CEYHUN
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diyen İlke’ye bakakaldım.
Bu cinayetlerin, sembolün, üvey babamın ölümünün arasındaki sır neydi? Her üç cinayette nasıl daha önce çizdiğim resimlere birebir benzeyebilirdi?
***
“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diyen İlke’nin bakışları üzerimdeydi. Bir anlığına kendimi kaybedip dalmıştım, ancak onun sorusu beni aniden gerçekliğe döndürdü.
Boğazımda düğümlenmiş bir şey vardı. İlke, çantasını yerden kaldırmış ve dosyaları düzenliyordu. Ama benim içimde bir fırtına kopuyordu. Bir yandan da kendi içsel karmaşıklığımı ve korkularımı gizlemem gerekiyordu. Ama ne yapabilirdim ki? İlke'nin öğrenmemesi gereken bir sırrı taşıyordum. Adamın üvey babam olduğunu söylersem ona bunun için yaklaştığımı düşünebilirdi. Sembolü söylesem nerede gördüğümü soracaktı ve bu soru birçok cevapsız sorunun ortaya çıkması demekti. Ben bile anlam veremezken o nasıl bir anlam yüklerdi? Neden çizdiğim sembol cinayetlerin üzerindeydi, ben de bilmiyordum ki...
Yavaşça ayağa kalktım, gözlerimi İlke'nin gözlerine kilitledim. Onun gözlerinde, bir an önce cevap vermemi bekleyen ciddi bir ifade vardı. Aklım karışmıştı ama bir şekilde kendimi toparlamam lazımdı. İlke’yi ikna etmem gereken bir durum vardı.
“Ben... Sadece çantanı yerde görünce toplamam istedim fakat dosyaları görünce kendimi incelerken buldum,” dedim sakin bir sesle. Ancak bu açıklama, İlke'nin merakını daha da artırmış gibi görünüyordu.
“Bakarak ne anlayacaksın ki inceliyorsun? Sen canlı yaralıları tedavi ediyorsun, cesetleri değil.”
İlke dosyaları masanın üstünde düzgünce bir araya getirip çantasına yerleştirdi ve bana doğru adım attı. Mesleğinden olsa gerek şüpheci ve sorgulayıcı bir tavrı vardı. “Ceyhun bu dosyalar kolay kolay kimsenin ilgisini çekmez. Bakamazlar bile. Tanıdık gelen bir şey mi var?”
Kalbim hızla atıyordu. İlke'nin ifadesinden onun beni sorgulamaya başladığını anlıyordum. Ama ne kadar ileri gidebilirdim? Ona gerçeği anlatmalı mıydım? İçimdeki bu karanlık sırrı açığa çıkarmak, her şeyi değiştirebilirdi.
Kelimeler ağzımda dolaşıyor sanki bir araya getiremiyordum. İlke, beklemekten hoşlanmayan bir ifadeyle bakıyordu. Nefesimi derin bir şekilde aldım, gözlerine derinlemesine baktım ve ikna edici bir şekilde konuşmaya çalıştım.
“İlke...” dedim titreyen bir sesle. “Bir şeyi hatırlaman gerekiyor ki ben doktorum. Her gün ameliyatlara girip insanların iç organlarını falan elime alıyorum. Sence bu görüntülere bakamayacak biri miyim?”
İlke'nin gözleri büyüdü ve ardından yüzünde geniş bir gülümseme belirip kahkaha attı.
“Haklısın. Bir an için unutmuşum kusura bakma.”
Kalbim hızla atıyordu, artık durmam gerektiğini düşünerek konuyu değiştirmeye çalıştım.
“Sana kahvaltı hazırlayacaktım ama erken uyandın.”
Rahatlamaya çalışarak derin bir nefes aldım. Şu an kafam çorba gibiydi fakat bir şeyden emindim. Tek bildiğim, her şeyin değişeceği anın geldiğiydi.
İlke’nin yüzündeki sorgulayıcı ve şüpheci ifade tamamen kayboldu ve hafifçe gülümseyip başını salladı. “Evet, haklısın. Kahvaltı iyi olur. Marifetli olduğunu dün akşam anladım. Sen kahvaltı hazırlarken ben zevkle seni izleyeceğim.”
Gülerek mutfağa geçtik. İlke masaya oturup beni izlerken ben de ikimiz için kahvaltı hazırladım. İlke bir dirseğini masaya yaslamış, elini çenesine koymuş keyifle beni izliyordu.
“Hayatında kimse sana kahvaltı hazırlamadı mı? Gözlerinde hayranlık görüyorum,” diye mırıldandım.
“Cıx kimse hazırlamadı. Yetimhanedeki ablaları saymazsak. Zaten onların hazırladıkları da güzel olmazdı. Seni izlemek bence keyifli. Kendimi önemli hissetmemi sağlıyorsun. Böyle giderse seni nikahıma alıp, bir ömür bu kahvaltı ve yemeklerden isteyebilirim.”
“Bazen, bazı yerlerde olmaktansa yetimhanede olmak da iyi olabilir. Yine de üzüldüm. Güzel ve sevgi dolu bir ailede yetişmeni isterdim.”
“Mesele bence aile değil,” dedi kırgın ve soğuk bir sesle. “Mesele karşına çıkan insanların vicdanları ve merhametleriyle alakalı. Vicdanı ve merhameti olan her insan sevgi doludur sanırım.”
“Sanırım,” dedim yaralarına dokunmaktan korkarak. Yaraları olduğuna emindim. Anlatmak istediğinde ve ben de bir gün anlatmaya yatkın olduğumda sorabilirdim. Şimdi sormam demek benim de anlatmam demekti ve ben yarım yamalak bir geçmişi anlatmak istemiyordum. Hatırladığım birkaç anı tüm hayatıma etki ederken de geçmişi hatırlamak istemiyordum.
Masayı hazırlayarak karşısına geçip oturdum. İlke dudaklarını yalayıp önüne koyduğum tostundan bir ısırık aldı, ardından ağzına bir dilim peynir atarak çayını yudumladı.
“Ellerine sağlık doktor. Kalbimi üçüncü kere çaldın.”
“Hmmm... Diğer ikisi ne zaman oldu acaba?”
“Birincisi akşam yemeğinde, ikincisi yatakta...”
“Bir de yavaş olmamdan şikayet ediyordun. Hızlı olsam demek ki soluğu nikah dairesinde alacaktık,” diyerek biraz önceki lafına atıfta bulundum.
“Neden olmasın. Yakışıklısın, marifetlisin, zengin görünüyorsun, yatakta da eh iyisin. Kaçırılmayacak bir hint kumaşı gibisin.”
“Kumaş niyetine sayılmak da iyi bir şey sanırım.”
“Bulunmaz hint kumaşısın işte. Daha ne diyeyim ?”
“Teşekkür edeyim bari.”
“Et tabi. Övüyorum seni.”
“Pek belli olmuyor.”
Kıkırdadı. Kahvaltının keyfini çıkarırken, aramızdaki sohbet yavaşça hafifledi. İlke’nin iltifata benzeyen lafları, günlük yaşantımız ve ilgi alanlarımız hakkında konuşurken içimdeki sıkıntının bir nebze hafiflediğini hissettim.
“Yalnız ben bu kahvaltı ve yemeklere alışabilirim hatta alıştım bile doktor.”
“Ne zaman istersen yaparım.”
“Hangisini?” diye sordu gülerek. Yine üçlü kombin olarak alabiliyor muyuz?”
Son cümlesi kahkaha atmama sebep oldu ve ben uzun zamandır böyle harika bir akşam ve sabah yaşamadığımı hissettim.
Kahvaltının sonlarına doğru İlke bir an sessiz kaldı. Gözleri yavaşça benim yüzüme kaydı ve derin bir nefes aldı. “Ceyhun, senin hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyorum. İçinde, derinlerde bir yerde saklı bir dünya olduğunu hissediyorum.”
Ona karşı hissettiğim derin ilgi ve duyguları görmesi beni rahatsız etti. İçimde karmaşık bir his bırakan bu an, biraz daha içsel çatışma yaşamama neden oldu. İlke’yi daha fazla iç dünyama yaklaştırmak mı, yoksa onu bu karmaşıklığın dışında tutmak mı daha doğru olurdu bilemiyordum. Ve bu iki zıt uçlu fikir arasında karar vermek kolay bir durum değildi.
***
İLKE
Ceyhun’un gözlerinden gelip geçen karmaşık duyguları yakaladım. Onun içinde bir şeylerin döndüğünü ama bunları ifade etmekte zorlandığını fark ettim. Onunla aramızdaki bağın giderek derinleştiğini hissetsem de onu zorlamak istemedim. Her insanın içinde başkalarıyla paylaşmaktan imtina ettiği, sakındığı sırları olurdu. Ve bu sırları bir anda, daha bir kez karşı karşıya geldiğin insanla paylaşmak kolay değildi. Bir kez yattık diye hayatının orta yerine kurulacak değildim.
Yavaşça gülümsedim. “Herkesin kendi içinde bir dünya olduğunu düşünüyorum. Her şeyi birden paylaşmak zorunda değilsin. İstediğin zaman konuşabiliriz doktor. Önemli olan, birbirimize saygı göstermek ve güven duymak.”
Ceyhun’un yüzündeki gergin ifade hafifledi. “Doğru söylüyorsun. Zamanla her şeyi paylaşacağımı bilmelisin. Senin için de aynı durum geçerli Savcı Hanım.”
İkimiz de belki de aynı şeyi düşünüyorduk: Birbirimize olan güvenimiz giderek büyüyecekti. Kalbimin derinliklerinde, bu karışık ve düzensiz dünyada birbirimize tutulabileceğimizi, birbirimize iyi geleceğimizi hissediyordum. Ceyhun şaka yaptığımı düşünse de aslında oldukça ciddiydim. Onu kendime saklayabilirdim. Benim olabilirdi. Boş hayatımın merkezine oturtabileceğim biri gibi görünüyordu. Yine de şimdilik temkinli olmakta fayda vardı. Birbirimizi daha iyi tanımamız gerekiyordu.
Ceyhun’un gözlerine tekrar baktım ve içimde beliren karmaşık duyguları bir kenara bırakarak onunla olan anın tadını çıkarmaya karar verdim. İleride ne olacağını bilemezdim, ama şu anın kıymetini bilmem gerektiğini düşünüyordum çünkü kahvaltı nefestir ve benim her zaman bulamadığım bir lükstü.
***
Kıyafetlerimi düzeltip Ceyhun’a bir gülümseme attım. “Ceyhun, gerçekten güzel vakit geçirdik. Ama şimdi işlere odaklanma zamanı. Artık savcılığa gitmem gerekiyor. Bu seri cinayetlerle ilgili yeni bir gelişme vardı. Bakalım çözüm bulundu mu?”
Ceyhun da gülümsedi. “Anladım. İşlerine konsantre olman önemli. Umarım gelişmeler iyi yönde olur. Ben de hastaneye geçeceğim ama biraz daha vaktim var. İstersen seni bırakayım.”
“Yok, araçla geldim zaten.”
“Bir daha görüşecek miyiz?” diye sordu meraklı bir sesle.
“En kısa zamanda,” dedim gülerek. “Sana dedim ben üçlü kombini sevdim. Haberleşiriz.”
Evin kapısına doğru yürüdük. Kapıyı açmadan önce uzanıp dudaklarına bir öpücük bıraktıktan sonra dalga geçtim.
“Bu kez öpücük burada kalsın. Yatağa taşımaya vakit yok.” Ceyhun da gülümseyince içim sıcacık oldu. Vedalaşarak yanından ayrıldım. Kalbim hala onunla geçirdiğimiz güzel anların etkisi altındaydı. Onun yanında olmak, içimdeki farklı duyguları uyandırmıştı. Ancak şu an işime dönmeli ve çalışmalıydım.
Savcılığa geldiğimde masamda bekleyen dosyalara odaklandım. Seri cinayetlerle ilgili yeni delilleri ve gelişmeleri incelemem gerekiyordu. Ancak gözlerimin önünde hala Ceyhun’un gülümsemesi ve onunla geçirdiğimiz anlar beliriyordu. Kafamı iki yana sallayarak toplamaya çalıştım. İşimi düşünmeliydim, çünkü bu cinayetlerin ardındaki sır ve sembol hala bir muammaydı.
***
“Lanet olsun,” diye kükredim.
Sürücünün maskesi ve aracın izinin kaybolmasıyla, cinayetlerin ardındaki gizemin daha da derinleştiğini hissediyordum. Elimizdeki her veriyi en iyi şekilde değerlendiriyorduk ancak bu sefer, karşımızda öyle karmaşık ve ustalıkla işlenmiş bir vakayla karşı karşıyaydık ki bir türlü sonuç elde edemiyorduk.
Masamın başında oturmuş, dosyaları incelemeye devam ediyordum. Her bir detayı gözden geçiriyor, her ihtimali düşünüyordum. Aracın izinin kaybolması, sürücünün maskeli olması... Katil her kimse işini iyi yapıyor ve bir şekilde gizlenmeyi başarıyordu.
Derin düşüncelere daldım. Gözlerimi kapattım ve zihnimde tüm detayları birleştirmeye çalıştım. Sanki bir yapbozun parçalarını bir araya getiriyordum. Sembolün anlamı, maskeli sürücü, kaybolan iz... Her şey birbirine bağlıydı, ama henüz nasıl olduğunu göremiyordum.
Gözlerimi tekrar açtım ve odadaki masanın üzerindeki dosyaları gözden geçirdim. Elimdeki her veriyi bir araya getirip bir resim oluşturmalıydım. Fakat elimdeki veriler o kadar yetersizdi ki bir türlü ortada bir resim oluşmuyordu.
***
Yine işlere gömüldüğüm bir gündü. Seri cinayet dosyası araştırılmaya devam ederken bir yandan da diğer dosyalarla ilgileniyordum. Hala arpa boyu kadar yol alamamıştık ama başka davalarla da uğraşmam gerekiyordu.
Telefonum çaldığında irkildim. Arayan Ceyhun'du. Buluştuğumuz günün üzerinden üç gün geçmişti.
“Efendim,” dedim telefonu açarak.
“Merhaba,” diye karşılık verdi Ceyhun. “Nasılsın?”
“İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim. Aramanı bekledim ama aramayınca bir kez daha şansımı deneyeyim dedim.”
Benim aramamı mı beklemişti? Henüz netleştirdiğimiz bir durum olmadığı için ilk arayan olmak istememiştim. Aramasına mutlu olduğumu saklarsam kendi duygularıma hakaret etmiş olurdum. Onunla olduğumuz günden beri başka kimse artık dikkatimi çekmiyordu ve bence bu korkutucu bir durumdu. Geçen ay buraya tayini çıkan savcı bile artık ilgimi çekmiyordu. Oysa bir hafta öncesine kadar onu ilk fırsatta yatağa atmak gibi düşüncelerim vardı.
“Sen aramadan seni rahatsız etmek istemedim,” diye mırıldandım.
“Sen beni asla rahatsız etmezsin,” derken sesi oldukça samimi geliyordu. Yüzümde ahmakça bir gülümseme oluştu.
“Bir dahakine bu sözünü hatırlayıp arayacağım,” diye söz verdim.
“Mutlu olurum savcım. Biraz sohbet ederiz diye umuyorum, belki bir akşam yemeği ayarlayabiliriz diye düşündüm.”
Ceyhun'un teklifi beni biraz şaşırtmıştı. Ama aynı zamanda hoşuma gitmişti. Onunla daha fazla vakit geçirmek istediğimi fark ettim. “Tabii, neden olmasın? Akşam yemeği iyi olur. Yarın uygun musun?”
“Bu akşam?” dedi Ceyhun kesin bir sesle.
“Tamam, olur. İki saat sonra yine senin evinde o zaman?”
“Tamamdır Savcım. Bekliyorum.” Her Savcım dediğinde eklediği sahiplik eki yüzümde anlamsız bir sırıtmaya dönüşüyordu. Aslında birçok kişi Savcım diye seslenmesine rağmen, o seslendiğinde kulağa bir farklı geliyordu.
Kısa bir süre sohbet ettikten sonra telefonu kapattım. Ceyhun'un daveti kalbimde bir heyecan dalgasına sebep oldu. Yoğun iş temposundan sıyrılıp biraz keyifli bir zaman geçirebilirdim belki de.
Gözlerimi dosyalardan kaldırıp pencereden dışarıya baktım. Gün batımının renkleri gökyüzünü sararken, içimde hem işe olan bağlılığım hem de yeni başlayan bir duygunun heyecanı vardı. Ceyhun beni aşırı bir şekilde etkiliyor, dizlerimin bağının çözülmesine neden oluyordu. Bu kadar kısa bir zamanda beni bu kadar etkilemesi nasıl mümkün olmuştu bilmiyorum. Tek bildiğim onunla daha fazla zaman geçirme isteğimdi.
Cinayetlerin gizemiyle uğraşırken, bir yandan da hayatın güzelliklerini yakalamalıydım. Ve Ceyhun hayatıma gerçekten güzellikler getirecekmiş gibi geliyordu. Bu kalp çarpıntısının başka açıklaması olamazdı.
Mehmet rüzgar gibi odaya girdiğinde bir kez daha irkildim.
“Selam,” demesine kaşlarımı çatarak karşılık verdim.
“Kapıyı çalarak girersen memnun olurum. Her seferinde bir hayvan gibi odama dalmaktan vazgeç.”
“Elif randevuna gitmediğini söyledi. Neden ihmal ediyorsun? Bunu seninle kaç kez konuşmam gerekiyor.”
Mehmet, meslektaşım olmasının yanında beni geçmişin pisliğinden çekip alan kişiydi. Buraya gelmiş olmamın en büyük destekçisiydi, karısı Elif ile birlikte.
"İlaçları alıyorum. Kendimi oldukça sağlıklı da hissediyorum. Eskisi gibi değilim. Elimdeki işleri biliyorsun.”
“Bu ihmale gelmeyecek bir durum İlke. Beni ne Elif ile papaz et, ne de biz papaz olalım. Tedavin bitmedi.”
Sıkıntılı bir nefes aldım. “Tamam, ilk fırsatta geleceğim yanına.”
“Bu akşam gelsin dedi.”
“Bu akşam başka randevum var.”
“Doktor mu?” dedi Mehmet sert bir sesle. “Adam şüphelense ve seni şikayet etse ne olur düşündün mü hiç?”
“Sana görüştüğüm kişilerin hesabını verecek değilim. Ben iyiyim. Deliymişim gibi davranıp durma artık. Kimse kafasında birkaç ses duyuyor, bir gün mutlu bir gün mutsuz görünüyor diye mesleğinden ihraç edilmez,” diye kükredim.
“Elif buna bipolar bozukluk diyor. Basit olsa ismi böyle cins olmazdı.” Gözlerimi devirdim.
Mehmet ile oturup iki uçlu duygu durum bozukluğunu konuşacak değildim.
“Ben iyiyim.”
“İki ay önce intihara kalkıştığın günün sabahında da aynısını söylemiştin.”
O sırada telefonu çaldı.
“Efendim güzelim. Yok gelmiyor. Bir doktor var onunla buluşacak yine!”
Elif ne dediyse Mehmet telefonu kapatırken sinirle homurdandı.
“Yemin ederim hepsi manyak bunların.”
Ardından sinirli bakışlarını bana çevirdi.
“Doktorla birlikte seni yemeğe bekliyor. Tanışmak istiyormuş. Tanışıp ne yapacaksa? Bir iki hafta sonra doktorun esamesi okunmaz bence.”
“Bu kez farklı,” dedim suratımda aptalca bir tebessümle.