"Amca!" diye bağırıp karakolun koridorunda koşturmaya başladı İnci. Öyle çok korkmuştu ki az önce yaşadıklarından, ailesini kaybettiği günden beri ilk defa sımsıkı sarılma ihtiyacı hissetmişti amcasına.
Kafasını, hızla sesin geldiği yöne çevirip, "İnci!" diye bağırdı Aziz Bey ve kollarını açıp sarıldı yeğenine. Hergelenin biri, gündüz vakti yeğenini kaçırmaya çalıştığı için nasıl çıkıp geldiğini bilememişti buraya. "Bir şey yaptı mı o şerefsiz sana!?" diye sordu yeğenini incelemeye devam ettiği sırada. Eğer o alçak herif, İnci'ye iliştiyse bu yaşta katil olmaktan çekinmezdi!
İnci, o korkunç anlara geri dönerek, "Yok amca, yapamadı hiçbir şey. Çok şükür polis yetişti hemen." diye cevapladı. Ama esnaf görmemiş olsa Poyraz’ın kaçırma girişimini, hâli ne olurdu hiç bilmiyordu.
Zaten böyle bir şey yapmasını beklediği için sakince, "Ceza alacak mıymış bari meymenetsiz!?" diye sordu, yengesi Bahriye. İnci ile çok samimi bir ilişkisi olmasa bile bir yandan sırtını sıvazlıyordu nazikçe.
"Bilmiyorum yenge." diyerek, kafasını iki yana salladı İnci. Ancak yarın bir gün tekrar karşısına çıkmasından deli gibi korkuyordu. Gündüz vakti herkesin içinde adam kaçırmaya çalışmak ne demekti?
"Burada işimiz bitti mi?" diye sordu Aziz Bey. Bir an önce eve dönmek istiyordu. Poyraz denen kanı bozuk yüzünden tansiyon hastası olmuştu artık.
İnci hiç beklemeden onaylar şekilde kafa sallayarak, "Evet amca, verdim ifademi." diye cevapladı. Onun da eve gidip yaşadıklarını sindirmeye ihtiyacı vardı.
Aziz Bey, "Hadi, gidelim o zaman." dedikten sonra yeğenini ve eşini iki yanına alarak arabasına doğru yürümeye başladı. Sessiz geçen yolculuğun ardından oldukça küçük ama iki katlı evlerine vardıklarında hızlıca odasına çıktı İnci. Üst üste yaşananların ağırlığını tartamaz olmuştu artık.
Bahriye Hanım ise hiç ses etmeden yanlarından ayrılan genç kıza bakıp somurtarak, “Aziz Bey bak, ben sana diyorum bir an önce evlendirmek lazım bu kızı artık. Başımız belaya girecek.” dedi ve oturdu kocasının yanına. Güzel kızdı İnci. Peşine takılan eksik olmuyordu hiçbir zaman ve bunun daha fazla böyle gitmeyeceği belliydi.
“Sus Bahriye, tamam! Biliyorum.” diye tersledi Aziz Bey. Uygun bir kısmet olsa vermeyecek miydi sanki!?
Bahriye Hanım, dün akşam istemeye geldikleri halde kocasının teptiği kısmeti hatırlatarak, “Yiğit daha önce yanlış bir evlilik yapmıştır olabilir, o ayrı. Genç adam işte, cahilliğine ver. Aklı başına gelmiştir artık.” diye konuşup alttan alta ikna etmeyi denedi kocasını.
Aziz Bey, sabırlı kalmaya çalıştığını belli edecek bir nefes çekerken, “Biliyorum ama emanet bu kız bana, Bahriye. Eğer o hovarda herif üzecek olursa İnci'yi, alamam bunun vebalini.” dedi. Karısı farkında olmayabilirdi ama Aziz Bey, hiç de hoş olmayan o dedikoduları çoktan duymuştu.
Sesi yukarı çıkmasın diye çabalarken, “Aziz Bey söylemeyeyim, söylemeyeyim dedim ama illa açtıracaksın ağzımı! Var kızın da gönlü işte! Uzatma!” diye kızdı Bahriye Hanım. Ne gerek vardı bu işleri zora koşmaya!
“Ne demek gönlü var!?” diyerek mavi gözlerini sonuna kadar açtı Aziz Bey. Madem gönlü vardı yeğeninin, niye hiçbir şey söylememişti kendisine!?
“Öyle işte, sen beni dinle. Çocuklar çok da yakışıyor birbirine. Bana sorarsan bundan daha uygun kısmet bulunmaz.” diyerek son sözünü söylediğini belirtip bir kahve yapmak için ayaklandı, Bahriye Hanım. Kocası, inadından dolayı çok ısrara gelmezdi, iyi bilirdi. Ancak kendi düşünüp taşınıp kabullenirdi tartıştıkları her konuyu. O yüzden ona biraz zaman vermek için uzaklaştı yanından.
On dakika sonra Bahriye Hanım, ağır ağır pişirdiği kahveyi kocasının her sabah içtiği büyük fincana döküp sehpanın üstüne bırakırken Aziz Bey'in huysuz ama kabullenmiş sesini işitti: “İyi, çağır bakalım. Gelsinler tekrar.” diyerek parmaklarıyla oynamaya başladı. Hiç içine sinmiyordu bu iş ama madem yeğeninin de gönlü vardı, ne olacaksa olsundu artık.
Bahriye Hanım gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp, bilmiş bir eda ile çıkmaya başladı evin basamaklarını. İnci’nin odasının önüne gelerek kapıyı hafifçe tıkladıktan sonra girdi içeri ve “İnci, gelebilir miyim canım?” diye sordu.
İnci, yattığı yatakta doğrularak, “Gel tabi yenge.” dedikten sonra ağlamaktan kızarmış yüzünü kurulayıp oturur pozisyona geçti.
“Müjdem var sana.” dedi Bahriye Hanım, İnci’nin yatağına oturup ellerini dizine yaslarken.
“Ne müjdesi yenge?” diye sordu İnci. Şu an duyduğu hiçbir haber, yüzünü gülümsetemez gibi hissediyordu.
Bahriye Hanım, kolunun yanıyla İnci’nin omzunu dürterek, “Aziz Bey'i ikna ettim. Tekrar istemeye gelecek, seninki.” diye konuştu. İnci'nin irice açılan ela gözlerine baktığında ise ne kadar doğru bir yolda olduğunu anlamıştı.
Seninki mi!? Seninki dediği, Yiğit oluyordu değil mi!? Başka kim olacaktı ki!? “Ne!? Gerçekten mi yenge!?” diye bağırdı İnci. Öyle bir coşkuyla dolmuştu ki, sesinin aşağıya gitme ihtimalinden bile çekinmemişti.
“Evet! Kız, madem bu kadar istekliydin, dün niye demedin amcana!?” diye sitem ederek baktı Bahriye Hanım. Yoktan yere geri çevirmişlerdi o insanları da.
İnci hemen boynunu bükerek, “Olur mu hiç yenge? Nasıl, ver beni, diyecektim amcama?” dedi ve kaçırdı gözlerini.
Bahriye Hanım fazla üstüne varmadan, “Neyse neyse, bak çok şükür bir badire atlattık ama sonu hayırlı oldu. Ben şimdi arayacağım Kiraz Hanım'ı sen de hazır ol artık.” dedikten sonra İnci’nin bacağına hafifçe vurup kalktı yataktan.
Yengesi odadan çıkmadan peşinden fırlayıp, “Sağ ol yenge! Hiç unutmayacağım bu iyiliğini.” diyerek sıkıca sarıldı ona, İnci. Oysa hiç bilmiyordu, bu aldıkları kararın hayatına neler getireceğini.
Ama kader bu ya, Bahriye Hanım İnci’ye iyilik yaptığını düşünüp sevaba girmenin hafifliğiyle çıktı odadan ve söyleyeceği sözlerin gelecekte yaratacağı tahribatı hiç düşünemeden Kiraz Hanım’ı arayıp bildirdi durumu.
Böylece Kiraz Hanım, telefonda işittiklerinin mutluluğuyla yerinden fırlayıp kocasına koşturdu önce. “Sinan! Kabul ettiler!” diye çığlık çığlığa indi merdivenlerden.
Sinan Bey çalıştığı evraklardan başını kaldırıp, “Dur hanım dur! Koşturma, ne oluyor?” diye sordu.
“Kızı vermeyi kabul etmişler! Ay Allah’ım çok şükür!” diyerek ellerini havaya kaldırıp dua eder gibi beklemeye başladı Kiraz Hanım.
Sinan Bey kaşlarını kaldırarak, “Nasıl? O domuz herif hayatta geri adım atmayacak gibi duruyordu.” dedi ve elindeki kalemi bırakıp yaslandı arkasına.
Kocasını, “Düzgün konuş Sinan! Artık dünürümüz olacak onlar.” diye payladı, Kiraz Hanım ve “Hadi kalk! Gidelim hemen oğlanı almaya.” diyerek çekiştirmeye başladı kolundan. Sanki bir saat sonra düğünleri varmış gibi bir heyecanla, neler göreceklerini bilmeden çıktılar yola.
Yiğit’in kaldığı küçük otele gelip kapıyı çaldıklarında yarı çıplak ve yabancı olduğu her hâlinden belli olan bir kadın karşıladı kendilerini. Kiraz Hanım, başına geleceği bilmiş gibi, “Allah’ım sen aklıma mukayyet ol!” diye feryat edip yığılacakken kocası yakaladı bedenini ve kapıyı sertçe itip içeri girdi.
Sinan Bey, gördüklerinin öfkesi ile, “Yiğit!” diye bağırdığı anda yer gök titredi sanki. Öyle ki, kendilerine kapıyı açan kadın bile çantasını yanına alıp hemen topuklamıştı odadan.
Yiğit de işittiği gür ses ile “Ne oluyor?” diye sorarak az önce girdiği banyodan memnuniyetsiz suratıyla çıktı. 28 yaşında bir adamdı artık ve odasına bu şekilde girip saçma sapan hareketler yapılmasını kabul edemiyordu.
“Ulan cenabet herif! Ben şimdi seni öldürmez miyim!?” diye atıldı Sinan Bey oğluna. Kendisinden on santim kadar uzun olan oğlunu boğazlamak isterken karısı aralarına girip ayırdı, feryat figan.
Kiraz Hanım klasik kozunu oynayıp, “Durun! Bakın kalp krizi geçireceğim şimdi sizin yüzünüzden!” diye ağlamaya başladı anında. Ama oğlu ve kocası dövüş ederken yapabileceği en iyi şey buydu.
“Bana bak, sana kız istemeye gidiyoruz. Toparlan hemen, eve geleceksin!” diyerek işaret parmağını sallayıp karısının, oğluyla aralarına giren bedenini kenara çekti Sinan Bey.
“Yine mi kız isteme.” diyerek belindeki havluyu tutup ailesine sırtını döndü ve tek kişilik otel yatağına doğru yürümeye başladı Yiğit.
Sinan Bey, oğlunun lakayt tavrına karşı sabır çekip, “Evet! Sen adam olsaydın tek seferde alıp gelmiştik ya, şimdi ikinciye gideceğiz mecbur!” diye bağırdı. Ancak, oğluna dokunacağı yoktu bu sözlerin.
Yiğit alaycı bir suratla, “Ne!? Bir de aynı kızı istemeye mi gidiyoruz!?” diyerek yandan bir gülüş attı. O çatlak ihtiyar, asla vermezdi kız falan.
“Ya ne olacaktı it herif! Çabuk giyin bekliyorum seni arabada.” diye bağıran Sinan Bey daha fazla bakmaya dayanamadığı oğluna sırtını dönüp odadan çıkmak için davrandı.
Yiğit hırsla, “Baba, ben çocuk değilim. Dün istediniz diye geldim ama ilk ve sondu. İsteme falan olmayacak.” diye konuştuğunda, annesi koluna yapışıp susması için işaret etti.
Sinan Bey, hâlâ karşı çıkmaya yüzü olan oğluna hayretle dönüp, “İsteme olacak. Eşek gibi evlenip adam olacaksın! Sonra da işini mi toparlarsın bizimle mi çalışırsın, ne bok yersen artık!” diye bağırdı. Önce eski karısı tarafından dolandırılıp her şeyini kaybeden sonra da ergenlikteymiş gibi tek gecelik ilişkiler yaşamaya başlayan akılsız oğlunu, hayattan kopmadan kurtarmaya çalışıyordu kendince.
Kiraz Hanım daha yumuşak bir sesle, “Oğlum, bak burada daha ne kadar kalacaksın? Paran bitmeyecek mi sanki?” diyerek ikna etmeye çalıştı oğlunu. Hem de bu pis otelde kalmaya ne gerek vardı daha fazla, tertemiz evleri dururken.
“Baksana karıya kıza bol bol parası var bizim oğlumuzun.” diye konuştu Sinan Bey. Odasına her gece başka kadın getirmeye nasıl cesaret edecekti yoksa!
“Oğlum yalvarırım. Gel hadi bizimle eve.” diyerek ağlamaklı sesiyle konuştu Kiraz Hanım. Tüm Cunda'ya rezil olmuşlardı artık. Bu iş daha fazla uzayamazdı.
Yiğit, derin bir nefes alıp camdan dışarı diktiği gri renk gözleriyle birlikte kaçış planı aradı bir süre. Ne yazık ki ailesi haklıydı, otelde kalıp bu şekilde harcamaya devam ederse yakında hiç parası kalmayacaktı. Bıkkınca yüzünü sıvazlayıp, “Kendi işime devam edeceğim. Karışmayacaksınız bana.” diyerek ilk isteğini öne sürdü önce. Eğer evlenecekse bile, onun istediği gibi olacaktı her şey.
Sinan Bey kayıtsızca gülümseyip, “Bahsettiğin iş pezevenklik mi, yoksa mühendislik mi?” diye sordu oğluna.
“Mühendislik, baba.” diyerek soludu Yiğit.
Sinan Bey, oğlunun boynundaki morluklara bakıp bulanan midesine hakim olmaya çalışarak sırtını döndü ve “Çabuk gelin. Bekliyorum.” dedikten sonra çıktı odadan.
Kiraz Hanım da kocasının arkasından mahzunca oğluna dönüp, “Oğlum ne olur artık üzme beni. Bak, çiçek gibi bir kız bulduk sana-...” diyecekken kesildi sözü, “Tamam anne, uzatmaya gerek yok.” diye çıkıştı Yiğit. Kimsenin çiçekliğiyle böcekliğiyle falan ilgilendiği yoktu.
Evlenecekti, tamam. Nasıl olsa İnci denen kızın da onunla bir evlilik hayatı yaşamak isteyeceğini falan sanmıyordu. Şimdilik, ailesini susturmak için göstermelik olarak evlendikten sonra işini eskisinden bile iyi boyuta ulaştırıp, boşanarak İstanbul’a dönmeyi deneyebilirdi.
Veya en kötü ihtimalle İnci de kendisiyle beraber İstanbul’a gelirdi ve kimseye çaktırmadan boşanırlardı. Hem böylece aile dırdırından da kurtulmuş olurlardı.
Bu planları pratiğe dökemeyeceğini çok geç fark edecek olsa bile şimdilik kulağa gayet mantıklı geliyor olması yeterliydi. O yüzden biraz da olsa rahatlamış hissederek giyinip valizini topladı ve aylardır kaldığı odayı terk etti.