İnci ve Yiğit'i bir araya getirme planı aklına düştüğünden beri durmadan araştırma yapan Kiraz Hanım, üç günün sonunda İnci’nin hayatı ile ilgili pek çok şey öğrenmiş bulunuyordu artık. Hatta şu an beraber oturmakta olduğu, Cunda'nın dedikodu kazanı Fatma'dan duyduklarına göre İnci, henüz 9 yaşındayken trafik kazasında kaybetmişti ailesini. Üstelik bu kaza, amcası Aziz Bey’in zeytin ağaçlarını hasat etmek için çıktıkları yolda olmuştu.
Aziz Bey, 30’lu yaşlarından bu yana zengin bir adam olmuştu her zaman. Balıkesir’de evleri, dükkanları ve bin tane zeytin ağacı bulunuyordu. Bunun içindir ki kendisinden 18 yaş küçük olan kardeşi, yani İnci'nin babası Hasan ve 16 yaş küçük olan uğursuz kardeşi Fikret’in beş parası olmadığı için onları bakmayı da borç bilmişti kendine. Özellikle zeytin hasadı olacağı günlerde işin başına bilerek gitmez, sırf para kazanmaları için kardeşlerini eşleriyle beraber gönderir ve aylarca geçinebilecekleri kadar para sayardı ellerine.
Ama o kara gün gelip çattığında, hasada giderken traktörü kullanan kardeşi Fikret, yanlarından geçen motorla yarış etmeye çalışırken kaza yaptığı için hem İnci'nin ailesini hem de kendisini, hamile eşiyle beraber koparmıştı hayattan. O zamandan beri öyle suçlu hissetmişti ki kendisini Aziz Bey, İnci’yi kimseye bırakmadan sahiplenmiş kendi evlatlarından ayırmadan büyütmüştü.
Üstüne bir de yetenekli olduğu konuyu keşfederek İnci’yi gastronomi okuması konusunda desteklemiş, okulundan mezun olduktan sonra da pastacılık eğitimi alması için altı aylığına Fransa’ya bile göndermişti. 23 yaşına girdiğinde de sahil kenarında bir dükkan açmıştı yeğenine ve o dükkan, İnci'nin çalışkanlığı sayesinde Cunda’nın en işlek yerlerinden biri olmuştu kısa sürede.
Kiraz Hanım da İnci’nin hikayesini dinledikçe hem hüzünlenmiş hem de böyle yetenekli ve güzel bir evlat hayattan kopmadığı için sevinmişti kendince. Ama duyduklarından sonra endişeleri de fazlasıyla artmış bulunuyordu artık. Oğlu böyle bir kıza layık değildi, çok iyi biliyordu. Belki de o hatayı yapıp yanlış insanlara güvenerek kendisini bu hale getirmeden önce girişmelilerdi bu izdivaca. Artık çok mu geçti her şey için?
“Ay Fatma, bilemedim. Olur mu sence bu iş?” diyerek elinde kahve fincanını tabağın üstüne oturttu Kiraz Hanım.
Fatma hırsla kafasını sallayarak, “Olur, niye olmayacakmış?” diye kızdı. Çocukların ikisi de Boşnak, sarışın ve uzun boyluydu. Kafasında mükemmel eşleşme olması için yeterliydi ona göre bu kıstaslar.
“Amcası çiçek gibi bakıp büyütmüş kızcağızı bunca zaman. Benim evlenip boşanmış oğluma vermek ister mi acaba?” diyerek daldı düşüncelere Kiraz Hanım. Oğlu normal bir evlilik yapmış olsa yine neyse diyecekti ama 27 yaşındayken neredeyse 40 yaşında bir kadınla 4 ay içinde tanışıp evlenmiş sonra da dolandırılarak bu zamana kadar yazılım alanında kazandığı her şeyi kaybetmişti.
“Aman ne olacak Kiraz, sen de alemsin!” diyerek eliyle geçiştirme işareti yaptı Fatma. Bunca zaman kimleri kimlere ayarlamıştı, bunu mu yapamayacaktı?
Kiraz Hanım dalgınca başını sallayıp, “Çok heveslendim bu iş için. Yengesiyle konuş da haber et bana madem.” diyerek büktü dudaklarını. Yine de her ihtimale karşı fazla umutlanmayacaktı.
Fatma, Kiraz Hanım’ın ümitsiz haline bakarak uzandı ve dizine pat pat vurup, “Sen hiç merak etme, yarın pazarda görürüm Bahriye'yi mutlaka. Yüz yüze söyleyeceğim.” diye garanti etti.
“Bizim zibidi, İnci'yi görse dibi düşer eminim de bu kadar şeyin üstüne kız istemeye nasıl ikna edeceğim hiç bilmiyorum.” diyerek bakışlarını camdan dışarıya, masmavi denize çevirdi Kiraz Hanım. Eh, üzüldüğü kadar da olacaktı işin doğrusu.
Ertesi gün Fatma, Bahriye Hanım’ı pazarda görür görmez yakasına yapışıp bildirmişti durumu. Bahriye Hanım ise sanki yeni bir şey icat etmiş kadar hevesli olan bu kadına ne diyecekti, kocasına haber verecekti mecburen. Aziz Bey ölse bile eğitimini beğenmediği, başıboş bulduğu adama vermezdi yeğenini, bilirdi herkes. O yüzden de aday bulmak zordu İnci için.
Yani, Yiğit uzaktan bakıldığında 1.97 boyunda taşı sıksa suyunu çıkaracak genç bir Boşnak erkeği ve başarılı bir yazılım mühendisi olarak muhteşem bir aday gibi görünse bile kocası Aziz Bey, bazı falsolarından dolayı eleyebilirdi Yiğit’i.
Ki akşam olup da İnci odasına çıktığında konuyu açar açmaz tam da Bahriye Hanım'ın öngördüğü gibi olmuştu, kocasının tepkisi. “Bahriye, sen son zamanlarda o oğlan hakkında konuşulanları duydun mu hiç!?” diye çıkışmıştı Aziz Bey. Uçkuru düşük adama kız falan vermezdi!
“Duydum ama belki de yalandır. Hemen damgayı vurma elin oğluna. Babasını tanırsın, seversin. En azından gelsinler de birbirini görmüş olsun çocuklar.” diye diretti Bahriye Hanım.
Karısının açıklaması içine sinmediğinden, “Oğlanı gözüm tutacak önce.” diyerek aksi surat ifadesini takındı Aziz Bey.
Bahriye Hanım son zamanlarda canını sıkan gerçeklerden bahsetmeye karar vererek, “Böyle diye diye, kızı kaç yaşına getirdin Aziz Bey. Çevresinde bütün arkadaşları ya evli ya nişanlı.” dedi ve kocasının yanlış yaptığını açıklamaya çalıştı. İnci üzülmüyor mu sanıyordu bu duruma? Amcasına gelip açmazdı bu konuyu İnci ama Bahriye Hanım bir kadın olarak görüyordu İnci'nin evlilik konusu açıldığında nasıl da durgunlaştığını. Belli ki kafasına takılıyordu artık bir şeyler.
“Evlenince ne olacakmış! Hem okuduğu için evlenmedi benim yeğenim!” diyerek savunmaya geçti Aziz Bey. Sanki daha kaç yaşındaydı yeğeni!
Bahriye Hanım keçi gibi inatçı kocasına, “Anladık Aziz Bey sen elinden geleni yaptın iyi yerlere getirdin yeğenini ama kısmetini kapatma çocuğun.” diye cevap verdi. Kocasının hayattaki en büyük amacı çoluğunu çocuğunu okutup iyi yerlere getirmekti ve başarmıştı da ama hâlâ geri adım atmıyordu bazı konularda.
Aziz Bey oturduğu koltukta kıpırdanıp biraz düşünerek, “O Poyraz denen lüzumsuz heriften bir farkı yok ya gözümde neyse, Sinan Bey’in hatırına gelsinler bakalım.” dediği anda, Bahriye Hanım'ın da memnun şekilde, “Tamam, ben haber veriyorum.” demesiyle bu haber Fatma'ya oradan da Kiraz Hanım’a ulaşıvermişti çabucak.
Bahriye Hanım’ın yoğun uğraşları yüzünden gece vaktine kadar gelmeyen haberi sabırla bekleyen Kiraz Hanım, duyduğu gibi uçmuştu havalara. Bu tabi kızı aldıkları anlamına gelmezdi ama oğlu en azından İnci’yi görmüş olurdu bir kere. İçinde, her şeyin iyiye gideceğine dair kocaman bir umut yeşermişti aniden. Bu yüzden büyük bir keyifle aşağı kata inip kocasını beklemeye başlayacakken kapının kuvvetli şekilde çarptığını duyunca seslendi, Kiraz Hanım: “Sinan!?”
Hiç beklemeden, “Benim!” diye bağırdı Sinan Bey, sesinden belliydi yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu.
“Hayatım, bir şey mi oldu?” diyerek hızlıca kocasının yanına ulaştı Kiraz Hanım.
“Oldu ya, oldu! Yiğit adında bir oğlumuz oldu!” diyerek bağırmasıyla beraber Kiraz Hanım, “Ne yapmış yine!?” diye, az önceki neşesinden eser kalmadan bağırdı.
Sinan Bey, “Ne yapacak!? En iyi yaptığı işi yapmış!" diye bağırıp elindeki çantayı sertçe yere fırlattı. “Yüklü miktarda iş aldığım adamın kızını odasına getirmiş sonra da bir güzel si-...tövbe tövbe. Allah’ım sen bana sabır ver!” diyerek saçını başını yolmaya girişti Sinan Bey. Yaşadığı rezilliğin haddi hesabı yoktu.
Duyduklarıyla, “Hih! Deme!” diyerek yığılmak üzere arkasındaki koltuğa bıraktı kendini Kiraz Hanım.
Sinan Bey, ellerini beline atıp evin içinde dolanmaya başlayarak, “Dedim bile! Bak Kiraz, bu oğlan ya eve gelecek ya da ben bu ırz düşmanını öldüreceğim, olup bitecek!” diyerek aklındaki en iyi iki seçeneği sundu karısına ki, şu durumda ikinci seçeneğe daha yakın hissediyordu kendini.
Kiraz Hanım biraz durduktan sonra yan tarafını işaret ederek, “Tamam, sen sakinleş biraz. Bak ben bir şey yaptım bugün.” dedi kocasına.
Oturduğu koltukta karısına dönerek, “Ne yaptın!?” diye yükseldi hemen Sinan Bey. Bugün bir tane daha kötü haber alamazdı.
Kiraz Hanım, “Yiğit’e çok uygun bir kız buldum.” diyerek mırıldadığında, “Ne kızı, Kiraz!? Bu şerefsiz herife kız mı alınır!?” diye bağırıp, oturduğu yerden tekrar fırladı Sinan Bey.
Kiraz Hanım, kocasının tepkisine daha fazla dayanamadan ağlamaya başlayarak, “Öyle demesene Sinan! Hep böyle biri miydi sanki benim oğlum!?” diye sordu. Her şey kendisini geliştirmek için İstanbul’a gidip o kadını tanımasından sonra olmuştu.
Sinan Bey de öfkesini yatıştıracak kadar ani vuran hüzünle, “Değildi tabi, değildi. Gelip de o kadınla evleneceğini söylediğinde yeteri kadar karşı çıkmayarak biz getirdik onu bu hale.” dedi. Şimdiki aklı olsa gerekirse zincirlerdi oğlunu ama yine de bırakmazdı o kadına.
“İki yakası bir araya gelmesin inşallah, şeytan.” diyerek bir hıçkırık kopardı Kiraz Hanım. Ne kötü zamanlardan geçmişlerdi öyle.
Aradan geçen kısa süreli sessizlikte biraz kendine gelerek, “Senin bulduğun bu kız kim?” diye sordu Sinan Bey ve karısının, “Aziz Bey’in yeğeni, İnci.” demesiyle gözlerini zar zor yuvalarında tutmayı başarıp, “Of Kiraz, of! Ulan, o adam kız mı verir bize!?” diye bağırdı. Aziz Bey'i tanırdı, pek de severdi. Namuslu ve düzgün bir adam olduğunu biliyordu ama kendi hıyar oğluyla kapısına giderse, paparayı yiyeceğini de aynı şekilde çok iyi biliyordu.
Oğlunu bu kadar ezdirmemek için, “Olsun, biz gidip tanışmış olalım yine de. Kız çok güzel, bizimki görür de aşık olursa biraz kendine gelir belki.” diyerek son bir umut konuştu Kiraz Hanım.
“Başlatmasın şimdi aşkına. Kıza layık olsun yeter!” diye tersledi Sinan Bey, karısını. Bundan önce aşık oldum diye çıkıp geldiğinde ne bok yediğini görmüşlerdi, oğlunun aşkından hayır geleceği falan yoktu yani. Ama yine de aklına koydu Sinan Bey bu işi ve ertesi sabah karısını da yanına katıp yola çıktığı gibi dayandı Yiğit'in kapısına.
Sinan Bey, dün gece yaşananların dinmeyen öfkesiyle kapıyı kıracak gibi yumruklarken karısı asıldı koluna ve “Dursana Sinan, yavaş! Milleti toplayacaksın şimdi başımıza!” diyerek engel olmaya çalıştı.
“Duysunlar!” diye kızıp yumruklamaya devam etti Sinan Bey ve birkaç saniyenin sonunda oğlunun ukala suratı göründü kapının arkasında. Çok şımartmışlardı bu çocuğu, çok! Gerek yakışıklı bir adam oluşundan kaynaklı olarak devamlı duyduğu övgüler, gerek iyi okullarda okumasından sebep edindiği ego, sonunda bu hale getirmişti onu.
Ailesine, “Ne oluyor sabah sabah!?” diye sorarak uyku mahmuru haliyle dikildi karşılarına Yiğit. Babası uzun süredir, sabahları dayanmıyordu kapısına. Tahminine göre, buraya gelmesine sebep olacak bir şeyler duymuş olmalıydı yine.
Sinan Bey, “Hazırlan çabuk, efendi gibi toparlanıp eve geleceksin. Sonra gidip tıraşını olacaksın, en güzelinden çiçeğini çikolatanı yaptıracaksın ve akşam kız istemeye geleceksin bizimle.” diye, her bir kelimesinde parmağını sallaya sallaya üstüne yürümeye başladı oğlunun.
“Abim evli değil mi? Bir daha mı kız isteyeceğiz ona yoksa?” diyerek dalga geçip yatağının ayak ucuna oturarak yüzünü ovuşturdu Yiğit.
Sinan Bey ise sabır çekerek, “Sana isteyeceğiz kızı.” dedi ve oğlunun tepesinde dikilmeye başladı.
“Baba-...” diye itiraz etmek isteyen Yiğit'e, “Ben sözümü söyledim eğer akşam hazır olmazsan buraya gelir, pişman ederim seni!” diye bağırdı Sinan Bey ve evlat katili olmasına az kaldığını hissederek çıkıp gitti odadan.
Kiraz Hanım, kocasının Boşnak damarını bildiği için çok şükür ki ses etmeden oturup, sadece öfkeyle bacaklarını sallayan oğlunun yanına çökerek, “Oğlum bak, hemen sinirlenme. Zorlamıyoruz seni, sadece gelip tanışmanı istiyoruz.” diye ikna etmeye çalıştı sakince.
Kendisiyle sanki küçük bir çocukmuş gibi konuşan annesini, “Zorlayamazsınız zaten.” diye tersledi Yiğit. Biliyordu, hep babasının başının altından çıkıyordu bunlar! Geldiğinden beri huzur bulamıyordu şu boktan otelde!
“Tamam, bak biz bunca zaman bir dediğini iki etmedik senin. Birazcık annelik hatırım varsa, sen de beni üzme bu sefer oğlum, ne olur?” diyerek oğlunun dizinin biraz üstünü okşamaya başladı Kiraz Hanım, “Hem tanışmazsan pişman olacağın kadar güzel bir kız-...” diye devam etmek istediğinde Yiğit daha fazla dinlemeye dayanamadan, “Beni ilgilendirmez.” dedi ve yerinden kalkarak banyoya girdi. Ama her ne kadar kaçmaya çalışsa bile annesinin kapının ardından gelen boğuk sesini duyduğunda bu akşama mecbur olduğunu iyi biliyordu.
“Eğer gelmezsen artık burada seninle yaşamaya başlayacağım, oğlum. Haberin olsun!”