~~~~~~•~~~~~~
Artık çaresizdim. Çantamı alamadan komiser gitmişti. Arkasından koşmama rağmen durmamıştı.
Bir saattir bıraktığı yerde gelmesini bekliyordum. Bir yerde illaki çantamı görüp geri dönecek diye, bir yere de gidemiyordum. Gerçi nereye gidecektim ki. Ne param, ne telefonum, hiçbir şeyim kalmamıştı.
Şadırvana gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra biraz orada oturdum. Nasılsa dönüp gelecekti... Yada ben öyle ümit ediyordum. Temizlik görevlisi elinde fırça ile yanıma gelip şadırvanı fırçalamaya başlayınca, oturduğum yeri de yapacağını anlayıp oradan kalktım.
Caminin içine girip, kadınlar tarafına geçtim. Orada namaz kılan bir abladan telefonunu isteyip hemen kendimi aradım. O gece ki gibi şarjımın bitmiş olmasından da korkuyordum. Neyse ki korktuğum olmamıştı, telefonum çalıyordu...
Kadın namazı bitirip gitmek için kalkana kadar kendimi aramaya devam ettim ama komiser telefonu açmıyordu...
Otobüste ki yolcuları rahatsız etmemek için biraz kısmıştım ama arabada ses yoksa duyulmaması imkansızdı.
Yolculuk ederken müzik dinlemeyi seven bir tipe benzese de, "kemer gibi teypte bozuktur inşaallah" diye dua ediyordum.
Bu arada; aklım da, geldi mi acaba diye dışarıdaydı. O da bana bakındığı için telefonu duymuyor olabilirdi.
Abla da sağ olsun: Ben her aradığımda, "Hadi hadiii!" diye yalvardığım için herhalde, uzun uzun dua edip tesbih çekiyordu. Büyük ihtimalle kapısındaki kediye kadar sağlık afiyet dilemişti.
"Ama artık bitti" der gibi bakınca telefonunu geri vermek zorunda kaldım. Teşekkür edip arkasından onun duası kadar olmasada uzun uzun baktım.
Gece yarısına yakın İmamın, "Kızım camiyi kapatacağım." Demesi üzerine oradan da ayrılmak zorunda kaldım. Camiden çıkınca havanın iyice soğuduğunu farkettim... Üşüyordum, durduğum yerde ısınmak için bedenimi elektrik çarpış gibi hareket ettiriyordum ama yeterli olmuyordu...
Her geçen dakika daha da üşüyordum. Avuçlarımı birleştirip ağzıma kapatıp, içine "Hooohhh"lamaya başladım. Bir yandan da komiserle kavga ediyordum. "Ne vardı bu kadar sinirlenecek, alt tarafı şaka yaptım. "Geri zekalı!" dedim."Geri zekalı, aptaaalll!"
Etrafta artık kimse kalmamış, tek tük insanlar geçer olmuştu. Artık üşümekten geçip korkmaya başlamıştım ama yine de gelecek ümidiyle oradan ayrılamıyordum...
Caminin yanında bir kenarda hasır halı buldum... Hem gizlenmek hem de ısınmak ümidiyle hasıra sarıldım. O an annemin sözü aklıma geldi.
"Kızım bir yıl daha bekle, kendine gel! Daha toparlanmadın. Biraz daha iyileş."
"Anne, lütfen merak etme artık iyiyim. Biraz kan ilacı, vitaminle daha da toparlanırım. Söz." demiştim ve şimdi kansızlığımın etkisini fazlasıyla görüyordum. (Daha ilk günden başıma neler gelmişti böyle)
Ayak parmaklarımın uyuştuğunu hissettiğimde bacaklarımı karnıma çektim. Uyumamak için kendimi oyalamaya çalışıyordum.
"Uyumamalıyım... Uyumamalıyım...
Hayır bir daha olmaz, İkinci bir daha olmaz! Uyuma... Uyuma... An...nee... B..ba..ba..."
~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~. ~~~~~~
Evi ile Sultan Ahmet arası neredeyse iki saat olan Selim, araba kullanmıyor adeta uçuyor, bir yandan da yalvarıyordu, "Lütfen dayan! Geliyorum. Lütfen özür dilerim. Özür dilerim." Kim bilir kaç defa tekrar etmişti. Kaç kere kaza atlatmıştı ama umursamıyordu. Çünkü, yetişmesi gereken biri vardı ve birkaç saatte tanıdığı kadarıyla, kızın gidecek hiç bir yeri yoktu. Kendisinden başka çaresi olmadığını da biliyordu. Başına kötü bir şey gelmeden yetişmek için dua ediyordu.
Nurseli'yi indirdiği yere gelip arabadan indi.
"belki bi açık dükkan vardır oradadır" diye etrafta dolaştı., caddeyi aşağı, yukarı bakındı. Sonra koşarak camiye geldi.
Sağa bakıyor, sola bakıyor. Bir o tarafa bir bu tarafa koşuyor, bir yandan da, "Geldim Nurseli geldim! Neredesin?" diye bağırıyordu.
Caminin bekçisi yanına gelince Nurseli'yi tarif ederek ona da sordu. Görevli, "Evet buralardaydı." deyince caminin yakınını aramaya başladı.
Görevliyle birlikte iki koldan aramaya başladılar. Cami kapalı olduğu için, etrafına bahçeye şadırvana avluya her yere baktılar, ama Nurseli yoktu.
"Nerede bu kız, nerede?.. "Nurseli, Nurseli! nerdesin?.. Nerdesin, Nurseliii?"
Görevli baktığı yerde bulamayıp Selim'in yanına geldi. "Gitmiş galiba, yok. Başka bir yere baksan?!" deyince Selim çaresizce kafasını sallayarak, "Gitmez, gidemez! Buralarda olmalı." deyip, tekrar bağırmaya başladı, "Nurseli, Nurseli!"
Görevli ısrarla, "Gitmiş demek ki evladım." derken, Selim avlunun kenarında bir inilti duydu.
Selim, adama parmaklarıyla işaret ederek, "sus! deyip sesin geldiği yere doğru gitti... Kutunun oradan bir kedi çıkınca görevli kediden tasdik almışçasına, "Bak yok! Gitmiş işte." dedi.
Selim ne yapacağını bilemez bir halde arkasını dönüp giderken, halıların altından yine aynı sesi duydu.
Heyecanla hasır halıyı kaldırınca Nurseli, soğuktan morarmış dudakları ile yavaş ve kısık bir sesle "Anne" dedi ve bayıldı.
Selim, üzerindeki hırkayı çıkartıp Nurseli'ye giydirdikten sonra, başını kollarına alıp sırtını sıvazlayarak ısıtmaya çalıştı... Sonra kucaklayıp arabaya götürdü.
Selim, görevliye kapıyı açtırıp Nurseli'yi oturttu. Nurseli'nin tarafından arabayı çalıştırıp klimayı açtı... Yeni yeni ısınmaya başlayan Nurseli'nin dudakları kıpır kıpırdı, bir şeyler söylüyordu ama hala uyanamamıştı.
Selim, Nurseli'nin kemerini takıp hızlıca koltuğuna oturdu. Nurseli'yi bir an önce Hastaneye götürmeliydi...
Yolda Nurseli'nin sesi daha anlaşılır olmuştu. "Anne, anne! anne." Selim hemen arabayı kenara çekip, yüzüne ve boynuna ıslak mendil sürdü...
~~~~~~•~~~~~~
Gözlerimi açıp karşımda komiseri görünce rahatladığımı belli eder gibi tebessüm ederek, "Uykum var." dedim, sevinç gözyaşlarım aşağı süzülürken.
Tanıdığım bir yabancıyı görmek tanımadığım bir yabancıdan daha iyiydi.
Selim komiser, "Tamam uyu! Seni hastaneye götürüyorum, Merak etme." deyince, "Hayır" der gibi başımı sağa sola salladıktan sonra ilk uzun cümlemi kurdum.
"İyiyim, sadece uyumak istiyorum."
"İyi olduğuna emin misin?"
"Az susarsan daha iyi olacağım."
"Tamam tamam, sustum! Uyu hadi." dedi ve koltuğumu yatırmak için üzerime eğildi.
Yüzümün yarısını kapatmış saçlarımı bile indirecek halim yoktu. Uyuduğumu düşünen komiserin beni izlediğini hissettim. Derin bir nefes çekerek kokumu içine çekti.
Parmak uçlarıyla saçlarımı yüzümden alıp kulağımın arkasına götürdü.
"Ya bulamasaydım, Ya geç kalsaydım! Allah'ım sana şükürler olsun." deyip ağlamaya başlayınca, gözlerimi açmadan derin bir nefes aldım ve, "Ağlama lütfen." dedikten sonra kendimi koltukta debelendirerek en rahat pozisyonu aradım.
Selim komiser, "Bana güveniyor musun?" diye sorunca, tebessüm ederek cevap verdim.
"Babam hep, 'Görev başında ki polisten zarar gelmez' der."
Selim komiser benim aksime sesli gülmüştü.
"a-hahah... Ama mesai bitti. Ben artık görev başında değilim...Unuttun muu?"
"Hâlâ intikam alma derdindesin." dedim kinciliğini kınar gibi... "Unutmadım ama sende unutma sol melek hâlâ görev başında."
"Anladım, kötü yerden vurdun. Seni bizim eve götürebilir miyim?"
"Ailenle tanışmayacaksam olur."
"Annemler uyumuştur, merak etme..."
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~
Selim, biraz önce korkuyla, endişeyle geldiği bu yollardan şimdi huzurlu olarak geri dönüyordu. Eve vardıklarında gece yarısını çoktan geçmişti. Evlerinin ışıkları yanmıyordu. Normalde annesi, Selim gelmeden uyumazdı ama bu sefer camda gözükmüyordu. Selim ne zaman geç kalsa, Selma hanım seccadesini serer hacet namazı kılardı.
Öyle ki, bir seferinde çatışmanın ortasından Selim'i annesinin duaları kurtarmıştı ve şimdi belki de yine o dualar Nurseli'ye etki etmişti. Onun da kurtulmasına vesile olmuştu.
Bu düşüncelerle arabasını park edip stop ettikten sonra Nurseli'yi uyandırmayı düşündü ama o kadar güzel uyuyordu ki kıyamadı... Arabayı tekrar çalıştırıp klimayı açtıktan sonra Nurseli'ye bakarak uyudu.
~~~~~~•~~~~~~
Yol boyunca gözlerimle ışıkları takip etmekten yorulduğum için uyuya kalmış olmalıydım, ne zamandır durduğumuzu bilmeden, "Gelmedik mi?" diye sordum.
Komiser Selim sesimle yarı sıçrayıp, "Geldik" derken, arabayı stop etti. Sonra da kapımı ve kemerimi açtı.
Kolumdan tutup kucağına almaya çalışınca, düşmemek için elinden tutup, "İyiyim! Yürüyebilirim." diyerek kucağına almasına izin vermedim.
(Yabancı bir erkeğin kucağında yeteri kadar taşınmış olmalıydım, evine girerken de olmazdı yanii.)
Birlikte binaya girip, asansöre bindikten sonra komiser 6'ya bastı... Çok yorulmuş bitkin bir halde başımı asansörün duvarına yasladım... 6. kata geldiğimizde Selim komiser doğalgaz sayacının arkasından anahtarı aldı ve kapıyı açtı...
(Bana mı güveniyordu yoksa mesleğinden korkacağımı mı zannediyordu.)
~~~~~~•~~~~~~
Normalde burası abisinin eviydi ama şehir dışında göreve gitmiş burası da Selim'e kalmıştı. Geç geldiğinde yada kafa dinlemek istediğinde bu dairede kalıyordu... Nurseli'yi odaya götürüp, yatmasına yardım ettikten sonra üzerini örttü... Diğer odadan sandalye alarak yatağın yanına oturdu... Nurseli'nin uyumasını bekledi, beklerken de kendi uyudu.
(yorucu bir günün sonunda adeta sızıp kalmıştı.)
Nurseli, ara ara yine sayıklıyordu. "Anne!"
Selim sese uyanıp Nurseli'nin elini tuttu.
Elleri buz gibiydi... Alnına dokunduğunda Nurseli ateşler içinde yanıyordu... Panik oldu... Ne yapmalıydı?
Önce "Annem! dedi. "Annemi uyandırayım."
Kapıya giderken vazgeçti. Bu saatte annesini uyandırmak istemedi.
Annesinin hatta özellikle babasının bir süre bu kızı bilmesini istemiyordu. İleri de tanıştırmak istediğinde operasyonunu mahveden kız olarak anılsın istememişti.
Sonra, "Annem olsa ne yapardı?" diye düşündü. Banyodan bez, su, pamuk aldı.
Bezi suyla ıslatıp başına ve boynuna koydu. Nurseli o kadar üşütmüştü ki dişleri birbirine vuruyordu. Yol yorgunluğu, stres ve soğuk birleşince vücudu tepkime göstermiş olmalıydı...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
...Gözlerimi açmadan uyanmıştım. Bir kaç nefes alıp verdikten sonra yavaş yavaş gözlerimi açtım. Camdan gelen ışık gözümü rahatsız edince başımı diğer tarafa çevirdim.
Başımda, annemden kalma âdet olan bi çaput parçası vardı. İyi ki bunu bulmuşlardı yoksa ben havaleden ölebilirdim.
Kurumak üzere olan bezi elime aldım, yanıma koyacakken: Bu bezi, kim bilir kaça kadar ıslat, sık, kontrol et, yapan komiserin yanımda uyuyakaldığını gördüm.
Neden bilmiyorum uyandırmaya kıyamamıştım. Babam ve kardeşim hariç ilk defa bir erkeği yanımda uyurken görüyordum. Hastalığın etkisinden olduğunu düşündüğüm bir şekilde kendime mani olamadım ve ona uzun uzun bakmaya başladım.
Bir tarafı uzun yana yatmış saçları, kirli sakalları uuup uzun kirpikleri vardı. Dün: O kadar dakika üzerimde yatmasına ve AVM de üç saat konuşmamıza rağmen bunlara hiç dikkat etmemiştim. Kaşları orantılı, adeta bir ressam kaleminden çizilmiş gibiydi.
Komiserin alarmı çalmasaydı kim bilir daha ne kadar izleyecektim.
İkimizi birden sıçratan bu zil sesiyle yeni uyanıyormuş numarası yaptım. Komiserin parmaklıkları andıran kirpiklerinin arasından gülen gözlerini görüyordum. Beni iyileşmiş görmekten duyduğu mutluluğu göstererek gülümsedi.
"Günaydın, nasılsın?"
Bir saattir onu izlediğimi farkettirmemeye çalıştım. Yeni uyanan bebekler gibi yatakta debelenerek gözlerimi ovaladım.
"İyiyim, Sana da günaydın. Neredeyiz, Burası neresi?"
"Burası abimin dairesi, alt katta da ailemle ben kalıyorum."
"Abinlere de zahmet verdim."
"Abimler burada yok."
Saçlarım, elim, yüzüm berbat bir haldeydim. Selim komiserin, "Ben arabaya gideyim, sen de duş al gel istersen." Teklifine "Hayır" diyemeyecek kadar berbattım ama yine çekinerek, "Olur." dedim.
Selim komiser dışarı çıktıktan sonra, bende alelade sıcak bir duş aldım. Saçlarımı yarım yamalak kurulayıp, hızlı adımlarla dışarı çıktım. Tek başıma asansöre binemediğim için merdivenlerden inmiştim.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Selim'in annesi gece boyunca uyuyamamış, kendini oyalamak için çamaşır makinesini açıp ev işlerine bakmıştı. Selma hanım her zaman bu haliyle bilinirdi.
Genç kızlığından beri hırslı hırslı iş yaptığını gören kişi, kendisinin içinde fırtınalar koptuğunu anlardı. Ruhunun sıkılmasından kendini işe vererek kurtarmaya çalışıyordu.
Makine bitmiş, balkonda asmaya çıkınca Selim'in arabayı gördü.
Demek ki gelmiş ve evdekileri uyandırmamak için yukarıda kalmıştı. Gülümsedi ve derin bir "oh" çekip "şükürler olsun." dedi
Çamaşırları asarken, binadan yabancı bir kızın çıktığını gördü. Peşinden baktı... Kızın bir sağa bir sola bakışından şüphelenmişti. Nereye gideceğini bilmiyor gibi bir hâli vardı.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Binanın kapısından çıkınca sağıma soluma bakındım ama etrafta hiç polis arabası yoktu.
Büyük ihtimalle komiser dikiz aynasından çıktığımı ve kendisine bakındığımı görünce kornaya basarak yerini belli etti.
Koşar adım iki araba ilerideki bi arabanın yanına geldim. İçine bakıp onu görünce doğru araba diyerek bindim.
Önce arabaya göz gezdirip gülerek, "Biz akşam bu arabayla mı geldik?" diye sordum.
"Evet." dedi arabayı çalıştırırken.
"Peki çantam?"
"Önce kahvaltı yapalım, sonra çantanı almaya gideriz, tamam mı?"
"Tamam."
Köşede bir pastanenin önüne gelince. "Buranın börekleri çok iyidir, hadi gel." dedi.
İçeri girdiğimizde, birer porsiyon börek ve çay istedi. Selim komiser, dünün aksine bugün çok sevinçli gibi duruyordu.
Yeni oyuncak alan çocuklar gibi adeta gözleri parlıyordu. Her horoz kendi çöplüğünde demişler doğruydu herhalde...
~~~~~~•~~~~~~
Yıllardır kendisini tanıyan esnaf abisinin gözünden, Selim'in bu hali kaçmamıştı. Sebebinin yanındaki kız olduğunu düşündü ve Nurseli'ye bakarak gülümsedi.
Börekleri ve çayı verirken, "Alın bakalım gençler, afiyet olsun." deyip, Selim'e göz kırptı. Selim utanmış bir şekilde göz kaçırarak, "Sağ ol abidin abi, eline sağlık." dedi.
~~~~~•~~~~~~
Bir ara "mutlu" demiştim yaa, "maşallah" dediğim üç gün yaşamıyor gibi komiser börekçiye atarlanmıştı. Ne yaptığını anlamaya çalıştım.
Belli ki normalde sert kaya gibi bir yapısı vardı ve şuan ben hastayım diye iyi davranıyordu. Çayıma şeker atarken, "Eee Nurseli hanım, daha iyi misiniz?" deyince yine benim kayış boş dönmeye başlamıştı. Nereden çıkmıştı bu "hanım." Çok takmamaya çalışıp cevap verdim.
"Evet. Sadece biraz başım ağrıyor."
"Bu böreği yee, bak hiçbir şeyin kalmaz. dedi ve devam etti. "Şaka bir yana, doktora gidelim mi?"
"Yok, gerçekten iyiyim. Çantamda ilaçlarım var. İçersem geçer."
Çayıma az atılmış şekere ek almak için kolumu uzatınca, Selim komiser elimi tuttu ve bileğimdeki kesiği işaret ederek, "İlaçlar bununla mı ilgili?" diye sordu.
Bundan sonra ki hayatım boyunca bu izleri gören kişilerin bu soruyu soracağına kendimi hazırlamıştım. Selim komiseri endişelendirmemek için gülümseyerek, "Bir yıl önce ufak bir yanlış anlaşılmadan dolayı oldu. Önemli değil." dedim
"Bu büyük izlere sebep ne kadar ufak olabilir ki?"
"Gerçekten ufak. İzler büyük ama acıları küçüldükçe küçüldü. Hatta şu an yok denecek kadar az. Sonra anlatsam?" dedim rica eder gibi bakarak. "Şu an bu enfes böreğin tadını çıkartmak istiyorum..."
~~~~~~•~~~~~~
...Belli ki o anlara tekrar dönmeyi istemiyordu. Zaten en iyi çözüm unutmuş gibi yapmak ve sorulan soruya kısa cevap verip konuyu değiştirmekti.
Selim de üstelemedi. Konuyu değiştirerek, "Ne yapacaksın?" diye sordu.
"Önce yurda gideceğim. Eşyalarımı yerleştirip, sonra okula bakmak istiyorum."
Börekleri yiyip emniyete doğru yola koyuldular...
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
... Yavuz bey, elinde ekmek poşetlerini kızına verirken, "Bugün abini gördün mü? " dedi.
Elif, ekmekleri alıp, "Hayır Baba! Akşam eve gelmemiş. Yatağı bozulmamış." diyerek mutfağa gitti.
Yavuz bey, odaya girerken, balkondan içeri giren Selma hanım'ı gördü. Suratı düşük morali bozuk gibiydi. Göz göze geldiler...
Yavuz Bey'in gözlerindeki endişeden o kızı gördüğü anlaşılıyordu. Yavuz bey, "Bugün Selim'i gördün mü?" derken, ses tonundan itiraz ve laf dolandırmayı kabul etmiyorum dediği anlaşılabiliyordu. "Selim'i görmedim. Ama, yanında bir arkadaşını gördüm."
"Kimmiş?"
" Bilmiyorum bey, Ben de balkondan arabaya binerken gördüm. Akşam gelince sorarız."
"Hayır! Onun anlatacak zamanı gelince anlatır herhalde. Bakalım neymiş, Kimmiş, Yolda babasını bile görmeyecek kadar, Selim beyi kör eden bu gececi meçhul küçük hanım!"
~•~Yavuz bey emekli öğretmen olup, gayet medeni bir beyefendiydi. Büyük oğlu Hakan'ı bir kızla görünce, "Niyetin halis ise evlenmek istiyorsan devam et, evlenmek niyetinde değilsen, tanıma bahanesiyle kızın günahına girme. Kabe yaparsın kalp yapamazsın." demişti.
Selim'e de aynı öğütleri vermenin zamanı gelmişti. Gerçi Selim'in durumu daha farklıydı.
Elif'in mutfaktan gelmesi ile konuşmayı sonlandırmak zorunda kaldılar.
~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Emniyete geldiğimizde çantamı alıp, hemen telefonumu aldım. "Annem ve babam meraktan yola koyulmadılarsa, kesin komaya girdiklerindendir." deyip göz kırptım.
Selim komiser: beni, ailemin asla inanmayacağı bir yalana teşvik etmişti.
"Şarjım bitti desen?"
Bense cevap vermeden telefonun açma tuşuna basıp masaya bıraktım. Açılmasını beklerken de, çantamdan powerbank, yedek batarya, yedek telefonu çıkartıp masaya koydum.
Selim komiser, şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez gibi bakıyordu. Şarjı bahane edeceğim bütün olasılıklar ortadan kaldırılmıştı.
Komiserin şaşırdığını fark etmiştim, daha fazla merakta koymayarak bileğimi gösterdim.
"Bu, benim vücudumda, onların da aklında iz bıraktı." dedim, başımla orantılı dudaklarımı sıkarak, "Yapacak bir şey yok" der gibi.
Sonrasında çantamdan kapatıcı alarak göz altlarıma sürdüm. Annemin gözünden asla kaçmayacağını biliyordum ama yine de makyaj yapacak kadar iyi olduğumu görse yeter diye düşündüm. Telefonum açıldığında 25 ten fazla mesaj sayısız arama vardı. Belli ki şarj bitene kadar aramışlardı.
Numaralara baktığımda, camide benim aradığım saatten bir kaç dakika sonra aramaya başlamışlardı.
Büyük olasılıkla onlar ile ben aynı saatte beni aramıştık, benim aradığımda çaldığı için onların ki meşgule düşmüştü. Eğer yırtarsam bu sebepten olacaktı.
"Bittim ben, bittim! Kafamı kıracaklar. Bu sefer kurtuluşun yok kızım, yandın."
Söylene söylene dışarı çıktım ve annemi aradım. Annem karşıdan öyle bir çemkiriyordu kii, eminim annemin çığlıklarını peşimden gelip biraz ötemde duran Selim komiser bile duyuyordu.
Annemin ısrarı üzerine görüntülüye geçtim. Vatan caddesi'nde olduğumu, gezdiğimi söyleyip emniyet binasını gösterdim, "Annem! Bak en güvenilir yerdeyim. "aaaa" desem bi ton polis gelir. Merak etme." dedim
Tesbih tanesi gibi yalanları sıralamıştım. Yurda yerleştiğimi, yorgun olduğum için erkenden uyuduğumu, telefonu da şarja takamadığımı söyledim. Özür dileyip yalvarsam da annemi ve babamı ikna edemedim. Ama yine sonunda yalvarmama ve ağlamaklı konuşmama dayanamamışlardı, yada onlar da bana yalan söyleyip ikna olmuş, inanmış numarası yapmışlardı.
Üçümüz de bunu yapmak zorunda olduğumuzu biliyorduk. Anne ve babam, "Kızımız iyi ya önemli olan o" diyerek kendilerini avutuyordu ama asla içleri rahat etmiyordu.
~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•~~~~~~•
Yakup bey, kendi halinde bağ bahçe tarlaları olan sıradan bir köylüydü. Geçimini hayvancılıkla sağlıyordu.
Köylüye en ufak kötülükleri dokunmayan bu aile, doğup büyüdükleri yerden, kızlarının mutluluğu ve sağlığı için ayrılmak zorunda kalmıştı. Ne olduysa bir yıl önce, kızlarının kendilerinden birden uzaklaşmasıyla başlamıştı.
İçine kapanması, günlerce ağlaması, odasından çıkmaması, yemek yememesi...
Asla sebebini öğrenemedikleri şeyi, köyde birine aşık olup karşılığını bulamaması olarak yorumladılar.
Onlar da çareyi başka bir şehre yerleşmede bulmuşlardı.
Melek hanım, kendi halinde çocukları ile ilgilenen komşularıyla yakın arkadaş olan, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan bir hanımdı.
Nurseli'den önce üç zor hamilelik geçirmiş, bebekleri hayatta kalamamıştı. Doğumuna 2 ay kala hafif hafif sancılanan Melek hanım, bu bebeğin de yaşamayacağından korkuyordu. Mart ayının en çetin günleri, yollar kardan kapanmıştı.
Babası, komşularına inek doğumuna gitmişti. Kendi bebeğinin gelmek üzere olduğundan habersiz ineğin doğumunu beklerken komşusuyla dertleşiyordu...
...Kardan dolayı yolların kapanmasından endişe içindeydi. Hanımına belli etmese de kendisi de kara kara düşünmekten geceleri uyku uyuyamaz olmuştu.
Yakup bey, çayını yudumlarken bahçe kapısına kadar sürünerek gelen karısının çığlık sesi ile aniden yerinden kalktı ve komşularıyla birlikte kapıya koştu.
Melek hanım iyice sancılanmış, kocasının gelmesini bekleyememişti.
Hep birlikte Melek hanım'ı eve taşıdılar. Doğum mecburen orada olacaktı.
Sabaha karşı doğum gerçekleşmişti ama bebeğin kalbi atmıyordu...
~~~~~~•~~~~~~