Pınar'dan
Bazen çok değerli biri olur, bazende sokaktan geçen bir yabancı. Hepsini hissettiren ya sımsıcak bir gülücük ya da öfkeli bir bakış...
Hayatımın nerden sonra raydan çıktığını merak ediyorum!
21 yaşında eğitim-öğretim fakültesi üçüncü sınıf öğrencisiyim. Öğretmen olmak istiyorum. Ama İstanbul'un pahalı kolejlerinden birinde bilmem kaç bin kazanıpta öğrencisine bir şey kazandıramayan bir öğretmen değil. Ufak bir köyde okumak için yanıp tutuşan küçük yüreklerin öğretmeni olmak istiyorum. Evet burdan da anladığınız gibi sınıf öğretmenliğiydi hayalim. Hala öyle aslında. Sadece benim için çok büyük dünya için küçük bir karar verdikten sonra...
Haldun-Ela Tandoğan çiftinin evinde evlatlık olarak yaşıyorum. Beni resmen evlatlık edinmediler ama kendi evlatlarından da ayırmadılar. Ela abla ve Haldun abi bana yanlarında yaşamaya başladığım ilk günden itibaren iyi ve fazlasıyla merhametli davrandılar. Aileden biri gibi büyüdüm. Çocuklarıyla aynı imkanlara sahip oldum. Fakat her zaman içinde yaşadığım ailenin hiç bir şeyi olmadığımın bilincinde oldum.
Üniversiteye başlarken benim için yep yeni bir hayat başladı. Kendi imkanlarımla okuyamayacağımı bildiğim için sadece okula kaydımı yaptırıp dondurmaya karar vermiştim. Bir sene kendime bir ev tutup az buçuk kendimi geçindirebilecek kadar para biriktirdikten sonra ikinci sene okula başlamayı planlıyordum. Tabi bu arada bu evden de ayrılacaktım.
Hiç bir şey planlandığım gibi gitmedi. Haldun abi okul masraflarımın ona yük olmadığını ama illaki karşılığını ödemek istiyorsam hem evde Ela ablaya yardımcı olabileceğimi hatta bana aylık maaş bağlayıp sigortamı ödeyeceğini söyledi. Ertesi gün benim için bir banka hesabı açtırıp aylık olarak maaşımı ödemeye başladı. Artık sigortalı çalışandım. Öncesinde de evde ufak tefek işlere yardımcı olduğum için yadırgamadım. Hatta kendimi eskiye nazaran hafiflemiş hissediyordum. Zaten senelerdir evde yardımcılık yapan Seher abla vardı. Eskisi gibi işlere koşamadığı için Ela ablanın başka birini daha işe almak istediğini bir iki kez duymuştum. Seher ablayı sadece mutfakta tutmak istiyordu.
Yeni hayatım eskisinden daha güzel bir şekilde devam ediyordu. Ela ablanın iki çocuğu vardı.
Semih ve Aysima.
Geldiğim sene Aysima evin neşe kaynağıydı. Semih ve yan evde oturan aile dostlarının oğlu Cihan Aysima'nın etrafında pervane oluyorlardı. Onlara bakıp kıskanırdım. Benimde iki abim vardı. Annem ve babamla birlikte evimizde çıkan yangında ölene kadar.
İstanbul'a uzak bir şehirde, Bartın'da, merkeze uzak bir köyde yaşıyorduk. Annem ev hanımıydı. Üç ineğimiz vardı. Annem hem hayvanlara bakar hemde evimizin bahçesinde sebze meyve yetiştirirdi. Babamda Zonguldak'ta kömür madenlerinde çalışıyordu. Babam sık sık eve gelemesede geldiği zamanlar evimizde bayram havası eserdi. Yeni elbiseler, oyuncaklar ve mis gibi somun ekmeği. O vakitler köydeki bakkalda ekmek satılmıyordu. Ekmeği annem evdeki ocakta pişirirdi. Sac ekmeği. Sıcak sıcak üzerine tereyağı sürüp yediğimde, yiyebileceğim daha güzel bir şey olduğunu düşünmezdim. Annem bir de peynir yapardı. Abimlerle kavga dövüş paylaşamazdık. Ama ben küçük olduğumdan bana kıyamazlardı.
Hatıralarım her ne kadar bulanık olsada hatırlayabildiklerim çok güzeldi.
Sonra ne olduğunu aylarca hatırlayamadım. Şoka girmişim. Günlerce hastanede kalmış, vücudumun hatırı sayılır bir kısmı yanmıştı.
Yapayalnızdım.
Köyden bir yakınımız bana sahip çıkmıştı. Beni akrabalarıma götürdüler. Babaannem ve dedem vefat etmiş. Amcalarım da beni kız çocuğuyum diye istemediler. Evde erkek çocukları varmış yabancı bir kızı hanelerine sokamazlar, günahmış. Sanki erkek olsam sahip çıkacaklardı. Aynı bahaneyi anne tarafım kullandı. Anneannem yaşıyordu ama o da dayımın yanında yaşadığından ne kadar istesede bana sahip çıkmadı.
Bir iki akşam beni hastaneden köye geri getiren komşumuzun yanında kaldım. Akrabalarımdan e biri bana bakmayı kabul etmezse beni şehre götürüp polise teslim edecekti. O gece sabaha kadar ağladım ve dua ettim. Allah sesimi duydu ve bana Zeliha anneyi gönderdi. Zeliha anne köyümüzün zengin hanımlarından biriydi. Annem ara sıra evine gider temizliğini yapardı. Bir kaç kez beni de götürmüştü. Çok tatlı, iyi bir kadındı. Ertesi gün beni komşumuzun evinden alıp kendi evine getirdi. Hiç unutmam sanki büyük bir insanmışım gibi beni karşısına alıp konuşmaya çalıştı.
"Bak kızım ben seni besler büyütürüm. Yaşın gelincede telli duvaklı gelin ederim. O vakte kadar bana yoldaş olursun. Ama ben senin okumanı istiyorum. Burada ne yazık ki imkanlar çok kısıtlı. Seçim senin köyde seni istemeyen akrabalarının yanında mı yoksa büyük şehir, İstanbul'da mı yaşamak istersin."
İlk başta ne demek istediğini anlamadım. Daha önce büyüklerin İstanbul'dan bahsettiğini duymuştum. Hatta köyden bir iki aile İstanbul'a taşınmıştı. Altın şehir diyorlardı bu büyük şehir için.
"Ben tek başıma ne yaparım ki İstanbul'da?"
Kahkaha atarak güldü Zeliha anne.
"Tek başına olmayacaksın ki güzel kızım benim en sevdiğim torunumun yanına gideceksin."
Ela ablanın anneannesiymiş Zeliha anne. Torunlarının içinde en çok onu severmiş. Bir iki hafta sonra, yaralarım ve yanıklarım iyileşince bir araba geldi İstanbul'dan. Ela abla bizzat kendi geldi almaya köye ve beni İstanbul'a götürdü. İstanbul'a geldikten sonra her yaz Ela abla çocukları ve ben köye tatile gelirdik. İlk zamanları Semih'te bizimle gelirdi ama sonraları ben Aysima ve Ela abla gitmeyi başladık.
Bu yaz başındaki programımız da böyleydi. Ta ki Ela abla Zeliha annemin bu sene Semih'i de görmek istediği söyleyene kadar. Geleceğimizi haber vermek için aradığında mutlaka Semih'i de getir demiş.
Beyza sürtüğünün ayağımı sakatladığı gece Semih beni eve bıraktığında Ela abla beni bekliyormuş. Semih'i de görünce bizimle geleceğini söyledi. Semih hemen itiraz etmeye çalışsada bu çabası sadece on dakika falan sürdü. Pes etmiş bir halde odasına çıktı.
Benim ise bu tatilin hayatım için dönüm noktası olacağından haberim yoktu.
🌘
Arabadan inerken daha içime dolan tertemiz hava, karşımda yemyeşil dağların uzandığı muhteşem bir manzara vardı. İnsanlar ne büyük güzelliklerle donatılmış bir ülkeye sahip olduklarının farkında değiller. Memleketinizin kıymetini bilmiyoruz.
Zeliha anne bizi görünce resmen havalara uçtu. Seksen küsür yaşında bir kadın olarak oldukça bakımlı ve güzel bir kadındı. Tek başına yaşıyordu. Bir kaç senedir evine gidip gelen ona yardımcı olan köyün kızlarından Kerime abla evlenip tamamen Zeliha annenin yanına taşınmıştı. Evi çekip çevirmesinde yardımcı oluyor hemde onu yalnız bırakmıyordu.
Zeliha anne sanki öz evladıymışım gibi bana sımsıkı sarıldı. Yanaklarımı sulu sulu öptü. Elimden tutup beni süzdü.
"Kızım bir deri bir kemik kalmışsın ya. Hiç mi beslemiyorlar seni? Ela, kızıma bakamamışsın. Çıltı gibi kalmış."
-Çıltı diye dağdan getirdiğimiz ince, kurumuş odun dallarına deriz. Ateşi tutuşturmak için toplarız. Büyükler odun çekerken küçüklerde çıltıya giderler dağa.-
Yolculuğumuz rahat geçsin diye geceden yola çıkmıştık. Yolumuz kısa sayılmazdı. Semih ile Ela abla dönüşümlü olarak arabayı sürdüler. Semih'e kalsa sabah kadar kendi sürerdide Ela abla izin vermedi. Benle Aysima arkada her ne kadar uyusakta, arabada ne kadar uyunabilirse o kadar uyuyabildik. Sabahın erken saatlerinde köye vardığımızda kahvaltı yapıp kendimizi ancak odalarımıza artık. Semih bütün gün uyumayı tercih ederken Aysima ile ben anca öğleye kadar uyuyabildik. Sonrası ise çok daha eğlenceliydi.
Günlerimiz bir gün öncesinden daha eğlenceli ve güzel geçiyordu. Aysima ile ben köyün altını üstüne getirirken Semih ise yatağından hiç çıkmıyordu.
Kahvaltı ve diğer öğünlerde Zeliha anne tabağımı türlü türlü yemeklerle dolduruyor zorla yediriyordu. Aysima ise zaten hem etine hemde boyuna dolgun bir kızdı. Tamda anneannesinin istediği gibi. Bense ne kadar yersem yiyeyim incecik kollar, bacaklar ve oldukça zayıf bir bele sahiptim. Çok şükür biraz boyum vardıda çocuk gibi görünmüyordum.
Zeliha Anne anneme benzediğimi söylüyor. Onlardan bana küçük bir hatıra dahi kalmadığı gibi aklımdaki görüntüleride gün geçtikçe siliniyordu. Toprak kokusuna bulanmış orman kokusunu içime çektikçe ailemin kokusunu duyumsar gibi oluyorum. Buradayken bir nebze olsun daha yakın hissediyorum onlara kendimi. Kimsesizliği mi unutuyorum. Yeşil ile mavi sarıyor bütün yaralarımı, kimsesizliğimi, yoksunluğumu. Biraz olsun yüreğimdeki ateş külleniyor. Onları benden alan yangın yuvamı, ailemi yok etti. Kül oldu bitti ama benim yüreğimdeki yangın hiç sönmedi. İçimdeki kimsesizlik ateşini söndürebilecek biri yok hayatımda.
🌘
Hayatımı alt üst eden ya da daha iyimser olursam hayatımda köklü bir değişliğin habercisi olan o gün, Aysima ile benim için köyde geçirdiğimiz zaman boyunca en çok eğlendiğimiz dağ gezintilerinden birini yapacaktık. Kerime abla ve kocası odun çekmeye giderken bizde Aysima ile boyumuzun belki üç belki beş katı ağaçların arasında geziyorduk.
"Semih nerde Pınar?"
"Odasında yatıyor Zeliha anne."
"Git kaldır o da sizinle gelsin. Bir işe yarasın sırık boyu. Kocaman adam bir işe yarayayım demiyor."
Zeliha anne geldiğimiz günden beri Semih ile uğraşıyordu. Haksızda sayılmazdı çünkü Semih tenezzül edip odasından bile çıkmıyordu. Lütfeder gibi anca yemeklerde yüzünü gösteriyor, onda da sessizce yemeğini yiyip çekiliyordu.
"Tamam anne söylerim."
Üst kattaki odasına kapıyı tıklayıp girdiğimde balkonda olduğunu gördüm. Telefon orda çekiyordu. O da balkondaki koltuğa uzanmış telefonla konuşuyordu.
"Benim için bu kadarını yapabilirsin diye düşünüyorum."
Beni görünce "Bekle." Deyip telefonu kenara koydu.
Hala kapıdaydım.
"Biz dağa gidiyoruz. Annem seninde bizimle gelmeni söyledi."
"İşim var. Beni rahat bırak."
Aysima'nın aksine Semihle aramızda garip bir ilişki vardı. Ona hiç bir zaman abi demeyi düşünmedim. Onunda öyle bir beklentisi olmadı. Ben onun için Pınar, o benim için Semih oldu sadece. Ne samimi bir arkadaş ne de yabancı gibi olduk. Sanki ben olması gereken birisiydin onun için. O da benim için.
Aysima öyle değildi. En başından bana abla demiş beni gerçekten de ablası gibi görmüştü.
Aşağıya indiğimde annem beni tekrar yukarı gönderdi. Biliyordum yine beni kovacaktı çünkü bir kere hayır dedi mi hayırdır. Sinirle kapıyı çalmadan odaya daldığımda Semih'i görmektense ölmeyi tercih ederdim. Koltukta sere serpe uzanmış bacakları iki yana açık elide açık pantolonun önünde kendini okşuyordu. Karşılaştığım görüntünün yarattığı şokla bir an bedenim kilitlendi. Olduğum yerde gözlerim fal taşı gibi açılmış, kala kaldım. Onun beni umursamaz tavrı utancımı ayyuka çıkarttı. Kendini toparlamaya bile tenezzül etmedi beyefendi.
Neye uğradığımı şaşırdığımdan kendimi odadan nasıl dışarı attığını bilemedim. Bir şey söylemeden aşağıya indim. Zeliha anneye görünmeden bahçede beni bekleyen diğerlerinin yanına gittiğimde yola çıktık.
Yaşadığım utançtan kızaran yüzümü gören Aysima bir şeyler olduğunu anlasa da onu geçiştirmeyi başardım. Fazla üstelemedi. Ona nasıl abisini çıplak gördüğümü söyleyebilirdim.
Çıplak değildi bir kere.
Ne? Çıplak olmayabilir ama her şeyini gördüm. Utanmaz benden çekinmedi bile.
Yiğidin malı meydanda olur güzelim. Adam da mal var ki sergilemekten utanmıyor.
Allah'ım kafayı yemek üzereyim. İçimde benimle çatışan bir Pınar daha vardı. Lanet olasıca gördüğünden de pek memnundu.
Ya odaya ben değilde başkası girseydi ne olurdu? Sanırım onu da düşünmüştü. Ela abla merkezde işi olduğu için kahvaltıdan sonra araba ile çıkmıştı. Annem ayaklarının üzerinde zor duruyordu merdiven çıkması imkansızdı. Aysima'nın eve zaten girmediğini biliyordu. Bütün gün bahçede hayvanlarla ilgileniyor yeni doğan buzanın yanından ayrılmıyordu.
O gün, o akşam, sonraki günler özellikle Semih'ten uzak duruyordum. Gördüğüm manzara da bir an olsun aklımdan çıkmıyordu.
21 yaşındaydım. Cinselliğe kapalı biri değildim. Ama kimseyle ilişki yaşayacak kadar yakınlaşmaya cesaret edememiştim. Sevgilim olmuştu. Öpüşmüştük ama ileriye gitmemiştim. Sırf merakımdan bir kaç kez masturbasyon yapmıştım ama öyle her gün her gün ihtiyaç duyan biri değildim.
Açıkcası kendimi bırakacak kadar güvendiğim ya da delicisine aşık olduğum bir adamda bu güne kadar karşıma çıkmamıştı.
Ama hiç böylesi bir ihtiyaçla kavrulmamıştım.
Semih'i öyle görünce içimde hissettiğim burulma bir türlü geçmiyordu. Bacaklarım titriyor anlamsızca kasıklarım karıncalanıyordu. Sık sık bacaklarımı birbirine bastırıyor aklımdaki görüntüden kurtulmaya çalışıyordum.
Evet ondan etkilendim. Hem de çok fena. Ama bu tamamen cinsel bir etkilenme. Boş bulundum ve ben sağlıklı bir genç kızım değil mi? Evet evet tek sebebi bu.
Semih'ten kaçmaya devam ettiğim bir kaç günün sonunda sırtımda küfeyle hayvanlara saman getirmek için samanlığa girdiğimde üst üste dizilmiş saman balyalarının üzerine çıktım. Küçükkende tırmanmayı severdim. Bizim samanlığımız Zeliha annenin ki kadar büyük değildi ama yenide benim en büyük eğlencelerimden biriydi.
Merdiven gibi dizilmiş saman balyalarının üzerine çıkıp oturmak için kendime güzel bir yer ayarladım. Çatıdaki pencereden karşı dağlar görünüyordu.
Karşımda aklımı başıma toplayıp, saçma sapan düşüncelerden kurtulmak için harika bir manzara vardı.
Oturduğum yerde sırtımı yasladığım samanlara iyice dayanıp gözlerimi kapattım.
Ve yine aklıma o geldi.
Nedendir bilmek istemiyorum bir kaç gündür gözlerimi kapattığımda ilk aklıma gelen hep o oluyordu. Anında yine içimde kıpırtılar olmaya başladığını hissettim. Bacaklarımı birbirine bastırdım. Elim istemeden o bölgeye gitti. Kendime dokunmamak için elimi yumruk yapıp bacağıma bastırdım.
Semih aklıma her geldiğinde istemeden kasılmaya başlıyor ve rahatlamaya ihtiyaç duyuyordum. Bir iki günde sinir bozucu bir halde bu ihtiyacım artmıştı ve artık görmezden gelmek zorlaşıyordu. İster istemez bir elim tişörtümün üzerinden göğsümü avuçlarken diğer taraftan faydasızca ihtiyacımı görmezden gelmeye çalışıyordum.
Hayır Semih'i düşünerek kendimi tatmin etmeyeceğim. Bunu yaptığım an kaybettiğim andır.
"Vay vay vay."
Sesini duyar duymaz ellerim donup kaldı. Geri dahi çekemedim. Aklından geçenler sanki yüzümde yazıyormuş gibi utancımdan yanmaya başladım ve Allah'tan yerin dibine girmeyi diledim.
Az buçukta olsa aklımı toparlayıp yüzümdeki baskın yemiş ifadeyi düzeltmeye çalıştım. Tek kelime edebilecek halde değildim. Bir an önce ondan uzaklaşmam gerekiyordu. Yanından geçmeye çalışırken kolumu tuttu.
"Bırak." Diyebildim.
"İşşşiş... Sakin ol. Geçen gün de sen beni yakaladın..."
"Ben bir şey yapmıyordum."
"Hadi ama ciddi olamazsın. Kaç dakikadır burdayım biliyor musun? İçeri girdiğimi bile fark etmedin."
"Yanlış anlamışsın. Aklım başka...."
"Göğsünü okşarken aklında hangi sorunun vardı gerçekten merak ettim?"
Ah kimi kandırmaya çalışıyorum ki? Karşımdaki adam benden kat kat tecrübeye sahipti. Ona karşı neyi ispatlaya bilirdim. Sessiz kalmam yüzünün iyiden iyiye ukala bir ifade almasını sağladı.
"Ufak bir anlaşmaya ne dersin? Sadece bu lanet yerden dönene kadar."
"Ne?"
"Duydun işte. Bir anlaşma yapalım."
"Ne anlaşması?"
"Beni gördün. Ve ben bundan hoşlanmıyorum." Ona nasıl baktıysam açıklama gereği duydu. "Kendi kendimi tatmin etmekten. Sen beni rahatlat bende seni!"
Kimse bu kadar açık ifade edemezdi!
"Ne? Sen ne saçmalıyorsun?"
O an gözlerinde gördüğüm şeyin ateş olduğuna yemin edebilir. Tutku ateşi. Arzu ateşi. Biraz önce benim kendimi okşadığımı görmüş büyük ihtimalde etkilenmişti.
Gercekten o benden mi etkilenmişti?
Bu olabilir miydi?
Beni üst üste yığılmış balyalara yasladı. Kedini bana bastırdı. Bol eşofmanınından belli olmayan sertliği bana çarptığında nefesim kesildi.
Kısacık bir dokunuş...
Hafifçe yukarıya doğru bana sürtündü. Günlerdir beni yakan arzum... Semih'in sadece kendini bana bastırmasıyla ateşimin yükseldiğini hissettim. Sıcaklık tenimden harlı harlı yanan ateş misali yayılıyordu. Kuruyan dudaklarımı ıslatmak için yaladım. Dayanamayıp kendimi ona sürterken dudaklarımı parçalarcasına dişlediğimin farkından değildim.
"Gözlerini aç."
Gözlerimin kapalı olduğunun da yine farkında bile değildim. Sadece onu hissedebiliyordum. Uzun, kalın ve sert. Ona itaat edip gözlerimi açtım. Koyu mavi gözleri siyah göle benziyordu.
Arzu gölüne.
Bir şey söylememi beklemedi. Cevaba ihtiyacı varmış gibi değildiki. Onun için kasılan bedenim yeterince açık cevaplar veriyordu. Kendinden ve gördüğünden emin olarak ellerini belime koydu. Birden aklıma geldi. En son ne zaman temizlemiştim. Bir ay? Bir buçuk aydı herhalde. Rezillik. Rezillik. Rezillik.
Her an birileriyle birlikte olacağım düşüncesiyle yaşamıyorum. Haliyle kendimce bir temizlik düzenim vardı. Ama kesinlikle yakın zamanda olmadığını biliyorum.
Rezil olduğumu düşünürken yaptıkları nerde olduğumu çok net bir şekilde hatırlattı. Onun umurunda değildi.
Ellerimle arkamdaki saman balyalarının tellerinden destek alarak ayakta durmaya çalıştım. Hissettiklerim, hissettirdikleri... dünyadaki cenneti tattığıma emindim.
İçimde büyüyen ve bedenimin kontrolünü ele alan tutku fırtınası bir birine bastırdığım dudaklarımı ayırarak inlemelerimi serbest bıraktı. Ellerim Semih'in başına uzanırken parmaklarım kalın saç tutamlarımın arasına daldı. Yumuşacık ve tertemiz saçları avucumun içini gıdıklıyordu. İçimde dayanılmaz haz dalgaları kıyılarıma vuruyor hızla dönüp geri geliyordu.
"Ben bakireyim..."
Neden söyleme gereği hissetmiştim bilmiyorum.
"Biliyorum." Dediğinde de bir şey demedim. Söylenecek çok şey vardı belki ama o an kesinlikle sırası değildi.
Hızla beni muhtemel sona taşırken nefeslerim hızlandı. Saçlarındaki parmaklarım yumuşak tellerini çekiştirmeye ve onu mümkünmüş gibi daha fazla kendime çekmeye başladı.
Ben değildim bütün bunları yapan. Beni ele geçiren arzularımdı. Ah... Muvaffakiyete ulaşmadan da beni serbest bırakmayacaklardı.
Sessiz iniltilerim çığlıklara dönüşmek üzereydiki biri duyacak korkusundan içimde patlıyorlardı. Ciğerlerime son bir hava çektim. Son dalga kıyıya vurdu.
Ben bittim. Parçalara ayrıldığımı hissettim. Öyle bir parçalanmaydı ki haz parçaları her noktaya dağıldı. Titreyen bedenim kollarının arasına çöktü. İri cüssesinin yanında çocuk gibi kalıyordum.
Buram buram ben kokuyordu.
Tekrar karşı karşıya gelen yüzlerimiz bu kez birbirine daha yakındı. Gözlerim istemeden dudaklarına kaydı. İri dudakları çok öpülesiydi ve ben artık çığrından çıkmıştım. Kontrol kesinlikle bende değildi.
Karanlık gözleri beni izlemeye devam ederken dudaklarımı dudaklarına sürttüm. Önce vereceği tepkiyi görmek istiyordum. Uzak durursa devam etmeyecektim. Uzaklaşmadı. Karşılıkta vermedi. Aptalca da olsa bu kadar basit olmak istemiyordum. Bütün yaşadıklarımızdan -pardon bana yaşattıklarından sonra- onu öpmeye hakkım yok muydu? Dudaklarına son bir öpücük kondurup çekilecektim.
Dudaklarıma değen dili ile gülümsememe engel olamadım. Onun için ne olduğumu bilmesemde o benim için başkaydı. Başkalaşmıştı. Bu başkalaşmanın açılımını şimdi yapabilecek durumda değildim. Eminim aklım başıma geldiğinde pişman olacaktım. Ya da çok daha kötü hissedecektim.
Dili ile ufak darbelerle indirerek üst dudağımı emdi. Bir kez daha üst dudağımda dilini gezdirdikten sonra ağzımın içine doğru konuştu.
"Aynen böyle dilimi em."
Sözler hiç beynime gitmeden kasıklarıma sızdı. Orda hissettiğim titreşim aklımı bir kez daha başımdan alırken neredeyse ağzımın içinde duran diline indirdim gözlerimi.
Allah'ın bu adamın her uzvu uzun, sert ve kalın anlaşılan. Bu cüsseyede böylesi yakışırdı. Hoş Semih gibi ağzından mecbur kalmadıkça sözcük çıkmayan bir adamın dili niye uzunsa.
Dışarıda duran dilini dudaklarımın arasına aldım. İstediği gibi emmeye başladım. Arada dilimi değdiriyor, dilimle dilini okşuyordum. Sanırım iki üç dakika boyunca böyle devam etti. Karşımda bana hiç bir tepki vermeden duruyordu. Sadece gözleri kapalıydı. Elleri iki yanımdan belimi tutuyor, gövdesi dik duruyordu. Bense dilinden dilime geçen bedenimde afrodizyak etkisi yapan tadının hormonlarımı yeniden ayaklandırmadıysa uğraşıyordum. Her yerim kıpır kıpır oynuyor, bir elim belinde tenini okşarken diğeri ise göğsünde işaret parmağımla daireler çiziyordum.
O nasıl bu kadar sakin kalabiliyor aklım almıyordu.
"Aferin." Dedi kendini geri çekerken.
Aferin!
"Şimdi aynı şekilde beni emeceksin."
Ben şok olmuş bir ifadeyle ona bakarken o önümde ayağa kalktı. Eşofmanın belini biraz aşağıya indirdi. İriliği ve kalınlığı çamaşırına rağmen meydandaydı.
İlk kez bir erkeği çıplak görmeyecektim. Ama ilk kez bir erkeği bu kadar yakından görüp, dokunacaktım.
Yani bırakında şoka gireyim.
Semih ise karşımda benim ondan etkilendiğimin kırkta biri kadar bile etkilenmeden soyunmaya başladığında aptal aptal bakmayı kesip başımı çevirdim.
"Bana bak." Dedi hemen.
Gözlerim kapalı ona döndüm.
"Gözlerini aç." Dedi keskin bir sesle.
Sürekli emir kipiyle konuşması sinirimi bozmaya başladı. Eskiden aldırmazdım ama şimdi nedense acıtıyordu. Sanki ona mecburmuşum gibi davranıyordu.
"Sakın dişlerini kullanayım deme."
Sözleri bedenime dalga dalga sinirin yayılmasına neden olurken utancımın kaybolmasını sağladı. Ona bakmaktan çekinen gözlerimi öfkeyle çevirdiğimde...
Yuh!
Oha!
Pes!
Benden bunu mu ağzıma almamı istiyordu?
Ne kadar da çabuk kabullenmiştim. Halbuki bana pislik gibi davranıyordu.
"Beğenme faslın bittiyse icraatını görelim."
Yok artık bu kadarı da fazla.
Sinirle geri çekilip ayağa kalktım. Bu arada hala çıplakmışım. Hızla kendimi toparladım. Öfkeli bakışlarımı onu umursamadan yüzüne çevirdim.
"Karşında kölen yok. Seninle hiç bir anlaşma yapmadım. Bana orospu muamelesi yapma."
"Biraz önce ağzıma gelirken hiçte masum kız gibi görünmüyordun."
"Hayvan!"
"Pınar ben buyum. Sana özel bir şey olduğunu sanıyorsan yanılırsın. Nezaket yok. Kibarcık oyunları yok. Seks var. Zevk var. Sana da uyarsa devam ederiz. Kabul etsen de etmesen de beni burda, bu halde bırakamazsın. Bana borçlusun."
Lanet olasıca. O buydu işte. Kazma. Yine de haklıydı. Ona bu kadarını borçluydum. Sonuç olarak o icraatıyla beni memnun etmişti değil mi?
"Haklısın." Utanmadan tüm haşmetiyle dışarıda duran varlığına elimi değdirdim. Pürüzsüz, sert. Uzun parmaklarımla sardım. Ona istediğini verecektim. Ama o istediği için değil. Bunu ona söylemekten çekinmedim. Daha fazla utangaç davranarak karşısında aptal kız imajımı yenilemek istemiyordum.
"İcraatının beni fazlasıyla memnun ettiğini inkar edemem. Ödeşelim. Sana borçlu kalmak istemem." Gözlerinin daha fazla kararmasından başka değişim olmadı yüzünde. Bir mimik dahi oynamadı.
O bana dokunurken hayal edemeyeceğim bir zevkin doruklarını yaşamıştım. Ona dokunmaktan çekiniyor hatta tiksinmekten korkuyordum. Sonuç olarak düşüncesi bile iğrençti. Bu gün yaşadığım ilklere bir yenisi daha eklenirken hayatta daha tanışmadım-tatmadığım neler var diye düşünmeden edemedim. Şu bir kaç günde hayatım inanılmaz derecede raydan çıkmıştı. An itibariyle bulunduğum yer değişimi net bir şekilde gösteriyordu.
"Ağzıma boşalmayacaksın değil mi?" Bunu sorduğuma gerçekten ama gerçekten inanamıyorum.
Güldü. Fakat içten bir gülümsemeden ziyade ürkütücüydü. Mimikleriyle değil gözleriyle gülüyordu. Masumane bir gülümseme değildi. Baştan çıkarıcı, şeytani bir çekicilikle gülümsüyordu.
"Tercihim ağzına boşalmak olsada ilkin olduğu için tiksinmeni istemiyorum." Tavırlarından sonra emin olamıyordum. Yinede ona güvenmek zorundaydım.
İlkim olduğu için mi?
Daha önce bakireyim dediğimde de biliyorum demişti. Allah aşkına nerden biliyor bu adam benimle ilgili bu kadar şeyi. Biraz daha devam etsek, acaba altında daha neler çıkacak. Ayrıca ne biliyon belki kendi kendimi becerdim.
He he. Kesin öyle.