5. Bölüm

3473 Words
Tıkıldığı arka koltukta derhal toparlanıp Poyraz arabaya binmeden kendisini aşağıya atmaya çalıştı İnci ama bu kez de kilitli kapı engeline takıldı. Aklına gelen tek fikir olarak sert birkaç tekme atıp kapıyı açmayı denese de yaptığı, ayağına ince bir sızı yaymak dışında hiçbir işe yaramamıştı. Artık Poyraz şoför koltuğuna doğru dolanıyordu ve İnci iyice debelenip ağlayarak camı yumruklasa bile aynı çabayı dışarıdan da gösteren esnaf ile beraber tamamen boşa uğraşıyordu. Hatta dışarıdaki adamlar ellerindeki sopalarla arabaya kuvvetli darbeler vursalar bile durmamıştı Poyraz ve artık İnci'nin tek tesellisi, çevredekilerin çoktan polisi arayıp içine düştüğü durumu haber etmiş olmasıydı. Poyraz yoğun şekilde sigara kokan arabasında koltuğuna kurulup sertçe gaza basarken bir kez daha geriye savrulan İnci tekrar öne doğru atılıp yumrukladı Poyraz’ı ve “Hemen indir beni Poyraz!” diye çığlık attı. Poyraz bu zamana kadar aklına estikçe dükkanına gelmek ve her hafta düzenli olarak kendisini istemek dışında başka bir hareket yapmadığı için bu tavır karşısında şaşkındı İnci. Poyraz’ı ilk defa böyle saldırgan ve kendinden emin görüyordu. Normalde biraz laubali ve başına buyruk bir tipti işte. Etrafındaki herkesi korkuturdu ama İnci bir gün, kendisine de bu denli bir dehşet yaşatacağını asla tahmin etmezdi. “Olmaz, inci tanesi. İndiremem.” diyerek dikiz aynasından İnci’ye baktı Poyraz. Onu böyle korkutmaktan memnun değildi tabi ama çaresi kalmamıştı artık. İnci’yi istemek ne demekti lan! Kıç kadar Cunda’da, İnci'nin kime ait olduğunu bilmeyenler var mıydı hâlâ!? Bilfiil görücü çıkacağını duyduğu kim varsa hepsini tek tek tehdit ettiği için kurtarmıştı bu zamana kadar paçayı ama bunun haberi sonradan gelmişti kulağına. Ah önceden duysa, İnci’yi istemeye gidecek adama meydan dayağı atmaz mıydı!? En sağlamından atardı hem de. Titreyerek, “Poyraz, korkutuyorsun beni. Durur musun bak hâlâ geç değil. Şimdi durursan kimseye anlatmam bu yaptığını.” dedi İnci, tüm çaresizliği ile. Haber çoktan amcasına ulaşmıştı kesin ama bu aklî dengesi yerinde olmayan adamı sakinleştirmek için daha iyi bir yol düşünemiyordu. Aniden celallenip, “Duysun herkes lan!” diye bağırarak önündeki plastik yüzeye sertçe vurdu Poyraz. “Kaçırıyorum seni! Birkaç gün yokuz buralarda sonra geri geleceğiz, korkma. Amcanı ikna etmenin en kolay yolu bu.” diyerek göz temasını kesmeden manyakça bakmaya devam etti Poyraz. Amcası, İnci ile birlikte olduklarını düşünürse kendisiyle kolayca evlendirirdi ne de olsa. İşte İnci o an, Poyraz'ın aklından geçenleri duyduğunda gerçekten tehlikede hissetti kendini. Kaçırılıyordu. Üstelik tecavüze uğrama riski olduğunu da biliyordu artık. Şayet Poyraz, kendisini herhangi bir yere götürüp dediği gibi 3-4 gün hiçbir şey yapmadan beklese bile geri döndüğünde herkes şüpheyle bakardı İnci’ye ve bu zamana kadar tek bir dedikoduya bile meydan vermemiş genç bir kadın olarak yaşayamazdı bu şekilde. Bir şey yapması gerekiyordu. İnci hemen şimdi Poyraz'a saldırıp, en azından boğazını sıksa akan trafikte direksiyonu aniden kırıp masum birilerine zarar vermesine sebep olabilirdi. Aynı şeyi boş yolda yapsa bu sefer bir yerlere uçup canından olabilirdi ve o anlarda bile aklından geçen korku dolu düşünce kalbini hızlandırıyordu; Yiğit ile bir gün geçiremeden ölmek istemiyordu İnci. O yüzden şimdilik en güvenli fikir olarak hemen yanındaki kolu yakalayıp camı aşağıya indirdi ve dışarı sarkarak bağırdı: “İmdat!” Neye uğradığını şaşırarak dikkatini yoldan çekip, “İnci! Kes şunu!” diye bağıran Poyraz, İnci'nin ayak bileğine yapışıp arabaya geri sokmaya çalışırken bir taraftan da direksiyon hakimiyeti sağlamaya çalışıyordu ama taşıyordu şeridinden. Sert uyarıya rağmen bağırmayı tabi ki kesmedi İnci. Peşlerindeki iki üç arabanın dikkatini çekip el kol hareketleri ile önlerine geçip hızlarını kesmelerini işaret etti. Aslında kimsenin başını belaya sokmak istemiyordu ama zaten durmamıştı Poyraz. Israrla sürmeye devam ederken artık kendilerini takip eden arabaların içindeki telefon konuşmalarından polislere, yerlerinin tarif edildiğinin farkındaydı. “Geç lan içeri!” diye bağırıp son kez ayak bileğine yapışarak kendisini içeri çeken Poyraz yüzünden dengesi kaybolunca kuvvetlice öne savrulup arabaya zorla tutunarak içeri girdi İnci ve “Yakında polis gelir Poyraz! Çabuk indir beni, boş yere uğraşma!” dedikten sonra birkaç kez öksürdü. O kadar çok bağırmıştı ki tıkanan nefesinin yanında boğazı da tahriş olmuştu artık. Poyraz çenesini sıkıp yukarı aşağı kafa sallayarak, “İyi, o zaman yolumuza yaya olarak devam edelim İncim!” diye bağırdıktan sonra ani bir frenle kenara çekip durdurdu arabayı ve kendilerini dakikalardır takip eden arabaların yanlarından geçip gitmesine sebep oldu böylece. Artık takip bittiği için memnun bir halde arabadan inip İnci'nin olduğu tarafa dolandı Poyraz. Şu vicdansızı senelerdir seviyordu da bir kere elini tutamamıştı daha. Güneş gibi parlayan uzun saçları okşayamamıştı. Ondandı bu hırçınlığı. İnci hemen Poyraz'ın olmadığı tarafa kaçıp, “Poyraz uzaklaş benden! Git dedim sana!” diyerek direnmeye çalışsa da bacaklarından çekilip erkek kuvvetine daha fazla dayanamayan bedeni, dışarıya savruldu kolayca. 1.73 boyunda bir kız olmasına rağmen ince ve narin fizikli olduğu için Poyraz tarafından kolayca çekiştiriliyordu oradan oraya. “Poyraz kes artık ne olur!” diye bağırıp etini morartan ellere vurdu İnci ama ormanlık alana doğru giderken iyice tükeniyordu umudu. Nerede kalmıştı şu polisler? Ayrıca peşlerindeki arabalarda bir tane bile insan evladı yok muydu, geri dönüp ne halde olduğuna bakacak!? “Bağırma boşuna.” diyerek dik kayalardan inip arkasından İnci’yi çekiştirmeye devam etti Poyraz. İnci son kez Poyraz’ı akla ve mantığa davet edebileceğini düşünüp, “Poyraz bak vermedi amcam beni zaten-...” demek istediğinde Poyraz, “Verseydi bir de lan! İnci yemin ederim sana, o amcanı da öldürürüm-...” diyerek lafını kesti ve İnci sonunda kolunu kurtarıp sert bir tokat yapıştırdı Poyraz'ın suratına. Hayatında geriye kalan birkaç aile üyesi vardı zaten onu da tehdit edenlerin gözünü oyardı İnci. “Sakın! Sakın Poyraz!” diyerek parmağını havaya kaldırdı ve Poyraz’ın anlık dikkat dağınıklığından faydalanarak göğsünden sertçe ittirip kayalıkların üstünde dengesini kaybetmesini sağlayıp bir metre kadar aşağıdaki toprak zemine düşürdü onu. Belki 20 saniye kazanmıştı bu hareketle ve gerisin geri çıkmaya başladı, indiği kayalıkları. Öyle adrenalin doluydu ki vücudu bastığı yeri bile görmeden uçar gibi koşturuyordu İnci. Rüyasında görse korkunç bir kabusun içinde kaldığını fark edip uyanmaya zorlayacağı beyni, şimdi bu durumla mücadele etmek zorundaydı. Ama çok şanslı bir gününde olmadığı belliydi. Poyraz biraz bile sersemlememiş olduğu gibi, anında kalkıp koşmaya başlamıştı peşinden, “Gel lan buraya!” diye bağırarak. İnci’den 7-8 santim civarı uzun olan boyuyla biraz daha avantajlı olduğu için aradaki mesafeyi kapatması daha kolaydı ve gittikçe yaklaşıyordu ama bu sırada ana yola tekrar çıkmayı başarmıştı İnci. “Yardım edin!” diye bağırıp geldikleri yöne doğru koştururken uzun saçları kendisine ihanet edip Poyraz’ın yumruğuna dolanmış ve aniden kırılacak gibi geriye çekilen boynu yüzünden durmak zorunda kalmıştı. “Dur lan artık, dur!” diyerek çenesini sıkan Poyraz eline doladığı saçları bırakmadan tekrar ormanlık alana girmeye davranacakken uzaktan acı bir çığlık gibi duyulan siren sesleri ile donup kalmıştı. “Ulan İnci!” diye feryat edip en mantıklı olduğunu düşündüğü hamlesini yapıp arabasına geri binmek istedi ama eline anahtarlarına attığı anda etinin üstüne geçen dişler yüzünden anahtarını ani bir refleksle yere fırlattı Poyraz. İnci de ayaklarının dibine düşen o anahtarı hemen tekmeledi. Böylece uzağa savrulan anahtar, Poyraz’ın eline tekrar geçemeden etrafları polis tarafından sarılmıştı bile. İnci’nin çok iyi tanıdığı ve kendi sitelerinde oturan Seher komiser aracından inip çabucak müdahale ederek bacağına sert bir tekme atıp yere diz çöktürmüştü Poyraz’ı. Seher, “Ben uyarmadım mı seni!? Ha!” diye bağırıp Poyraz’ı hırpalarken acıyan saç diplerini elleri ile ovuşturarak yaşadığı şoku atmaya çalışıyordu İnci. “Gündüz vakti kızı zorla arabaya atıp götürmek ne demek!” diye haykırmaya devam eden Seher komiser Poyraz’a dayanamadan bir tane daha vururken hâlâ sinirini atabilmiş değildi. Uyarmıştı çünkü bu herifi, bir kadın hayır diyorsa cevabın hayır olduğunu ve diretmemesi gerektiğini anlatmıştı. Akıl hastası mıydı? O zaman hastaneye yatardı ama kimsenin kızına yaşatamazdı bunları. Birkaç dakika daha süren pataklama seansı bitip, yardımcıları tarafından zorlukla Poyraz’ın yakasından ayrılarak İnci'nin yanına geri geldiğinde, “İnci, iyisin değil mi?” diye sordu ciddiyetle. Bakışlarını kaldırıp, “İyiyim, Seher abla.” dedi ama aniden tükenmiş gibi hıçkırarak ağlamaya başladı İnci. İnsanın en kötü anlarda, her zaman en kötü senaryolar geliyordu aklına ve bir anda düştüğü durumdan kurtulduğunda o senaryoları aslında gerçekten yaşayabilecek olduğu gerçeği ile yüzleşmek ağır geliyordu galiba. Mesela İnci çok değil, 5 dakika önce Poyraz ile aynı evde mahsur kalsa kendisini nasıl savunacağını düşünürken şimdi onunla aynı şehirde yaşarken bile ne kadar rahatsız hissedeceğini biliyordu. “Bu sefer ceza alması için elimden gelen her şeyi yapacağım İnci, söz veriyorum sana.” dedikten sonra İnci'yi yan koltuğuna oturtup hemen şoför koltuğuna geçti Seher komiser. Baş ağrıları ve titremeler eşliğinde geri döndükleri karakol İnci’ye bu yaşadıklarının gerçek olduğunu bir kez daha ispatlarken, “İnci, şikâyetçi olacaksın değil mi?” diye sordu yine de Seher. Son anda cayan o kadar çok insan oluyordu ki bu durumlarda ne kadar saçma olsa da sormak zorundaydı. “Tabi olacağım.” diyerek çok zayıf bir ses çıkarıp kafa salladı İnci. Kısılan sesinin izin verdiği ölçüde ifadesi alınıp göz yaşları içinde çayını yudumlarken tüm esnafın da Poyraz'dan şikayetçi olduğunu öğrenip rahatladı biraz. Belki bu sefer gerçekten kurtulacaktı. İfadesini sonlandırıp imzaladığında, amcasının geleceği haberini alıp koridorda beklemeye başladı İnci. Poyraz tarafından kaçırıldığını duyduklarında kim bilir ne hale gelmişlerdi. Hele ki amcası, emindi ki kendisini suçlayacaktı. Yeterli korumayı sağlayamadığını düşünecekti. Ki böyle düşünmekte haklıydı da İnci. Aziz Bey karakoldan aranıp da yaşanan olayları duyduğu anda oracıkta can verecekti az kalsın. Telefona doğru adeta gürleyip olayın ne ara olduğunu anlamaya çalışırken yanına ulaşan karısına bile bir şeyler anlatmakla vakit kaybedemeden fırlamıştı kapıya. “Dur Aziz Bey, ne oluyor!?” diye bağırmıştı o an Bahriye Hanım. 73 yaşındaki kocası ne diye böyle koşturuyor anlamamıştı. Ama, “Bahriye çabuk, arabanın anahtarını getir!” diyerek ayakkabılarını giyen Aziz Bey’den İnci’nin kaçırıldığını duyduğunda vestiyerdeki anahtarı kocasına verip başına eşarbını bile takamadan dışarı çıkmıştı Bahriye Hanım da. Aziz Bey'in arabası ile hiçbir kırmızı ışıkta durmadan ulaştıkları karakolda etrafına bakınan amcasını görür görmez tüm sakinliğini kaybedip, "Amca!" diye bağırarak karakolun koridorunda koşturmaya başladı İnci. Öyle çok korkmuştu ki az önce yaşadıklarından, ailesini kaybettiği günden beri ilk defa sımsıkı sarılma ihtiyacı hissetmişti amcasına. Kafasını, hızla sesin geldiği yöne çevirip, "İnci!" diye bağırdı Aziz Bey ve kollarını açıp sarıldı yeğenine. Hergelenin biri, gündüz vakti yeğenini kaçırmaya çalıştığı için nasıl çıkıp geldiğini bilememişti buraya. "Bir şey yaptı mı o şerefsiz sana!?" diye sordu yeğenini incelemeye devam ettiği sırada. Eğer o alçak herif, İnci'ye iliştiyse bu yaşta katil olmaktan çekinmezdi! İnci, o korkunç anlara geri dönerek, "Yok amca, yapamadı hiçbir şey. Çok şükür polis yetişti hemen." diye cevapladı. Ama esnaf görmemiş olsa Poyraz’ın kaçırma girişimini, hâli ne olurdu hiç bilmiyordu. Zaten böyle bir şey yapmasını beklediği için sakince, "Ceza alacak mıymış bari meymenetsiz!?" diye sordu, yengesi Bahriye. İnci ile çok samimi bir ilişkisi olmasa bile bir yandan sırtını sıvazlıyordu nazikçe. Kendilerine emanet bu kızın başına bir iş gelseydi ya, ne yaparlardı o zaman? Çatallı çıkan sesiyle, "Bilmiyorum yenge." diyerek, kafasını iki yana salladı İnci. Ancak yarın bir gün tekrar karşısına çıkmasından deli gibi korkuyordu. Gündüz vakti tezgahtan beğendiği bir karpuzu alır gibi arabasına atıp götürmüştü kendisini Poyraz. Yine tekrarlanmayacağının garantisi yoktu. "Burada işimiz bitti mi?" diye sordu Aziz Bey. Bir an önce eve geri dönmek istiyordu. Poyraz denen kanı bozuk yüzünden tansiyon hastası olmuştu artık. İnci hiç beklemeden onaylar şekilde kafa sallayarak, "Evet amca, verdim ifademi." diye cevapladı. Onun da eve gidip yaşadıklarını sindirmeye ihtiyacı vardı. Aziz Bey, "Hadi, gidelim o zaman." dedikten sonra yeğenini ve eşini iki yanına alarak arabasına doğru yürümeye başladı. Sessiz geçen yolculuğun ardından oldukça küçük ama iki katlı evlerine vardıklarında hızlıca odasına çıktı İnci. Üst üste yaşananların ağırlığını tartamaz olmuştu artık. Bahriye Hanım ise hiç ses etmeden yanlarından ayrılan genç kıza bakıp somurtarak, “Aziz Bey bak, ben sana diyorum bir an önce evlendirmek lazım bu kızı artık. Başımız belaya girecek.” dedi ve oturdu kocasının yanına. Güzel kızdı İnci. Peşine takılan eksik olmuyordu hiçbir zaman ve bunun daha fazla böyle gitmeyeceği belliydi. “Sus Bahriye, tamam! Biliyorum.” diye tersledi Aziz Bey. Uygun bir kısmet olsa vermeyecek miydi sanki!? Bahriye Hanım, dün akşam istemeye geldikleri halde kocasının teptiği kısmeti hatırlatarak, “Yiğit daha önce yanlış bir evlilik yapmıştır olabilir, o ayrı. Genç adam işte, cahilliğine ver. Aklı başına gelmiştir artık.” diye konuşup alttan alta ikna etmeyi denedi kocasını. Aziz Bey, sabırlı kalmaya çalıştığını belli edecek bir nefes çekerken, “Biliyorum ama emanet bu kız bana, Bahriye. Eğer o hovarda herif üzecek olursa İnci'yi, alamam bunun vebalini.” dedi. Karısı farkında olmayabilirdi ama Aziz Bey, hiç de hoş olmayan o dedikoduları çoktan duymuştu. Odasına her gece başka kadın getiren adama, nasıl eş diye verecekti yeğenini? Sesi yukarı çıkmasın diye çabalarken, “Aziz Bey söylemeyeyim, söylemeyeyim dedim ama illa açtıracaksın ağzımı! Var kızın da gönlü işte! Uzatma!” diye kızdı Bahriye Hanım. Ne gerek vardı bu işleri zora koşmaya! “Ne demek gönlü var!?” diyerek mavi gözlerini sonuna kadar açtı Aziz Bey. Madem gönlü vardı yeğeninin, niye hiçbir şey söylememişti kendisine!? Daha dün akşam sormuştu halbuki! “Öyle işte, sen beni dinle. Çocuklar çok da yakışıyor birbirine. Bana sorarsan bundan daha uygun kısmet bulunmaz.” diyerek son sözünü söylediğini belirtip bir kahve yapmak için ayaklandı, Bahriye Hanım. Kocası, inadından dolayı çok ısrara gelmezdi, iyi bilirdi. Ancak kendi düşünüp taşınıp kabullenirdi tartıştıkları her konuyu. O yüzden ona biraz zaman vermek için uzaklaştı yanından. On dakika sonra Bahriye Hanım, ağır ağır pişirdiği kahveyi kocasının her sabah içtiği büyük fincana döküp sehpanın üstüne bırakırken Aziz Bey'in huysuz ama kabullenmiş sesini işitti: “İyi, çağır bakalım. Gelsinler tekrar.” diyerek parmaklarıyla oynamaya başladı. Hiç içine sinmiyordu bu iş ama madem yeğeninin de gönlü vardı, ne olacaksa olsundu artık. Ama şaşkındı, İnci'nin o herifi nasıl beğendiğini, aklı almıyordu hâlâ! Bahriye Hanım gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp, bilmiş bir eda ile çıkmaya başladı evin basamaklarını. İnci’nin odasının önüne gelerek kapıyı hafifçe tıkladıktan sonra girdi içeri ve “İnci, gelebilir miyim canım?” diye sordu. İnci, yattığı yatakta doğrularak, “Gel tabi yenge.” dedikten sonra ağlamaktan kızarmış yüzünü kurulayıp oturur pozisyona geçti. “Müjdem var sana.” dedi Bahriye Hanım, İnci’nin yatağına oturup ellerini dizine yaslarken. “Ne müjdesi yenge?” diye sordu İnci. Şu an duyduğu hiçbir haber, yüzünü gülümsetemez gibi hissediyordu. Bahriye Hanım, kolunun yanıyla İnci’nin omzunu dürterek, “Aziz Bey'i ikna ettim. Tekrar istemeye gelecek, seninki.” diye konuştu. İnci'nin irice açılan ela gözlerine baktığında ise ne kadar doğru bir yolda olduğunu anlamıştı. Seninki mi!? Seninki dediği, Yiğit oluyordu değil mi!? Başka kim olacaktı ki!? “Ne!? Gerçekten mi yenge!?” diye bağırdı İnci. Öyle bir coşkuyla dolmuştu ki, sesinin aşağıya gitme ihtimalinden bile çekinmemişti. “Evet! Kız, madem bu kadar istekliydin, dün niye demedin amcana!?” diye sitem ederek baktı Bahriye Hanım. Yoktan yere geri çevirmişlerdi o insanları da. İnci hemen boynunu bükerek, “Olur mu hiç yenge? Nasıl, ver beni, diyecektim amcama?” dedi ve kaçırdı gözlerini. Bahriye Hanım fazla üstüne varmadan, “Neyse neyse, bak çok şükür bir badire atlattık ama sonu hayırlı oldu. Ben şimdi arayacağım Kiraz Hanım'ı sen de hazır ol artık.” dedikten sonra İnci’nin bacağına hafifçe vurup kalktı yataktan. Yengesi odadan çıkmadan peşinden fırlayıp, “Sağ ol yenge! Hiç unutmayacağım bu iyiliğini.” diyerek sıkıca sarıldı ona, İnci. Oysa hiç bilmiyordu, bu aldıkları kararın hayatına neler getireceğini. Ama kader bu ya, Bahriye Hanım İnci’ye iyilik yaptığını düşünüp sevaba girmenin hafifliğiyle çıktı odadan ve söyleyeceği sözlerin gelecekte yaratacağı tahribatı hiç düşünemeden Kiraz Hanım’ı arayıp bildirdi durumu. Böylece Kiraz Hanım, telefonda işittiklerinin mutluluğuyla yerinden fırlayıp kocasına koşturdu önce. “Sinan! Kabul ettiler!” diye çığlık çığlığa indi merdivenlerden. Sinan Bey çalıştığı evraklardan başını kaldırıp, “Dur hanım dur! Koşturma, ne oluyor?” diye sordu. “Kızı vermeyi kabul etmişler! Ay Allah’ım çok şükür!” diyerek ellerini havaya kaldırıp dua eder gibi beklemeye başladı Kiraz Hanım. Sinan Bey kaşlarını kaldırarak, “Nasıl? O domuz herif hayatta geri adım atmayacak gibi duruyordu.” dedi ve elindeki kalemi bırakıp yaslandı arkasına. Aziz Bey'e domuz diye hitap etmesi pek yakışmamıştı biliyordu ama sinirliydi. Kocasını, “Düzgün konuş Sinan! Artık dünürümüz olacak onlar.” diye payladı, Kiraz Hanım ve “Hadi kalk! Gidelim hemen oğlanı almaya.” diyerek çekiştirmeye başladı kolundan. Sanki bir saat sonra düğünleri varmış gibi bir heyecanla, neler göreceklerini bilmeden çıktılar yola. Yiğit’in kaldığı küçük otele gelip kapıyı çaldıklarında ise yarı çıplak ve yabancı olduğu her hâlinden belli olan bir kadın karşıladı kendilerini. Kiraz Hanım, başına geleceği bilmiş gibi, “Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!” diye feryat edip yığılacakken kocası yakaladı bedenini ve kapıyı sertçe itip içeri girdi. Biliyordu işte! Dün akşam geri getirip bırakmamalıydı oğlunu, bu bok çukuruna! Sinan Bey, eşinin sessizliğine tezat, gördüklerinin öfkesi ile, “Yiğit!” diye bağırdığı anda yer gök titremişti sanki. Öyle ki, kendilerine kapıyı açan kadın bile çantasını yanına alıp hemen topuklamıştı odadan. Daha dün kendi elleri ile odasına teslim ettiği oğlu, hemen dışarı çıkıp yatağa atacak kadın mı bulmuştu kendisine!? Koskoca adamdan işittikleri sözleri bile biraz ar edip tutamamış mıydı kendisini!? Hiç gurur yapmamış mıydı!? Yiğit ise işittiği gür ses ile “Ne oluyor?” diye sorarak az önce girdiği banyodan memnuniyetsiz suratıyla çıkmıştı sadece. 28 yaşında bir adamdı artık ve odasına bu şekilde girip saçma sapan hareketler yapılmasını kabul edemiyordu. Ayrıca baskınların sayısı, haftada en az beş güne çıkmıştı artık. Artık kendini tutamadan, “Ulan cenabet herif! Ben şimdi seni öldürmez miyim!?” diye atıldı Sinan Bey oğluna. Kendisinden on santim kadar uzun olan oğlunu boğazlamak isterken karısı aralarına girip ayırdı, feryat figan ve klasik kozunu oynayıp, “Durun! Bakın kalp krizi geçireceğim şimdi sizin yüzünüzden!” diye ağlamaya başladı anında. Ama oğlu ve kocası dövüş ederken yapabileceği en iyi şey buydu. “Bana bak, sana kız istemeye gidiyoruz. Toparlan hemen, eve geleceksin!” diyerek işaret parmağını sallayıp karısının, oğluyla aralarına giren bedenini kenara çekti Sinan Bey. Bu otel meselesi bugün burada son bulacaktı. “Yine mi kız isteme?” dedi ve belindeki havluyu tutup ailesine sırtını dönüp tek kişilik otel yatağına doğru yürümeye başladı Yiğit. İlk tecrübelerine bakılırsa diğerlerinden de bir bok olmayacağı belliydi aslında. Sinan Bey, oğlunun lakayt tavrına karşı sabır çekip, “Evet! Sen adam olsaydın tek seferde alıp gelmiştik ya, şimdi ikinciye gideceğiz mecbur!” diye bağırdı. Ancak, oğluna dokunacağı yoktu bu sözlerin. Kızı alamadıkları için gayet memnundu zaten şerefsiz herif! Yiğit alaycı bir suratla, “Ne!? Bir de aynı kızı istemeye mi gidiyoruz!?” diyerek yandan bir gülüş attı. O çatlak ihtiyar, asla vermezdi kız falan ve ikinciye giderlerse dayak yiyeceklerine neredeyse emindi. “Ya ne olacaktı it herif! Çabuk giyin bekliyorum seni arabada.” diye bağıran Sinan Bey daha fazla bakmaya dayanamadığı oğluna sırtını dönüp odadan çıkmak için davrandığı sırada Yiğit hırsla, “Baba, ben çocuk değilim. Dün istediniz diye geldim ama ilk ve sondu. İsteme falan olmayacak.” diye konuştu ve annesi hemen koluna yapışıp susması için işaret etti. Sinan Bey, hâlâ karşı çıkmaya yüzü olan oğluna hayretle dönüp, “İsteme olacak. Eşek gibi evlenip adam olacaksın! Sonra da işini mi toparlarsın bizimle mi çalışırsın, ne bok yersen artık!” diye bağırdı. Önce eski karısı tarafından dolandırılıp her şeyini kaybeden sonra da ergenlikteymiş gibi tek gecelik ilişkiler yaşamaya başlayan akılsız oğlunu, hayattan kopmadan kurtarmaya çalışıyordu kendince ve en doğru yolun bu olduğunu düşünüyordu. Kiraz Hanım daha yumuşak bir sesle, “Oğlum, bak burada daha ne kadar kalacaksın? Paran bitmeyecek mi sanki?” diye sorarak ikna etmeye çalıştı oğlunu. Hem de bu pis otelde kalmaya ne gerek vardı daha fazla, tertemiz evleri dururken. “Baksana karıya kıza bol bol parası var bizim oğlumuzun.” diye konuştu Sinan Bey. Odasına her gece başka kadın getirmeye nasıl cesaret edecekti yoksa! “Oğlum yalvarırım. Gel hadi bizimle eve.” diyerek ağlamaklı sesiyle konuştu Kiraz Hanım. Tüm Cunda'ya rezil olmuşlardı artık. Bu iş daha fazla uzayamazdı. Yiğit, derin bir nefes alıp camdan dışarı diktiği gri renk gözleriyle birlikte kaçış planı aradı bir süre. Ne yazık ki ailesi haklıydı, otelde kalıp bu şekilde birikimini yemeye devam ederse yakında hiç parası kalmayacaktı. Bıkkınca yüzünü sıvazlayıp, “Kendi işime devam edeceğim. Karışmayacaksınız bana.” diyerek ilk isteğini öne sürdü önce. Eğer evlenecekse bile, onun istediği gibi olacaktı her şey. Sinan Bey kayıtsızca gülümseyip, “Bahsettiğin iş pezevenklik mi, yoksa mühendislik mi?” diye sordu oğluna. Madem mesleğini çok seviyordu, dün akşam savunsaydı ya kendini Aziz Bey'e! “Mühendislik, baba.” diyerek soludu Yiğit. Alt tarafı birkaç kadınla birlikte olunca pezevenk mi olunuyordu hemen? Tamam, birkaç denemeyecek kadar aşırıya kaçmıştı artık farkındaydı ama pezevenk değildi yine de. Sinan Bey, oğlunun boynundaki morluklara bakıp bulanan midesine hakim olmaya çalışarak sırtını döndü ve “Çabuk gelin. Bekliyorum.” dedikten sonra çıktı odadan. Kiraz Hanım da kocasının arkasından mahzunca oğluna dönüp, “Oğlum ne olur artık üzme beni. Bak, çiçek gibi bir kız bulduk sana-...” diyecekken kesildi sözü, “Tamam anne, uzatmaya gerek yok.” diye çıkıştı Yiğit. Kimsenin çiçekliğiyle böcekliğiyle falan ilgilendiği yoktu. Eğer gerçekten zorunda kalırsa evlenecekti, tamam. Nasıl olsa İnci denen kızın da kendisiyle bir evlilik hayatı yaşamak isteyeceğini falan sanmıyordu. Şimdilik, ailesini susturmak için göstermelik olarak evlendikten sonra işini eskisinden bile iyi boyuta ulaştırıp, boşanarak İstanbul’a dönmeyi deneyebilirdi veya en kötü ihtimalle İnci de kendisiyle beraber İstanbul’a gelirdi ve kimseye çaktırmadan boşanırlardı. Hem böylece aile dırdırından da kurtulmuş olurlardı. Bu planları pratiğe dökemeyeceğini çok geç fark edecek olsa bile şimdilik kulağa gayet mantıklı geliyor olması yeterliydi. O yüzden biraz da olsa rahatlamış hissederek giyinip valizini topladı ve aylardır kaldığı odayı arkasına bir kez bile bakmadan terk etti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD