Geride kalan iki günde epey sıkılmıştı, Aziz Bey'in canı. Karakola gidip yeğenini aldığı gün, İnci’yi korkutmamak için mevzuyu uzatmadan eve gelmiş olsa bile iki gündür yapması gerekeni yapıyordu; Poyraz'ın gerekli cezayı alması için uğraşıyordu. Ama çabasına rağmen işler pek de istediği gibi gidecek değildi. Poyraz, çevirdiği dalavereler sayesinde çok ufak bir ceza alabilir hatta belki de mahkeme günü tutuksuz yargılanabilirdi.
Bunu duyduğu gibi tepesi atmıştı Aziz Bey'in. Yeğenini kaçırmaya çalışan adam, nasıl böyle kolayca serbest kalırdı!? Daha da kötüsü, bu herif akıllanmış bile değildi. Mahkemeden çıktığı gibi yine dayanacaktı belki de İnci'nin kapısına. Bu durumda Aziz Bey ne yapacaktı peki? Tüm gün İnci ile beraber pastanede mi oturacaktı? Olmazdı ki öyle. Belki koruma tutmayı tercih edebilirdi ama bu da tedirginlik verirdi çevredeki insanlara ve İnci'nin müşterilerini kaçırmayı istemezdi Aziz Bey.
O yüzden ne kadar dirense bile bu evlilik fikrine ılımlı bakmak zorunda kalıyordu yavaş yavaş. İnci, Aziz Bey'e göre hâlâ bebek olsa bile artık kabulleniyordu, yeğeninin yaşı evlilik için uygundu. Aslında ona kalsa isterlerse kırk kere gelsinler hepsinde tersleyip geri gönderirdi Aziz Bey ama bu oğlanı İnci'nin de beğenmiş olması bağlıyordu elini kolunu.
Ne yapacaktı artık? Mecburen karakoldan çıktı ve soğan kokuları ile harmanlanmış evine döndü tekrar. Eşi Bahriye Hanım ne hikmetse çok meraklıydı bu evlilik işine. Ne biliyordu da acaba böyle uğraşıyordu Yiğit ve İnci evlensin diye? Yeğeni, daha ilk kez gördüğü bu çocuk ile evlenmeyi bu kadar çok mu istiyordu yoksa? Pek ihtimal vermiyordu ama yine de eve girince asabi bir tonda, “Bahriye Hanım!” diye seslendi Aziz Bey ve elindeki anahtarı her zamanki yerine bıraktı.
Yaptığı işi bırakmadan, “Aziz Bey, geldin mi!?” diyerek geri bağırdı Bahriye Hanım da.
Karısı görmese bile huysuzca kafa sallayıp mutfağa girerek Bahriye Hanım'ın yaptığı hazırlığa baktı Aziz Bey. Şu hâle bak! Sanki Amerikan Başkanı gelecekti yeğenini istemeye! “Ne bu telaş hanım? Biraz sakin ol.” diye çıkıştı.
Bahriye Hanım, “Telaşlı falan değilim Aziz Bey. Olması gerektiği gibi hazırlık yapıyorum misafirlerimize.” diyerek gözlerini açıp kocasına baktı. Akşama yine olmayacak işlerin peşine falan düşerse fena yapacaktı bu kez onu.
“Üç kişi gelecekler alt tarafı, üç yüz kişi değil!” dedikten sonra mutfaktan geri çıkıp yuvası bellediği koltuğa yerleştikten sonra haberleri açtı oyalanmak için. Ama televizyona bakmak dışında her şeyi yapıyordu Aziz Bey. Normalde istemeye gelen olsa melül melül bakışları ile âdeta amcasına “Hayır, verme beni!” diye yalvaran İnci, sabah dükkâna gitmeden önce Boşnak böreği ve iki çeşit tatlı yapmıştı akşam için. Şimdi karısı da böyle dolu dolu bir hazırlık peşindeyken Aziz Bey'in aklına bir sürü şüphe doluyordu. İnci evlenip bu evden kurtulmayı mı, yoksa Yiğit ile evlenmeyi mi çok istiyordu?
Tabi ki Yiğit ile evlenmeyi çok istiyordu İnci. Elinden gelse daha bile çok hazırlık yapmak için işe gitmeyecekti bugün ama amcasının dikkatini çekmek istemediğinden, yengesinin de uyarısı ile gitmek zorunda kalmıştı işe. Zaten Poyraz tarafından kaçırıldığı gün ve hemen ertesinde pastanesini açmadığı için görememişti Yiğit’i. Ama bugün de tam vaktinde kapıya çıkıp beklemiş olmasına rağmen gelmemişti Yiğit. Neredeydi acaba? Gerçekten meraklanmıştı İnci.
Bugüne özel bir şey mi olmuştu yoksa? Umuyordu ki bu geceden sonra daha fazla kapılara yapışıp beklemek zorunda kalmayacaktı Yiğit'i. Artık daima yanında olacaktı çünkü Yiğit, hem de eşi olarak! Her ne kadar iki gündür korkudan kendine gelememiş ve tüm uykuları kabuslarla yoğurulmuş olsa bile Poyraz’a teşekkür edecekti neredeyse. Eğer böyle rezil bir girişimde bulunmasa amcası asla olumlu bakmayacaktı bu işe. Hoş, hâlâ olumlu baktığı söylenemezdi ama en azından beraber bir yemek yemeyi kabul etmişti ya, bu bile yeterdi İnci’ye!
Ayrıca İnci bilmese de bu evlilik işini kabullenemeyen bir kişi daha bulunuyordu tabi. O da Yiğit’ten başkası değildi. Ne güzel şu gudubet ihtiyar, kıçlarına tekmeyi basıp evden kovmuşken bir daha çıkmıştı başlarına, bu kız isteme işi! Oldukça kızgın olmasına rağmen bu süreçte tek iyi bir şey vardı ki, ailesinin dırdırı kesilmişti artık. İstanbul’daki arkadaşları ile iletişimde kalıp dava sürecini yönetmeye ve aynı anda yeni bir oyun yapmaya çalışırken bol bol destek görüyordu, özellikle annesi Kiraz Hanım'dan.
Odasına gelen yemekler ve kahveler dışında rahatsız edilmeyen Yiğit, iki gündür halinden oldukça memnundu, ta ki bu akşam yine misafirliğe gidileceğini öğrenene kadar. Halbuki bu işi araya kaynatabileceğine olan inancı tamdı!
İlk kız isteme tecrübesi oldukça gülünçtü çünkü. Ağzını bile açamadan evden postalanmış ve kötü çocuk damgası yiyerek ailesi tarafından oteline geri bırakılmıştı. Aslında kız istemeye gittiği evde yaşlı bir adam tarafından fıstık yeğenine layık görülmemek gururuna dokunmuştu bir miktar. Bu yüzden kendisini hiçbir şey olmadığı konusunda rahatlatmak için çıkıp bir kadeh içki içmek istemişti ama ne olduğunu anlamadan yabancı bir kadınla gelmişti yine odasına.
Sabahına olanlar da malumdu zaten ve o günden beri evden dışarı çıkmamıştı Yiğit. Yürüyüş yapmaya bile gitmemişti ilginç şekilde çünkü evlerinin bulunduğu arazideki dik yokuşlardan nefret ettiği için yakınlardaki bir salona yazılmayı tercih etmişti.
Artı olarak bugün çok önemliydi Yiğit için çünkü Canan ile olan davalarının ikinci duruşması vardı. Tabi ki fiziksel olarak orada olmasa bile en yakın arkadaşlarından biri olan, aynı zamanda avukatı olarak çalışan Murat’ın halledeceğini ummuştu bu işi.
Fakat yine hayal ettiği gibi gitmemişti hiçbir şey. Murat duruşmadan hemen sonra arayıp, “Olmadı.” dediğinde bir kez daha yıkılmıştı Yiğit. Her ne kadar kabullenmese bile tüm emeği, eski eşi Canan’ın özenle planını kurup çaldığı bilgisayarında, şimdi evli olduğu adama gitmişti. Hem de o adamın eli nerelere uzanıyorsa ve kimleri tanıyorsa bu hırsızlığı asla kanıtlayamıyorlardı.
Yiğit çok hatalı mıydı bu durumda? Güvendiği için hatalıydı, evet. Karısı ile bilgisayarlarının tüm şifrelerini paylaşmış ve yazdığı oyunun kodlarını ondan gizleme ihtiyacı duymamıştı asla. Niye gizleyecekti ki hem? Nereden aklına gelecekti bir akşam eve geldiğinde karısı tarafından soyulmuş olacağı?
Yaşadıklarını hâlâ kabullenemiyorken Murat'ın telefonda söylediği şeyleri yarım yamalak dinledikten sonra telefonu kapattı ve elindeki kahve kupasını sertçe parke zemine fırlattı Yiğit. Niye bir türlü bitmek bilmiyordu sınavı?
Bu sırada sesi duyduğu gibi zaten üst katta çamaşır asmakta olan Kiraz Hanım daldı odaya ve “Annem! Ne oldu!?” diye sordu. Bardağın elinden yanlışlıkla düştüğünü falan sanırken camın önünde bekleyen oğlunun kapıya doğru fırlattığı kupa ile bakışıyordu şimdi. “Oğlum söylesene ne oldu?” diyerek odanın içine bir adım attı Kiraz Hanım.
Yiğit arkasını dönmeden, “Beni yalnız bırakır mısın anne?” diye zorlukla cevap verdi. Bir süre kimseyi görmek istemiyordu.
“Bırakırım da oğlum, söyle önce ne olduğunu. Korkutma beni.” dedikten sonra oğlunun sıkılmış halde bekleyen yumruklarına bakıp yutkundu Kiraz Hanım. Yiğit kendine bir şey yapacak diye çok korkuyordu.
“Davayla ilgili.” diye mırıldandı Yiğit sadece. Annesi anlar ve uzatmaz diye ümit ediyordu.
Kiraz Hanım dudaklarını ısırıp, “Oğlum, bak sen sıkma canını hiçbir şey için, tamam mı? Yine çok iyi olacaksın.” dedi ve oğluna yanaşarak sırtını okşadı biraz.
“Sikmişim iyiliği!” diye söylendi içinden Yiğit. İyi olmak değil, Derya denen kaltağın süründüğünü ve yeni kocasıyla beraber hapse girdiğini görmek istiyordu. “Sen beni merak etme.” diye cevap verdi annesine ve odasında yalnız kaldı tekrar.
Bundan çok değil, yalnızca 6-7 ay kadar önce hayatının aşkını bulduğunu ve oyununu piyasaya sürdükten sonra zengin olacağını sanırken şimdi dımdızlak ortada kalmış ve aile evindeki odasında ruhsuzca camdan dışarıyı seyrediyordu. Aynı zamanda da tek bir şey için yemin ediyordu; bir daha asla, kadınlara güvenme!
Peki bu yemininin aksine yaklaşık 4 saat sonra neredeydi Yiğit? Yeni bir kadınla evlenmesi için zorla çıktığı saçma sapan bir yolculukta. Babasının beş karış suratıyla kullandığı arabanın arka koltuğunda zar zor sığan bacaklarıyla arkasına yaslanmış ve hızlıca akmakta olan yolu seyrediyordu bir yandan.
Üstünde annesinin zorla giydirdiği mavi renk bir gömlek ve altında da kumaş pantolonu vardı. Yıllardır kumaş pantolon giymeyi bırakmışken annesi sağ olsun bir haftada iki kez bayram çocuklarına döndürmeyi başarmıştı kendisini.
Yiğit, bu geceyi nasıl atlatacağını düşünürken, “Bana bak Yiğit! Gittiğimizde doğru düzgün davranacaksın bu sefer!” diyen babası yüzünden dikiz aynasına çevirdi bakışlarını çünkü babası da oradan bakıyordu yüzüne.
Yiğit cevap vermeyince, “Duydun mu!?” diye bağırdı bu kez de Sinan Bey ve karısının koluna dokunan eli yüzünden sağına döndü. “Bağırma Sinan.” diyerek fısıldadı Kiraz Hanım. Zaten canı çok sıkkındı oğlunun.
Ama Sinan Bey pek umursamadan, “Bağırırım.” dedi ve sıktı çenesini. Oğullarının hatasını toplamaya çalıştığı yetmezmiş gibi bir de Cunda'da sapık damgası yiyip linç edilmemek için uğraşıyordu artık. “Konuşmalarınıza çok dikkat edeceksiniz ayrıca. İnci’ye manyağın teki saldırmış geçen gün o konuya girmeyin sakın, şimdi Aziz Bey'i çıldırtmayalım yine.” diyerek uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi Sinan Bey.
Aman, hiç girer miydi o konuya!? “Bu sabah duydum ben de çok üzüldüm kızcağıza.” dedikten sonra kafa sallayarak onayladı Kiraz Hanım. Böyle tatsız meseleleri konuşmaya gerek yoktu.
Ama olayı hiç bilmeyen Yiğit, “Ne olmuş benim haberim yok?” diye sorguladı ailesini haliyle.
“Poyraz diye bir manyak vardı, hatırlarsın. İnci’yi arabaya atıp kaçırmaya çalışmış gündüz vakti.” dedi ve oğlunun tepkisini görmek için kafasını çevirdi Kiraz Hanım. İnşallah kıskanırdı biraz!
Ergenlik döneminde Poyraz'ın birkaç kavgasına denk gelen Yiğit, “O ne ya? Niye yapmış ki böyle bir şey?” diyerek kaşlarını çattı. Kız kaçırmak mı kalmıştı bu devirde?
Kiraz Hanım oğluna göz devirerek, “Bilmiyorum oğlum, deli işte adam! İnci’ye takılıyormuş zaten sürekli, kız kovuyormuş bunu başından. En sonunda da yapacağını yapmış demek ki!” dedi. Kaçırırken fikir mi sorulurdu sanki!
Ama Kiraz Hanım'ın söylediklerinin aksine oluşan sessizlikte suçu İnci'de aramaya başlamıştı Yiğit. Acaba o adamla da flört ediyor muydu? Belki de adama umut verdiği için girişmişti böyle bir işe! Güzel kızdı sonuçta, birden fazla aşığı olmasını normal karşılardı ama kaçırma girişimi pek normal gelmemişti kulağına. Hem belki de Poyraz tamamen masumdu bu konuda, nereden bileceklerdi ki!?
Şimdi de İnci tarafından dolandırılacağını düşünmeye başlayan Yiğit her an ailesini çiğneyip arabalarından atlamaya hazırmış gibi hissediyordu kendini ama cesaret edemedi buna. Herkesi karşısına almışken bir de ailesi ile kötü olmayı sindiremezdi çünkü. Zaten böyle bir adam değildi ki normalde. Düzgün bir ailenin düzgün bir çocuğu olmuştu her zaman. Son zamanlarda böyle ayarsız ve paranoyaktı sadece.
Fakat Aziz Bey'in evinin yakınına park edip arabadan inerken hiç de düzgün biri gibi hissetmiyordu kendini Yiğit. İnci'nin açığını yakalayıp bu evliliği iptal etmekle görevlendirilmiş bir dedektif kadar şüpheliydi şimdi zihni çünkü zamanında geçtiği yollara bir daha girmeye hiç mi hiç niyeti yoktu.
Bahçe kapısından geçip verandaya çıktıklarında Yiğit, bu anı ikinci kez yaşadığına inanamıyordu hâlâ. Her şey bir yana, bu kız isteme olayı tamamına ererse ve evlenmek zorunda kalırlarsa ne yapacaktı Yiğit!? İstemiyordu ki hayatında kimseyi! Tamam, gayet sakinlikle planlar kurduğunu biliyordu ama şu an tam da, “Ya planları yürürlüğe koyamazsam!" diye düşünmeye başladığı bir andaydı.
Üstelik kapıyı su gibi güzelliğiyle açan İnci de yangına körükle gitmek ister gibiydi! Ne diye çok mutlu görünüyordu bu kız? Surat asıp evlenmemek konusunda amcasını ikna etmesi gereken tam da kendisiydi halbuki! Böyle dünden razı gibi durmasa olmaz mıydı!?
Düşünmekle meşgul olduğu için kazık gibi dikilen oğluna omuz atıp, “Güzel kızım, tekrar merhaba!” diyerek içeri girdi Kiraz Hanım. Kız çok güzeldi maşallah da oğlu böyle salak gibi izleyecek kadar etkilendi diye çok sevinmişti!
Misafirlerine, “Merhabalar, tekrar hoş geldiniz.” dedikten sonra tebessüm etti İnci. Oh be! En azından esprili yaklaşıyorlardı bu duruma ve tavırlı değillerdi!
Sinan Bey’de içeri geçtikten sonra Yiğit’e selam vermesi gereken İnci, ne diyeceğini bilemeden kaldı birkaç saniye ve cesaretini toplayıp, “Merhaba.” diye fısıldadı, zayıf çıkan sesiyle.
Yiğit bu selama karşın soğuk bir hareketle baş sallayıp geçtikten sonra İnci oldukça bozulmuştu çünkü normal hayatında selam almayı bilmeyen insanlardan nefret ederdi! Ne o, bir “hoş bulduk” demekten mi acizdi yoksa!?
Yiğit’in peşinden mis gibi yemek kokuları karışmış salonlarına ilerlerken surat asmamaya çalıştı ama ne yapsındı? Kaçmıştı bir kere tadı ve aklında beğenilmediği ile ilgili düşünceler kol gezmeye başlamıştı. Hoşuna gitmediği için mi böyle davranıyordu yoksa?
Halbuki durum bu değildi. Yiğit sadece İnci'nin nasıl biri olduğunu çözmeye çalışıyordu kendince. Yelloz bir tipe benzemiyordu ama hiç belli olmazdı kadınların sağı solu. Daha önce yaşadıklarından sağlam bir ders aldığı için kaçamak bakışlarla pembe elbisesinin içindeki kızı süzmeyi denerken, “Hoş geldiniz, Yiğit Bey!” diye bağırıp dikkati kendi üstüne çekti, Aziz Bey. Bu puşt, yeğenini süzüyordu çünkü!
Ama Yiğit, babasının sözü devralmasına izin vermeden oldukça kuvvetli çıkan sesi ile, "Hoş bulduk, Aziz Bey." diyerek cevap verdi bu sefer. Anlaşılan, geçenki gibi sessizce oturmayı düşünmüyordu bu akşam.