4. Bölüm

2434 Words
“Şey, yenge...” diyerek telâşla titremeye başladı İnci ve ne olur anlasın beni, diye geçirdi içinden. Yiğit'i deliler gibi sevdiğini, söylemesine gerek bile kalmadan anlasın ve artık aşkını, saklamak zorunda olmadan yaşasın. Bahriye Hanım anlamaz olur muydu peki? İçi gider gibi yutkunan kıza yaklaşıp, “Tamam, ben anladım seni.” dedi ve koluna vurdu destek olduğunu belirtircesine, “Hadi aç kapıyı, bekletme misafirlerimizi.” dedikten sonra İnci'yi yavaşça ittirip arkasına geçti. İnci, içinden şükürler ederek mutfağın hemen çıkışındaki dış kapıya gelip kolu yakaladı ve saniyeler içinde araladı kapıyı. İşte, karşısındaydı Yiğit. Baygınlık geçirecekmiş gibi hissederken kendisine şaşkınlıkla bakan gri gözlerden uzaklaşıp Yiğit’in ailesine saygıyla gülümsedi. “Hoş geldiniz.” dedi, zorlukla çıkardığı sesiyle ve ellerini önünde bağlayıp beklemeye başladı. Tüm pozitifliği ile, “Hoş bulduk!” diyerek coşkuyla eve dalan Kiraz Hanım, İnci'den hemen sonra Bahriye Hanım’ı selamladı ve ardından Sinan Bey ciddiyetle eve girince, eline zorlukla tutuşturulmuş gibi kocaman bir buket çiçekle dikilen Yiğit girdi içeri son olarak. İnci, ona selam vermeyi çok istiyordu ama utanıyordu yanında dikilen yengesinden. Şimdi beğendiğini yeni söylemişken aptal aşık pozlarında selam veremezdi Yiğit'e ama yine de yüzüne kaçamak bir bakış atıp kendisine uzattığı çiçekleri kucağına aldıktan sonra, “Hoş geldiniz.” diye, tekrar mırıldandı. İnci'nin gördüğü kadarıyla Yiğit’in bakışlarındaki hayret, istemeye geleceği kızın kendisi olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadığını açık etmişti. Peki o zaman, niye gelmişti bugün dükkânına? Bu kadar tesadüf olur muydu yani!? Yiğit de epey şaşkındı tabi bu sırada. Dükkândaki fıstık gibi hatunu mu istemeye gelmişlerdi harbiden!? Vay be! Beklemiyordu bunu. Annesi, istemeye gelecekleri kızın güzel olduğunu anlatmaya çalışırken tüm kıllığıyla engellemişti onu ve Kiraz Hanım da kızdığı için en ufak bir açıklamada daha bulunmamıştı. Buraya kadar da sessizlik içinde geldiklerinden, karşısına nasıl bir şey çıkacağını merak ederek geçirmişti yolu Yiğit. Ama kabul ediyordu ki beklediğinden güzel bir şey çıkmıştı karşısına. Gerçi, kızın güzel olup olmaması önemli değildi, nasıl olsa evlenmeyecekti ve sadece ailesini susturmak için gelmişti buraya. Şimdilik gözleri bayram ederdi işte, o kadar. Hâlâ kapı girişinde zebella gibi dikilen Yiğit’e, “Geç evlâdım.” diyerek eliyle salonu gösterdi Bahriye Hanım ve çocukların ardından salona geçip karga gibi bakan kocasına, suratını yumuşatması için kaş göz işareti yaptı. Gergince boğazını temizleyip nasıl oturacağına karar veremeyerek, “Aziz Bey, iyisinizdir inşallah.” diyerek söze girdi, Sinan Bey. Hâlâ ödü kopuyordu Aziz Bey’den. “İyiyiz çok şükür Sinan Bey, siz nasılsınız?” diye sorarak Yiğit’i süzmeye başladı Aziz Bey. Yakışıklıydı puşt! Yeğenini, Boşnak bir aileye gelin vermek istiyordu ama oğlanın önceki evliliği, üstüne Cunda’ya döndüğünden beri yaptığını işittiği şeyler, canını sıkıyordu Aziz Bey'in. Üstelik bildiği kadarıyla bundan 2 yıl önce Yiğit, gayet aklı başında bir delikanlı idi halbuki ama Allah şaşırtmıştı bir kere işte. “Çok iyiyiz! Sizleri gördük daha iyi olduk!” diyerek biraz yalakalık yapmaya geçti Sinan Bey. Ama Aziz Bey'in bakışlarındaki aksi ifadeyi takip ederek oğluna baktığında deve gibi boyundan dolayı lakaytça bacak bacak üstüne attığını gördüğü için bakışlarıyla uyardı hemen oğlunu. Hay dangalak herif! Bari ayağını, adamın ağzına soksaydı! İnci de o kadar gergindi ki bu sırada, stresle bacaklarını birbirine yapıştırmış ve yumruk yaptığı elleriyle elbisesinin eteğini sıkıştırmaya başlamıştı. Amcası niye böyle bakıyordu Yiğit'e? Çok yakışıklıydı bir kere, öyle bakmasa olmaz mıydı? Sağlıklı şekilde parlayan sarı saçları, eşsiz bir tonda olan gri gözleri, uzun boyu ve şekilli vücudu ile o kadar çekici görünüyordu ki amcasının varlığına rağmen sürekli onu seyretmekten geri duramıyordu İnci. Ama yengesi bu seyrin farkında olduğundan yavaşça boğazını temizleyip, “İnci, gel biz mutfağa geçelim.” diyerek çağırdı İnci’yi. Akılsız kız, salyalar akıtarak izlemeye devam ederse oğlanı, amcası ortalığı birbirine katacaktı birazdan. İnci, aldığı uyarı ile hemen kısa topuklu ayakkabılarının çıkardığı tok sesle yerinden kalkıp arkasında saçlarını savurarak mutfağa girdi ve içeri adım atar atmaz, “İnci, öyle melül melül izleme çocuğu kız!” diyerek kolunu dürttü yengesi. O kadar da belli edilir miydi hiç!? Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi, “Yok yenge izlemiyorum kimseyi, dalmışım.” dedikten sonra cezve aramaya koyularak bakışlarını kaçırdı İnci. Bahriye Hanım da bilmişçe güldü ve “Neyse, sen yap hadi kahveleri. Ben şimdi amcanın yanına döneyim yoksa dövecek seninkini.” diyerek mutfaktan çıktı tekrar. İnci de kahveleri yapmaya koyuldu böylece. Acaba Yiğit’in kahvesine bal koysa çok aşırıya kaçmış olur muydu? Ama ne yapsındı! Çok seviyordu. Onunla aynı ortamda oturuyor olmak ve artık fark edildiğini bilmek hayatın gerçek bir mucizesiydi İnci için. Tüm umutları tükenmişken yepyeni bir kapı açılmıştı ve İnci o kapıyı açık tutmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Ama başlangıç olarak önce, şu akşamdan olumlu bir sonuç almaları gerekiyordu. Kahveyi hemen cezveye alıp karıştırmaya başladı ve içerideki seslere kulak kabartarak yaktı ocağın altını. Sonra tepsiye özenle dizdiği fincanları doldurup içinden dualar okuyarak salona geri döndü İnci. Önce amcasına tuttuğu kahveyi sırayla tüm büyüklerine gezdirip Yiğit’in önüne geldiğinde zarifçe eğilerek almasını bekledi. Yiğit birkaç saniye tekledikten sonra, yani İnci'nin açılan yakasına gözü kaydığı için geçen süreyi ardında bırakarak almıştı kahveyi. Ne saçma bir andı bu! İlk defa kız istemeye geliyordu ve şimdiden nefret etmişti bu işten! İlk evliliğini olgun bir kadınla yaptığı için kimseden izin almak zorunda kalmamıştı ve haliyle kız istemeye falan gitmemişti Yiğit. Hoş, zaten ailesi Derya’yı istemeye ölse bile gitmezdi o zamanlarda. Hatta annesi Kiraz Hanım, Derya’yı istemek yerine aktif bir volkanın içine atlamayı tercih edecek bir kadındı ama ne hikmetse konu İnci olunca bir kanat takıp uçarak gelmediği kalmıştı buraya. O yüzden ailesine inat, ağzını bıçak açmadan oturuyordu Yiğit de. Kahvesinden büyük bir yudum aldıktan sonra sessizliği bölüp, “Yiğit oğlumuz ne iş yapar?” diye sordu Aziz Bey. Tek kaşı hâlâ yargılama isteğini açıkça belli ederek havada bekliyordu. Yiğit duyduğu soru ile göz devirip, “Bunak herife bak!” dedi içinden. Daha kızı bile istememişlerdi ama işini soruyordu hemen! Bundan 6 ay önceki halini bir görse yeğenini kendi elleriyle koynuna sokacağına emindi ama şimdi ukalalık taslıyordu güya yabani herif! “Oğlumuz yazılım mühendisi, Aziz Bey.” diyerek tebessüm etti Sinan Bey. Ne yapsın yani, oğlum az ilerideki otelde ücretsiz seks isçiliği yapıyor mu diyecekti!? Okuduğu bölümü söylemişti mecburen. “Maşallah çok güzel!” diye gülümseyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı Bahriye Hanım. Ne vardı yani, mesleği güzeldi çocuğun. Gelecek vadediyordu en azından. Elini kaldırıp İnci'yi göstererek, “Biz, İnci'nin işini çok iyi biliyoruz tabi. Pastanesine sıklıkla uğruyoruz. O nasıl bir el lezzetidir, nazar değmesin!” diyerek şirince gülümsedi Kiraz Hanım. Yalan da söylemiyordu ayrıca. Gururla yeğenine bakıp kafa sallayarak, “Benim yeğenim bir tanedir. Bir gün bile üzmedi daha bizi.” diye cevap verdi Aziz Bey. Büyüdükçe, sen nasıl benim annemin babamın ölmesine sebebiyet verirsin, diyerek kendisini suçlayacağını sandığı yeğeni, tam aksine bir gün bile ne saygıda ne de sevgide kusur etmişti. Aziz Bey’in övgüsü üstüne Yiğit’in ailesi beğeni dolu bakışlarla İnci’yi izlerken biraz daha gevezelik edip kahvesinin dibini gören Sinan Bey, “Aziz Bey, İnci'ye ne kadar kıymet verdiğinizi çok iyi bilirim.” diye girdi söze. Oğlunun şu anki haline baktığı zaman karşısında oturan pırlanta gibi kızı istemeye yüzü varmıyordu aslında ama mecburen devam etti lafına, “Aynı kıymeti bizim yanımızda göreceğinizden de en ufak bir şüpheniz olmasın.” dediği anda Aziz Bey’in çatılan kaşları ve zehir gibi bakan mavi gözleri yüzünden bir kez yutkunarak zorlukla, “Biz, kızınız İnci’yi oğlumuz Yiğit’e istiyoruz.” dediği anda evdeki herkes tuttu nefesini. Hele ki İnci, amcasının cevabına göre, bir daha nefes almayabilirdi hatta. Sinan Bey her an Aziz Bey'in arkasından bir silah çıkarıp kendisini alnının çatından vurabileceği korkusuyla beklerken Yiğit de içinden, “Hadi sevimsiz dinozor! Vermiyorum size kız falan, siktir olup gidin evimden de!” diye tezahürat yapıyordu. Aziz Bey bir kez boğazını temizleyip Yiğit’e, ardından da papatya gibi güzelliği ile çaprazında oturan yeğenine baktı. Yok, yakışmıyordu bu puşt herif yeğeninin yanına. Bakışlarında meymenet yoktu bir kere, güzel bakmıyordu yeğenine. Buraya elinden tutulup zorla getirilmiş bir çocuk gibi davranan adama kız falan vermezdi Aziz Bey! Hem daha işi bile yoktu doğru dürüst. Yeğenine her anlamda denk olan, oğlan çocuğu değil, adam görmek istiyordu İnci'nin yanında. Yine de bunca yıllık tanışıklığın hatırına kırmamak için, “Sinan Bey, sizi çok severim bilirsiniz ama öyle hemen olmaz bu işler. Üstelik sizin oğlan pek istekliymiş gibi gelmedi bana.” diyerek baktı Yiğit’e. Kendi yeğeni bile tanımadığı bu adama karşı daha istekli duruyordu sanki canım! Üstelik Aziz Bey, iyi bilirdi İnci’nin vücut dilini. Emindi ki, hiç beğenmemişti bu laubali herifi. “Size öyle gelmiştir.” diyerek solgun bir gülüş atsa da Kiraz Hanım biliyordu ki alamayacaklardı kız falan. Oğlunun şu muşmula suratını eşekler tepseydi de görseydi gününü keşke! İnsan ağzını açıp iki kelam ederdi şurada, etkilerdi kızı. “Evlenmeye niyeti olan adam, öyle otel köşelerinde kalmaz Sinan Bey. Ne yaşadıysa yaşadı, işini gücünü toparlar kendine gelirdi bir an önce.” dedi ve tüm dedikoduları duyduğunu belli etmiş oldu Aziz Bey. Öyle demek istemezdi ama ipsiz sapsız oğullarına, gül gibi yeğenini istemeye gelmekten gocunmadılarsa Aziz Bey de gerçekleri söylemekten gocunmazdı. “Haklısınız.” diyerek boynunu büktü Sinan Bey. Zaten duymayı beklediği şeyleri duymuştu, ne diyebilirdi ki? Aman tabi efendim, hemen alıp gidin, mi diyecekti adam!? Az bile konuşmuştu! Kocasına kısa bir bakış atarak, “Ama Yiğit en kısa sürede çok iyi işler başaracak. Ben eminim.” diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı Bahriye Hanım. Öyle lök diye söylenir miydi hiç!? Ama ne faydaydı. Yiğit çoktan, “Yürü be bunak!” demeye başlamıştı içinden. Sonra da kendisine olumlu yorumlar yapmaya çalışan Bahriye Hanım’a, “Sen de yürü bakalım, bunağın sevimsiz karısı!” diye tamamladı, zihnindeki heyecandan doğan arsız cümleyi. Oh be! Kız falan alamamışlardı değil mi!? Bu gerçekle Yiğit’in içine su serpilirken, aynı suda boğuluyordu halbuki İnci. Olmamıştı, kız vermemişti amcası Yiğit'e. Ama bu kez hiç bilmeden, aslında sevdiğine vermemişti İnci'yi. Haftada bir istemeye gelen Poyraz değildi ki şu tekli koltukta oturan, Yiğit'ti ve onu, ellerinin arasından kaçırmıştı İnci. Başına yıkılan hayalleri ile dolmaya başlayan gözlerini saklayarak belki de son kez Yiğit’e baktı. Gayet mutlu bir hali vardı sanki. Bunu görünce dudak büküp daha da morali düşen İnci, gözünden dolup taşan bir damla yaşı hızlıca silerek kalkmakta olan aileye eşlik etti. “Bize müsaade o zaman.” diyen Sinan Bey tırıs tırıs giderken, hemen yanında gevşekçe sırıtan oğluna da ters bir bakış attı. Bahriye Hanım kocasının ayıp ettiğini düşünerek, “Kiraz Hanım, biz yine de çocukları bir araya getiririz daha sonra. Siz bakmayın Aziz Bey’e, çok düşkün İnci’ye bırakamıyor o yüzden.” dedi, evden çıkmakta olan Kiraz Hanım'a doğru kısık sesle. Kiraz Hanım epeyce kaçmış tadıyla tebessüm etmeye çalışıp, “Tabi, Bahriye Hanım. Uygun bir zamanda görüşelim mutlaka.” diye cevap verdi. Böylelikle sevdiği adamı kalbinden çıkmayı bekleyen çığlıklar ile sessizce uğurlayan İnci, boş kalan evde kirli kahve fincanlarını mutfağa götürmek için salona dönerken, “İnci, gel bakayım kızım.” diye seslendi amcası, yumuşak tuttuğu sesiyle. Ama şimdi konuşmasalar olmaz mıydı? Ağlamak üzereydi İnci. Sanki az önce olanlar hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi davranarak, “Buyur amca?” dedi, zorlukla. Aziz Bey derin bir nefes alıp ellerini önünde bağlayarak, “Ne düşünüyorsun sen bu gelen çocuk hakkında.” diye sorunca İnci, göğsüne saplanan ağrı ve sızlayan burun direği ile, “Bilmem ki amca, tanımam etmem.” diye cevap verdi. Bu sırada kalbi, etini çimdikliyordu âdeta ve "Nasıl sevmiyorsun aptal!" diye bağırıyordu kendisine. “Pek hayırsız duruyordu sanki.” dedi Aziz Bey, İnci'nin tepkisini ölçmeye çalışarak. İnci ne diyecekti ki, yok amca çok hayırlı aslında bir tanısan çok seversin, mi diyecekti? “Sen daha iyi bilirsin amca.” diyerek boynunu bükmüştü mecburen. “Neyse, çok isterse bir daha dayanır kapıya nasıl olsa.” diye kafa salladı Aziz Bey. Diğer uğursuz, öyle yapmıyor muydu? Peki ama Yiğit, İnci için bir daha dayanır mıydı kapıya sahiden? ••••••••• İnci, sabaha kadar iki büklüm halde ağlamaktan zorlukla daldığı birkaç saatlik uykudan alarm sesi ile uyandı. Şu dışarıdaki güneşli havaya rağmen berbat bir sabahtı İnci için. Tüm umutlarının onu terk ettiği bir güne uyanmıştı çünkü. Önceden, yani dün akşam yaşanmadan, Yiğit ile bir araya gelmek için minik de olsa umudu vardı en azından ama şimdi, o da yoktu. Buhar olup uçmuştu hepsi. Amcası bir kez hayır dediyse cevap hayır olarak kalırdı, biliyordu. Yiğit de tekrar tekrar kapısına dayanacak bir aşık olmadığına göre, İnci için yolun sonu görünmüştü. Yani şimdiki ruh haline göre hep yalnız ve mutsuz bir kadın olarak kalacaktı İnci. Bu yüzden ölü bir bedenden farksız olarak yerinden kalkıp beline oturan kalın askılı siyah elbisesini giydi ve marka terliklerini geçirdi ayağına. Saçları zaten dünden fönlüydü ve bugün de sürekli ağlayacağı için pek makyaj yapmayacaktı ama içindeki aptal aşık hâlâ Yiğit’in, dükkanına gelebileceği sinyalini verdiği için biraz makyaj yaptı yüzüne. Ağladığı anlaşılmasın diye hemen evden çıkıp dükkanına geldi ama burada da ağlaması serbest değildi çünkü hamurlarına göz yaşı damlayamazdı. Hijyenik bir moron olduğu için kendine kızarken sirke satan suratına tezat olarak durmadan çalışan elleri çabucak şekillendirdi hamurlarını ve fırına verdi. Sonra da tezgahını silip yerleri paspaslayarak fırından çıkan hamurlarını yerlerine dizip vitrindeki parmak izlerini temizlemeye geçti ama o sarışın pisliğin bıraktığı el izine dokunamadı İnci. Dün akşam biraz adam gibi durup kendisini savunarak amcasını etkilese şimdi boş duran parmağında bir alyans olacaktı ama yoktu işte ve asla da olmayacaktı. Gözünden sızmasına engel olamadığı yaşları parmakları ile kurularken, “İnci tanem!” diyerek dükkana girdi Poyraz ve her zamanki mutlu ifadesinden uzak şekilde dikilmeye başladı orta yerde. Tıkanmış burnu yüzünden tuhaf çıkan sesi ile, “Poyraz hiç keyfim yok, çıkar mısın dükkânımdan?” diye sordu hemen İnci. Tüm gece ağlama seansının üstüne sabah sabah Poyraz’ı çekemeyecekti hiç. Sorgular gibi bakarak, “Dün akşam istemeye gelmişler seni.” dedi Poyraz ve ellerini, üstündeki ince ceketin ceplerine atarak süzdü İnci'yi. “Sana ne bundan! Delirtecek misin beni!? Çık diyorum!” diye son ses bağırdı İnci. Yiğit'e bu kadar yaklaşmışken kavuşamadığını, bok varmış gibi hatırlatıyordu bir de lüzumsuz! Poyraz elini tezgaha sertçe vurarak, “Sen beni delirttin lan! Nasıl gelirler istemeye!? Verdi mi amcan seni?” diyerek bağırınca, İnci'nin korkuyla geri çekilmesine sebep olmuştu. Elindeki bezin arkasına saklanabilirmiş gibi, “Sana ne, diyorum! Verdiyse verdi. Sahibim misin sen benim!?” diye çıkıştı İnci. Kalbi korkuyla atarken beyni hemen kaçması için sinyal veriyordu. Zira, iyi değildi bugün Poyraz. Poyraz, “Değilim tabi, İnci Hanım. Ama olacağım.” dedikten sonra yüzünde tehlikeli ifadeyle İnci'nin olduğu tarafa dolanıp koluna sıkıca asılarak dışarı sürüklemeye başladı onu. Ani gelen temasla, “Bırak!” diye bağırıp kendisine yapışan ele tırnaklarını geçirip vurdu İnci ama işe yaramamıştı. Yeni sildiği yerlerde jilet gibi kaydığı sırada, “Bırak diyorum, bırak!” diye çığlık atıp Poyraz'ın eski model arabasına binmeye zorlanırken, sesleri duyan birkaç esnaf gelip Poyraz’a engel olmak istemişti. Ancak her sabah selamlaştığı manav olan 66 yaşındaki Şeref amcası gözlerinin önünde Poyraz'dan yumruk yerken, çığlıklarının arasına giren göz yaşları ile yardım dilenmeye devam etti İnci. Sonra da kedi gibi ensesinden tutarak kendisini arabasına tıkan adama daha fazla karşı koyamadan sonsuzluk gibi sürecek o yolculuğa başladı mecburen.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD