Kuşatma

2198 Words
Katrina’dan bir hayret nidası yükseldi. Dilruba ise öylece, olduğu yerde kalakalmıştı. Baldızı... Neden baldızı olacaktı ki? Aniden kafasına dank eden cevapla elleriyle çığlığını bastırdı genç kız. Obasına gidiyorlardı. Dilruba’yı vermek için değil, ablasını iğfal edip alıkoymak için! Dilruba’nın gözleri yaşardı. Ablası için üzülmekle, kendisine acımak arasında gidip geliyordu. Aptal olmamalıydı. Dilruba değersiz bir ikinci kızdı. Bu adamların onunla yetineceğini nasıl düşünmüştü? Ejder ayaklanmıştı, sırtı ona dönük, daha deminki boğuşmadan kalma şiddetli nefes alış verişiyle dikiliyordu. Uzun elleri iki yanında yumruk olmuştu. Korsan sırıtarak dudağının kenarını sildi. Ejder’e bakmaya devam ederken sırıtması soldu. Şaşkınlık ve öfkeyle karışık bir hal aldı. “Hayır...” dedi ağzını oynatarak. Bunu farsça söylemişti ama Dilruba anlamıştı. Dilruba, bunu görür görmez arkasını döndü ve koşmaya başladı. Katrina’yı sağ salim götürmek zorundalardı. Eğer bir evlilik anlaşması istiyorsa, ölüm asla olmayacaktı. Bu yüzden Dilruba arkasına bile bakmadan koşmaya başlarken hizmetçisi için endişelenmedi. Neden kaçtığını bilmiyordu. Halkını kurtaramazdı. Ovasını bu adamın pençelerinden alamazdı. Neden yenilmiş hissettiğini bile bilmiyordu. Günlerdir yağmacının neden ondan uzak durduğunu nihayet anlamıştı. Ablasının namını duymuştu ve onunla evlenecekti. Dilruba’yı da belki adamlarından birine verir, ya da o kuleye kapatırdı. Amcasının da yaptığı gibi... En önemlisi halkının başına bir yağmacının geçmesiydi. Buna nasıl izin verirdi? Amcası onunla savaşırdı değil mi? Halkı onunla savaşırdı? Koşmaya devam etti. Ardından gelen toynak seslerini umursamadı. Ciğerleri ve gözleri yanıyordu. Belki de uzaklara gitmeliydi. Halkını ve ailesini unutmalı, bir köy kadını gibi zorlu ama huzurlu bir hayat geçirmeliydi. Belinden kavrayan güçlü ellerle tüm hayalleri ayaklarının altındaki toprak misali kaydı. Yağmacılar onu bir kere yağmalamıştı. Onların malı olmuştu. Ve Dilruba yüzünden, halkı da kendi mallarından olacaktı. Yine de onu böyle kucakladı diye çırpınan kalbi kadar, kimse ona ihanet etmemişti. Dilruba eskiden kendini onurlu sanırdı. Artık onursuz kalbinin sadece bir adam ona sarıldığında çırpındığını fark ediyordu. … Ejder saatlerdir özlemini duyduğu o şeyi yaptı. Dilruba’yı kavradı ve göğsüne yasladı. Kısrağının hızını azaltmadan aksi yönde ilerlemeye devam etti. Kardeşleri silik bir gölge gibi uzaklarda kalmıştı. Ejder, öfkenin benliğini kemirdiğini hissediyordu. Nereye gidecekti bu kız? Niye gidiyordu? Duydukları onu neden kızdırmıştı? Yağmacının kim olduğunu bilmiyor muydu? Ondan ne bekliyordu? Sırf Korsan’ın sözlerinden dolayı mıydı? Ya da Ejder’in gerçek yüzünü görmek onu korkutmuş muydu? Ondan kaçacak kadar korkuyor muydu artık genç kız? Kız debelenmedi. Korkusundan olmamasını umdu Ejder. Normalde hırçınlaşır ve her şeye rağmen kollarından kurtulurdu. Şimdi teslimiyette gibiydi. Ejder sırf bunu test etmek için kızı kavrayan elini sıkılaştırdı ve onu göğsüne dayadı. Sıcak bedeni göğsünü dağladı. Kızışmış bir demir gibi göğsünün üzerinde izini bıraktı. Kollarının üstüne düşen iri göğüsleri ve sıcaklığıyla yakan teninin sarhoş edici kokusu Ejder’i sakinleştirmedi. Daha beter kuduruyordu. Kız, kaskatı kesildi. Halen ses çıkarmasa da, uzaklaşmaya çalışıyordu şimdi. Ejder, ilk kez kendini açıklamak zorunda hissetti. Çünkü kız korkmuyordu. Kırgındı. “Neden kaçıyorsun Dilruba?” diye sordu. Sesi, daha önce hiç kullanmadığı bir tonda çıkmıştı. Bu kız ona kendiyle ilgili bilmediği şeyler öğretiyordu. Ejder, bir insan gibi hissedebiliyordu. “Çünkü bana ihtiyacınızın olmadığını anladım,” dedi kız aldatıcı bir sakinlikle. “Sana neden ihtiyacımız olmasın?” dedi genç adam atını yavaşlatarak. Kızdan yükselen soluk alma sesi, kendi soluk verme sesiyle birleşti. Ne kadar öne kayarsa kaysın sırtı halen göğsüne değiyordu. Kolları, Ejder’in kollarının arasında sıkışıp kalmıştı. Ejder atının yularını tutma bahanesiyle öne doğru eğilmişti. Onun güzel kokusunu ciğerlerine çekti. Yapmaması gerektiğini bildiği halde gözlerini yumdu ve ona doğru sokuldu. Kız her defasında biraz daha öne doğru eğildi. Bir böcekten kaçar gibi kaçıyordu. Garip bir yaratıktan kaçar gibi... Hakkı vardı. Ejder gibi bir mahlukattan herkes tiksinirdi. “Çünkü ben ikinci kızım,” dedi kız kısık bir sesle. Ejder onu duyabilmek için öne doğru eğilmek zorunda kaldı. “Artık bir Bey olma niyetinde olduğunu kavrayabiliyorum, aptal değilim. Biraz saf olabilirim ama senin amacını kavrıyorum. Benim için ödenecek kefaretten çok, ablamın çeyizi olan ovamızı istiyorsun. Her güçlü adam gibi unvan ve güzel bir eş istiyorsun.” “Yanlışın var...” diye fısıldadı Ejder kızın kulağına. “Güzel bir eş isteseydim, ablanı asla karım yapmazdım.” Dilruba mümkünmüş gibi daha çok kasıldı. “Neden ablam?” diye sordu aniden. “Bir başka Bey kızı olabilir. Seni damadı olarak isteyecek, güçlü bir yandaş arayacak onca insen varken neden ablam?” Bunu sitem eder gibi söylemişti. Ejder ilk kez, zorlukla konuştu. “Çünkü ablan kolay olan. Kardeşlerim için toprak parçası ve yemek demek. Giyecek, unvan ve ev demek.” Dilruba bir anda yan dönerek Ejder’e baktı. Ejder onun kızarmış gözlerine hayretle bakakaldı. Hem nefret, hem de gücenmiş olan gözlerine... “Sizin ırkınız bile belirsiz. Hükümdarın buna izin vereceğini nasıl düşünürsün? Yağmalamakla Beylik alınmaz.” Ejder ona uzun uzun baktı. Nefesini üfleyerek fısıldadı: “Benimde planlarım var Dilruba. Bey olmam için hazırladığım bir zemin var ve engel olan herkesi o zeminin altına alacağım.” “Ya ben engel olursam?” diye sordu kız kaşlarını kaldırarak. O inci tanesi gözleri parlıyordu. “Ya ben senin önüne geçersem? Beni de alır mısın ayaklarının altına?” “Alırım.” dedi Ejder düşünmeksizin. Onu asla ayaklarının altına alamayacağını söyleyemezdi. Söz konusu kardeşleriyse, kendi canı bile umurunda değildi. “Gerekirse seni elimin altından çıkarırım.” diye imada bulundu. Kızın bunu anlamasını bekledi. Dilruba’nın kavradığı o anı görmedi. Kız arkasını döndü ve atının altın rengi yelesini okşadı. Yumuşak beyaz elleri zarif ve sevgi doluydu. Atın kısa parlak tüyleri kızın parmaklarının arasından ipek gibi kayıyordu. Ejder’in teni sızladı. Atı kıskandı. “Kuleye mi kapatacaksın?” diye sordu kız, ses tonundan ne düşündüğü anlaşılmıyordu. “Uslu durursan, evlenene kadar bizimle kalırsın.” Bir süre sessiz kaldı kız. Ejder eziyet içinde onun kendine bağırmasını istedi. Küfür edebilir, tokatlayabilir, hatta atın üstünden bile itebilirdi. Bu sessizlik hoşuna gitmiyordu. Belki de artık korkmaktan da öte, genç adamın varlığını umursamıyordu. “Peki, kiminle evleneceğim?” diye sordu kız. “Senin kardeşlerinden biriyle mi?” “Hayır!” diye bağırdı bir anda Ejder. Bu kadar şiddetli reddetmeyi planlamamıştı ama hayali bile kötüydü. Onu Taylan’ın veyahut Korsan’ın yanında hayal edemiyordu. “O zaman bana uygun birini bulacak mısın?” “Elbette.” dedi Ejder boğazını temizleyerek. “Sana birçok talip gelmesi için çeyizini de çoğaltacağım.” “Demek bana talip gelmesi için çeyiz gerekli.” dedi kız daha da kırılgan bir sesle. Ejder yine, “Hayır!” diye itiraz etti. “Sadece ünvanlı adamların gözlerini boyamak gerek. Seni güzelliğinden dolayı isteyecek çok adam vardır. Ama senin güçlü bir adama ihtiyacın var.” “Sen benim nasıl birine ihtiyaç duyduğumu nereden biliyorsun?” diye çıkıştı kız. “Belki de bir dilenciyle evlenmek istiyorum.” Ejder zorlukla yutkundu. Umut kalbinde yeşerirken bu histen nefret etti. Artık bir dilenci değil, bir yağmacıydı. Yakında da Bey olacaktı. Ve asla bu kızla evlenemezdi. “Öyle mi istiyorsun?” diye sordu kayıtsız tutmaya çalıştığı sesiyle. “İstesem ne olacak?” diye parladı kız. “Nasıl olsa beni keyfinin tuttuğu insana vereceksin. Senin de amcamdan farkın yok.” Ejder orada olduğunu unuttuğu kalbinin sızladığını hissetti. Bu histen nefret etti. Yuları tutan ellerini sıkılaştırdı. Böylece kız kollarının arasında sıkışıp kaldı. Bir süre sessizce ilerlediler. Yorgun düşen Dilruba arkaya doğru eğiliyor, sırtı göğsüne değdiği an tekrar dikeliyordu. Yorulmuştu. Ama inadından asla ödün vermiyordu. Acı bir tebessüm oturdu adamın dudak kıvrımlarına. Onu kollarında, rahatlamış bir halde beraber yolculuk yaparken düşündü. Uysallığı nasıl olurdu? Kocasına karşı şefkatli bir eş olur muydu? Rahatlamış, tatmin olmuşken nasıl görünürdü? Yüzü kızarır, teni terden ıslanır ve o güzel dudakları ayrılıp, uyku mahmuru gözleriyle nasıl bakardı? Kendine kızarak kızı evlendirmek zorunda olacağı yakın geleceği düşünmesi gerektiğini hatırladı. “Nasıl bir eş istiyorsun?” diye sordu aniden. O eşi öldürme isteğini bir köşeye itti. Artık bu kızla kardeş olacaklarına göre, onun işe yaramaz kocasını ayarlaması gerekti. Bir Bey olarak ilk görevi güzel baldızını gözünün önünden çekmekti. Kız homurdandı. Ejder onun cevap vermeyeceğini sandı. Ama kız yumuşak bir sesle cevap verince, kemikleri adeta etlerinden çekildi. “Beni seven bir adamla.” “Sevgi biter.” diye homurdandı Ejder. “Daha sağlam şeyler istemelisin.” “Ne gibi?” diye sordu kız. Ne yani, şimdi kocası hakkında sohbet mi edeceklerdi? Ejder onunla konuşuyor olmanın memnuniyetiyle bu tahammül edemediği sohbet konusuna katlanmak zorundaydı. Kırgınlığından iyiydi. “Nam gibi. Güç gibi. İsim ve altın gibi.” “Altın, altın!” diye öfkeyle söylendi kız. Ona ağzını mı geveliyordu? Ejder hayatında ilk kez böyle bir şeye mazur kalmıştı. Şaşırtıcı bir şekilde... Komikti. Gülümsedi. “Bir de gümüşler ve sikkeler var.” Kız daha çok homurdandı. Sonra başını kaldırıp açan güneşe baktı. Ejder onu tepeden gördüğü için kirpiklerinin ne denli uzun olduğunu öğreniyordu. Dudak kıvrımında bir ben taşıdığını, beyaz teninin bir kuğu andırdığını da... “İnançlı bir adam olmalı...” diye fısıldadı kız. Ejder tane tane listenin en sonuna doğru ilerliyordu. Neden halen onun listesine uymak istiyordu ki? “Yakışıklı ve hoşgörülü olmalı. Beni dinlemeli. Çocukları sevmeli ve insanlara yardım etmeli. Diğer erkekler gibi evlenir evlenmez ikinci eşi düşünmemeli.” Ben onunla evli olsam ikinci eşi asla düşünmezdim, diye düşünde Ejder. Onunla evlenecek olan adamın da asla düşünmeyeceğine emindi. Dilruba, tüm kadınlardan güzeldi. Tüm kadınlardan akıllı ve güçlüydü. Ona dokunmak bile bir adamı memnun ederdi. “Gözleri... Rengi önemli değil ama güzel bakmalı.” dedi kız. Ejder gözlerden bahsedildiğinde olduğu gibi gerildi. “Saçlarının rengi de mühim değil. Sadece ona baktığımda gönlümün ferahlamasını istiyorum.” “Bir avuç saçmalık.” diye homurdandı Ejder. “Kimse, kimseyi böyle sevmez. Eğer böyle bir adam istiyorsan sonsuza kadar bekar kalırsın.” “Kalırım...” dedi genç kız inatla. “O kişi gelene kadar kalırım.” Ejder’in varlığını yeni hatırlamış gibi öne doğru kaykıldı. Ejder aralarına giren havadan nefret etti. Genç kız omuzlarını kaldırdı ve ondan olabildiğince uzak dururken, zehir gibi sesiyle konuştu. “O kişi gelene kadar da, bana uzatılan tüm elleri düşünmeden keseceğim.” diye tısladı. Ben de, diye düşündü Ejder. Bende sana uzatılan tüm elleri keseceğim. “Şimdi ne olacak?” diye sordu Dilruba. “Karşı gelirlerse savaşacak mısınız?” “Hayır... Onlar artık benim topraklarımın insanı. Onlarla asla savaşmam. Savaşmadan onları kazanacağım.” Dilruba alaycı bir ses çıkardı. “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” “Ben istediğimi elde ederim Dilruba. Hakkımda bilmen gereken tek şey bu. İstediğimi almayı küçük yaşlarda öğrendim.” Şimdi Beylikten bahsetmiyordu işte. Kız; “Bu hayatta, bazen elde edemeyeceğin şeyler de olur. Paranın ve gücünün yetmediği şeyler...” dedi. Senin gibi, diye düşündü Ejder. Ama sözleri zehir gibi çıktı. “Ben istediğim her şeyi elde ederim. Buna tanrınız bile karışam...” Kız aniden döndü ve elleriyle ağzını. O güzel, narin elleri dudaklarını kapattı ve susturdu. Göz bebekleri iç içe geçti. Ejder göz bebeklerinin farklılığını menekşe rengi gözlerin içinde gördü. Kızın endişeli gözleri kocaman olmuştu. Etrafına bakınıyor ve bir şeyler fısıldıyordu. “Allah seni gazabıyla yakacak...” diye fısıldadı. “Yanmak istemiyorsan sus!” Ejder eğlenerek kaşlarını kaldırdı. Kızın narin ellerini dudaklarından çekti ama bırakmadı. Bir elinin içine alıp sıkı sıkı tuttu. “Allah’ın eğer varsa ve oradaysa, beni çoktan yakmış olmalı Türkmen kızı.” Kız kaşlarını daha çok çattı. Ağzını tekrar kapatmak istiyormuş gibi bir hali vardı. “Allah’ın beni pek sevmiyor olmalı. Çünkü bu dünyada yeterince cehennemi yaşadım. Şimdi cennetle kandıramaz kimse beni. Varlığına inanmıyorum. Allah’ının varlığına inanmıyorum. Eğer varsa ve beni şuan görüyorsa, ona meydan okuyorum. Yaksın beni. Şu günlere gelene kadar yaktığından daha fazla!” Dilruba bayılacakmış gibi görünüyordu. Rengi solgun bir sarıya döndü. “Sen kaybolmuşsun...” diye fısıldadı adamın gözlerine bakarak. Ejder bu sözlerle tutulup kaldı. Kız daha da yaklaştı ve acı içinde kaşlarını çattı. “Zavallı, küçük çocuk Ejder. Sen neler yaşadın da, kalbini ve inancını kaybettin?” Ejder irkildi. Bu sefer ateşe değmiş gibi geri kaçan kendisiydi. Atının yularına uzandı ve kızı görmemezlikten geldi. “Ben zavallı değilim, ben Ejder’im.” diye homurdandı. Yüzünü aşağı eğdi ve gözlerini kaçırdı. “Çirkin ama güçlü adam.” “Sen çirkin değilsin...” diye mırıldandığını sandı kızın.” Sen sadece yolunu kaybetmiş koca bir çocuksun.” Ejder atını mahmuzladı ve kardeşlerinin istikametine ilerledi. Sessizlikle geçen bir sürenin ardından, “Beni evlendirme.” diye itiraz etti Dilruba. “İstemediğim bir adamla evlenmektense o kuleye kapatılmaya razıyım. Hatta bir köyde bile yaşarım. Halkın arasında, onlar gibi.” Ejder onu yine duymamış gibi yaptı. O güzel ellerin toprak işlerinde veyahut kilim işlerinde yıpranacağını düşünmeye dayanamıyordu. Köyün erkekleri onun için savaşırdı. Son olarak, “Ejder...” diye seslendi kız. Adını söyleyiş şekli adamın ellerini terletti. Nefesi sıklaştı. Rüzgara yordu. Kalbinin şiddetini hıza yordu. “Ne olur, halkıma zarar verme…” Bu son konuşmalarıydı. Ovanın çadırlarına ve en görkemli evine, yani eski Bey’in sarayları andıran hanına vardıklarında tek bir kelime bile etmediler. Kapı görevlisi borazanını iki kere çalıp, Ejder’in gelişini duyurduğunda ise ayrılık vakti gelmişti. Ejder onu kucağından kaldırıp ıstırap içinde boş ata oturttu. Artık Dilruba’yı bırakıyor ve yeni karısıyla tanışıyordu. Artık bu koca hanı sahipleniyordu. Dizleri neden üşüyor, göğsünde koca bir delik açılmış da, rüzgar oradan esiyor gibi hissediyordu? Kapı açıldı ve bir ıslık çaldı. Aynı anda Dilruba’nın etrafını bir kaç kardeşi kuşatmış ve Agah öne çıkmıştı. Elindeki o garip topu yerlere atmaya başladı. Önce gürültülü bir ses, sonra yoğun bir sis etrafı sardı. Sinsi savaş başlamıştı. Kan değil, akıl dökülüyordu. Hayatlarında ilk kez bu sesli silahlarla tanışan halk kaçışmaya başladı. Ejder onlara zarar vermeyecekti. Ama gücünü görmelerini istiyordu. Kim olduğu, ırkı ya da dili önemsizdi. O Ejder’di. Bir Türk Beyi olma yolunda ilerleyen, ormanın yetim çocuğu. Dağların öksüz hayvanı. Suların kimsesiz sahibi. Bir kardeş. Bir lider. Bir güç ve en önemlisi artık bir Bey. Gülbanu’nun kocası... Dilruban’ın hiçbir şeyi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD