İnci, Yiğit'in biraz asabi çıkan ses tonu ile ela gözlerini sonuna kadar ayırırken aynı anda yutkunup amcasına baktı çaktırmadan. Şapşal Yiğit! Tutsaydı ya şu ağzını! Amcası, hiç de öyle bilindik adamlara benzemezdi. En ufak şeye bile sinirlenerek geceyi zehir edebilirdi herkese. Sinan Bey bile bunu çok iyi bilip çekinerek konuşurken aşık olduğu kazulet de konuşmalarına biraz dikkat etse hiç fena olmazdı.
Oluşan gerginliğin farkında olduğu için, “Kiraz Hanımcığım, ne iyi oldu değil mi bu akşam bir araya gelmemiz?” diyerek alakasız bir yerden konuya giriş yaptı Bahriye Hanım. Eğer lafı bu erkeklere bıraksa yüksek gerilim hattı oluşacaktı salonlarında.
“Çok iyi oldu tabi, arayı açmamış olduk!” diye cevap verdi Kiraz Hanım hemen. Bahriye Hanım’ın niyetini çok iyi anladığı gibi anında eşlik etmişti. “Ama çok zahmetler etmişsiniz!” dedikten sonra arkasındaki sonsuz dolulukta görünen yemek masasını gösterip mahcup şekilde gülümsedi Kiraz Hanım.
Bahriye Hanım, ellerini tül kadar ince açık kahve saçlarına atıp, “Aa ne zahmeti! Hem İnci ile beraber mutfağa girince hiç yorulmuyor insan." diyerek övdü yeğenini. Eh, yalan da değildi. İnci bu konuda profesyonel olduğu için Bahriye Hanım'ın bir saatte yaptığı işi yirmi dakikada bitiriveriyordu.
Ama Kiraz Hanım beğeniyle kafa sallarken Aziz Bey hiç hoşlanmamıştı bu övgüden. İnci, isterse yemek yapardı ancak! Kimsenin aç karnını doyurmak için gelin etmeye niyeti yoktu yeğenini! Gerçi biraz abartıyor da olabilirdi. Kiraz Hanım ve Sinan Bey, kimseyi kullanmak niyetinde görünmüyordu ama temkinli olmasında ve yeğenine sonsuz kredisi olduğunu bilmelerinde fayda vardı.
Aziz Bey derin bir nefes alıp kendisini yatıştırmaya çalıştı ve arka fonda eşleri konuşurken, “İşleriniz nasıl gidiyor, Sinan Bey?” diye sordu. Sonra da Yiğit’e çevirecekti oklarını.
“Çok şükür, iş yetiştiremiyoruz.” diyerek oğluna yandan bir bakış attı Sinan Bey. Doğruyu söylüyordu üstelik. Ayvalık gibi memlekette bir numaralı mimarlık ofisine sahiplerdi. Ahmak oğlu da zamanında babasını dinleyip mimar olmadığı için çekiyordu bunca çileyi. Ona yalvarmıştı halbuki, mimar olmadın bari inşaat mühendisliği oku diye. Ama yok! İlla oyun şirketi kurmaktaydı oğlunun aklı! Hadi kursa yine iyiydi, paraya para demeyecekti o zaman. Tabi fikrini çaldırıp, dolandırılmayı becermemiş olsaydı!
Sinan Bey hiçbir an aklından çıkmayan bu gerçeklik ile yumruklarını sıkarken Aziz Bey bu sefer de durmayıp Yiğit’e dönerek, “Senin işlerin nasıl gidiyor oğlum?” diye sordu ve işte o anda oturduğu yerde ayak parmaklarına kadar kasılmıştı İnci. Ya şu çocuğa iş sormasalar olmaz mıydı!? Zaten Yiğit’in canı çok sıkkındı bu konuda. Dolandırılmıştı bu çocuk yahu! Nasıl iyi edecekti işlerini hemen!?
Yine bu sikik soru geldiğine göre Yiğit’e ağzına geleni sayma hakkı doğmuştu aslında ve İnci'nin aksine bu olaya yaklaşımı, “Bok gibi gidiyor, dinozor çakması göt herif!” demek şeklinde olacaktı ama bunun yerine, “Daha iyi olması için uğraşıyorum.” demeye zorladı kendini.
Yiğit’in gri gözleri ve Aziz Bey'in oldukça açık bir tondaki mavi gözleri arasında neredeyse bir lazer savaşı başlamak üzereyken, “Aferin, çalışkan adam iyidir.” diye mırıldandı Aziz Bey. Boşnaklarda, çok fazla çıkardı hayırsız adam. O yüzden bu güne kadar yeğenini isteyenleri, donunun markasına kadar araştırmıştı ya Aziz Bey! İnci’yi vereceği adam önce çalışkan olup ev geçindirmeyi bilecekti! Yük olmayacaktı yeğeninin üstüne. Hayat galası, elbet bir yanlışa düşüp zor durumda kalabilirdi insan ama önemli olan bu yanlıştan ne şekilde çıktığıydı. Aziz Bey de Yiğit’i bu yönünden inceleyecekti önce.
Erkekler tarafında oluşan derin sessizliğin üstüne, “Hadi buyurun, yemekleri soğutmayalım.” diyerek herkesi masaya davet etti, Bahriye Hanım. Aziz Bey başka bir soru sormaya başlamadan ağzını meşgul edecek bir şeyler yapsa harika olacaktı doğrusu!
Böylece onaylar şekilde yerlerinden kalkan Aziz Bey ve Sinan Bey masanın baş köşelerine kurulurken İnci de Kiraz Hanım'ın yanına, Yiğit’in çaprazına oturmak zorunda kalmıştı. Gönül, onunla baş başa yemek yiyor olmayı isterdi tabi ama buna bile şükürdü. Onunla aynı kaselerden aynı yemekleri yiyecek olduğunu bilmek bile yetiyordu şimdilik.
Herkes sessizce çorbasını bitirdikten sonra İnci, kaseleri toplarken Bahriye Hanım'ın konuşmasını dinliyordu bir taraftan. Yengesi, yaptığı kıymalı böreği tamamen iyi niyetle övmek için herkesin tabağına birer tane bırakırken, “İnci şahane yapar Boşnak böreğini.” dediğinde özellikle kaçamak bakışlarla Yiğit’in suratına baktı İnci.
Yiğit normalde pek fazla hamur işi yemezdi ama şu kıymalı böreğe hayır diyemeyecekti doğrusu! İlk ısırığını alır almaz çıtır çıtır dokusu ağzında dağılırken keyifle gözlerini kapattı Yiğit. “Enfes olmuş!” diyerek aynı zevkle mırıldanan annesi, suratına doğru kısa bir bakış atarken sanki çok da fazla beğenmemiş gibi yemeye çalıştı Yiğit. Ama iki ısırıkta bitmişti böreği. “Hey! Dinozorun karısı, biraz daha koysana şundan!” diye bağırmak isterken Aziz Bey de kendi lokmasını yutup, “Ben normalde orijinal olan pırasalı tarifi severim. Ama bugün değişiklik yapmış İnci.” dediğinde pırasadan pek haz etmeyen Yiğit istemsizce, “Ben kıymalı severim.” diye yumurtladı.
Hemen o anda Yiğit’in kafasına fırın tepsisini geçirmek isterken dişlerini sıktı İnci. Sakin ol, sakin ol, dedi kendine. Hiç kimse anlayamazdı ki, Yiğit kıymalı börek seviyor diye bu günlük bir değişikliğe gittiğini! En fazla yengesi anlardı, o da anlasındı artık canım! Bir de bunu düşünecek enerjisi yoktu İnci'nin.
Demek kıymalı börek seviyordu puşt! Hay aksi şeytan! Yeğeninin de tam bugün kıymalı börek yapacağı tutmuştu! Şimdi bu denyo herif, sanki o seviyor diye yapılmış falan sanabilirdi ama Allahtan yeğeninin bu bilgiyi almış olmasına imkan yoktu. Tabi fırıldak karısı bir işler çevirmediyse!
Normal olarak Bahriye Hanım'ın herhangi bir ilgisi yoktu bu konuyla. Ama yeğenlerinin yaptığına bıyık altından gülerken Yiğit’e doğru bilinçli şekilde yaklaşıp tabağına iki tane daha börek attıktan sonra istediği zaman rahatça ulaşabilmesi için böreklerle dolu tabağı Yiğit’e yakın bir yere bıraktı Bahriye Hanım ve “Keşkek de seviyorsunuzdur inşallah.” diyerek misafirlerine baktı daha sonra.
Sinan Bey heyecandan neredeyse ellerini birbirine sürtmek üzereyken, “Hiç sevmez olur muyuz!” diyerek cevap verdi Bahriye Hanım’a. Kiraz Hanım da gerçekten çok severek yediği yemeği, kendi evinde nasıl yaptığını tarif ederken bir taraftan da, “İnşallah çocukların düğün yemeği de böyle olsun!” diye geçiriyordu içinden. Hemen ardından da, “Ah be oğlum, ilk başta şöyle bir kızla evlensen ne olurdu sanki!?” diyerek Yiğit’in üstüne atlamak istiyordu.
Herkes daha çok aklından geçen düşünceler eşliğinde yemeklerini çiğnerken İnci, ağzına minik bir çatal yemek tıkıştırıp Yiğit’i seyretmeye çalışıyordu daha çok. Ama en çok da amcasının Yiğit’e baktığını görmesinden çekindiği için onun ağzına bir lokma atmaya eğileceği anı kolluyordu. Böylece amcası eğildiğinde Yiğit’e ciğercinin kedisi gibi bakıp kaçılıyordu hemen.
Gerçi bu yaptığı yüzünden herkesin yemeği bitmişken kendi tabağındaki yemek olduğu gibi kalakalmıştı ama olsun! Her zaman yemek yiyebilirdi ama Yiğit'i seyretme fırsatı sürekli gelmezdi önüne. Tabi, unuttuğu bir şey de vardı! Çok yakın bir zamanda Yiğit’i ne zaman isterse o zaman seyredebilecekti! Hatta o uyurken bile. Ona istediği zaman dokunabilecekti de-...
“İnci, sen niye yemedin yavrum?” diye seslenen yengesi düşüncelerini bölerken bir anda utançla kavruldu İnci. Kendisiyle beraber 5 kişinin daha bulunduğu masada neler düşünüyordu! “Çok aç değilim yenge.” diye cevap verdi kısık sesle. Yiğit ile çok mutlu olduğunu hayal ettiği bir meditasyondan çıkıp gerçek hayata dönmek zor gelmişti birden.
“O zaman, sofrayı hep beraber kaldıralım.” diyerek ayaklandı Kiraz Hanım ve yemekten karnı burnuna ulaşmış kocasının önünden tabağını aldı önce. Gören de bir aydır aç sanacaktı bu adamı!
İnci, müstakbel kayınvalidesine nazikçe itiraz ederek, “Siz zahmet etmeyin lütfen.” dese bile izin vermeyip İnci ile beraber mutfağa taşımaya başlamıştı tabakları Kiraz Hanım. Bu sırada önünden sürekli süzülerek geçen güzel kıza daha fazla dayanamayıp mutfakta duraklayarak, “İnci, saçların ne kadar güzel.” diye iltifat etti. Pasparlak altın sarısı saçların renginin güzelliği yetmezmiş gibi gür dalgalar halinde beline dökülmesi daha da çekmişti dikkatini.
İnci gülümseyerek saçından bir tutam yakalayıp, “Teşekkür ederim. İyi bakıyorum saçlarıma.” dedikten sonra “Hatta isterseniz saçıma düzenli olarak yaptığım bir tarif var, size de verebilirim.” diye devam etti lafına. Kiraz Hanım ile biraz samimi olsalar harika olurdu aslında!
Bu teklifi hemen kabul ederek, “Tabi çok isterim! Hatta bize gel bir gün, birlikte yaparız.” dedi Kiraz Hanım. Biraz alakasız kaldığını biliyordu ama İnci ile daha yakın olmak istiyordu o da.
İnci pek emin olamasa bile, “Olur.” diye cevap verdi zorlukla. Şimdi amcası bunu duysa kıyameti koparırdı kesin ama Yiğit’in yaşadığı yeri görmeyi çok istiyordu İnci.
Onaylar şekilde gülümseyip kafa sallayarak, “O zaman ayarlarız bir gün.” dedikten sonra İnci'yi fazla bunaltmak istemediği için mutfaktan çıktı Kiraz Hanım ve bulaşıklarla baş başa bıraktı müstakbel gelinini.
İnci, 15 dakikanın içinde tüm bulaşıkları makineye doldurup çayın demlenmesini beklerken tatlı tabaklarını da hazırlamaya girişmişti hemen. Yiğit’in en sevdiği tatlılar olan profiterol ve şekerpareleri tabaklara servis ettikten sonra erittiği kuvertür çikolatasını içi krema dolu topların üstünde gezdirdi. Ama şimdi bunları Yiğit‘e servis etmekten çok utanıyordu. Anlamazdı bir şey, değil mi? Yok canım, nereden anlayacaktı.
Eline iki tabak alıp kimseye bakmadan amcasına ve Sinan Bey’in önüne bıraktı önce. Sonra herkesin gözü sırtındaymış gibi tedirgince geri dönüp iki tabak daha alarak Kiraz Hanım ve Yiğit’e servis yaptı. Tekli koltukta yayvanca oturan biricik aşkının önündeki sehpaya tabağı bırakmak için eğilirken uzun bacaklarından dolayı gergin duran kumaş pantolona ve dizlerinin üstüne konmuş düzgün ellere hayranlıkla baktı. Yiğit’in yanına, bedenleri birbirine yapışacak şekilde oturup ellerini tutmayı o kadar çok istiyordu ki!
Fakat Yiğit, bu istekten yine bir haberdi tabi. Önüne konmuş şaheser gibi görünen tatlılara bakıp dilini dudaklarında gezdirmeye zorlukla engel olurken geri kalanların da bir an önce tatlısına dalacağı anı bekliyordu. Kendisininkine saldırmamak için zor duruyordu çünkü! Ama en sevdiği tatlılardı bunlar! İlginç bir tesadüf müydü yoksa birileri kişisel bilgilerini bu aileye mi veriyordu bilmiyordu ama şimdilik pek önemsemeden aldı tabağını eline. Kocaman bir topu anında ağzına atarken diline dağılan ipek gibi krema ile neredeyse kedi gibi yalanmaya başlayacaktı Yiğit. Vay anasını! Şu sarışın fıstık, harbiden anlıyordu tatlıdan.
İnci, Yiğit’in aldığı ilk lokmaya yetişemediğine üzülüp çayları da servis ettikten sonra yerine otururken, “Allah’ım ne olur, Yiğit bu tatlıdan sonra aşık olsun bana!” diye, diliyordu içinden. Ama Yiğit’in aklından sonraki tabağı istemek dışında başka bir şey geçmiyordu şimdilik.
Aynı anda birkaç dakikalık sessizliği bozup, “Sizin kızlar nasıl bu arada Aziz Bey, epeydir görmedim?” diyerek, korku dolu bir soru yöneltti Sinan Bey.
Ama Aziz Bey çayından bir yudum aldıktan sonra “İyiler şükür. Büyük kız doktor, çok yoğun çalışıyor. Küçüğü de tarih öğretmeni, biraz daha rahat tabi. Ama geç yaşta iki çocuğu olduğu için zorlanıyor.” diye cevap verdi soruya.
Harika bir konuya girdiğini düşünerek, “Kaç yaşında torunlarınız?” dedikten sonra kendi torununu göstermek için telefonuna uzandı Sinan Bey.
“Dört ve beş yaşlarında. Küçük olan kız, büyüğümüz de oğlan.” dedi ve bu gece ilk defa dişlerini göstererek güldü Aziz Bey. Oh be! İnci şu an gidip Sinan Bey’in alnını öpebilirdi! Böyle konularla geleceklerdi işte!
“Bu da bizim oğlumuz, Efe.” diyerek henüz üç yaşındaki torununu gösterdi Sinan Bey ve buradan sonra biraz daha şen şakrak devam etti muhabbetleri.
İnci, aradan geçen on dakikada çayından son yudumunu alması için beklediği Yiğit için ayaklanıp yüksek sesli konuşmaların arasında hafifçe eğilerek, “Biraz daha ister misiniz?” diye sordu. Pastanesine geldiği zamanki gibi ‘siz’ diye hitap etmek istemezdi ama başka bir şekilde seslenememişti o an.
“Iı-...şey, olur.” dedikten sonra olduğu yerde biraz toparlanıp geriye yaslandı Yiğit. Bir tuhaf hissetmişti aniden ve ailesinin anlamaması için sonuna kadar direniyordu. Arkasını dönüp giden kız, ince ve narin bedeni ile masallardan fırlamış prensesler gibi görünüyor olsa da şu süreçte hayatında kimseyi istemediği icin saçma salak imalı bakışlara tahammül edemeyecekti hiç.
Halbuki bu bile yetiyordu işte İnci’ye. Toplam 6 tane anlamlı kelimeden oluşan bir diyalog. Sırf bunun için, ağzındaki tüm dişleri göstererek gülmeye başlayıp çayları ve Yiğit’in tatlısını tazeledikten sonra salona geri döndü İnci. Ama amcasının şüpheli bakışları yüzünden biraz somurturmuş gibi takılmaya başladı, gecenin geri kalanında.
Aziz Bey'ın yine katılaşmaya başlayan suratı yüzünden akşam 9 buçuk sularında, Akbay ailesi artık misafirliklerini sonlandırmaya karar verirken, “Bir dahaki buluşmaya da bize bekliyorum.” diyerek ayaklandı Kiraz Hanım. Eh, birkaç görüşmeden sonra da tamam olurdu bu iş, değil mi!?
Bahriye Hanım sözü kocasına bırakmadan, misafirleri ile beraber ayaklanıp, “Tabi Kiraz Hanımcığım.” diye cevap verdi derhal.
Kiraz Hanım da onayladıktan sonra bu sefer çıkarken Aziz Bey ile tokalaşıp Bahriye Hanım ve İnci’yi öptükten sonra arkasından gelen kocasını ve oğlunu beklemeye başladı verandada. Sinan Bey de herkesle rahatça tokalaşarak evi terk ederken Yiğit ne yapacağını bilemez gibi kaldığı için elini sadece Aziz Bey'e uzattı tercihen. İnci’ye uzatsa Aziz Bey'in arkasından bir bıçak çıkıp bileğine inecekmiş gibi hissediyordu çünkü. Aman, yiyecekti sanki yeğenini! Neyse, başka şartlarda olsa yerdi muhtemelen ama konu bu değildi.
İnci, amcasına çaktırmadan Yiğit’in elini tutamadığı için alık alık bakınırken verandalarından inen ince uzun bedeni görebildiği son noktaya kadar izledi yine. Neyse, buna üzülmek yersiz olurdu şu durumda. Birkaç gün önce varlığını bile bilmeyen Yiğit ile iki kez aynı salonda oturmuşlardı ailecek. İsyan etme hakkı görmüyordu bu yüzden kendinde.
Ama bir kişi isyan etmekte haklı görünüyordu. Bu da Yiğit’ten başkası değildi. Hem zorla getirildiği yetmemiş gibi tüm gece en azından 3 kilo almış ve İnci’ye yağdırılan övgüleri dinlemek zorunda kalmıştı. Üstelik kendi zihninde buna sinirlenirken, “İnci muhteşem bir kız, maşallah.” diyerek bilmiş bilmiş konuşmuştu annesi. Bari arabanın hareket etmesini bekleseydi!
Sinan Bey yavaşça gaza basarken, “Muhteşem demek az kalır. Güzel, yetenekli, terbiyeli ve en önemlisi de dolandırıcı değil.“ dedi ve lafı yine istediği yere çekmenin zaferiyle oğluna dikiz aynasından bir bakış attı.
Kendisine atılan lafın üstüne, “Nereden biliyoruz ki bunu?” diye sordu Yiğit. Derya ile evlenirken de kendisini kral gibi hissetmişti ama soytarıya dönmesi 8 ayını almıştı yalnızca. Ailesi bu kıza karşı aşırı hızlı karar vermiyor muydu?
Ağzından aşağılayıcı bir gülüş kaçırdıktan sonra “Çok yakında anlarsın, oğlum. Bu işin fazla uzamasına izin vermeyeceğim. Birkaç kere daha görüşülsün ailecek sonra alır yemeğe çıkarırsın kızı, efendi gibi.” diye emir verdi oğluna Sinan Bey. Gerzek oğlu doğru düzgün kadın tanımadığından herkesi bir tutması normaldi tabi.
“Baba, beni salsanız diyorum artık?” dedi Yiğit, bıkkın bir tonda ama babası tek elini direksiyondan çekip havaya kaldırarak bağırınca, “Seni salınca ne olduğunu gördük! Gözümün önündesin bundan sonra!” diye bağırdı.
Yiğit hiç beklemeden, “Böyle mi destek oluyorsunuz bana? Aynı şeyler abimin de başına gelse bu şekilde davranacak mıydınız?” diyerek geri bağırdı. Yapmıştı bir hata işte ve her gün katlanıyordu zaten sonuçlarına!
Kiraz Hanım araya girip daha yumuşak bir sesle, “Abin asla bu şekilde davranmazdı, Yiğit.” dedi, oğluna. Ama bu kıyaslamadan nefret etmişti şimdiden.
Yiğit, başını öne eğerek sert bir nefes alıp, “Eyvallah, çek baba arabayı sağa. Yürüyerek geleceğim ben.” dedi ve kapının kolunu yakaladı hemen.
Ama Sinan Bey, öfkesini görmezden geldi ve “Tabi, durayım da ilk bulduğun karıya git, değil mi?” diyerek oğlunun damarına bastı tekrar ve Yiğit yılgınca sıvazladı yüzünü.
Hiçbir kadının yanına gideceği yoktu. Tek istediği biraz kafa dağıtmaktı ama madem izin vermiyordu ailesi, yarın çok kıymetli İnci'nin yanına giderdi o zaman Yiğit. Belki de buna karışmamayı başarırlardı.