Bedenimi esir olan o vicdansız, o can çekiştiren, nefes almamı zorlaştıran korkumla karşımda, geçit vermez sağlam bir kale duvarı gibi dikilmekte olan ormana bakıyordum ve başımı sağa çevirdiğimde, geldiğimiz o yolu gördüm ama ordan gidemezdim ki. Kabak çiçeği gibi göz önünde olurdum o yolda ve bu durumda beni dakikalar içinde yakalamaları işten bile değildi.
Sanki hayatımı tamamen onlara borçlu olacağım, çok kıymetli bir hazineymiş gibi göğsüme bastırdığım ayakkabılarımla baktım bir an ve korkmuş benliğime, ruhuma ihtiyacım olan gücü, cesareti vermek için, "ya Bismillah" dediğim gibi ormana, uçsuz bucaksız bir denize dalarcasına giriş yaptım.
Deli gibi koşmaya başladım. Amacım, ancak evden biraz uzaklaşabildikten sonra ayakkabılarımı giyinmekti. Duştan sonra ayağıma giydiğim o kalın, siyah çoraplarım, şimdilik ayaklarımı koruyordu ama sık ağaçlı orman zeminindeki toprak, çalı çırpı, küçük taşlar, kırılmış dal parçaları tabanlarıma batıp, canımı yakıyordu. Olsun.. bunları umursayacak halde değilim şimdi. Ciddi ciddi canımı kurtarmanın derdine düşmüştüm ve tek yapabildiğim, koşarken sağdan soldan yada direk karşıma çıkan ağaçların, irili ufaklı yada uzun, kısa boylardaki, etraflarına sanki beni yakalamak isteyen elleri gibi uzattıkları o dallarından, yüzümü korumaya çalışmak oluyor. Kollarımı her kaldırıp, yüzüme siper ettiğimde, kazağım darbe alıyor. Evden kaçarken, montumu alamadım, çünkü o kadın onu nereye koymuştu hiç bilmiyorum.
Aralıksız koşmaya devam ettim ve koştukça burnumdan, açık bırakmak zorunda kaldığım ağzımdan içeri giren o buz gibi hava boğazımı yakan bir soğuklukta, nefes borumu titreterek ciğerlerime doluyor ve alveollerimi resmen donduruyordu. Biraz daha böyle koşmaya devam edersem, artık buz gibi havayla şişen ciğerlerimin patlayacağından da korkmaya başladım.
Ne kadar uzaklaştığımı hiç bilmiyorum ama artık ayakkabılarımı giymek zorunda olduğumu biliyorum çünkü artık sadece tabanlarım değildi acıyan... ayaklarıma takılan her çalı, her dal parçası çoraplarıma üst üste darbe veriyordu ve nerdeyse ayaklarımda çorap namına bir şey kalmadı.
Durdum birden... her şeyde benimle durdu sanki... ormanın derinliklerinden gelen değişik cinsteki kuşların, birbirinden farklı tondaki o ürkütücü seslerini duymaya başladım. Oysa deli gibi koşarken duyduğum iki şey, vardı. Biri durmadan önce son çığlıklarını atarmışçasına çarpan kalbimin sertleşmiş vuruşlarının sesi ve ona eşlik eden artık hırıltı halinde çıkan yada derin iç çekişler halinde varlığının son demlerindeymişçesine alıp verdiğim, buz kesmiş nefesimin sesiydi.. çok yoruldum artık çok. Öyle yoruldum ki tek bir adım atacak gücüm kalmadı... koskoca ormanda yalnızım, yapayalnızım hemde.. dizlerimin üstüne çöktüm bir anda... deli gibi ağlamaya başladım.. öyle yalnız, öyle çaresiz hissediyorum ki ve ben daha önce hiç böyle hissetmedim ki.. o yetimhanede, o beni fırsat buldukça döven Nesrin denen kadının elinden kurtulmaya çalıştığım zamanlar bile böyle çaresiz hissetmedim ki ben.
"Ah Allahım... biliyorum senin çok kötü kullarından biriyim ama isteyerek kötü olmadım ki ben.. biliyorsun ya sen benim şimdiye kadar ne yaşadığımı.. hiçbirini isteyerek yapmadım nolur affet beni Allahım.. doğmayı da ben seçmedim ki... benimde annem babam bir ailem olsaydı böyle olmazdım ki ben.. yardım et nolur bana Allahım.. böyle hiç bilmediğim bu yerde bir başıma çaresiz bırakmasan ya beni.. bak havada kararıyor işte... nereye gideyim, hangi yöne kaçayım Allahım? Yol göster bana nolur ya... bak söz veriyorum... gerçekten söz veriyorum... burdan bir kurtulayım, düzelicem Allahım.. kimseye de, kendi bedenimede zarar vermeyeceğim.. söz ya söz Allahım... bak duyuyor musun? Köpekler havlıyor... geliyorlar ya geliyorlar.. çok korkuyorum ben ya! Yardım et nolur!! Yada... yada burda canımı al, verme beni onların eline noluuur! Ben daha çok gencim yaa! Allahım geliyolar ya geliyolar"
Bitiktim ama yinede ayağa kalkabildim... giyinemedim ki ayakkabılarımı... onları taşıyacak gücüm bile kalmadı... bıraktım yerde onları... nefesim sanki beni terk etmek istiyor gibi.. başladım yine koşmaya ama yok hızlanamıyorum ki... attığım her adımda canım yanıyor... çok güçsüz düştüm.. duyuyorum iyice yaklaştılar.. adamlar birbirlerine sesleniyorlar.. "burdan geçmiş! Köpekler kokusunu alıyor... burdan burdaan!"
Koşuyorum ama lanet okuyorum kaderime... koşuyorum ama kahrediyorum her şeye... lanet olsun doğduğum güne.. lanet olsun beni doğurupta terk eden anneme... lanet olsun dölünü annem olacak o kadının rahimine bırakan babam olacak o şerefsize...lanet olsun bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçen şu belalı hayatıma... lanet olsun bana... benim suçum neydi de böyle bir kader biçtin ha bana Allahım? Yardım et yolu bulayım ya.. yardım et!
Delirmiş gibiydim.. can ne tatlıymış ya... anladım ben anladım... can çok ama çok tatlıymış... her şeye rağmen yaşamak çok güzelmiş... özgürlük çok çok güzelmiş..
Koşuyorum canım pahasına...nefret ettiğim hayatım pahasına koşuyorum... koşarken de arkama bakıyorum... gördüm ya gördüm... adamlar, tasmalarından tuttukları o kudurmuş gibi havlayan köpekleriyle koşuyolar ardımdan.. bırakırlarsa eğer tek bir köpeği, anında yakalar, parçalara ayırır beni... sanki bilerek bir yöne sürüyorlar beni.. zigzaglar çizmeye çabalıyorum ama soluksuz kaldım Allahım... durdum, durmak zorunda kaldım... eğildim öne doğru, tutundum dizlerime.. her yanım parçalanmış, bacaklarım resmen açıkta kalmış, kanıyorum ben ya.. nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı... koşmak hiç bu kadar canımı yakmamıştı ve ah şu yüreğimi donduran korku... hiç bu kadar öldürücü olmamıştı... çizikler içindeki elimle buz gibi olmuş ıslak yanaklarımı sildim.. hıçkırıyor, bir yandan da öksürüyorum artık.. sanki ciğerlerim ağzımdan sökülüp parça parça düşecekmiş gibi... iyice yaklaştılar ya.. koşmam, koşmaya devam etmem lazım.. yapamam, teslim olamam onlara.. cesedimi alsınlar daha iyi... hiç olmasa o Ünal adındaki manyağın bana yapacaklarını hissetmem... aklımı, bedenimi ele geçiren o yaşamla ölüm arasında ki kapkara korkum, yine de yaşamayı, yaşamak içinde kaçmayı seçti, seçtirdi bana...başladım yine koşmaya nereye varacağımı bilemeden... ne kadar zamandır koşuyorum bilmiyorum sonunda bir anda önümde uzayıp giden, tıpkı bir yılan gibi kıvrılan asvalt yola çıktım.. öyle mutluyum ki, öyle sevinçliyim ki anlatamam.. ters istikamette, yukarıya doğru koşmaya başladım ve daha üç yüz yada dört yüz adım koşmuştum ki, yukardan beyaz renkte bir aracın yolu indiğini gördüm. Sanki Allahım tarafından gönderilmiş bembeyaz bir melekti o ve benim kurtarıcımdı.. şükrediyordum deli gibi Allahıma... şükrediyor ve ağlıyordum.. hayatımda hiç bu kadar mutlu olmadım ki ben..
O mutluluğumla attım kendimi yolun ortasına.. ellerimi havaya kaldırıp tıpkı o filmlerdeki gibi "burdayım, ben... durun nolur!!" diye bağırırken, bedenimle de hareket ediyordum ve çok şükür ki iyice soğuyan havanın karanlığında, benim kaderim gibi o kapkara, ıslak asvalt yolda varlığımı fark edip, durdular ve ben, son kalan gücümü de tüketip, yere dizlerimin üstüne yığıldım kaldım. Ağlıyorum yine... tüm bedenim sarsılarak, titreyerek ağlıyorum ama bu defa mutluluktan, sevinçten ağlıyorum ve kimbilir kaç defadır Allah'a şükrediyorum.
Başımı kaldırıp baktığımda sürücü kapısından çıkan bir kadın, kapıyı kapatmaya gerek görmeden bana doğru koşmaya başladı. Sarışın, saçları upuzun, genç bir kadındı bu ve diğer kapıdan da genç bir adam indi aynı anda.. ikiside yanıma koşarak geldiler ve kadın yanıma diz çöktü.. "ah canım ne oldu sana böyle... yolunu mu kaybettin?" diye sordu. Hem heyecanlı, hemde halime acımış bir hali vardı ve ben ağlamaktan cevap veremiyorum ki... hem ne diyebilirdim ki? Adam ise daha sakindi ve, "hadi kalk canım... bir hastaneye götürelim seni," dedi ve elini uzattı bana... bu bir yardım eliydi ve ilk kez gerçekten biri bana yardım elini uzatıyordu.
Tuttum sımsıkı o eli ve ondan güç alarak ayağa kalktım.. bana destek olarak sağ arka kapıya kadar götürdüler beni ve o adam elimi bırakmadan sağ arka kapıyı açtı, "bin canım!" dedi ve ben ona gülümsedim, yüzüne bakarken araca bindim, oturdum ve oturmamla saçımdan geriye doğru hızla çekildim..
"Sana benden kaçamazsın demiştim... hoşgeldin kelebeğim" dedi o ses ve ben şok olmuş olsamda tanıdım o sesi, tanıdım ya.. inanamarak bakan, adeta yerinden sökülüp çıkacak hale gelen gözlerimde, yaşlarım da dondu kaldı ve hızla kapanan o sağ kapıya takıldı, kaldı yaşı donmuş, akmaya bile korkar olmuş o gözyaşlarımla gözlerim... zaman durdu sanki bir an ve bir an sonra ciğerlerimi yakarak, acıtarak ta derinlerden kopup gelen, susuzluktan kuruyan dudaklarımdan haykırarak çıkan o korku dolu kendi çığlığımı duydum..
"Hayııırrr!" * * *
Durmuyor hiç... durmuyor... beni kapattığı o odada hiç ara vermeden dövmeye devam ediyor beni, bağırıyor bana.. avazı çıktığı kadar bağırıyor bana. "Allah belanı versin senin... ne yapacağım ben seninle ha ne yapacağım canına sıçtığımın kızı ne yapacağım? Cevap veeer!"
Hırsını alamıyor bir türlü... kudurmuş gibi saldırıyor bana...dakikalardır attığı o tokatlar, dudaklarımda patlayan o tokatlar, ağzımı kan içinde bıraktı.. savunamıyorum ki kendimi. Her tokatında, dalından kopmuş bir yaprak gibi o odanın içinde ordan oraya savrulurken, hiç savunamadım, koruyamadım kendimi dakikalardır... istesemde yapamazdım zaten.
Dev gibi üstüme üstüme gelirken, her seferinde kolumdan tuttuğu gibi, duvardan duvara fırlatıp attı beni. O duvarlara her çarptığımda kemiklerim kırılıyor sandım. Sadece yalvarıyorum. "nolur yapma... çok özür dilerim.. tamam, söz veriyorum.. hep sözünü dinleyeceğim," diyorum ama duymuyor ki beni... ah sustalım cebimde olsaydı şimdi, deşmez miydim ben onu... öldürmez miydim?
Almıştı elimden onu ilk bıçakladığımda o şok olduğum sırada... bir daha da vermemişti.. ard arda iki tokat daha patlattı ve ardından boğazıma daldı.. sıkıyor şimdi o parmaklar boğazımı.. öldürsün ya öldürsün de bu en başından beri hiç olan hayatım, burda bu hiç bilmediğim yerde, onun ellerinde sona ersin.. tek kurtuluş bu.. anladım ve kabul ettim artık.. bıraktı ama bir anda. Artık nefes alamamanın sınırlarındayken bıraktı boğazımı.. gidiyordum oysa ne güzel... gidiyordum bu dünyadan.. direnmedim ki hiç. İşimi bitirsin istedim ama yapmadı... bakamıyorum yüzüne... öne doğru eğildim, öyle çok öksürüyorum ki, nefes alamamaktan daha zormuş böyle nefes alabilmek için öksürmek..
"eğer bir daha bana yanlış yaparsan öldürürüm seni Defne... öldürürüüüm! yaptırma bana bunu! Yaptırmaaaa! Allah kahretsin ki çok seviyorum seni, vazgeçemiyorum senden... oysa senden öncesinde nicelerinden vazgeçtim ben... şimdi hepsi bir yerlerde gömülü... ben bile bilmiyorum yerlerini.. yaptırma bana bunu! Duydun mu beni yaptırmaaaa!"
Deli gibi bağırıyordu ve ben sadece "tamam" diyebiliyorum. Yaklaşmaya başladı bana.. yine başlayacak, dövecek beni diye düşünürken, yapışıp kaldığım o duvardan çekti, aldı beni ve sarıldı bir anda... bedenimde dokunduğu her nokta çıldırmış gibi ağrıyor, sızlıyor... ölmeden, öldüm ben! * * *