı şekilde değildi." "Adaların her birinde başka varlıklar yaşıyordu. Biz Sabieler bir adadayken insanlar başka bir adadaydı. Dorian ve Mangora isimli savaşçı iki topluluk bir başka adada yaşıyordu. Grani ve Grendel varlıkları ise korkunç görünümlü öldürmeye meyilli varlıklardı ama beynini bizim kadar kullanabilen canlılar değillerdi. Abzar ve Annis Şeytanları ise bu varlıklara göre bir nebze olsun daha zekilerdi. Doğrusu onlara kötü desek bile her zaman ki gibi daha kötüsü de yaratılmıştı." Duyduğu her bilgiyi yemek sindirir gibi zihnin köşesine yerleştiriyordu. İçten içe ileride bu bilgilerin ona çok lazım olacağını biliyor gibiydi. "Zamanla denizde nasıl ilerleyebileceğimizin yollarını bulduk. Hatta uzun seyahatler bile gerçekleştirebilecek kadar gelişmiştik. Yine de diğer adalarla iletişime geçen ilk topluluk biz olmadık. Bizim gibi bu keşifleri yapan insanlar, adamıza ayak basan ilk yabancılar olmuştu. Başta her iki tarafta barışçıl davranmıştı. Dış görünüşümüzdeki ufak farklılıklar düşmanlığa neden olmamıştı. Zamanla bizim sahip olduğumuz güçleri gördüklerinde işler değişmeye başladı." "Bazılarımızı hapis altına alıp güçlerimizi kendilerine almaya çalıştılar. Hatta bazısı gerçek olsa bile bizimle evlenerek çocuklarının bizim gibi olacağını düşündüler. Haklılardı da ama hiçbiri saf Sabie kanı kadar güçlü değildi. Bu güce aç millete yetmemişti. En sonunda aramızda çıkan savaş ile daha fazla kayıp vermemek için her iki tarafta kendi adasına çekildi." "Bizim için bu karar kurtuluştu ama insanlar adalarına döndüklerinde hiç beklemedikleri bir görüntü ile karşı karşıya kalmışlardı. Beşinci adanın sakini olan Yecüc ve Mecüc'ler karşılaşabilecekleri en tehlikeli varlıklardı. Onlar bizden kaçtıklarını zannederken yaşadıkları yerin neredeyse yarısı kaybetmişlerdi." "Biz ise insanlarla yaşadığımız hayal kırıklığı dolu deneyimden sonra keşif yapmamaya karar vermiştik. Kötü hatta daha kötüsünü bulmaktan korkmuştuk. Tabi bilmediğimiz şey belanın biz ona gitmesek de onun gelip bizi bulabileceğiydi. Ki bulmuştu da... Yüzyıl boyunca sürecek olan savaşın ilk temelleri o zaman atıldı." Uzun süre nefes almadan konuşmak kadını yormuştu. Hem biraz soluklanmak hem de hikâyenin can alıcı noktalarına geldiğini belirtmek ister gibi durdu. Uzun süre konuşmak ağzının içinin kurutmuştu. Bundan rahatsız olmuşçasına birkaç kez öksürdü. "Hikâyenin devamını duymak istiyorsan önce bana biraz su getir." Heyecanı ve merakı hala dinmemiş olan küçük kız hızla çöktüğü yerden kalkıp ufak kulübede su arayışına girmişti. İlk birkaç saniye ne yapacağını bilememiş yeni doğan ceylan yavrusu gibi bakınmıştı. Kısa sürede kendini toparlayıp ondan istenen şeyi yerine getirmişti. Genç kadın ona uzatılan bardaktaki suyu kana kana içmişti. Aslında bu bile ona yetmemişti ama yine de sesini çıkarmadan hikayesine devam etmeye başladı. "Abzar ile Graniler bizden çok daha önce karşılaşmış ve bizim insanlarla yapamadığımızı yapıp ortak bir yaşam sürdürmeyi başarmışlardı. Tabi ortak olan tek şey yaşamları değildi kaos yaratma istekleri de vardı. Bunu bizim ve diğerlerinin üzerinde kullanmaktan hiç çekinmediler. Başta onları nasıl öldürmemiz gerektiğinden bir haberdik. Aslında birini öldürmekten bir haberdik. Tarihimiz de hiçbir kanlı olay daha olmamıştı. Maalesef ki öğrenmemiz çok uzun sürmedi." "İlk savaşta halkımızın üçte birini hızla kaybetmiştik. Düşman yorulmuş biz ise derin bir hüzne boğulmuştuk. Bir yandan baş etmemiz gereken kayıplarımız varken bir yandan da kapımızda etimizi parça parça koparmak isteyen düşmanlarımız vardı. Halk olarak bu durumu atlatmamız bir o kadar daha kayıp verdiğimizde olmuştu. En sonunda onların kan kaybından değil sadece başlarına aldıkları darbe ile öldüklerini öğrenebilmiştik." "Savaşın seyri de o nokta da değişmişti. Artık eskisi kadar kayıp yaşamadan düşmanla kıran kırana bir savaş veriyorduk. Hatta sahip olduğumuz güçlerde düşünüldüğünde karşı tarafı bizim ilk günlerde aldığımız hezimetten çok daha büyüklerini tattırıyorduk. Ama onlar bizim gibi değildi. Ölenlerinin arkasından üzülmüyor esirlerinin peşine düşmüyor hatta umursamıyorlardı bile. " "İşte bende tam da bu karmaşada doğdum. Haim gezegeninin ilk ve tek Kadim Sabie'si Aradia..." Kızın tepkisini görmek istercesine bakışlarını ona çevirdiğinde gördüğü şeye şaşırmıştı. Ufaklık oturduğu koltuğa koyduğu koluna başını yaslamış ağzı hafif açık bir şekilde uyuya kalmıştı. İçinde bir nokta bu duruma sinirlenmesi gerektiğini söylüyordu ama damarlarında öfkeye dair hiçbir şey yoktu. Tam tersine uzun zaman önce unutmuş olduğu garip bir şefkat hissetmişti. Elleri kızın yüzüne düşen ufak kızıl tutamı çekmek için savaşa çıkmış gibi kaşınıyordu ama bunu yapmadı. Tam tersine bir eli kalbini üzerindeki yarasına giderken diğeri bir zamanlar içinde can tanesi olan karnına gitmişti. Bu hayat ondan da birçok şey almıştı. Birçok şeyini bu insan denen varlıklar için feda etmişti. O tarihe adı geçmeyen bir kadındı. O hiçbir tarih kitabında anılmayan bir kahramandı. O kurtarıldığını bilmeyen bir halkın kurtarıcısıydı. Ellerinde sanki kendi etinde değil de kor ateşlerin üzerinde gibi acı hissetmişti. Canı yandığından değil ruhu acıdığındandı. Bu acıyı görmezden gelmeye o kadar alışmıştı ki bu su içmek nefes almak gibi bir olay haline gelmişti. O nefesi bir kes daha aldı. O suyu bir kez daha yudumladı. Çocuğu hafifçe belinden kavrayarak kaldırdı. Bir akşam önce ona gösterdiği yere yatırdı. Üzerine ona vermiş olduğu ince örtüyü özenle serdi. Ufaklık bu yer değişikliğinden hiç etkilenmemiş hatta olduğu yere yerleşmek istercesine tatlı birkaç mırıltı çıkarmıştı. Oysa onun bu halinin tek sebebi rüyasında gördüğü sevdikleriydi. Gerçek hayatta onu bıraktığını sandığı kişiler rüyasında yoluna yoldaşlık ediyordu. Onu her akşam sevgi ile karşılıyor görünmez yaralarını sarıyorlardı. Onu doğar doğmaz terk eden Helen bile dünyevi hayatta kaçırdığı şeyleri telafi etmek ister gibi yanında oluyordu. Küçük bedeni rüyasında huzur bulurken genç kadının rüyaları huzursuz anılardan oluşuyordu. Her zaman olduğu gibi anlatmak acılarını tazelendirmiş her bir yaranın tekrar açılmasına neden olmuştu. Her saat başı uyandığı bölük pörçük uykudan sonra kendini sersemlemiş hissetmişti. Günün ilk ışıkları ile de uyumaktan vaz geçmişti. Biliyordu ki ne kadar çabalarsa çabalasın şu birkaç gün iyi bir uyku çekemeyecekti. Belki de bu yüzdendi sabah sabah üzerinde hissettiği huysuzluk. O sabah hep yaptığı işleri bu sefer biraz daha gürültülü biraz daha sert yapmıştı. Kendinde olmayan huzur kimsede olsun istemez gibiydi. Ufaklığın rahatsız kıpırtıları ile yaptığından utanmıştı. Yine de bunu kabul etmek istemezcesine sessiz olmak için bir çaba göstermemişti. O kahvaltı için ufacık evde bir o yana bir bu yana adımlarken küçük kız çoktan gözlerini açmıştı. Hatta varlığını hissettirmek istemez gibi sessizce yatağını toplamış örtüleri katlamıştı. Bir işin ucundan tutmak isteyen yanı ile genç kadının eteğinin dibinde evin içinde adımlamaya başlamıştı. Bu hareketi kısa süre içerisinde ona pahalıya mal olmuştu. Evin küçük olması genç kadının hızlı hareket ediyor olması ile ona ayak bağı olması kaçınılmaz bir gerçek olmuştu. Genç kadının hızına yetişemeyen minik adımları ile denge sini kaybetmesine neden olmuştu. Düşecek gibi olan kadın hızla geri döndüğü sırada ona bakan iri gözlerin bir an için kime ait olduğunu unutmuştu. Tam kızacak, öfke ile ağzına gelen sözleri sarf edecekti ki çalan kapı ile laflarını yutmak zorunda kaldı. Sıktığı dişleri arasından tıslar gibi çocuğa emir verdi. "Ayağımın altından çekil de kapıya bak!" Çocuk ise bu öfkeyi görmemişti bile. Ona bir görevin verilmiş olmasının heyecanı ile kapıya gitmişti. Çocuk adımları ile aslında kısacık olan mesafe ona çok gibi gelmişti. Ahşap kapıyı yarı zorlanarak açtığında karşısında kimseyi görememişti. Gelenin o kapıyı açıncaya kadar gitmesinden korkmuştu. Sanki giden birini yakalayabilecek gibi dışarı doğru adımlayıp etrafa bakınmaya çalıştı. Tam da o sırada yüzünün ortasına gelen sert bir darbe ile dengesini kaybedip gerisin geri kalçasının üzerine düşmüştü. Bir gün önce gelen çocuklar o zaman yapamadıkları fenalığı şimdi yapacak fırsat bulmuşlardı. Önlerine çıkan ilk fırsatı da kaçırmamış kullanmışlar küçük kızın suratının ortasına çamurla karışık hayvan pisliğini fırlatmışlardı. Çocuklar şakaya benzemeyen hareketlerine gülerken küçük kısın beyaz yüzü toprak rengine dönmüştü. Üstüne üstlük çoktan üzerine sinen kokuda cabasıydı. Kısa süre yaşadığı şaşkınlıktan sonra eli ile yüzündeki şeyleri silmeye çalıştı ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın sanki daha çok yerleşiyordu. Gözlerini ve ağzını temizleyebildiği sırada çocuklar yeterince eğlenemediklerini düşünmüş olmalı ki acımasızlıklarının dozunu arttırdılar. Bir yan da içeriden çıkmayan kadından da cesaret alıyorlardı. Yüzündeki şeyden dolayı önünü bile göremeyen kızı iki kolundan sürükleyerek evden uzaklaştırmayı başarmışlardı. Onun yüzüne atmak için hazırladıkları çamurlu alan ite kaka getirdiklerinde her biri sanki önemli bir iş başarmış gibi mutluydu. Böyle bir kötülüğü daha önce hiç yaşamamış olan kız ne olduğunun farkında bile değildi. İki kolundan ve sırtından itilmesi ile vıcık vıcık bir şeyin içine düşmüştü. Gözlerini tam olarak açamadığından ne olduğunu göremiyordu ama biraz önce yüzüne atılan şey ile aynı olduğunu kokudan anlamıştı. Her kalmaya çalıştığında koluna ya da beline gelen darbeler ile gerisin geriye düşüyordu. "Avanak!" "Nasıl yüzüne yapıştı ama... Amele sümüğü!" "Salak!" "Tam bir ezik!" Art arda gelen hakaretlerin hangisini kim söylüyor ucunu kaçırmıştı. İçine düştüğü pis kokulu şeyden her kaçmaya çalıştığında daha çok gömülmekten bıkmıştı. Ağlamak istiyordu ama gözlerini bile açamıyordu artık. Çıkardığı garip sesler başındaki gençlerin daha çok hoşuna gitmiş daha farklı hakaretler etmeye başlamışlardı. Aralarından tam olarak seçebildiği biri vardı. Domuz. Pis domuz. O kelime o andan sonra hiçbir zaman aklından çıkmayacaktı. İleriki hayatından bir daha hiç kimsenin ona bu şekilde davranmasına izin vermeyecekti ama önce şu an içinde bulunduğu durumdan kurtulması gerekiyordu. O an için bunu nasıl yapacağını bilmiyordu ama neyse ki onu korumak için var olan güçleri vardı. Küçük kızdan yayılmaya başlayan morumsu şeffaf dumanın farkına varan biraz ilerideki izleyicisi bu durma hızla engel oldu. Onun sahip olduğu şeyleri bu kadar hızlı ortaya sermesini özellikle de insanlara karşı yapmasına izin veremezdi. Elindeki sopayı yere vurarak bağırdı. "Ne yapıyorsunuz siz orda?" Onun geldiğini gören çocuklar ise son hızla köye doğru koşmaya başladılar. İçlerinden ele başı olan ise gitmeden önce son bir hareket daha yapmak için yerdeki kıza yönelmişti ki tekrar gelen ses ile bundan vaz geçip çoktan koşmaya başlamış diğer çocuklara karışmıştı. Bu küçük kızın yaşayacağı ilk zorbalık olmayacaktı. Bu gezegende kalmaya devam ettikleri sürece aldığı her nefeste zorlanacak gibi duruyordu. Aradan geçen iki haftanın sonunda bu ve benzeri olaylar birkaç defa yaşanmış bazılarına Aradia daha o güç kullanmadan müdahale etmiş ama bazılarına geç kalması ile oluşan mor bulut çocukların ilgisini çekmişti. Bilmedikleri şeyi ailelerine anlattıklarında ise olaylar daha da kızışmıştı. Aradia'nın zaten cadı ya da şeytanın evladı olduğunu düşünen insanlar bu küçük çocuk ile daha da galeyana gelmişlerdi. Bir ara toplanıp eve doğru yürümeye başlayacaklardı ki durumun Kaptan Kemal tarafından duyulması ile olay çıkması engellenmişti. İşte o gün kaptan onları ziyaret etmişti. Atının üzerinde dört nala olayları çözmek için yola çıkmıştı. O büyüye, cadıya, muskaya inanan biri olmamıştı. Hem de kendi eli ile köyüne getirdiği o masum kızın söylendiği gibi kötü ruhlu biri olacağına kesinlikle inanmıyordu. Önüne geldiği küçük kulübe ise son zamanlarda hiç olmadığı kadar misafir ağırlar olmuştu hem de hiçbiri Aradia'a ile alışveriş yapmak için gelmiyordu. Bu kaos durumu onun işlerini de oldukça engellemişti. Neyse ki uzun bir süre daha bu gezegende kalma düşüncesi yoktu. Kaptan atından inip kapıyı kendine göre hafifçe ama aslında gürültü ile çaldığında Aradia gelenin o olduğunu günler öncesinden biliyordu. Kısa süre içerisinde küçük evin içinde yaşanacak olan kavgayı hiç istemezcesine sakin adımlarla kapıya yöneldi. Onun kapıyı açması ile adam daha davet edilmedi halde içeri geçip gözleri ile evi taradı adeta. Göremediği küçük kız ile içi bir nebze olsun rahatlamıştı. Söyleyeceği şeyleri onun duymasını istemiyordu. Genç kadın onun oraya konuşmak için değil adeta kavga etmek için geldiğini farkındaydı. Yine de olabildiğince sakinliğini koruyordu. Ağır adımları ile kapıyı kapatıp sanki gelen misafiri yokmuş gibi tekli koltuklarından birine oturdu. Onun bu sakin halleri adamı daha çok çileden çıkarmıştı. "Köylü sizi öldürmeye gelecek neredeyse neyine güveniyorsun da böyle sakince oturuyorsun?" Aslında tam olarak ne zaman geleceklerini bile biliyordu. Bir planı vardı. Köylü geldiğinde onlar buradan çok uzaklara gitmiş olacaktı. "Bence köylüden önce kendi çocuklarına söz geçirmeyi öğrenmelisin. Her gün aşırı gelip ufaklığı rahatsız ediyorlar. Çocuklarına zorbalık öğreten birinden ders alacak değilim." Kelimeler ağzından sert ama tane tane çıkmıştı. Adam duyduğu şeyler ile kısa bir süre şaşkınlığa uğramıştı. Çocuklarının böyle bir şey yaptığından bir haberdi. Aslında durup düşünüldüğünde onların yaptıklarına şaşırmıyordu. Her akşam karısından dinlediği küçük kıza dair hakaretlerden sonra çıkan kavgalardan çocuklar kötü etkilenmişti. Kendilerince aile yapılarına düşman gördükleri kişiyi cezalandırmaya çalışıyor olmalılardı. Her şeye rağmen bu o kıza yaşattıkları sıkıntıyı haklı çıkartmıyordu. Tam tersine ona nasıl bir zorluğa neden olduğunu tahin bile edemiyordu. Biraz olsun utanmış olsa bile hala öfkesi geçmemişti. "Sana ne demeli! Onlar o kıza zorbalık yaptı da sen sana emanet edileni koruyamadın mı?" "Peki ya sana ne demeli? O kız sana Allah'ın emanetiydi. Sen ise ben onu yanıma almak ister istemez hemen kabul ettin. Bu da emanete hıyanet değil midir? Tabi sende haklısın karın başını ağrıtacağına küçük bir kızın ne halde olacağı çok da önemli değil!" Aradia içten içe yıllardır gözlemlediği insanların içindeki bencil kişiliklere isyan ediyordu. Onların bu kadir bilmez hallerine olan öfkesini şimdi tek bir kişiye kusuyordu. "Benimle kalıp karım tarafından aşağılanacağına seninle kalmasını tercih ettim. Ben onu düşündüm." Genç kadın alayla güldü buna. "Şimdi aşağılanmadı mı? Böyle yaparak onu karından koruyabildin mi?" Bilmedikleri aslında o kadından korunması gereken tek kişinin küçük kız olmadığıydı. O günden beri Kaptanın karısının kardeşi olan muhtar Sabie'ye göz koymuş neredeyse her akşam bir açık bulmak için kulübenin etrafında dolanır olmuştu. Kardeşindeki değişiklikleri fark eden kadın onu sıkıştırır olmuştu. Başlarda sadece çocuğu kontrol ettiğini iddia eden muhtar zamanla çözülmüştü. Zaten o zaman aralarında bir plan yapmışlardı. Bir akşam öncesi yaşanan olaylar da bu planların ilk aşamasıydı. Muhtar yine her gece yaptığı gibi kulübenin etrafına gelmiş karanlıkta saklanarak cama yansıyan genç kadının gölgesini izliyordu. Nasıl bir talihtir ki o akşamda genç kadın evin içinde ki içme suyunun azaldığını fark etmişti. Kapının biraz ilerisindeki kuyudan su çekmek için evden dışarı çıkmıştı ki anlık gelen görüntü ile başı dönmüştü. Sadece birkaç saniye süren vizyon biter bitmez bakışları sanki adamı görürü gibi onun saklandığı gölgeye dikilmişti. "Daha ne kadar izlemeye devam edeceksin?" Onu dışarıdan gören biri boşluğa bağırdığı için delirmiş olduğunu düşünebilirdi ama delirmemişti. "Bu saatte yalnız bir kadını ziyaret edecek kadar gözünü kararttıysan konuşacak cesaretin de olmalı." Sakin çıkan sesine rağmen içten içe adama hakaretler sıralıyordu. Yüzsüz adam kadının onu davet ettiğini düşünerek cesaret almış yüzündeki sırıtış ile ona doğru adımlamıştı. Hatta içindeki kirli düşünceler ile kadının dibinde bitmiş hafif esintiden yüzüne doğru uçan saçlarını okşarcasına geri itmeye çalışmıştı. Aradia bir adım gerileyerek onun pis cildinin kendisine değmesine izin vermedi. Yaşadığı uzun sürede böyle tiplerle sıkça karşılaşmıştı. Onun gibilerle nasıl başa çıkacağını çok iyi biliyordu. Adamın ona doğru hamle yapan elini sertçe tutup geriye doğru fırlattı. Hatta fonun şaşkınlığından faydalanıp yüzüne okkalı bir tokat geçirdi. "Seni soyu bozuk herif. Bana sulanabileceğini mi sandın?" Yediği tokat ile nevri dönen adam bir süre kendine gelememişti. Kadının ona oynadığı oyunu fark ettiğinde ise öfkesi yellenmiş kor gibi alevlenmişti. Kadını iki kolundan birden sertçe tutup kendine doğru çekti. Daha çok çekmeye çalıştı. Onun bu hamlesini zaten bekleyen kadın kendisine uzanan eli bileğinden tutup sertçe adamın sırtına doğru büktü. Zayıf gibi duran bedeninden beklenmeyen bir çeviklik ile adamı kuyunun taş çevresine yaslamıştı. "Şimdi ne olacak biliyor musun?" Adamın kulağına adeta fısıldıyordu. "Ben seni bıraktığım gibi uslu bir çocuk olup evine tıpış tıpış döneceksin. Bir daha asla benim evimde benim etrafımda hatta görüş mesafemde bile bulunmayacaksın. Beni anladın mı?" Yenilgi ve istediğini başaramamış olmak adamın gururuna dokunmuştu. Üstüne üstlük kadının kendisini böylesine savunacağını hiç beklemiyordu. Oysa hayallerinde o istediğinde koşa koşa gelecek biri canlanmıştı. Sonuçta o koca köyün muhtarıydı. Hangi kız ona hayır diyebilirdi ki? Kendini bulunmaz Hint kumaşı sana varlık bu yenilgiyi guruna yediremediğinden onu onaylamamıştı. Çünkü anlamıyordu. Aklına koyduğunu iyi ya da kötü yolla alacak kişiliksizliği bedeninde taşıyordu. Genç kadın bütün gücü ile adamın koluna bastırarak biraz daha canını yaktı. "Sana bir şey sordum!" "Seni öyle bir altıma alacağım ki o zaman da böyle bağırabilecek misin merak ediyorum?" Adamlıktan bir haber olan bu varlığın ağzından çıkanlar onu sinirlendirmeye yetmişti. Bu hayatta onun tek bir eşi olmuştu bir başkası asla olamazdı. "Şu an da kim kimin altında bir düşün istersen şerefsiz." Adamın kafasını taşlara bastırarak dişlerinin arasından konuşmuştu. Onu bir an önce pes ettirmek istiyordu çünkü uzun zamandır kullanmadığı kasları yavaş yavaş ağrımaya başlamıştı. Onu daha fazla bu pozisyon da tutamamaktan korkuyordu. "Sen iste gülüm üstte olmana izin veririm. Ama arada!" Adam canının acısına rağmen hala alay edebilecek konumdaydı. Aradia içine düştüğü öfke denizinden çıkmayarak adamın kafasını saçlarından tutarak hızla duvara vurdu. Bu hareketi kısa süreliğine bilincini kaybetmesine neden olmuştu. Kollarına yığılan adamın bu halinden faydalanarak onu yarı iterek yarı sürükleyerek köy yoluna doğru adeta fırlatmıştı. Bilmediği şey ise onun bu hareketinden sonra ciddi anlamda hırslanan adam kendine gelir gelmez soluğu kardeşinin evinde almıştı. Ayşe kadın ise kardeşinden dinlediği olaydan sonra zaten haz etmediği kadına bu sefer iyice bilenmişti. Aslında onunda içten içe bu kinin sebepleri vardı lakin haklı sebepler değildi bunlar. Ayşe kadın o akşamın sabahında kıskanç bir kadının ne kadar tehlikeli olabileceğini herkese göstermişti. Muhtarın da yardımı ile erken saatlerde köy ahalisini meydana toplamış onlarla konuşma yapmaya başlamıştı. Etrafına topladığı bir grup kadın dikkatle onu dinliyordu. "Dün akşam ne oldu bir bilseniz hanımlar. Valla akşamı nasıl sabah ettim gerçekten bilmiyorum. Kardeşim bana öyle bir halde geldi ki beti benzi atmış çocuğun." Sesine eklediği yalancı hüzün ve rol icabı akıttığı timsah gözyaşları ile mağduru çok iyi oynuyordu. "Bu çocuğa bakacağını söyleyen yosma kocamın peşine düştü derken siz bana inanmıyordunuz. Ahh benim dalyan Kemal'im gözü benden başkasını görmediği için onu reddedince sıra kardeşime gelmiş. Yanına aldığı sabiyi de bahane ederek sürekli ona yanaşmaya çalışmalar. Benim saf kardeşim başta iyilik yapıyorum sanmış." Çok önemli bir sır verir gibi sesini alçaltarak yazdığı senaryoyu oynamaya devam etti. "Gecenin bir yarısı evindeki aksaklıkları bahane ederek sen kardeşimi eve çağırmış." Onun cümlesinin ardından, toplanan kadınlar birbiri ardına ayıplayan nidalar çıkarmaya başlamışlardı. Bazıları yemenilerinin arkasına saklanarak duyduklarından başkası adına utanıyorlardı. Hayatta hep olduğu gibi yine utanması gereken utanmıyordu. "Benim içi iyilik dolu kardeşim gitmiş keşke gitmez olaymış. Duydukları onun bile yüzünü kızartmış." Ayşe Hanım'ın bir türlü genç kadının söylediklerini anlatmıyor oluşu dinleyicilerini sabırsızlaştırmıştı. İçlerinden biri dayanamayıp atıldı. "Ne demiş?" "Benim başımda koca yok, senin de bir karın yok. Erkek adamsın ihtiyaçların vardır. Senin bana yardımcı olduğun gibi bende sana yardımcı olmak isterim... Daha neler neler! Benim söylemeye dilim varmıyor." Söylediklerinden sonra bir süre sessiz kalarak kadınların kendi arasında gaza gelmelerini gizli bir zevkle izledi. Onlar birbirini doldururken o son golü atmak için sabırla bekliyordu. En sonunda yükselen sesler ile son noktaya koymanın sırasının geldiğine inanıyordu. "Bacılarım, benim görevim sizi uyarmak. Bugün benim kocam yarın benim kardeşim öbür gün sizin kocalarını kardeşleriniz... Böylesi yuva yıkar yolunda olanı yoldan çıkarır. Bizim kadınlar olarak buna bir an önce çare bulmamız gerekiyor. Bu kadının bizim ailelerimizin etrafında barındırılmaması gerekiyor." Her bir cümlesinde aldığı onay giderek artıyordu. O sabah verdiği gazla evlerine dağılan kadınlar aynı şekilde kendi kocalarını galeyana getirmişlerdi. Adamlar kadınlar kadar hızlı ikna olmamış olsa da orada muhtar devreye girmişti. Kendisine olayın doğruluğunu sormaya gelen kişilere kardeşi ile oluşturduğu hikâyeye dayalı kalarak iftiralarına iftira eklemişti. Aslında Kaptan Kemal de o adamlardan biriydi. Yine de içinden gelen bir ses bu konuşulanlara inanmaması gerektiğini söylemişti ona. İç sesine bir bahane bulabilmek için soluğu kadının evinde almıştı. O an her ikisi de birine öfkeliydi. Aradia, bu insan soyunun içindeki çürük yumurtalardan ve onların yanındakileri çürütmesinden bıkmıştı. Yıllarca onlara ve yaşantılarına müdahale etmemiş olsa da Vivian için harekete geçmeye hazırdı. Kendisine yapılan her şeyi kabul edebilirdi ama o küçük kızı koruyabilecek ait olduğu yere geri dönmesini sağlayabilecek tek kişi kendisiyken eskisi gibi gözü kara olamıyordu. "Ahalinin hakkımda söylediklerinden haberim olmuyor mu sanıyorsun? Üzerime atılan iftiralar hiç benim kulağıma gelmez mi sanıyorsun. İki gün sonra hepsinin birlik olup buraya geleceğine de eminim." Kemal Bey ağzının içinde mırıldandı. "İki gün bile değil!" "Gerçekten o sözleri söyledin mi?" Aslında bu soruyu sormuş olmak bile adamı utandırıyordu. Aradia öfke ile yerinden fırlayıp sağlam bir tokadı iri adamın suratına patlattı. "O soysuz bana buna benzer bir imada bulunduğunda işte ona da aynen böyle cevap verdim." Öfkeden kara deliğe dönen gözleri ile adama bakıyordu. Adam yana düşen başını kadına çevirdi. İşte o zaman anladı bu kadının nasıl bir dik duruşa sahip olduğunu. Anladığı bir diğer şeyde her şeyin karım dediği kadının başının altından çıktığıydı. İnsan insanın katiliydi ama bir kadın nasıl bir kadına bunu yapabiliyordu. Bu sahipsiz kadın ve çocuk için hesap sormak istedi. Soracaktı da... Lakin bu Ayşe kadını daha çok çileden çıkaracaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD