~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Öncelikle, Selin ve Selim'in hayatına hoşgeldiniz diyerek başlamak istiyorum. Hikâyede bazı geçişler mevcut, bu geçişleri, ~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
bu çizgiyle ayırıp,
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
tekrardan bu çizgiyle kapattım. Sizden ricam, arada kalan yazıyı farklı bir şeymiş gibi zannedip, hikayeden kopmayın, bazı geçişler geçmiş ve günümüz geçişi bazı geçişler ise karakter arası geçislerdir. hikâyeyi puzzle olarak düşünelim ve bu çizgi arasındakileri kaçırmayalım. Ufak tefek notları mı, ve açıklamalarımı da *(bu şekilde)* ayırdım. Tekrar hoş geldiniz, sefalar verdiniz.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
(Giriş)
Selin, sedye ile ambulansa taşınırken o halini gören herkes perişan olmuştu.
Atakan da ambulansın peşinden koşup "Benim yüzümden!" diye ağlıyordu.
Jandarmalar Atakan'ı sorgulamak için götürmüşler ama Atakan, ifade vermiyor sadece "Benim yüzümden!" ve "Durumu nasıl?" diye soruyordu.
Jandarmalar, ise "Durumu hakkında bilgi vermiyoruz. Dua et, bir şey olmasın. Yoksa seni elimizden kimse kurtaramaz!" diyorlardı.
Selin, ameliyata alınmış durumu ciddiydi.
Yakup beye, "Her şeye hazırlıklı olun!" demişlerdi.
Yakup bey ise, "Ben doğduğu günden beri hazırım doktor bey. Emanetin gideceği günü bekliyorum." deyip uzaklara dalıyordu.
Selin, doğduğunda onu kurtaran kadim dostları olsaydı, belki de yine kızını kurtarabilirlerdi.
19 yıl önce olduğu gibi tekrar dua etti.
"Allah'ım kızımı bana, bize bağışla. Sana söz veriyorum onu gözüm gibi koruyacağım. Emanetine bu sefer gözüm gibi bakacağım. İstediği gibi yaşatacağım. Bir dediğini iki etmeyeceğim. Lütfen Allah'ım lütfen alma onu bizden..."
Selin, uzun ameliyatın ardından, yoğun bakıma alınmış durumu stabildi.
Uyutuluyordu.
Jinekoloji doktoru elinde dosya ile Yakup Bey'in yanına gelip, "Kızınızın bacaklarında çizikler var. Muayene etmemizi ister misiniz?" deyince Yakup bey hiç düşünmeden "Hayır, kızıma dokunmayın! Bana onu sağ verin, başka bir şey istemiyorum." demişti
Doktor, babanın bu tutumuna saygı duyarak, "Peki siz bilirsiniz. Geçmiş olsun." dedikten sonra geldiği gibi geriye döndü.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
((Bir yıl sonra))
___________________________________________
Yıllardır hayalini kurduğum bölümü kazanmanın mutluluğu, geçtiğimiz yıl yaşadığım zor günlerin adeta bir tesellisi olmuştu.
Otobüsten ineli bir saat olmuş, yapılacaklar listemde ilk sırada Sultanahmet'e gitmek olduğu için rotayı belirlemiştim. Taksiye bindim ve "Sultanahmet'e gidebilir miyiz lütfen." dedim.
Biraz sonra şoför, çoğu taksicilerin yaptığı gibi can sıkıntısından kurtulmak için benimle muhabbet etmeye çalıştı.
"İstanbul'a ilk defa mı geliyorsunuz?"
Camdan dışarıyı izliyor, bu kocaman şehrin önümdeki dört yıl bana neler getireceğini düşünüyordum.
Soruyu soranı ilk defa gördüğüm için, kısa bir afalladıktan sonra toparlayıp, "Hayır, daha önce babamla gelmiştik." dedim.
Bu cevabım, şoförün ikinci soruyu sormasına sebep olmuştu, bir kere geldiğim İstanbul'a ikinci defa gelişimi merak ederek, "Gezmeye mi? Okumaya mı?" dedi dikiz aynasından bakarak.
Aynada bir anlığına göz göze gelip, "Okumaya geldim." dedim
Yoldan gözünü ayırmadan, kısa kısa bakışlarıyla, "Öyle miii ne güzel. Ne okuyacaksın peki?" dedi
Neden bu kadar istediğimle ilgili net cevap veremesem de ne olmak istediğimi biliyordum. "Öğretmen olmak istiyorum!" dedim sanki okulumun son senesindeymişim gibi gururlanarak.
~~~~~•~~~~~
Yoldan gözünü ayırmayan şoför: gözleri buğulu, yüzü mahzun, bir o kadarda ürkek tavırlı bu kızı daha fazla konuşturup rahatsız etmek istemedi.
~~~~~•~~~~~
Sultanahmet'e geldiğimizde ücreti vermek için çantamı aradım ama yanımda yoktu.
Taksici, sağımda solumda çanta aradığımı görünce meraklı gözlerle bakmaya başladı.
Merakını gidermek için, "Acaba çantayı da valizle bagaja koymuş olabilir miyiz?" dedim.
Birlikte inip, bagaja baktık. Valiz vardı ama çantam orada da yoktu. Ne yapacağımı bilemez bir halde önce panik oldum.
Tekrar arabanın içine yöneldim, camdan dışarıya bakarken düşürmüş olabileceğimi düşündüğüm koltuğun altına baktım.
O kadar küçük olmamasına rağmen bitmiş su şişesi poşetine bile bakmıştım ama çantam yoktu. Her şeyim o çantadaydı.
Arkadaşlarımın böyle yapma dediği hâlde yine, "Bir kere bile işim rast gitmeyecek mi? Sevincim hep böyle yarım mı kalacak" diye düşünüp ağlamaya başladım.
Bu halimi görüp üzülen taksici,
"Nerede kaybettiğini hatırlıyor musun?" diye sorunca hıçkırarak cevap verdim. "Evet, Otogarda! Ben başka bir yere gitmedim."
Yaptıklarımı düşünüyor bir yandan da taksiciye anlatarak hafızamı canlandırmaya çalışıyordum.
"Otobüsten inince içim ürpermişti, bir bardak çay içip öyle devam edeyim dedim. Çayın parasını verdim. Dolaptan bir tane de su aldım ve masaya oturdum. Sonrasında çantayı bir daha görmedim. Büyük ihtimalle çantayı sandalyede unuttum!" dedim.
Şoför abi, benim ağlamama daha fazla dayanamayıp , "İstersen seni yine otogara götüreyim. Dönüş parasını da almam!" dedi.
Bu nazik teklifine mutlu olmuştum, ama ona zahmet vermemek için reddettim.
"Yok, sağolun ben hallederim!" deyip ceplerimi yokladım. Neyse ki her zaman ki gibi para üstünü cebime koymuştum.
Bu âdetimin bir gün işime yarayacağını tahmin etmemiştim. Kabul etmese de cebimdeki son parayı da taksiciye verdim.
Parayı uzatırken, "Yeterli olur mu?" diye sorunca parayı hiç saymadan direk aldı ve "Olur olur!" dedi.
Paranın az olduğunu biliyordum. Mahçup bir ifadeyle, "Hakkınızı helal edin!" dedim.
Taksici, "Helal olsun, sıkma canını, bulursun inşaallah." deyip gitti.
Doğduğum odada Sultanahmet camisinin bir portresi vardı. Uzun uzun izleyerek uykuya dalardım. Şimdi oraya oturup o manzarayı canlı olarak yaşamak istiyordum. Derin bir nefes çekerek camiye doğru yürüdüm.
Caminin karşısına denk gelen bir banka oturdum. Hem camiyi izliyor, hemde ne yapacağımı planlıyordum. Cebimde yurdun adresinden başka bir şey kalmamıştı, acıkmıştım da. Sesli düşünmeye başladım.
"Yine taksiye binerim. Yurt müdürü çok iyi bir kadına benziyordu. Ondan borç alır taksiciye veririm. Yarında gider otogardan çantamı alırım." Dedim.
Yapacaklarımı kararlaştırmış, şahane planımdan dolayı kendi kendimi sesli bir şekilde tebrik etmiştim. "Aferin kız sana, aynen, süpersin!"
Derin bir nefes çekerek manzaranın tadını çıkartmaya başladım.
O sırada yanıma bir teyze yaklaştı. Teyzenin hareketlerinden oturmaya hazırlandığı belli oluyordu. Yanımda duran bu teyzeyi baştan aşağı süzdüm.
Bez filesini ve yorgunluktan kızaran yanaklarını, yeşilçam filmlerinde ki teyzelere benzetmiştim. Çaktırmadan gülmeye başladım.
Benim güldüğümü gören kadın, İç çekip, "Ah kızım yaşlılık işte, on adım attın mı tıkanıyorsun!" diyerek suçu ilerleyen yaşına ve yıllara atmıştı.
Teyzenin tonton yüzü, yorgunluktan ve güneşten kıpkırmızı olmuştu. Elindeki mendiliyle alnını ve yanaklarını silerken devam etti, "Bu havalara da güven olmuyor. Sabah evden çıkarken hava kapalıydı. Şimdi de yaz sıcağı var!"
Bu seferde suç havanın değişkenliğiydi. Halâ tebessüm ederek teyzeye bakıyordum. Teyze devam edecek gibi bir hâl almıştı. Merakla dinlemeye başladım.
"Yıllar önce buralarda bu kadar binalar, arabalar yoktu. En yakın pazara bir saatte gidip, pazarı yapıp yine bir saatte eve dönerdik. Eve geldiğimizde akşam olurdu. Ona rağmen yemek yapıp bulaşık yıkardık. Şimdi her şey elimizin altında ama yarım saat yürüyünce tıkanıyorum!.."
Teyze, bu sözüyle yaşına ve yıllara iftira atmadığını ispatlamak istiyordu. Karnını dolduran bir nefes alarak devam etti.
"Aağhh kör olasıca yaşlılık, siz bizim gibi olmayın, gençken gençliğinizin kıymetini bilin. Bizler işle güçle ömrümüzü heba ettik. Sizler öyle olmayın. Şimdiden imkanınız varken hayallerinizin peşinden gidin. Sakın ertelemeyin. Bu dünya iki kapılı bir han. Birinden girip, diğerinden çıkıyorsun. O kapıdan çıkarken, 'keşke şunu da yapsaydım' diyeceğin hiçbir şeyi sonra yaparım deme. İmkanın varsa hemen yap. Emi kızım."deyip öğüdünü de verdikten sonra yanımda duran valizi göstererek, "Eee söyle bakalım, nereden gelip nereye gidiyorsun?" dedi
"Bilecik'ten geliyorum." dedim Üniversite için."
"Oh oh ne güzel, maşallah. Okuyun evladım okuyun. Bir insanın, bir melletin başına ne gelirse cahillikten gelir. Adın ne?"
"Nurseli." Diye cevap verdim.
Muhabbetimiz iyice ilerlemişti. Teyze filesinden iki tane elma çıkarttı. Bana uzatıp, "Şunları yıka, getir de yiyelim. Dilimiz damağımız kurudu!" dedi.
Teyze ne söylerse hemen yapıyordum. Çünkü yaşlılar, çocuklar ve hayvanlara aşırı derecede sevgim vardı.
Bunda, köyümüzün çoğunun yaşlı ve hayvan olmasının etkisi büyüktü.
Elmadan bir ısırık aldıktan sonra isminin Gülsüm olduğunu öğrendiğim teyzeye otogarda başıma gelenleri anlatmaya başladım. Gülsüm teyzede duyar duymaz bana para vermek istedi ama kabul etmedim.
Gülsüm teyze, kına gecesinde elini açmayan gelinler gibi sıktığım avucumu tutup, "Bak evladım, bu senin başına gelen bir imtihandı. Sende tevekkül ederek kazanmışsın. Şimdi ise benim imtihanım. Din kardeşine yardım etmeyen hakiki mümin sayılmazmış. Bu parayı al, benden sana okul harçlığı olsun. Talebeye verilen para sadaka yerine geçer. Güle güle harca." dedikten sonra parayı zorla elime koyup avcumu tekrar kapattırdı.
Parayı aldım ve Gülsüm teyzenin telefonundan kendi telefonuma mesaj yollayıp, kendi numaramı da Gülsüm teyzenin telefonuna kaydettim. Uzun sohbetin ardından dikkatimi bir şey çekmişti.
Uzun boylu genç adam: elinde çanta olan, orta yaşın üstünde sayılacak yaşta bir adamı takip ediyordu. Yaşlı adam ne tarafa gitse, o yöne çaktırmadan bakıyordu. Genç adamın yaşlı adamı takip ettiğinden iyice emin olunca, kırmızı yanakları dinlenmenin etkisiyle pembeleşen Gülsüm teyzeye eğilerek, kendi şüpheme tasdik almak için, "Gülsüm teyze bakar mısın?" deyip başım ve gözlerimle işaret ederek, "Şu uzun boylu adam var ya, şuradaki yaşlı adamı takip ediyor. Hırsız olabilir mi?" diye sordum.
Birlikte çaktırmadan bakmaya başladık, ikimiz birlikte uzun uzun takip ettikten sonra artık emindik. Genç adam sürekli yaşlı adamı gözüyle takip ediyor, elinde fotoğraf makinesi ile de sanki etrafın resmini çekiyor imajı veriyordu.
Gülsüm teyze, "İri yarı genç bir delikanlıya, yaşlı adamın gücü yeter mi hiç! Kim bilir nerede sıkıştırıp çantasını alacak!" deyip önce adama üzülmüş sonra da gence kızmaya başlamıştı
"Hiç Allah'tan korkuları da yok bunların. Emekli parası mı, hasta parası mı. Şuna bak bir de nasıl gücü kuvveti yerinde duruyor. E be evladım elin tutuyor, ayağın tutuyor, çalışsana evine helal ekmek götürsene!"
Bir yıl önce ev ahalisinin beni yalnız bırakmamak için dört ay boyunca sabahtan akşama kadar tv izlemesi ve izletmesinden dolayı, haberler diziler, gündüz kuşağı derken iyice tecrübe sahibi oduğum için, bu olayı da şıp diye anlamıştım.
"Gülsüm teyze telefonunu versene polisi arayıp bir vakadan şüpheleniyoruz diyelim."
Gülsüm teyzeden telefonu alıp durumu anlatırken, birden bir hareketlenme olduğunu farkettim.
Adamlar hızlı hızlı yürümeye başlamışlardı. Belli ki yaşlı adam da takip edildiğini anlamıştı.
İyice endişelendim. Adamlar bize doğru yürüyordu. Tam önümüzden geçtikleri anda hızlı düşünüp âni bir karar vererek arkadaki adama çelme takıp yere düşmesine sebep oldum...
O anlar, o kadar hızlı geçiyordu ki, sanki hızlandırılmış bir videonun içindeymiş gibi hissediyordum. Etraftakiler paniklemiş sağa sola kaçışıyorlardı. Bazıları da merak edip bize bakmaya çalışıyordu.
Yerdeki adamın ne olduğunu anlamaya çalışması, yerden aniden kalkması, kaçmaya çalışan adama bakıp, "Tutun, yakalayın, kaçmasın!.." demesi, her şey o kadar hızlıydı ki; sanki bir filmin içindeydim ve izleyen kişi 2x almıştı.
Yerdeki adam bana döndüğünde çok korkmuştum. Arkamdan gelecek kişinin benden hızlı koşacağından emin olsamda ayağa kalkıp kaçmaya çalıştım.
Yerden kalkan adam, *(aylardır peşinde olduğu çetenin çökertilmesine mani olduğum yetmezmiş gibi birde kaçmaya çalışınca)* eli ile dengemi bozup, yere düşmemi sağladı.
Beni sırt üstü çevirip sol eliyle, sağ bileğimi tutup başımın hizasına getirdi. Sol kolumu da, karnıma bastırdığı sağ bacağının altına alarak sıkıştırdıktan sonra yüzüme öfkeyle bakmaya başladı.
Bakışlarından anladığım kadarıyla elimdeki telefondan gelen sesi duyuyordu. "Alo! Sesimi duyuyor musunuz?" Hem korkudan hemde karnıma yaptığı baskıdan dolayı zor nefes alıp veriyordum.
Telefonda ki ses, polis memurunun sesiydi ve ısrarla olayla ilgili bilgi almak istiyordu.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Adamın öfkesi giderek şaşkınlığa dönüyordu. Bu kızın böyle bir çeteyle ne işi olabilirdi? Maşa mıydı yoksa? Neredeyse bütün operasyonu mahvedecekti. O kadar sinirlenmişti ki, öfkesinden dişlerini sıkıyordu. Sağ elini yumruk yapıp havaya kaldırınca kız gözlerini kapattı. Adam bir hışımla yumruğu indirirken elini açıp bağırarak yere vurdu.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Üzerimdeki adam o kadar sinirli bakıyordu ki, korkmuştum ama o kadar haklıydı ki, sesimi çıkartamıyordum. Elini kaldırınca, bana vuracağını zannettim. Hak etmiştim ne diyebilirdim ki. Gelecek yumruktan kendimi kaçırmamak için gözlerimi yumdum.
Gözlerimden akan yaşın sıcaklığı, tenimi ısıtmıştı. Havaya kalkan yumruğun, yere inerken ki rüzgarını kulağımda hissettim. Koşuşturan insanların aksine ben ve üzerimde ki adam hiç hareket etmiyorduk. Hatta nefes alıp göz bile kırpmıyorduk. Üzerimdeki adamdan emin değildim ama ben çok korkmuştum.
~~~~~~•~~~~~~
Adam ise ne olduğunu anlamamıştı. Öfkesine rağmen bu kızın buğulu gözlerinden kendini alamıyordu.
~~~~~~•~~~~~~
Gülsüm teyzenin bağırışları olmasa ve ekip arkadaşları kendisini omuzlarından tutup kaldırmaya çalışmasa, kim bilir daha ne kadar öyle kalacaktık.
Adam öfke ile şaşkınlık karışık sadece, "Alın şunu gözümün önünden!" diyebildi.
Polisler beni götürmeye çalışırken, Gülsüm teyze bağırdı.
"Durun! Onun bir suçu yok. Yanlış anladık. Hırsız zannettik. Yapmayın!" Kendi kızını, torununu savunurcasına polislere yalvarıyordu.
Bir yandan da bana, "Söylesene kızım." der gibi bakıyordu ama benim o an korkudan neredeyse dilimin tutulduğunu bilmiyordu.
İki polisle birlikte ekip otosunun yanına geldik, içlerinden biri, kimliğimi vermemi istedi.
Ben ve Gülsüm teyzenin halinden çete ile alakamızın olmadığını onlarında anladığını düşünüyordum.
Aksi takdirde suçluya bu kadar nazikçe davranmazlardı. Tevafuklar zincirinin bir halkasıydık sadece.
Ben hâlâ şoku atlatamamıştım. Polisler ne söylüyorsa sadece ağlayarak yüzlerine bakıyordum. Kulaklarım, duyduğu sesi beynime boğuk bir şekilde ulaştırdığı için dilimde ne söyleyeceğini bilmiyordu.
•~~~~~~• Ekiptekiler de ne yapacağını şaşırmış gibi bakıyorlardı.
Kimliği yok, operasyonu mahvetmiş. Serbest bırakamazlardı. Nurseli de hâlâ kendisine gelememişti ve polislere yardımcı olmuyordu. Valizli ama çantasız, parasız, kimliksiz, operasyonu mahveden kız.
Başkomiserin gelip kendilerine emir vermesini beklemeye başladılar. Aslında yapılacak şey belliydi. Emniyette sorgulamak. Yine de kıza acımaktan kendilerini alamıyorlardı.
Onlar da insanlarla, suçlularla uğraşmaktan insan sarrafı olmuşlardı artık. Nurseli'ye su verdiler. Sakinleştirmeye çalıştılar. Nurseli suyu içmiyor. Sürekli ağlıyordu. Ekipten Doğan komiserde bir yandan Nurseli'ye gelip ifade verdi mi diye bakıyor, bir yandan da arkadaşına sakinleşmesi için telkinde bulunuyordu.
"Oğlum yeter, kendine gel. Tamam belki istediğimiz gibi sonuçlanmadı ama adamı aldık kardeşim. Merak etme. Şu kızı da bir konuşturursak tamamdır. Belki de kilit noktası bu kız olabilir."
Başkomiser: "Hâlâ kendine gelmedi mi?" diye sordu.
D: "Hayır tek kelime etmiyor, sadece ağlıyor."
Komiser susunca Doğan komiser, "Ne yapalım? Merkeze alıp sorgulayalım mı? Bizim burada işimiz bitti." dedi.
Komiser, arkadaşının kendisi için getirdiği suyu elinden alıp hızlı adımlarla Nurseli'nin olduğu ekip otosunun yanına geldi...
•~~~~~~• Ekip otosuna yaslanmış kaldırım taşlarına bakıyordum, şoku atlatamamıştım ama daha sakindim.
Komiserin hızlı adımlarını duyup ayaklarının önümde durmasını bekledim, o kadar utanmıştım ki tekrar kafamı kaldırıp yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum.
Elinde getirdiği su şişesinin kapağını açtı, suyu uzatıp "İç!" dedi. O kadar su teklifine cevap bile veremezken, mahçup bir şekilde ellerim titreyerek şişeyi aldım.
Suyu içmeye çalıştım ama bir iki yudum ancak içebilmiştim, Baskomiserin, kendisine has, karşısına verdiği güvenden bende nasibimi almıştım. Gözyaşlarımı sildim.
Ne zaman verildiğini hatırlamadığım peçete ile yüzümü kuruladım. Bir iki yudum daha içtikten sonra, göğsümü şişirecek kadar nefes alıp daha sakin daha özgüvenli bir şekilde kafamı kaldırmadan, "Ö.Özür dilerim, b.bilmiyordum. S-Sizi hırsız zannettim... adamın çantasını çalacaksınız zannettim!" dedim.
Benim aksime komiser sinirlenerek bağırmaya başladı. "N.NE! NE! NEEEE!"
Dedikten sonra biraz önce benimle kendisi arasında mekik dokuyan ve diğerlerinin de üst rutbesi olduğunu anladığım komisere bakıp, "Duydun mu Doğan?" dedikten sonra, bana dönüp, alaycı bir şekilde, "Kızım güpe gündüz bu kadar insan varken, hırsızlık mı yapılır?" deyince, iç hıçkırığım ile birlikte, "Yapılmaz mı?" diye sordum.
Komiser: sinirleri iyice bozulmuş ve mutluluktan olmadığı belli olan bir kahkaha atmıştı. Alaycı ifadesine devam ederek, "Sen çok dizi seyretmişsin küçük hanım!" dedi.
Özür dilediğim hâlde benimle alay etmesine sinirlenmemiş hatta sakin bir şekilde, "Benim bir alakam yok, lütfen bırakın. Gitmek istiyorum!" demiştim.
Anladığım kadarıyla komiser, sinirlerimi bozarak beni konuşturmaya çalışıyordu.
"Gitmek mi istiyorsunuz? Hay hay! Tâbi, buyurun hanımefendi gidebilirsiniz!" deyip yolu gösterdiğinde, bir an ciddiye alıp gitmek üzere hamle yapınca komiser, sanki kendisi git dememiş gibi kolumdan tutup sırtımı tekrar ekip otosuna yasladı.
"Şaka mısın kızım sen? Dur şurada! Ver kimliğini!"
Gözünü üzerimden ayırmadan, "Pınar şunun GBT'sine bakalım. Ona göre emniyete mi gidiyorsun, evine mi gidiyorsun biz karar veririz!" dedi.