Ejder önünde köpüren denize baktı. Koca bir balinanın kuyruğunu yüzeye çıkarıp yeniden batırışını seyretti. Doğduğundan beri ilk kez elleri uyuşmuştu. İlk kez derin bir boşlukta yuvarlanıyordu.
Onu görmüştü. Deli gibi merak ettiği, rüyalarına giren altın rengi saçlarına tanık olmuştu. Ve bitmesi gerekiyordu. Bu merakın, bu isteğin son bulması gerekiyordu. Peki ya, neden şimdi şu balinaya imreniyordu? Bir ejderhaydı o. Kör kadın onun tüm hayvanlardan, insanlardan bile üstün olduğunu söylemişti. Zincirin en başındaydı ejder. Öyle öğrenmişti. Öyle yetişmişti.
Peki, bu Ejder’i bile dize getiren kız da kimdi? Hangi kudretli hayvan, hangi sihirli iksirdi. Kocakarıların kuru hayvanlarla kaynattığı lanet miydi? Bir şamanın çağırdığı karanlık ruh muydu? Belki de bir büyücünün en etkili mührüydü.
Ejder, yakınına yaklaşan gölgeyle toparlanmaya çalıştı. Öne doğru uzattığı bacakları kaskatıydı. Onları üstün bir beceriyle gevşetti. İstemsizce göğsüne götürmüş olduğu elini yanına düşürdü. Gelen sadık arkadaşı, büyük kardeşiydi. Bu çabalar boşaydı. Korsan bir kere baktığında Ejder’in aldığı nefese kadar görürdü.
“Nasıl da kendi doğasında, ama bir o kadar oraya ait değil.” Ejder, kendinden mi yoksa batıp çıkan balinadan mı bahsettiğini bilmiyordu. Korsan devam etti; “Balinaların ne olduğu bilinmeden önce onlara deniz canavarı denildiğini biliyor muydun?” Ejder kafasının arkasını bir kere, gürültüyle arkasında ki tahta direğe vurdu. Daha demin Dilruba’nın saçlarına dokunmuş olan direğe... Korsan bunu görmemezlikten gelerek devam etti. “İnsanlar bilmedikleri her şeyden korkarlar. Onlara yabancı gelen her varlığa canavar kılıfı takarlar. Kendilerinden farklı mısın, o vakit korkulacak olansın.”
Ejder doğmaya yüz tutmuş güne baktı. Şimdi Korsan’ın kendinden bahsettiğini anlıyordu. Kimseye söyleyemeyeceği o şeyi söyledi; “Benden korkmuyor. Yada beni canavar olarak görmüyor. Sadece iğreniyor. Garip değil mi? Bunca zaman böyle bir kadın, böyle güçlü bir kalp aradıktan sonra, asla elde edemeyeceğim bir kadında bulmam...”
“Senden iğrenen bir kadından...” dedi Korsan bu kelimenin üstüne dikkat çekerek. Ejder savunmaya geçti. “Korkmasından daha iyidir.”
“Bu kadar mı umutsuzsun koca adam?”
Ejder kaşlarını çattı. Saçlarının zıttı olan sakallarını kardı. Görünürde bunu kabullenmiş olsa da, farklı görünmekten nefret ediyordu. Onu bu güne, bu güçlü Ejder’e görüntüsü getirmişti. Aynı zamanda sırtında ki yaraların, yüzünde ki lekelerin, geçmişinin de tek suçlusu onlardı. Ne zaman bir insanın ona baktığında gözlerinin farklı saçlarına, tek gözüne kaymadığını görse, heyecanlanırdı. Bu hiç olmamıştı. Kardeşleri bir nebze onu görse de, ilk kez bir insan olarak gören o kızdı.
Bu yüzden Ejder vahşileşmeyi seçmişti. Nasıl ki bir aslanın yelesine kayıyorsa korkak insanın gözleri, nasıl ki sivri dişlerini görüp tedbirle uzaklaşıyorlarsa, Ejder’den de öyle kaçınıyorlardı. Bunu erken yaşta öğrendiği iyi olmuştu genç adamın. Dilenmek yerine görüntüsünün getirisini kullanmıştı. Hayvanlarla kurduğu iletişim bile insanların gözünde onu iblis yapmıştı. Bir meleğin rengi çalan iblis...
“Uzun zaman önce bu takıntından vazgeçtiğine inanırdım. Senin kalbinin en derinini bile gördüğümü sanırdım. Bu kızda olan nedir ki, senin gibi içi ölmüş bir adamı diriltiyor?”
“O...” dedi Ejder ve sustu. Ne diyebilirdi? Kızı tasvir eden bir kelime bulamıyordu. En sonunda, “Garip.” Dedi. Korsan çirkin bir kahkaha attı. Ejder yüzünü buruşturdu ve devam etti.” Oldukça garip. Sen bir kadının korktuğu için değil de, tedbirli davrandığı için sana dokunmamasını nasıl algılarsın?”
Korsan homurdandı. Kadınlar konusunda konuşmaktan nefret ederdi. Ne kadar göstermese de utangaç bir adamdı. “Bir kadın benden hep korktuğu için kaçar.”
“İşte bu kız benden korkmuyor!..” diye itiraz etti Ejder. “Sadece... Yakınımda durmak istemiyor gibi. Tedbirli davranıyor. Ya ben aklımı oynatıyorum, ya da bu kız bana büyü yapıyor.”
“Bir aptal bana kadınların şeytan kadar akıllı olduğunu söylemişti.” Ejder gözlerini devirerek gökyüzüne baktı. Korsan devam etti.”Başka bir aptal da, kadınların melek kadar inandırıcı olduğunu...”
“Bence aptallarla fazla sohbet ediyorsun.” Dedi Ejder, halinden memnun balinayı izlemeye devam eden Korsan’a.
“Olabilir. Bana kalırsa Agah’ta fevkalade bir aptal. Ama ısınmamızı, mahremiyetimi, akıl almayacak icatları onunla ediniyoruz.”
Ejder bunu onaylamadan edemedi. Agah’la ilk tanıştığında onun aklını yitirmiş bir çocuk olduğunu sanmıştı. Ta ki o ince kıymıklardan kendine bir kuş avlama silahı edinene kadar... Belki de aklı o kadar doluydu ki, insanlarla iletişim kurup onlar gibi davranmaya vakit bulamıyordu.
“Gün ayana kadar eski Ejder’e dönüşmelisin...” dedi aniden Korsan. Oldukça ciddi bir ses tonuyla ekledi. “Liderler bocalamazlar. Ardında binlerce genç ve sahipsiz çocuk var. Kendinden önce onları düşündüğünü biliyorum ama daha dikkatli olmalısın. Bu yola beraber baş koyduğumuzda hayatımızı yağlı bir urgana bağladık ve şu taşan denize doğru sallandırdık. Biz normal değiliz Ejder. Normal bir evlilik ve mutluluk bekleyemeyiz.”
Ejder bir süre sadece kardeşine baktı. Onun ne denli bir ağız ve gönül yangını geçirdiğini bilmiyordu ama hissediyordu. Haklı olduğunu hissettiği kadar... Bir karar vermesiyle ayaklanması bir oldu. Kıyafetlerini silkeledi. Kararından vazgeçmemek adına gür bir sesle Korsan’a kararını duyurdu.
“Dilruba’nın gözetimini sana veriyorum Korsan. Sabah kıyıya vardığımız an, bir lider olarak en önde ilerleyeceğim. Bir kere dahi arkama bakmayacağım.” Kararından memnun hızla odasına ilerledi. Bir kaç saate kıyıya varacaklardı ve Ejder günlerdir uyku uyumamış gibi hissediyordu.
Korsan gözden kaybolan Ejder’in arkasından uzun uzun baktı. İşin ehemmiyetini adamın yönünü şaşıran ayaklarıyla fark etti. Dalgaya karşı yüzen balıklar gibi kızın odasına doğru gidiyor, ardından sarsakça yön değiştiriyordu. Korsan daha önce asla böyle bir aksamaya tanık olmamıştı.
“Yelkenler fora!” diye bağırdı çaylaklara. Uyuklayan çaylak anında ayaklandı. Kürek çeken çaylakların sesi ise dalgaların şapırtısını taklit ediyordu. Daha hızlı, daha çabuk, diye düşündü Korsan. Rüzgar tenini gererken hazla gözlerini yumdu. Bunu seviyordu. Hızı ve yaşamı hissetmeyi... Ve erkenden kıyıya varıp muhtemelen bela olacak olan bir Bey kızından kurtulmayı...
...
Gölgeli Geçmiş
10 yıl önce…
İki kız altın gibi saçlarını güneşte çimene sermiş, ıslanan eteklerini kurumaları için ağaca asmışlardı. İç etekleri ve askılı gömlekleriyle, açık havada durdukları halde suçluluk hissetmiyorlardı. Aralarında çok az yaş farkı vardı. Kimin büyük olduğunu insanlar hep karıştırıyordu çünkü küçük kardeş hep daha iri, daha önde ilerliyordu. Abla ise cılız, ufak boylu olmasına rağmen merhamet doluydu. Kız kardeşini her şeyden ve herkesten korurdu. Ayağının bir ucunu suya sokan küçük kardeş, tembel bir gülümsemeyle ablasına takıldı.
“Bizi bu halde yakaladıklarını hayal etsene? Dadım baygınlık geçirirdi.”
“Seni bu halde hep yakalıyor zaten. Asıl sana ayak uydurduğum için bana on gün odamdan çıkmama yasağı verirdi.”
Eliyle havada deseneler çizen küçük kardeşine kaşlarını çatarak baktı. “Sabahtan bu yana elin havada bir şeyler çiziyor. Ne yapıyorsun Allah aşkına Dilruba?”
“Gökyüzüne resim yapıyorum.”
“Ahmak kardeşim. Gökyüzünde resim kalır mı? Gök kararır silinir. Yağmur yağar akar. Güneş yakar yok olur.”
“Aklımda orada olacak.”
“Sadece senin aklında kalacaksa ne değeri olacak?”
Dilruba burukça gülümsedi ve ablasına döndü. “Artık yalnızca benim aklımda olmayacak. Sana anlattım.”
Ablası şaşkın bir kahkaha attı ve gerisin geri uzandı. İkisi büyüdüklerinde aralarında ne denli büyük bir mesafe olacağını kestiremeden, o günün son kahkahaları olduğunu bilmeden gün boyu güneşin ve suyun tadını çıkardı. Henüz çocuk olan bedenleri büyüyecek, serpilecek ve her erkeğin rüyasına girecekti. Güzellikleri bu iki kızın en büyük cezası olacaktı.
Küçük kardeş, büyük. Büyük kardeş küçük yüklerin altında ezilecekti. Ya da tam tersi… Çünkü bu sıralamayı onlara amcaları öğretmişti. Hangisinin küçük, hangisinin büyük olduğunu yalnızca o biliyor, kaderlerine kendi kanlı elleriyle karar veriyordu.
Ama amcasını hesaba katmadığı bir şey vardı. O kaderin ipini kesecek olan Beyaz saçlı adam, acımasız ve korkusuz Ejder’in ta kendisiydi.
…
Dilruba önünde ilerleyen adama boynunu delebilirmiş gibi baktı. Nasıl da mağrur, nasıl da yeryüzünü korkutan cinstendi. Beyaz saçlarını yine o aptal pelerininin, aptal başlığının altına saklamıştı. Sanki daha dün genç kızın mahremiyetine dalan o değilmiş gibi, Dilruba’nın varlığından bir haberdi. Korsan ilgileniyordu artık genç kızla. Ata bindiriyor, temizlenmek istediğinde su bulabileceği mahrem bir yerde onu bırakıyordu. Bu topraklarda, kendi topraklarında ondan daha çok korkuyorlardı. Bu yüzden daha tedbirli davranıyorlardı.
Agah dışında. “Oho!” diye şenlikle bağırıyordu atının yelesini bile tutmayan deli adam. “Ben buranın havasını sevdim. Aklıma hin fikirler getiriyor.”
Anka homurdandı. “Senin aklından o hin fikirler ne zaman geçmiyor?”
Şad, Dilruba’nın diğer yanından eğildi ve genç kıza fısıldadı:
“Çok yorulmuş olmalısın. İstersen onları durmaları için ikna edebilirim.”
Dilruba çöken omuzlarını kaldırdı ve inatla kafasını iki yana salladı. Gerçekte bacakları uyuşmuştu. Gece boyunca hem utancın hem de denizin etkisiyle uyuyamamış, sabahın seher vaktinden beri at sürdükleri için de bitap düşmüştü. Ama bunu yağmacıların anlamasına izin vermezdi. Özellikle birinin...
Yollar tanıdık gelmeye başladığında adamlar duraksadı. Eskiden kız kardeşiyle yüzdüğü derenin yanına gelmişlerdi. Dilruba, burayı görmeyeli ne kadar zaman geçtiğini hatırlamıyordu ama o çimende uzandıkları gün dün gibiydi. Anılar üstüne çullanırken, ortamın hararetlenmesiyle şaşkınca adamların suyun kenarında suratlarını çamura bulamasını izledi. Saçları onlara engel olmasın diye arkalarında sıkı sıkıya örgülüydü. Savaş silahlarını bir kere daha gözden geçirdiklerinde Dilruba titreyerek atından atladı. Belki de şimdi kaçmalıydı. Katrina’ya bir bakış attı. Oda atın üzerinde bitap halde, olanları izliyordu. Yüzünde garip bir teslimiyet vardı.
Dilruba geriye, Katrina’ya doğru usul usul adımladı. Amcasını uyarmalıydı. Bu adamlar altın için değil, savaş için buradaydı. Suratlarındaki savaş boyaları da bunun açık beyanıydı. Tam artık arkasına dönüp hızla uzaklaşacakken sert bir bedene çarptı. Çarpmanın etkisiyle yalpaladı. Karşısında Ejder’in olacağını düşünen genç kız gözlerini açtığında Korsan’ı gördü. İçinde beliren bu hayal kırıklığı da neyin nesiydi?
“Nereye prenses?” dedi Korsan, Ejder’in ona seslendiği şekilde seslendiğinde Dilruba’nın tepesi attı. Bunun sebebini sorgulamak istemedi. Sadece öfke doluydu.
“Bana buraya pazarlık yapmaya geldiğiniz söylendi. Siz, savaş için hazırlanıyorsunuz!”
Korsan kahkaha attı. Bir elini aslanın yelesine benzeyen siyah saçlarına daldırarak sırıtmaya devam etti. “Tamam, yenilmez olarak görüyor olabilirsin ama o kadar da değiliz. Savaşa gelmiş olsaydık yirmi adamla değil, yüzlerce adamla gelirdik.”
Dilruba buna inanmadığını belirtircesine adamların hazırlandığı alana bakış attı. Korsan da onu taklit etti. “Ha! Onların hazırlığından bahsediyorsan... Bunu hep yaparız. Rakibin gözünü korkutma taktiğidir bu. Zaten çamura bulanmış bir adamı toprak olmakla korkutamazsın. Kirli dövüşürüz. Saç tellerimizin bile görüşümüzü engellemesine izin vermeyiz. Tıpkı isimlerimiz gibi gaddarlık ve vahşilik barındırırız. Bunu bizim karşımızda duran herkes bilir-bilmeli prenses. Güç için çirkinleşebileceğimizi herkes öğrenmeli.”
Ona bir daha prenses derse Dilruba gırtlağına emektar tokasını saplayacaktı. Neyse ki Korsan’la arasına bir gölge girdi ve adamın alaycı bakışlarını böldü. Kafasını kaldırıp bu gölgeye bakmadan önce kokusu etrafını kuşattı; yanakları ısındı ve teni bu tanıdık hisle karıncalandı.
“Ona göz kulak ol dedim...” dedi hırlayan ses. Dilruba sesin etkisiyle kemiklerine kadar titredi. “Onun burnunun dibine gir ve tüm sırrımızı açıkla demedim Korsan!”
Korsan’nın homurdanışı duyuldu. Dilruba’nın gördüğü tek şey geniş bir sırt ve rüzgara karşı kara bir kanat gibi açılan pelerindi. Derin sessizlik Dilruba’yı korkuttu. Ejder ve Korsan arasında esen serin rüzgar genç kızı titretti çünkü gariplik olduğunu hissediyordu. Şimdi neden kavga ediyorlarmış gibilerdi? Onu Korsan’a emanet eden kendisiydi. Şimdi ateşiyle herkesi yakmaya hazır Ejderhalar gibi, salınan saçlarını pelerininde saklamış ve kükreyen soluklar alıyordu.
“Çekil Ejder!” dedi Korsan. Ne cesaretli bir adamdı! Dilruba Ejder’in gözlerini görmemesine rağmen dilini yutmuş gibi hissediyordu. Genç adam Korsan’a doğru bir adım attığında ise gayr-i ihtiyari elini uzattı ve pelerinini tuttu. Adamın ayağı havada asılı kaldı. Eğer daha deminki sessizlik bir sessizlik değilse, şimdiki öyleydi. Karıncalar bile hareket etmiyor olmalıydı. Rüzgar uğuldadı ve uğuldadı. Dilruba adamın siyah kanatları andıran pelerinini bırakamıyor, adam da arkasını dönmüyordu.
Aniden Korsan’dan yükselen kahkahalar birbiri ardına tekrarını verdi. Tüm adamlar, Ejder hariç hepsi katıla katıla güldü. Dilruba utanarak elini hızla çekti ve eteklerinin arasına sakladı. Ejder’in omuzları hareket etmiyordu. O da Dilruba’nın bir aptal olduğunu düşünüyor ve gülmemek için kendini tutuyor muydu?
Korsan, “Bin yıl daha yaşlandım...” diye bağırdı şen bir sesle. “Küçük, tatlı bir prenses beni koruyor!”
Ne olduysa o anda oldu. Ejder kükreyerek iri Korsan’ın üstüne atladı. Dilruba yerde boğuşan siyahlar içinde iki varlığa bakakaldı. Kimse elini uzatmıyordu. Ejder dişlerinin arasından hırladı. Bağırtıların ve tezahüratların arasında, “Ona bir daha öyle seslenirsen...” gibi bir tehdit işittiğini sandı Dilruba. Şimdi Korsan üste çıkmış ve Ejder’i yumrukluyordu. Çamurlar içinde kalan adamların dünya umurunda değildi. Dilruba müdahale etmekle arkasını dönüp son hızla koşmak arasında kaldı. Kaçmalıydı. Onurlu Türk kızı bunu yapardı. Bu barbalar için endişelenmezdi. Onu kaçıran yağmacı için korku duymazdı. Kafasını iki yana sallayarak bildiği bu topraklarda sığınmak için nereye kaçabileceğini düşünürken buldu kendini. Etrafı kolaçan etmeye ve geri geri yürümeye başladı. Gözlerini aptal yağmacıdan çekemiyordu. Dudağı kanıyordu ama o hırsla bir şeyler söylemeye devam ediyordu. Onu ittirip çamura batıran Korsan ansızın bağırdı. Bu sözler, Dilruba’yı bir ok gibi nişan aldı ve yaraladı.
“O senin baldızın olacak olacak Ejder! Ben de, bu hatuna nasıl istersem öyle seslenirim.”