Suzan Şahindağ (Bu bölüm İstanbullu Gelin'de geçen bir bölümdür. O kitabı okumayan okurlar için paylaşılmaktadır!)
Çalgılar çengiler kulağıma cenaze namazı sesi gibi geliyordu. Hele ki Sidar’ın yanı başımda ki soğuk gülümsemesi den bahsetmiyorum bil. Aile üyelerinden sadece sinsi Heja yengem mutlu mutlu dans ediyorken Annem ve Zeliha yengem yalancı bir gülümseme ile geleneksel danslara mecburi katılıyordu.
“Ne diye yalandan düğün yaptın ki!” diye öfkeyle soludum. “Ölüm fermanı herkes görsün diye mi yaparsın bunu bana?”
Sidar soğuk bir şekilde güldü. “Pek bir üzgünsün,” dedi sahte bir üzüntüyle. “Herkes senin karım olduğunu bilecek Suzan Şahindağ. Ama herkesten önce sen yerini bileceksin. “
Sertçe yutkundum, ağır konuşuyordu bazen ama bilerek yapıyordu, beni delirtmek için.
“Süt dökmüş kedi gibisin bugün, aylar önce pek bir cesurdun. Ne oldu o hallerine? Yoksa karşımda hiçbir şansın olmadığını nihayet anladın mı?”
Gözlerim öfkeyle doldu. O anda, aylar önce yaşanılanlar gözlerimin mnünde belirdi...
Aylar önce
Kafamı dinlemek için gizli sığınağım olan mağaraya gelmiştim ve tek amacım zorla evlendirileceğim adamdan nasıl kurtulabileceğimi düşünmekti.
Gözlerimi kapattım ve suyun yavaşça akıp gitmesini dinledim. Bir süreliğine her şeyden uzaklaşıp, sadece kendimle baş başa kalmak istedim. Ama zihnimdeki fırtına dinmek bilmiyordu.
Kendi kendime düşüncelere dalmış, suyun şırıltısını dinlerken mağaranın içinden gelen bir sesle irkildim. Kalbim bir an için duracak gibi oldu. Ses, mağaranın derinliklerinden gelmişti, bir hışırtı ya da adım sesi gibiydi. Gözlerim anında açıldı ve hızla etrafıma bakındım. Buraya yıllardır kimse gelmemişti. Dicle ile burayı keşfettiğimizde de kimseler bilmezdi burayı. Yalnızdım, eminim ki yalnızdım.
Ama şimdi bir şey vardı. Suya yarı batmış halde dururken dikkat kesildim. Birkaç saniye boyunca nefesimi tuttum, sadece suyun hafif yankılanan sesini duydum. Belki de bir hayvandı diye düşündüm, ama mağaranın içinde hayvanların ne işi vardı? Aklımda korkular birbiri ardına sıralanırken, içimi huzursuz bir endişe kapladı.
Ayağa kalktım, iç çamaşırlarım suyla kaplı, titreyerek mağaranın derinlerine doğru baktım. Oradan başka bir ses daha gelince kalbim hızla çarpmaya başladı. “Kim var orada?” diye seslendim ama cevapsız kaldım. Bu mağaraya yıllardır kimse gelmemişti, buna emindim. Kendi kendime korkularımın kurbanı olmamak için derin bir nefes almaya çalıştım. Ama her nefes, içimde büyüyen bir korkuya dönüşüyordu.
Adımımı geri atarken bir an dengemi kaybettim. Geriye doğru sendeledim, tam düşecekken belime bir kol sarıldı. Ani bir dokunuşla irkildim, kalbim hızla çarpmaya başladı. Korkuyla daha da geriye çekildim, ama kol beni bırakmıyordu. Panikle daha da sert hareket edince, o kişiyi de kendimle birlikte suya çektim.
Göletin serin suları bir kez daha bedenimi sararken, gözlerim suyun altında bir çift gözle buluştu. Şokla ve hızla derin bir nefes almak istedim ama suyun altındaydık. Bu gözler… Tanıdık bir karanlığa sahipti. Sidar.
Onun yüzünde öfkeli bir ifade, benimkinde ise şok ve korku vardı. Suyun içinde asılı kalmıştık, zaman sanki durmuştu.
Sanırım uzun zaman sonra yaşadığım en büyük şoku yaşıyordum. Lanet olsun bunu burada ne işi vardı? Kesinlikle herkes beklerdim ama onu beklemezdim şu an. Bedenime yayılan büyük şok dalgası ile hareket edemez hale gelmiştim. Her an suyun altında bile baygınlık geçirebilecek pozisyondaydım.
Suyun altında geçen o birkaç saniye, bana bir ömür gibi geldi. Sidar’ın gözleri beni içine çekerken, kalbim hızla çarpıyordu. O sakin ama sert bakışı içimdeki tüm korkuları daha da büyütüyordu. Suyun altında nefesim tükenmeye başlarken, bir an için her şeyden kopmuş gibiydim. Sidar’ın eli belimde hâlâ sıkıca duruyordu. Ben ise onu itmekle, kendimi serbest bırakmak arasında gidip geliyordum.
Sonunda suyun yüzeyine doğru çıkmaya çalıştım. Hızla başımı suyun dışına çıkardım ve derin bir nefes aldım. Su yüzeyinde hızla nefes alıp verirken, Sidar da hemen arkamdaydı. Arkamdaki varlığı ile ürperdim hatta bir an hiç arkamı dönmemeyi bile düşündüm ama bu durumdan kaçamazdım ne yazık ki. Yüzümü ona çevirdiğimde, gözlerinde yine o sertliği gördüm, bu sefer çok daha belirgindi. Konuşmadan duramayan bir tarafım vardı ama şimdi sözler boğazımda düğümlenmişti.
“Neden buradasın?” dedim, nefesim hâlâ düzensizdi. Hafiften titriyordum da. Onu Bu da en yakından görmek beni daha da ürpertmişti.
Sidar, göletin sularından yavaşça çıkarken soğukkanlı bir tavırla bana baktı. “Seni takip ettim,” dedi, sesi sakin ama içinde bir sertlik barındırıyordu. “Sağın soluğun belli olmaz senin! Ben işimi garantiye almadan ilerlemem. Bu işten kaçamayacağını biliyorsun, değil mi?”
Tüm vücudum titrerken, ne diyeceğimi bilemedim. Kendimi toparlamaya çalıştım, ama Sidar’ın yanında sanki bir savaşın ortasındaydım. Suyun içinde durup ona karşı çıkmak, hem zihnimde hem de kalbimde büyük bir çarpışmaya neden oluyordu.
“Kaçmak mı?” diye fısıldadım. “madem kaçacağımı düşünüyordun ya da sağım solum belli olmuyor, o zaman başka biriyle evlenmeyi seçseydin!”
Sidar, bana doğru bir adım daha yaklaştı. Bakışları o kadar derindi ki, kendimi onun gözlerinde kaybolmuş gibi hissettim. “Ama ben,” dedi. “Seni seçtim ve seni istedim. Bunu ne sen ne de başkası değiştirebilir.”
Sidar’ın bana yaklaşmasıyla içimdeki öfke daha da alevlendi. Onun bu kadar soğukkanlı, sanki her şeyi kontrol eden tavrı beni deliye döndürüyordu. “Her şey niye sizin elinize!” dedim bağırarak, sesim titrerken öfkem artıyordu. “Sıçtığımın şeyi istediğin bir hayattan ibaret, benim istediğim değil!”
Sidar gözlerini kısmıştı, dudakları sinirle kasıldı. “Bu sadece senin hayatın değil,” dedi sertçe. “Bu ailelerin, aşiretlerin meselesi. Kendi isteklerini bir kenara bırak.”
“Benim de bir hayatım var, Sidar!” diye bağırdım, suyun içinde savunmasız halde öfkeyle ona karşı çıkıyordum. “Ben seninle bir ömür geçirmeyi istemiyorum! Bu bir mahkûmiyet, sen anlamıyorsun! Kendi isteklerini bir kenara bırak diyorsun da sanki istediğin bir şey olmuş gibi konuşuyorsun!”
Bir anda Sidar’ın yüzü değişti, bakışları bana daha sert bir hal aldı. Bir anlık sessizlik oldu, sonra bakışları yavaşça üzerime kaydı. O an fark etti… Suya sadece iç çamaşırlarımla girmiştim. Gözleri bir an için duraksadı, sonra öfkeyle tekrar bana döndü. Yüzünde şok ve sinir aynı anda belirdi.
“Bu halin ne lan?” diye bağırdı aniden, sesi mağarada yankılandı. O an ne yapacağımı bilemedim, sadece ona bakakaldım. “Millete kendini mi pazarlıyorsun burada? Ne halt etmeye böyle çıplaksın ha?”
Onun sözleri karnıma bir yumruk gibi indi. Öfkeyle dolup taştı içim, ama aynı zamanda utanç ve kırgınlıkla karıştı. “Ne diyorsun sen?” dedim, gözlerim dolarken. “Kendi başıma kalmak istedim, buraya kimse gelmez saçma sapan konuşma!”
Ama Sidar’ın öfkesi dinmiyordu, gözleri alev gibi parlıyordu. “Bu mu senin yalnız kalma şeklin? Bu halde mi? Millete rezil olacaksın, ne yaptığının farkında mısın?!”
Onun hakaret dolu sözleri beni derinden sarstı. Bu kadar küçültücü bir şey duymamıştım daha önce. Hem öfkeleniyor, hem de içimdeki kırgınlıkla boğuluyordum. Sözleri, bana bir hiçmişim gibi hissettirmişti.
Zaten Atasoy ailesinin gözünde bir hiçten ibarettim ya orası da ayrı konu. Bunu evlendiğim zaman daha çok hissettireceklerdi bana biliyorum.
“Ne bileceğim senin buraya birilerine çağırıp da kendini elletmediğini?” demesi ile neredeyse beynimden vurulmuşa döndüm. Nasıl böyle bir şey derdi? Bu zamana kadar bir kez bile adım kimseyle çıkmamıştı. O an içime öyle büyük bir öfke nüksetti ki daha fazla dayanamayarak var gücümle yanağını büyük bir tokat geçirdim.
“Allah belanı versin senin be! Madem öyle ne diye evlenmek istersin benimle şerefsiz?” dediğim anda bileğimi büyük bir kuvvetle tuttu ve dişlerini sıkarak yüzüme baktı. Ona bakmak için kafamı kaldırmam gerekiyordu çünkü oldukça uzun boylu ve yapılı bir adamdı. Yanında küçücük kalıyordum ne yazık ki.
Dolu gözlerimle baktım ona. Bir kez bile bedenime bakmamış olması ise ayrı bir dikkatimi çekmişti. “Seninle, seni sevdiğim için mi evleneceğim sanırsın? İntikam için evleneceğim intikam! Şu zamana kadar ailemize çektirdiklerinizin intikamı için. Yoksa bir Şahindağ evlenir miydim sanıyorsun? Ayrıca sakın bir daha bana elini kaldırmak gibi bir hata yapayım deme, sonuçlarına katlanırsın Suzan Şahindağ!” diyerek var gücüyle bağırdı.
Dudaklarım titrerken üst üste birbirine bastırdım. Öyle çok öfke doluydum ki şu an ona karşı ne yapsam fayda etmeyecek gibiydi. Ama karşısında kendime zayıf düşürecek ya da zayıflık belirtisi gösterecek değildim. Kim oluyordu da beni ezecekti?
Başımı gururla havaya kaldırdım. “Beni sevsen kendimden utanırım böyle bir insan beni niye sevdi diye! Anlaşılan namussuz kardeşin giderken senin karakterini de alıp götürmüş yanında! Hayatımda gördüğüm en iğrenç insansın. Nefret ediyorum senden!”
Bana bu şekilde bakmasına daha fazla dayanamazdım. Sidar’ın alaycı gülümsemesi, her kelimemi hiçe sayar gibiydi. Nefes almakta zorlanıyordum, ama ona zayıf görünmeyecektim. Öfkem içimde patlamak üzereydi, ama o kadar kontrolsüzdüm ki sesim titrerdi diye korkuyordum. “Nefret mi? Bu kadar kolay mı sanıyorsun, Suzan? Bir nefretle sınırlı kalacak kadar?” diye fısıldadı o buz gibi sesle. O an içim ürperdi. Ona karşı daha fazla dayanamayıp arkamı döndüm.
Üzerimi hızla giyindim ve kendimi zorlayarak derin bir nefes aldım ve nihayet başımı ona doğru çevirdim.
“Benden uzak dur, en azından o lanet gün gelene kadar!” dedim fısıltıyla.
“Bu iş burada bitmedi, Suzan,” dedi soğuk bir ses tonuyla, arkamdan. O kadar sakin ve kontrolsüzdü ki içimdeki öfke yeniden alevlendi. Ona karşı koymaya çalışsam da, hâlâ beni kendi dünyasına çekmeye çalışıyordu.
Arkamı dönmeden, dişlerimi sıkarak ona cevap verdim. “Bitmese ne olur? Senin intikam oyununa kurban olmayacağım. İstediğin bu, değil mi? Herkesi kontrol etmek, herkesin hayatını mahvetmek. Ama yanılıyorsun Sidar, ben senin kurbanın olmayacağım.”
Bir an için sessizlik oldu. Sidar’ın o buz gibi bakışlarının sırtımda olduğunu hissedebiliyordum. Sonra onun alaycı bir kahkaha attığını duydum.
“Bakalım, Suzan. Göreceğiz,”
Günümüz
Hazırladıkları ile ellerim iki yanımda yumruk oldu. Ne yazık ki o gün gelip çatmıştı ve ben kendime verdiğim yemini bozmayacaktım. Şu an büyük bir yas içinde olsam da elbet toparlanarak, hiçbirine pabuç bırakmayacaktım.
“Bekle Sidar,” dedim sesimi dümdüz tutmaya çalışarak. O ise hâlâ alayla bana bakıyordu. “Canım yandığı kadar yakacağım canını.”