Yiğit’in zorlu dakikalar yaşadığı aynı günün sabahı İnci, alıştığı vakitte erkenden uyanıp evdekileri rahatsız etmemeye gayret ederek sessizce hazırlanmaya başlamıştı. Her zaman yaptığı gibi geceden mayaladığı hamurlarını şekillendirmek için sabahın erken vakitlerinde çıkacaktı evden ancak, olması gerekenden çok daha süslü terk ediyordu artık evi. Sonuçta, 6 aydır her gün dükkânının önünden geçerken içeri girme ihtimali olan bir yiğidi seviyordu, değil mi? Her şekilde hazır beklemesi gerekiyordu.
O yüzden bugün ilginç şekilde vücudunu sarmış heyecanla, ela gözlerini öne çıkaracak hafif bir makyaj yaptığı sırada yengesi tarafında nazikçe çalındı kapısı ve “İnci, gelebilir miyim?” diyerek odaya bir adım attı, Bahriye Hanım.
Evdeki herkesin uyuduğunu sanan İnci, “Günaydın yenge, gel tabi.” diyerek makyajına ara verip yengesine doğru döndü. Sabahın bu saattinde geldiğine göre sıkıntılı bir durum mu vardı acaba?
Bahriye Hanım, lafa nasıl gireceğini bilemeden, “Bugün çalışmaya gitmesen mi acaba diyorum?” diye sordu. Biliyordu ki, bu isteme işlerinden hiç hoşlanmazdı İnci. Her zaman huysuzlanıp surat asar ve amcası gelen misafirleri terslemeden de rahata kavuşmazdı.
Şaşkınca kaşlarını kaldırarak, “Niye ki yenge?” dedi İnci. İşe gitmeyeceği kadar ne olduğunu merak etmeye başlamıştı ciddi şekilde.
“Akşama misafirimiz var.” diye geveledi Bahriye Hanım. Görücü diyemezdi sonuçta.
İnci, bunun için neden işe gitmemesi gerektiğini anlamaya çalışırken, “Yani tanıdığımız, bildiğimiz bir aile var. Seni de görüp beğenmişler-...” diye kıvranmaya başlayan yengesini duyduğu anda devamını dinlemeden, “Yine mi yenge!?” diyerek yere vurdu ayağını. Canına yetmişti artık bu isteme mevzusu.
İnci, hemen sıkıntılı bir soluk verip yengesine arkasını döndüğünde, “Kız, hemen itiraz etme! Çocuk çok yakışıklı bu sefer, hem de mühendis.” dedi Bahriye Hanım.
İyi de İnci'ye neydi ki bundan!? Onun ilgilendiği tek bir mühendis vardı, o da malûm mühendisti işte! “Anlaşmışsınız zaten. Ben, gelmesinler desem ne fayda edecek ki!?” diyerek somurtmaya başladı İnci.
Bahriye Hanım teessüf ederek, “Aa aşkolsun, anlaşma falan yok. Sen istemezsen olmaz, sakın öyle düşünme.” diye cevap verdi. Aziz Bey canını verir, yine de İnci’yi istemediği birine vermezdi nasıl olsa.
İnci, her seferinde bu stresi yaşamaktan bıkmış olmasına rağmen sevdiği biri olduğundan şüphelenmemeleri için, “Tamam, gelsinler madem.” dedi omuzlarını düşürerek. Neyse ki o da amcasının huyunu iyi biliyordu.
Ama yine de merakına yenik düşüp, “Kim gelecek ki?” diye sordu, odasından çıkmakta olan yengesine. Gelenin kahvesine zehir atıp herkesin ayağını evlerinden kesecekti bu gidişle.
Bahriye Hanım heyecanla, “Amcanın bir tanıdığı var, Sinan Bey. Onun oğlu Yiğit’e isteyecekler seni.” diye fısıldadı. Şimdi Aziz Bey duysa kesin kızardı ama Bahriye Hanım’a göre gayet uygun bir eşleşmeydi bu.
Ne!? Yiğit mi!? Gerçekten Yiğit mi demişti yengesi? İnci bir anda, Yiğit’e olan aşkından söylenen her ismi onun adıyla mı duyuyorum, diyerek kendisini sorgulasa bile donmuş gibi bakmaya devam etti yengesine. Sinan Bey’in oğlu, mühendis Yiğit! Cunda’da bu kriterleri karşılayan başka bir kişi daha olamazdı değil mi!? Yani bu, İnci’nin Yiğit’i mi oluyordu!? Nasıl olmuştu? Ne çeşit bir mucizeydi bu!?
İnci, sıkışan kalbini zorlukla bastırdı ve mutluluktan abuk sabuk bir tepki verip yengesini sırrına ortak etmekten korkarak, “Öyle mi? Tamam yenge, ben erken gelirim o zaman.” diye kekeledi. Daha birkaç saniye önce, ne kadar isteksiz olduğunu belirtmemiş miydi halbuki! Ama şimdi mutluluktan tüm Cunda'ya, aşkını anons edebilirdi!
Hatta işe falan hiç gitmese miydi bugün? Veya istifa bile edebilirdi. Ama olmazdı ki! İş zaten kendi işiydi. Ayrıca işe gitmezse bugün Yiğit’i göremezdi. Akşam görecekti ama olsundu. Fazla görmekten bir zarar gelmezdi.
Mutluluktan çocuklar gibi zıplamak isterken yengesinin imalı bakışlarına maruz kaldığını fark edip düzeltti ifadesini, İnci. Ama ne yapsındı! Tüm hayalleri gerçek oluyordu! Nasıl odun gibi ifadesiz duracaktı şimdi!? Yengesi çıkınca birkaç kere zıplayıp enerjisini atsaydı bari!
Ne kadar komik olsa da, dediğini yapmıştı üstelik. Yengesi yandan yandan sırıtarak odasını terk edince İnci, ellerini ağzına bastırıp çığlık atarak zıplamaya başlamıştı odasında. Şu an zırdeli gibi mi görünüyordu? Muhtemelen. Ama olsun! Bugün hayatının en, ama en mutlu günüydü. Akşamı nasıl edecekti şimdi? Keşke uzaya çıkıp güneşi ittirerek erkenden batırma şansı olsaydı.
Ayrıca, kendine de gelmesi gerekiyordu acilen! Amcasına bir şey belli edemezdi, çok utanırdı. Ama belli etmezse amcası Yiğit’i onaylamayabilirdi ve o zaman da yıllardır beklediği an avuçlarından kayıp giderdi.
Tamam, sakin olmalıydı. Kötü düşünmeyecekti bu akşam. Her şey çok güzel olacaktı, emindi. Üstelik bu akşam Yiğit ile göz göze gelecekti, sonunda aynı ortamda bulunacaktı hem de birliktelik amacıyla! Ne gibi bir aksilik olabilirdi ki!?
Yaşayacaklarını düşünmenin mutluluğuyla sırıtmayı kesmeyi başaramadığı suratına zar zor makyaj yapıp, beline dökülen saçlarına dalgalı olacak şekilde fön çekti İnci. Onun için bu günün rengi, kesinlikle beyazdı! Yani çok yakında Yiğit ile evleneceği sırada giyeceği renk! Fazla kaptırdığını bilse de duramıyordu yerinde. Dile kolaydı, 11 yıldır seviyordu bu adamı ve bu akşam ona kavuşması için bir fırsatı vardı.
Eğlencesine minik bir ara verip dükkanı açmaya çok geç kaldığını fark ederek evden çıkıp koşturmaya başladı İnci. Apar topar geldiği ve esnafa gülücükler saçarak ulaştığı dükkanını açıp hızla girişti işine. Hamurlarını yoğurup şekil vererek fırınladı ve herkesin bayıldığı pastacı kremasını yapıp meyvelerini dilimlemeye başladı. Sonra da en sevilen tuzlu çeşitlerini hazırlayıp vitrinine dizerek müşterilerini, en çok da biraz sonra koşturarak geçecek müstakbel nişanlısını beklemeye başladı.
Of! Az önce kaptırmamam gerek dememiş miydi? Ama bu kadar aşıkken o dediği mümkün değildi.
İnci, artık gülmemek için oyalanacak bir iş ararken yerleri paspaslamakla meşgul olduğundan, birkaç metre ötesinde uzun gövdesiyle kaldırımda dikilen Yiğit'in farkında bile değildi. Normalde böyle bir şey olması imkansızdı tabi ama Yiğit'in geliş saatinden 40 dakika kadar erkendi vakit. O yüzden İnci, hiç bakmıyordu etrafına.
Bugün öyle denk gelmişti çünkü annesine sinirlendiği için sadece önünden geçtiği yerden kahve alıp aç karnına koşmaya başlayan Yiğit, yanan midesine daha fazla dayanamayacağı için duraklamıştı burada. Kendisine atıştırmalık bir şeyler bulmak umuduyla gezinmeye başlayacağı sırada gözüne takılmıştı, kenardaki küçük pembe pastane. Bir erkek için görüntüsü sinir bozucu olsa bile, aklına gelenle düşünmeye başladı.
Annesinin sürekli getirdiği poğaçalar buradan mıydı acaba? Ne demişti, her zaman önünden geçtiğin pastane. Olabilirdi. Ama olmaya da bilirdi. Çok bir önemi yoktu. Karnını doyursa yeterliydi şimdilik.
Hızlıca karar verip büyük adımlarla pastaneye doğru yürümeye başladı ve açık kapıdan içeri girdi Yiğit. İlk önce, hâlâ kendisini fark etmeden yerleri paspaslayan kız takıldı gözüne. Gördüğü kadarıyla kızın sarı saçları o kadar uzundu ki, eğildiği için tüm vücudunu perde gibi kaplamış hatta yerlere değmek üzereydi.
Dikkatini çekmek adına ne diyeceğini bilemediğinden, “Bakar mısınız?” diye soğukça seslendi, Yiğit.
İşte bu ses! Bu ses, İnci’yi neredeyse olduğu yerde kayıp düşürecek olan o sesti. Allah’ım, bugün ettiği tüm duaların dönüşü aynı güne mi toplanmıştı!? Aylardır kendisini fark etmesini beklediği Yiğit, şimdi de dükkanındaydı!
Olduğu yerden hızla doğrulup, “Buyurun?” diye, zorlukla cevap verdi İnci. Suratında garip bir ifade olduğunu biliyordu ama durduramıyordu kendini. Belki de bir umut, akşamı konuşmak için gelmişti Yiğit. O da uzun süredir kendisini takip edip beğeniyor ve tam da şu an arkasında bir yüzük saklıyor olabilirdi.
Ama Yiğit, İnci'nin tüm düşüncelerini balon gibi patlatarak, “Sandviç istiyorum.” dedi ve vitrine bakmaya başladı. Tabi ki yağlı kruvasan hamuruna yapılanlardan değildi istediği.
İnci biraz bozulsa bile telaştan, sandviç denen şeyin neye benzediğini unutarak, “Tabi! Çeşitlerim burada.” diye, gösterdi eliyle. Yiğit’e ilk defa bu kadar yakın duruyor hatta kokusunu bile alabiliyordu. Mutluluktan gözleri dolarken, “Bunlardan istemiyorum.” diyerek vitrine ellerini yaslayıp dudak büktü Yiğit.
İnci, her gün kırk kere sildiği camdaki parmak izlerinden nefret etmesine rağmen Yiğit’in uzun parmaklarının izini sonsuza dek orada saklamak isteyerek, “Başka bir şeyler hazırlayabilirim sizin için.” diye teklif etti. Yeter ki gitmesindi!
Bu teklifi düşünürken her zaman yediği poğaçaları vitrinde gören Yiğit, o pastanenin bu pastane olduğunu ve dolayısıyla işleten kızın da hemen karşında duran, annesinin bahsettiği güzel kız olduğunu fark ettiğinde istemsizce başını kaldırıp baktı İnci'ye ve ilk defa o an buluştu gözleri.
Yiğit, kendisine dolu dolu bakan gözlere anlam veremezken İnci ise grilerin içinde kaybolmuştu çoktan. Hayatında gördüğü en güzel gözler bu gözlerdi ve sonsuza dek bakmak istiyordu onlara ama İnci için yaşanan büyülü an, karşısındaki adam için herhangi bir andı sadece. O yüzden kısacık süren göz temasını keserek tekrar vitrine döndü Yiğit.
Bir kez yutkunup konuşmayı deneyerek, “Tahıllı ekmeğim var. İsterseniz güzel bir sandviç hazırlayabilirim.” dedi İnci. Sesinin ağlamaklı çıkmaması için tüm benliğiyle çabalıyordu.
Yiğit başıyla onaylayıp en yakınında bulunan ve boyuna göre küçük kalan sandalyeyi çekerek sertçe bıraktı kendini. Oturduğu yerde çaktırmadan izlediği kadarıyla dükkândaki kız, gerçekten güzeldi. Birden fazla gece geçirmek isteyeceği kadar güzeldi hatta. Ama o kadar. Peynir gibi beyaz teni ve iri, ela gözleriyle büyüleyici durduğunu itiraf etse bile birini kalp gözüyle görme işini bırakmıştı çoktan. O yüzden arada kısa bakışlar atarak oradan oraya koşturup kendisine sandviç hazırlamaya çalışan kızın sadece vücudunu seyretti hissizce.
İnci gerçekten de motor takmış gibi çalışıyordu bu sırada. Sanki biraz gecikse Yiğit kalkıp gidecekmiş gibi düşünerek bulduğu her şeyden biraz doldurdu, özenle kestiği ekmeğin arasına. Fümelenmiş et, yeşillik, domates ve biraz da sos koyup en kaliteli peynirinden rendeledi içine. Sonra da tabağa alıp servis etmek için adımlamaya başladı.
Çok merak ediyordu. Acaba Yiğit, akşama istemeye geleceği kızın kendisi olduğunu biliyor muydu? Sadece uzaktan görüp beğendiği için mi gelmişti yoksa? Belki de İnci'ye belli etmemişti ama çoktandır haberdardı buradaki varlığından. Dükkanına da halini tavrını kontrol etmeye mi gelmişti yani? Olabilirdi. Aklındaki soruların içinden çıkamıyordu ama çok mutlu olduğu kesindi. Yiğit burada sonsuza dek oturup dükkândaki her şeyi yiyebilirdi.
İnci, Yiğit'in yan profiline kaçamak bir bakış atıp, “Afiyet olsun.” dedi ve kuş gibi titreyerek bıraktı tabağı, masanın üstüne.
Ancak Yiğit, şu kız isteme mevzusunun öfkesiyle önüne konan kocaman ekmeğe göz ucuyla bakıp hemen yemeye geçmek dışında tepki vermemişti. Böylece İnci, kocaman ısırıklarla ekmeğini yiyen sevdiğini izlemeye başlamıştı gizlice.
Kendi saçlarına göre iki üç ton koyu olan sarı saçları, arkadan biraz dağınık dururken onları okşayıp düzeltmemek için zor duruyordu İnci. Ekmeğini ısırmak için eğilip kalkmak dışında hareket etmeyen sırtı ise bir kaya kadar sert görünüyordu ve ince uzun bacakları masanın altından taşarken, öne doğru uzanmış kocaman bir ayağa da ev sahipliği yapıyordu.
Aradan 8-10 dakika kadar geçtiğinde ve Yiğit, peçeteye uzanıp ağzını silmeye başladığında telaşla kıpırdandı İnci. Ne ara yemişti hepsini! Keşke biraz daha büyük yapsaydı sandviçi!
İnci, parmaklarıyla oynayarak, “Başka bir şey ister misiniz?” diye sorduğunda başını iki yana sallamak dışında cevap vermeyen hödük adama biraz sinir olmaya başlasa da bozuntuya vermedi. Stresliydi ve hepsi geçecekti.
Doyduğuna karar verip içine yakışmadığı bu yerden hemen çıkmak için ayağa kalkarken “Ne kadar?” diye sordu Yiğit.
Bilmiyordu ki İnci. Böyle bir ürünü yoktu normalde, sırf Yiğit gitmesin diye sandviç yapmıştı sadece. “Şey, 20 lira!” diye saçmaladı. Ne yapsındı? Zaten her şeyini kaybetmişti Yiğit, bir de para mı alacaktı ondan!?
Yiğit, 2010 yılında kaldığını düşündüğü kıza tuhaf şekilde kaşlarını çatsa bile cebinden 200 lira çıkarıp bıraktı masaya ve iyi çalışmalar dileyerek ayrıldı dükkandan. Herhalde işleten hatun güzel olduğu için dükkan dolup taşıyordu ve 20 liraya sattığı sandviçle bile geçinebiliyordu.
Evet, her sabah geçtiği güzergâhta bu kadar güzel bir kız olduğunu bilmek hoşuna gitmişti bir yandan, yalan yok. Canı sıkkın olduğunda buraya uğrayıp kızla samimiyeti ilerletebilirdi belki. Özellikle, musallat olmayacak bir tip çıkarsa tadından yenmezdi.
Böylece, bugün için yaşayacağı tek pozitif olayın bu olduğuna kanaat getirerek, biraz yerine gelmiş keyfiyle, berbere doğru yürümeye başladı Yiğit ve arkasından bakakalırken, bütün mutluluğu da dağılmış bir İnci bıraktı.
Ee niye sığır gibi gelip gitmişti bu adam? Niye en ufak bir sohbete bile girmemişti? Beğenmemiş miydi yoksa kendisini? Ama yengesi, seni görüp beğenmişler demişti! Hoş olmayan bir hareket mi yapmıştı acaba? Kesin öyleydi! Çok fazla düşmüştü üstüne, ondan olmuştu hep! Keşke geldiğinde yüzüne bile bakmasaydı. Gıcık! Camını da kirletmişti zaten!
Boş kalan dükkânında etrafına bakınıp Yiğit'in az önce kalkmış olduğu masaya bıraktığı 200 lirayı havaya kaldırdı ve sinirle dilini çıkarttı İnci. Pinti! Bu sandviç en az 300 lira ederdi ayrıca!
••••••••••
İnci, içi içini yiyerek saati 16.00 ettiğinde dükkanı kapatıp çıktı ve yürüme mesafesindeki evlerine doğru ilerlemeye başladı. Acilen hazırlık yapması ve amcası ile yengesinin gözüne batmadan bu geceyi atlatması gerekiyordu. Yiğit'e olan siniri ne olacaktı peki? Hiç! Unutup gitmişti çoktan.
Sadece esas konusuna odaklanmış bulunuyordu artık. Akşam için çok süslense olmazdı, bu zamana kadar gelen herkesin karşısına düz siyah elbiselerle çıktığı için çok belli ederdi Yiğit’te gönlü olduğunu. Ama dümdüz bir şekilde çıksa o zaman da kafayı yerdi. Yiğit ile nişanı olacaktı ve günlük elbiselerle mi kalacaktı yani!? Hayatta olmazdı!
Sonunda kendisine en doğru geleni seçip zarifliğinden şüphe etmediği su yeşili elbisesini giydi ve temiz, beyaz ojeler sürdü ellerine. Şimdi yüzük falan takılacaktı ya hani, en uygunu beyaz oje olurdu. Makyajını da abartmadan yaptıktan sonra kendisi için en zor kısım olan, bu haliyle amcasının yanına inme evresine geçti artık.
Sanki alnına, “Ben Yiğit’i seviyorum!” yazmış gibi bir heyecanla çırılçıplak hissederek aşağıya indiğinde, tam da beklediği gibi iki çift göz de üstüne dönmüştü hemen.
“İnci, ne güzel olmuşsun.” diyerek tebessüm etti Bahriye Hanım. Eve görücü geleceğinde hep sirke satan suratında bugün, güller açıyordu ne hikmetse! Kaçın kurasıydı Bahriye Hanım, anlamaz mıydı? İnci'nin sabahki tepkisi ve eve kaç saat önceden gelip hazırlanmaya başlaması ile rengi belli olmuştu zaten. Yeğenleri, saklayamayacağı kadar beğeniyordu bu çocuğu.
“Her zaman çok güzeldir benim yeğenim.” diyerek baş salladı Aziz Bey. Ama bu güzelliği de zararlı oluyordu bazen. Mesela az sonra gelecek olan puşt, bu güzelliğe şahit olacak ve hoşuna gitmeyecek şeyler düşünecekti belki de. İşte o zaman, zaten zoraki şekilde kabul ettiği bu misafirliği kan çıkarmadan bitirmezdi Aziz Bey.
İnci, düşüncelerini duyamadığı için keyfi yerinde gördüğü ailesine gülümsemekle yetinerek akşam yemeği yerine geçecek birkaç lokma yemeye, mutfağa gitmeye karar verdi bu sırada. Ama hâlâ eli ayağı titriyor ve yemekler midesine inmeyi reddediyordu sanki. Kolay değildi, az sonra gözlerinin önünde kaderi değişecekti.
Misafirlerinin gelmesine çok az bir vakit kaldığını bilen Bahriye Hanım da İnci'nin peşinden ayaklanarak mutfağa girdi. Orta yerde dikilmiş, sarma yiyen kızın halini gördüğü için sessizce yaklaştı yanına ve aklındakini bir an önce sorarak, “İnci bak, bana söyleyebilirsin. Senin gönlün var mı bu çocukta?” diye fısıldadı.
İnci, ani gelen soruyla irkilip, “Yenge ben-...” diye açıklama yapmaya girişecekken yengesi, “Söyle yavrum, utanma! Amcan pek istekli değil bu evlilik konusunda ama senin de çocuğu beğendiğini duyarsa uzatmaz. En azından görüşmenize izin verir. Diğer türlü ters bir şey söyler falan, bir daha yüz yüze bakamazsınız.” dediği anda İnci, Yiğit'i bir daha görememe korkusu ile itirafta bulunacakken, çalan kapı yüzünden sustu bu kez de.